26.02.2025
GİRİŞ
5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’da hükmedilen hapis cezaları ile adli para cezalarının infazı genel olarak, 3713 Sayılı TMK 17. maddesinde ise bu kanun kapsamında işlenen suçların infazı özel olarak düzenlenmiştir. Türkiye’de infaz sisteminin genelde torba yasalarla değişikliğe uğraması, uygulama birliğinin sağlanamaması, siyasi suç olarak kategorize edilen suçlarda sert ve katı bir infaz politikası yürütülmesi; en başta infazda eşitlik ilkesi olmak üzere, 5275 Sayılı İnfaz Kanunun 2. Maddesinde sayılan temel ceza infaz ilkelerini ihlal etmektedir. Kamuoyunda örtülü af olarak bilinen 7242 ve 7456 Sayılı yasal düzenlemeler ile 5275 sayılı kanuna getirilen değişiklikler zaten karmaşık olan infaz sistemini daha da karmaşık hale getirilmiştir.
Bu çalışmamızda temel olarak, 3713 Sayılı Yasa kapsamında mahpusların cezalarının infaz edilme süreleri, şekli, şartları ve infaz sisteminin başlıca sorunlu alanları ele alınmaktadır. Tüm başlıklarda Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına yer verilerek üst yargı mercilerinin bakış açılarına da yer verilmiştir.
İNFAZ SÜRELERİNİN BELİRLENMESİ
A. KOŞULLU SALIVERİLME ve BAŞLICA SORUNLAR
Koşullu Salıverme (Şartlı Tahliye): Mahpusun cezasının bir kısmını infaz kurumunda geçirmesi sonrası iyi halli olması halinde erken tahliye edilerek cezasının kalan kısmını bazı yükümlülükler içerisinde dışarıda geçirebilmesidir. Mahpusun koşullu salıverilmesi için cezanın infaz edildiği ceza infaz kurumu idaresi tarafından hazırlanan İdari Gözlem Kurulu raporu, infaz işlemlerinin yapıldığı yer İnfaz Hâkimliğinin denetimine verilir. İnfaz Hâkimliği, bu raporu uygun bulması halinde mahpusun koşullu salıverilmesine dosya üzerinden karar verir. İnfaz hâkimliği raporu uygun bulmadığı takdirde gerekçesini kararında gösterir ve mahpus koşullu salıverilmez. Bu kararlara karşı mahpus veya müdafisi iki hafta içerisinde o yer Ağır Ceza Mahkemesine itiraz yoluna gidilebilir. (5275 Sayılı Kanunun m. 107/11 )
Koşullu Salıverilme Süreleri:
- 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında infazı yapılan süreli hapis cezalarında koşullu salıverme oranı ¾’tür. (3713 Sayılı Yasa 17.Md.) 3713 sayılı yasa kapsamında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasında koşullu salıverme imkânı yokken, (5275 Sayılı Kanun107/16, Geçici 2 ve 3713 Sayılı Yasa 17/Son) müebbet hapis cezasında ise koşullu salıverme süresi otuz, birden fazla müebbet hapis cezasına veya bir müebbet hapis cezası ile beraber süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla otuz dört ve birden fazla süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla otuz iki yıldır. (5275 Sayılı Yasa- 107/4). Bu hüküm çocuklar hakkında uygulanmaz. Suç tarihinde SSÇ olan fail, işlediği suçlar 3713 sayılı yasa kapsamında olsa bile; indirimler sebebiyle ağırlaştırılmış veya müebbet hapis cezasına mahkûm olması mümkün değilken (TCK 33. madde gereği) süreli hapis cezalarının toplamında SSÇ infaz kurumlarında yirmi sekiz yılını bitirdikten sonra koşullu salıverilebilmektedir. Bu başlıkta dikkat edilmesi gereken husus koşullu salıverme sürelerinde 28, 32 ve 34 yıllarının üst limit olmasıdır. Bir örnekle açıklamak gerekirse; Ali hakkında 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında müebbet hapis cezası ile 50, 100 veya 1000 yıllık bir hapis cezasının infazında, Ali’nin infaz kurumunda 34 yılının dolması halinde koşullu salıverilecektir. Ali bir müebbet artı 4 yıl süreli bir hapis cezasının infazı halinde ise; müebbet hapis cezası için koşullu salıverme süresi 30, 4 yıllık süreli hapis cezasında ise koşullu salıverme oranı ¾ olduğu için 3 yıldır. Ali bu durumda 30+3= 33 yılını infaz kurumunda geçirdikten sonra koşullu salıverilebilinir. Özetle Ali bir müebbet hapis cezası ve süreli hapis cezasının koşullu salıverme süreleri ayrı yarı hesaplandığında toplam ceza miktarı 34 yılı aşarsa; Ali’nin otuz dört yılı infaz kurumunda bittikten sonra koşullu salıverilmesi önünde bir engel bulunmamaktadır. Ancak toplam otuz dört yılın altında kalması halinde örneğin otuz iki yıl olursa Ali bu süreyi bitirdikten sonra koşullu salıverilecektir.
- Üç ve Daha Fazla Hücre Cezası Halinde Koşullu Salıverilme: 3713 Sayılı Kanun kapsamında tutuklu veya hükümlü iken firar veya ayaklanma suçundan mahkûm edilmiş bulunanlar ile disiplin cezası olarak üç defa hücre hapsi cezası almış olanlar bu disiplin cezaları kaldırılmış olsa bile şartla salıverilmeden yararlanamazlar. (3713 Sayılı Kanun m.17/2). Hücre cezalarının toplamında mahpusun ceza infaz kurumlarında geçirdiği tüm hüküm ve tutukluluk süresi dikkate alınır. Özetle mahpuslar hakkında cezaevinde geçen tüm süreler boyunca üç hücre cezası verilmesi halinde hücre cezaları infaz edilse bile koşullu salıvermeden yararlanamazlar. Mahpusun infazına veya tutukluluğuna ara verilse bile yine de ceza infaz kurumunda verilen toplam hücre cezaları esas alınır. Adi suçlarda ise hücreye koyma cezası 5275 sayılı kanunun 44 üncü maddenin ikinci fıkrasındaki hâllerde altı ay, üçüncü fıkrasındaki hâllerde bir yıl geçince mahpus iyi halli sayılarak koşullu salıvermesine engel bir hali kalmamaktadır. (5275 Sayılı Kanun m. 48/4-f.) Ancak mahpus 3713 Sayılı Kanun kapsamında işlenen suçlardan aldığı üç hücre cezasının infazını tamamlarsa ve 5275 Sayılı Kanunun 48. Maddesinde belirtilen süreleri geçirse bile yine de koşullu salıvermeden yararlandırılmamaktadır. Bu durum aslında TCK 7. maddesinde düzenlenen koşullu salıverme hakkında lehe olan kanunun uygulanması ilkesine aykırılık taşımaktadır. Zira 5275 Sayılı Kanun 48. Maddesi, 3713 Sayılı Kanun 17. Maddesinin 2. fıkrasına göre lehe olması sebebiyle uygulanması TCK’nın 7. Maddesinin 2-3. fıkraları gereği zorunludur. Bu durum koşullu salıverme durumunda infaz kanununda kabul edilen derhal uygulanma ilkesinin istisnasıdır. Başka bir anlatımla bir mahpusun 3713 Sayılı Yasa kapsamında tutuklu ve hükümlü hakkında kaldığı süreler boyunca toplamda üç adet hücre cezası verilmişse; mahpus 12/4/1991 Tarihli 3713 Sayılı Kanunun 17. Maddesi gereği koşullu salıverilmezken, 13/12/2004 Tarihli 5275 Sayılı İnfaz Kanunu 48/4-f maddesi gereği ise mahpus on bir gün altı hücre ceza/larının infazından sonra altı ay, on bir ile yirmi gün arası ise bir yıl geçince iyi halli olmakla koşullu salıverilebilinmektedir. Bu durumda 3713 Sayılı yasa kapsamında verilen hapis cezalarının infazında iki ayrı düzenleme bulunmaktadır; eski tarihli Terörle Mücadele Kanunu ile yeni tarihli İnfaz Kanunu. Bu halde TCK 7. Maddesi gereği lehe olan kanunun yani İnfaz Kanunu 48/4-f maddesinin uygulanması gerekmektedir. Bu konuda dikkat edilmesi gereken bir konu da hücre cezaları 3713 Sayılı Yasa kapsamındaki cezaların infazında tutuklu veya hükümlü iken olanlar hesaba katılır. Sadece adi suçlarda verilen cezalarının infazı veya tutukluluğunda alınan hücre cezaları hesaba katılmazken hem adi hem örgütlü suçların beraber infazında alınan hücre cezaları ise hesaba katılır.
Hücre Cezasına Sebep Olan Olay İçin Adli Yargıda Beraat Kararı Verilmesi Halinde Hücre Cezasının Silinmesi Hali: Mahpusun bir eylemi sebebiyle hem hücre cezası alması hem adli yargıda yargılanması halinde, adli yargıda hakkında beraat kararı verilip kesinleşmesi halinde verilmiş olan hücre cezası kaldırılmalıdır. Verilen beraat kararı ile hücre cezası verilen İnfaz Hakimliğine başvuruda bulunarak kaldırılmasının talep edilmesi gerekmektedir. Yargıtay 19 Ceza Dairesinin 10/12/2015 tarih ve 2015/21187-8491 Esas - Karar sayılı ilamı ile; “…Hükümlü firar suçundan adli yargılamada beraat etmiş ise ve bu karar kesinleşmiş ise, hükümlünün disiplin cezasının ve kapalı ceza infaz kurumuna iade kararında yasal süre beklenmeden kaldırılması gerekir…” Yine Yargıtay 1.Ceza Dairesinin 05/12/2016 tarih ve 2016/4370-4159 Esas- Karar sayılı ilamı ile; “..Hükümlü adli yargılamada beraat etmiş ise disiplin kurulunca disiplin cezasının silinme süresi beklenmeksizin silinmesi gerekir…" .
- Tekerrür Halinde Koşullu Salıverilme: Adi suçlarda mükerrerlerin koşullu salıverme oranı 2/3 tür. (5275 Sayılı Kanun m. 108/1-d) Ancak 3713 Sayılı Kanun kapsamına giren suçlardan hükümlü olanlar, hükümlerinin kesinleşme tarihinden sonra bu kanunun kapsamına giren bir suçu işlemeleri halinde şartla salıverilmeden yararlanamazlar. (3713 Sayılı Kanun 17/2 maddesi) Örneğin; propaganda suçundan 1 yıl süreli hapis cezasına mahkûm edilen mahpus bu cezanın kesinleşmesinden sonra örgüt üyeliğinden 10 yıllık bir ceza alırsa bu cezanın infazında koşullu salıverme hükümleri uygulanmaz ve mahpusun cezasının tamamı kapalı infaz kurumunda infaz edilir.
- Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis Cezasında Koşullu Salıverilme: Ölüm cezaları 14/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunun 1. maddesi ile değişik 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen terör suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olan terör suçluları koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz. Bunlar hakkında ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ölünceye kadar devam eder. (5275 İnfaz Kanunun Geçici M.2, 107/16. ve 3713 Sayılı Yasa M. 17/son.) 3713 Sayılı yasa kapsamında verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazında koşullu salıverme yasağı bulunmaktadır. Aşağıda belirttiğimiz kararlarda örnek alınarak; devam eden yargılamalarda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının verilmesinin işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında kalacağını belirtip kanun yollarından sonra AYM ve AİHM’ e başvurmak ve biten yargılamalarda ise müddetnamede koşullu salıverme tarihinin ölünceye kadar belirtilmesi ile kesin koşullu salıverilme yasağı olması sebebiyle müddetnameye itiraz ile infaz hakimliği ve itiraz merci olan ağır ceza mahkemesindeki süreçleri bitirilip, sonrasında AYM ve AİHM’e işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında bireysel başvuruda bulunulmasında fayda vardır.
- Einhorn – Fransa: davasında Mahkeme, ömür boyu hapis cezasının azaltılamaz bir nitelikte olması halinde İHAS’in işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezayı yasaklayan 3. maddesi kapsamında bir ihtilaf gündeme gelebilmesi olasılığını göz ardı etmediğini belirtmiştir. (2001)
- Vinter/İngiltere kararı: Vinter ve Diğerleri - Birleşik Krallık kararı ise bu imkânın iç hukuktaki uygulanış biçiminin hangi hallerde Sözleşme ile uyumlu olmayacağını göstermesi açısından oldukça önemlidir. Başvuruya konu olan olayda bahsi geçen usul uyarınca tahliye edilebilme imkânına sahip olmayan başvurucular, ömürleri boyunca cezaevinde kalmak zorunda oluşları nedeniyle durumlarının Sözleşme’nin 3. maddesinde düzenlenen işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve ceza yasağına aykırılık teşkil ettiğini savunmuşlardır. Mahkeme yaptığı incelemede öncelikle, ağır derecede orantısız bir cezanın Sözleşme’nin 3. maddesini ihlal edebileceğini belirtmiş, başvurucuların aldıkları cezaların orantısız olduğunu iddia etmediklerini hatırlatarak, müebbet hapis cezaları hakkında göze çarpan tespitlerde bulunmuştur. AİHM bu kararda iki önemli tespit ve kriter belirlemiştir. Birincisi, sadece pratikte verilen cezanın tamamının hapiste geçirilmek zorunda olunması halinde ömür boyu hapis cezası azaltılamaz bir niteliğe büründürmemektedir. Eğer ömür boyu hapis cezası de jure ve de facto azaltılabilir bir nitelikte ise 3. madde açısından bir ihtilaf gündeme gelmez. Bir hükümlünün iç hukuk uyarınca tahliye edilebilme durumunun gözden geçirilme imkânına sahip olması ama hükümlünün topluma tehlike teşkil etmeye devam etmesi nedeniyle tahliye talebinin reddedilmesi 3. madde açısından bir ihtilaf teşkil etmeyebilir. Bu durum Sözleşme gereğince devletlerin toplumu şiddet suçlarına karşı korumak için önlemler alma görevinden ileri gelmektedir. İkincisi görülen bir vakada ömür boyu hapis cezasının indirilebilir bir nitelikte olup olmadığı değerlendirilirken Mahkeme ömür boyu hapis cezası alan bir mahkûmun, tahliye olabilme ihtimaline sahip olup olmadığını araştırır. Ulusal hukuk uyarınca; cezanın değiştirilmesi, hafifletilmesi, sonlandırılması ya da şartlı tahliye durumunun incelenmesi ve ömür boyu hapis cezasının gözden geçirilmesi imkânının mümkün olduğu durumlarda bu imkânların varlığı 3. madde açısından yeterlidir. Özetle İHAM’a göre, ömür boyu hapis cezasını 3. madde ile uyumlu hale getiren birçok neden bulunmaktadır. Buna göre hem tahliye olabilme ihtimali hem de cezanın gözden geçirilme olasılığı bulunmalıdır. Şartlı tahliye imkânı bulunmayan bir müebbet hapis cezasının verilmesi durumunda devlet, o kişinin toplum nazarındaki değeri ve yeri hakkında geri dönülemez bir yargıda bulunmaktadır. Ölünceye kadar sürecek bir hapis cezasının kişiler üzerinde yaratmış olduğu asosyallik ve dolayısıyla anti insancıllık etkisi, böyle bir cezanın insanlık dışı olduğunu kabulde yeterli olmaktadır. Bu yüzden şartlı tahliye hakkının ömür boyu hapis cezası mahkûmlarına da tanınarak ömür boyu hapis cezasının insan onuru üzerinde bırakmış olduğu yıkıcı durum, telafi edilme imkânını içermelidir. Çünkü rehabilitasyon ve serbest bırakılma ihtimali ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıdır. Gözden geçirme usulünün nasıl olması gerektiğinin belirlenmesi Mahkeme’nin yetki alanına girmemektedir. Aynı sebeple, gözden geçirmenin ne zaman gerçekleşmesi hususunda bir tanım yapmak da Mahkeme’nin görevi değildir.
Yine de Mahkeme karşılaştırmalı ve uluslararası hukuk materyallerinde kabul edilen güürü referans gstermiştir. Buna gre mür boyu hapis cezasının verilmesinden en geç 25 yıl süre sonra ve ardından daha periyodik aralıklarla, cezanın gzden geçirilmesini sağlayan bir kurumun varlığı desteklenmektedir. Bu durumda ulusal hukuk bylesi bir gzden geçirme imkânı sağlamadığında, mür boyu hapis cezası Szleşmenin 3. maddesinin standartlarına ulaşmayabilir. Buna gç hukuk (de juro) gereğzden geçirme mekanizmasının varlığı yetmemekte bu mekanizmanın pratikte de (de facto) uygulanabilir olması zorunludur. En nemlisi ise bir hükümlünün uluslararası belgelerde kabul edilen aralıklarla cezasının gzden geçirilmesini isteme hakkı bulunmaktadır. Karar daha dikkatli incelendiğinde, müebbet hapis sz konusu olduğunda Mahkemenin mahpusun topluma yeniden kazandırılma amacını üstüğrülebilir. Buna gükmün verilmesi anında hükme etki eden cezai sebepler karşısında zamanla iyileşme/rehabilite olma faktrü önem kazanabilir. Bunun bir sonucu olarak, tahliye edilebilme imkânına sahip olup olmadığını bilmeden rehabilite olması içükümlüden çstermesini beklemek Mahkemenin deyimiyle düşüncesiz bir davranış olur.
AİHM umut hakkına yönelik kararlarında sürenin üye ülkenin egemenlik hakkı kapsamında kendisinin belirleyeceğini ifade eder. Ancak söz konusu sürelerin kişinin “umut hakkını” ortadan kaldıracak uzunlukta olmaması gerektiğini de dile getirir. Yani devletin sırf ölünceye kadar infaz şeklini ortadan kaldırmak için getireceği 30-40-50 yıllık sürelerin kabul görmeyebileceği belirtilebilir. AİHM, Vinter/Birleşik Krallık kararında 25 yıllık bir süreden bahseder. Burada mahkeme, sözleşmeci devletlerarasında ve karşılaştırmalı ve uluslararası hukuk materyalleri arasında, cezanın verilmesinden en geç 25 yıl sonra ve sonrasında periyodik olarak gözden geçirilmesini garanti altına alan bazı özel mekanizmaların sağlanmasına yönelik karar veriyor.
Örneğin Mahkeme; Macaristan, Mahkeme'nin kararlarına uymanın bir yolu olarak 2015 yılında ömür boyu hapis cezalarının otomatik olarak gözden geçirilmesini öngören yeni bir mevzuat çıkarmıştır. Bu mevzuat ile 40 yıllık hapis cezasının ardından hükümlü için zorunlu bir af prosedürü başlatılmaktadır. Ancak Mahkeme, bir mahkûmun affedilmeden önce beklemesi gereken 40 yılın, tavsiye edilen azami süreden çok daha uzun bir süre olduğunu ve bu anlamda devletin sahip olduğu takdir marjı geniş olsa da, bu marjın dışında kaldığını belirtmiştir. Ayrıca Mahkeme, Macaristan'da cumhurbaşkanlığı affının müebbet hapis cezasının fiilen veya hukuken indirilebilmesini sağlayan bir yol olmadığını tespit etmiştir. Mahkeme, başvuranların beklemek zorunda kaldıkları uzun süreyi ve inceleme mekanizmasının yeterli usuli güvencelerden yoksun olmasını göz önünde bulundurarak yeni Macar mevzuatının Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında bir koruma sağlamadığına ve bir ihlal olduğuna karar vermiştir.
- Türkiye aleyhine verilen AİHM Kararları: Öcalan/Türkiye (Öcalan-Türkiye (no.2), no: 24069/03, 197/04, 6201/06, 10464/07, 18 Mart 2014.) “Umut hakkı” kapsamında; ülkemizi ilgilendiren belki de en önemli karar, Öcalan-Türkiye (no.2) kararıdır. Öcalan 29 Haziran 1999 yılında Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından Türkiye Devleti’nin topraklarından bir kısmını ayırmaya yönelik eylemler gerçekleştirmekten ve bu amaç için kurulmuş bir örgütün lideri olmaktan suçlu bulunmuş ve ölüm cezasına çarptırılmıştır. Mahkemece ölüm cezasının ömür boyu hapis cezasına çevrilmesine izin veren hafifletici koşulların var olmadığına karar verilmiştir. Temyiz mahkemesi tarafından onaylanan bu ceza TBMM tarafından ölüm cezalarının barış zamanında uygulanmasına son verilmesi üzerine Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 3 Ekim 2002 tarihli bir kararla ömür boyu hapis cezasına çevrilmiştir. 20 Şubat 2006’da ise Türkiye, her koşulda ölüm cezasının kaldırılmasına ilişkin 13 numaralı Protokolü onaylamıştır.
Abdullah Öcalan’ın gözaltına alındığı günden beri vekilleri farklı konulardaki ihlal iddialarına ilişkin defalarca AİHM’e başvuruda bulunmuştur. Bu başvurulardan ilki, Öcalan’ın gözaltına alındığı ilk gün olan 16 Şubat 1999 tarihinde yapılmış ve bu başvuru 12 Mayıs 2005 tarihinde Büyük Daire tarafından işkence yasağı, özgürlük ve güvenlik hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin bir karar ile sonuçlandırılmıştır. Öcalan’ın vekilleri daha sonra 2003, 2004, 2006 ve 2007 yıllarında yine farklı konulara ilişkin şikâyetleri ile AİHM’e başvuruda bulunmuş, mahkeme ise; 24069/03, 197/04, 6201/06, 10464/07 numaralı başvuruları birleştirerek hepsini tek dosyada incelemiş ve nihayet Öcalan-Türkiye (no.2) kararı ile bu başvurular sonuçlandırılmıştır. Dolayısıyla başvurulara konu olan bu karar Öcalan hakkında verilen ikinci karardır.
AİHM, Öcalan davasında; ömür boyu hapis cezalarına dair yaklaşımına ilişkin genel prensipleri hatırlattıktan sonra Öcalan’ın ömür boyu hapis cezasının indirilebilir olup olmadığına ilişkin incelemesinde CGTİHK m.107/16 hükmünü ele almıştır. Yaptığı değerlendirmeler sonucunda mahkeme bu hüküm ile devlet güvenliğine karşı işlenmiş bir suçtan dolayı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan başvurucunun, meşru penolojik gerekçelere dayanan koşullu salıverilme imkânından açıkça yararlanmadığı ve bu haliyle Türkiye’de yürürlükte olan mevzuatın Öcalan’a serbest kalma imkânı tanımadığı sonucuna ulaşmıştır. Bu ihlal, 5275 sayılı Ceza İnfaz ve Güvenlik Tedbirleri Kanununun 25, 107 ve 108. maddeleri ile geçici 2. maddesi ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun (TCK) 57. maddesinin uygulanmasından kaynaklanmaktadır.
Türk hukukunda; mahkûmun hastalığı veya yaşlılığı durumlarında Cumhurbaşkanı’na kişiyi serbest bırakma yetkisinin tanındığını kabul eden AİHM bu tür insani amaçlarla serbest bırakmaya ilişkin hükümlerin, meşru penolojik sebeplerle serbest bırakılmanın ortaya koyduğu perspektifi karşılamadığını belirtmiş ve konuya ilişkin Vinter kararındaki değerlendirmelere atıf yapmıştır. Ayrıca mahkeme Türk hukukuna göre; büyük sosyal problemleri çözme adına, zaman zaman kısmi veya genel af çıkarılabileceğinin mümkün olduğunu ancak bu hükümlerin de serbest kalma imkânının varlığı için aranan standartları karşılamadığını belirtmiştir. Sonuç olarak mahkeme, Öcalan’a verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının; AİHS m.3 ile ortaya konan amaç bakımından “indirilebilir” olarak kabul edilemeyeceğini belirterek, “insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya ceza yasağının” ihlal edildiğine karar vermiştir.
- Hayati Kaytan: 765 sayılı (eski) TCK m. 125 hükmü uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm olmuştur. Kaytan v. Türkiye kararında AİHM İkinci Daire, umut hakkına işaret edip Öcalan (2) v. Türkiye kararına atfen sağlık nedeniyle salıverme ya da affın AİHM içtihatları bağlamında AİHS m. 3 ile uygun salıverilme umudu olarak değerlendirilemeyeceğini, Vinter v. Birleşik Krallık Kararına atfen cezanın gözden geçirilmesine dair herhangi bir usuli düzenlemenin yokluğunda AİHS m. 3 ihlalinin cezaya hükmedilmesi anında vuku bulacağını ve Öcalan (2) v. Türkiye kararındaki tespitlerden anılan başvuruda ayrılmak için herhangi bir özel bir durum olmadığını belirterek AİHS 3. Madde ihlali vermiştir.
- Emin Gurban 765 sayılı (eski) TCK m. 125 hükmü uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm olmuştur. AİHM’in 2015 yılında konuya dair Türkiye hakkında verdiği ikinci karar Gurban v. Türkiye kararıdır. AİHM İkinci Daire, Öcalan v. Türkiye (no2) ve Kaytan v. Türkiye kararlarında müebbet hapis cezasının infazı bakımından Türk Hukuku’nun AİHS m. 3 gereklerini karşılamadığını, bu başvuru özelinde anılan kararlardan ayrılmayı gerektiren özel bir koşulun bulunmadığını belirterek AİHS m. 3 ihlaline karar vermiştir. Yine bu davada da AİHM İkinci Dairesi; AİHS m. 3 ihlali tespitinin, başvurucunun yakın zamanda salıverilmesine dair umut ortaya çıkarmayacağını da ayrıca vurgulamıştır.
- Civan Boltan:765 sayılı (eski) TCK m. 125 hükmü uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm olmuştur. Boltan, 2016 yılında AİHM’e başvurmuştur. AİHM’in umut hakkı bağlamında Türkiye’ye ilişkin tesis ettiği en güncel karar olan Boltan v. Türkiye kararında Türkiye’nin AYM bireysel başvuru yoluna gidilmemiş olması nedeniyle iç hukuk yollarının tüketilmediği itirazında bulunmadığını ayrıca belirtmiştir. AİHM İkinci Daire, Türkiye aleyhine hükmedilen önceki kararlara atfen müebbet hapis cezasının infazı bakımından Türk Hukuku’nun AİHS m. 3 gereklerini karşılamadığını, bu başvuru özelinde anılan kararlardan ayrılmayı gerektiren özel bir koşulun bulunmadığını belirterek AİHS m. 3 ihlaline karar vermiştir.
- Örgüte Yardım ve Örgüt Adına Suç İşleme Suçlarında Koşullu Salıverilme: 3713 Sayılı Kanunun 2/ Son Cümlesinde tanımlanan suçta (…terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır) ve örgüte yardım suçunda (TCK 220/7 Yollamaması ile TCK314/4) koşullu salıverilme ¾ tür. Ancak adi örgütlerde örgüte yardım veya örgüt adına suç işleme suçlarında ise ½ oranında koşullu salıverilme oranı belirlenir. Yargıtay 3. Ceza Dairesi 2023/7142 E. , 2023/4717 K. numaralı kararına göre; “Suç örgütünün tanımlanıp yaptırıma bağlandığı 5237 sayılı TCK’nın 220 nci maddesinin 7 nci fıkrasında yardım fiiline yer verilmiştir. “Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişinin, örgüt üyesi olarak” cezalandırılacağı belirtilmiş, anılan normun konuluş amacı, gerekçesinde; “örgüte hakim olan hiyerarşik ilişki içinde olmamakla beraber, örgütün amacına bilerek ve isteyerek hizmet eden kişi, örgüt üyesi olarak kabul edilerek cezalandırılır.” şeklinde açıklanmış, 765 sayılı TCK’nın sistematiğinden tamamen farklı bir anlayışla düzenlenen maddede yardım etme fiilleri de örgüt üyeliği kapsamında değerlendirilerek, bağımsız bir şekilde örgüte yardım suçuna yer verilmemiştir”
- Örgüte Üye Olma/Yardım Etme/Örgüt Adına Suç İşleme Suçu ile Birlikte İşlenene Suçlarda Koşullu Salıverilme: 3713 Sayılı Kanunda tanımlanan suçlarla beraber yine aynı kanunun 4. Maddesinde “ Türk Ceza Kanununun 79, 80, 81, 82, 84, 86, 87, 96, 106, 107, 108, 109, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 142, 148, 149, 151, 152, 170, 172, 173, 174, 185, 188, 199, 200, 202, 204, 210, 213, 214, 215, 223, 224, 243, 244, 265, 294, 300, 316, 317, 318 ve 319 uncu maddeleri ile 310 uncu maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan, 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununun 110 uncu maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarında tanımlanan kasten orman yakma, 10/7/2003 tarihli ve 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren, Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde, olağanüstü halin ilanına neden olan olaylara ilişkin, 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 inci maddesinde tanımlanan suçlar” kapsamında verilen cezaların infazında koşullu salıverilme oranı ¾ tür. Burada önemli olan husus 3713 Sayılı Kanun 3. maddesinde sayılan suçlarla beraber 4. Maddesinde sayılan suçlarda da ceza verilmesi halinde koşullu salıverilme oranı ¾ oranında uygulanmasıdır. Bir örnek vermek gerekirse; Ali TCK 314. Maddede belirtilen örgüte üye olma suçunu işlemiş ve aynı zamanda kamu malına da zarar vermişse; bu durumda kamu malına zarar verme suçundan dolayı verilen cezanın infazında da koşullu salıverilme oranı ¾ tür.
- Çocuklarda Koşullu Salıverilme: 3713 Sayılı Yasa kapsamında işlenen suçlarda, SSÇ’ lerin koşullu salıverilme oranı 2/3 tür. SSÇ, 15 yaş (dahil) altında ceza infaz kurumunda kaldığı süre boyunca bir günü iki gün, 31.03.2020 Tarihinden önce ise ceza infaz kurumunda kalmışsa 12-15 yaş arası bir günü üç gün, 15-18 yaş arası ise bir günü iki gün sayılmaktadır.
- Koşullu Salıverilmenin Geri Alınması: Mahpus, koşullu salıverildikten sonra hak ederek tahliye tarihine kadar yani bu süre zarfında yeni bir suç işlemesi halinde; yeni suçtan dolayı verilen ceza miktarı iki ile çarpılarak ortaya çıkan sonuç kadar koşullu salıverilme geri alınmaktadır. Ancak bu geri alınacak süre hak ederek tahliye tarihini geçemez. Örneğin; Ali, örgüt üyeliğinden 12 yıllık süreli hapis cezasının infazında: 01.01.2020 tarihinde infaza başlanılması halinde 12 yılın ¾ koşullu salıverilme oranı uygulandığı için 01.01.2029 Tarihinde koşullu salıverilecektir. Ali’nin hak ederek tahliye tarihi ise 01.01.2032’dir. Ali, 01.01.2029-01.01.2032 tarihleri arasında bir suç işlemesi halinde bu suça dair verilecek ceza miktarı iki ile çarpılarak Ali’nin koşullu salıverilmesi geri alınacaktır. Koşullu salıverilme süresi içerisinde işlenen suça dair yapılan yargılamada verilen karar ancak kesinleştikten sonra koşullu salıverilmenin geri alınması söz konusu olabilir.
İstisna olarak suç tarihi 14.04.2020 tarihinden önce olması halinde koşullu salıverilmenin geri alınması için yeni suçun denetim süresi içerisinde işlenmesi gerekmektedir. Denetim süresi ise koşullu salıverilme süresinin yarısı kadardır. Örneğin, Ali’nin 12 Yıllık süreli hapis cezasının infazına 01.01.2023 tarihinde başlanılması halinde koşullu salıverilme oranı ¾ olduğu için 01.01.2032 koşullu ve 01.01.2035 tarihinde ise hak ederek salıverilecektir. Suç tarihinin 14.04.2020 tarihinden önce olması halinde Ali’nin denetim süresi, üç yıllık koşullu salıverilme süresinin yarısı, yani 1,5 yıl olacaktır. Bu durumda Ali 01.01.2032 tarihinde koşullu salıverilecek ve denetim süresi koşullu salıverilme süresinin yarısı olduğu için 01.06.2034 tarihine kadar yeni bir suç işlemesi halinde koşullu salıverilmesi geri alınabilenecekken, bu tarihten sonra ise koşullu salıverilmesinin geri alınması mümkün değildir. Ancak; bu denetim süresinin koşullu salıverilme ile hak ederek tahliye tarihi arasında olan ve mahpusun koşullu salıverildiği sürenin yarısının denetim süresi olması 14.04.2020 tarihinden önce işlenen suçlar içindir. Bu tarihten sonra mahpus koşullu salıverilme ve hak ederek tahliye tarihleri arasındaki sürenin tamamı denetim süresi olarak kabul edilir ve bu süre zarfında yeni bir suç işlenmesi halinde mahpusun koşullu salıverilmesi geri alınır.
3713 Sayılı Kanun kapsamında işlenen suçlarda verilen müebbet hapis cezasında koşullu salıverilme miktarı 30 yıldır. Suç tarihi, 14.04.2020 tarihinden önce ise koşullu salıverilme süresinin yarısı denetim süresi olacağı için mahpus koşullu salıverildikten sonra artı 15 yıl denetim süresi olacak ve mahpusun bu denetim süresinde yeni bir suç işlemesi halinde koşullu salıverilmesi geri alınacaktır. Suç tarihi 14.04.2020 tarihinden sonra ise koşullu salıverildikten sonra artı 30 yıl denetim süresi içerisinde mahpusun bir suç işlemesi halinde koşullu salıverilmesi geri alınacaktır.
Tutukluluk Süresinin Mahsubu İle Haksız Tutuklama Sebebiyle Tazminat
TCK 63. Maddesinde, hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen ve şahsi hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran bütün haller nedeniyle geçirilmiş süreler, hükmolunan hapis cezasından indirilir. Adlî para cezasına hükmedilmesi durumunda, bir gün beş yüz Türk Lirası sayılmak üzere, bu cezadan indirim yapılır. Öncelikle mahsup işleminde bir hükmün diğerinden mahsubu mümkün değildir. Mahsup işleminde mahsup edilen ilamda kesinleşme tarihinden sonra yeni bir suç işlenmesi halinde mahsup işlemi yapılamaz. Ancak suç tarihinde mahsup edilen ilamın kesinleşme tarihinden önce ise mahsup mümkündür. Mahsup edilen ilamda CMK 141-142 maddeleri kapsamında yani haksız tutuklama nedeniyle tazminat alınmasına rağmen mahsuba engel değildir. Ancak mahsup işlemi yapılmışsa tazminat talep edilemez. Mahsup işlemini açıklamak için bir pratik yapmak gerekirse; Ali kasten yaralama suçundan dolayı yargılanmış ve 01.01.2021-01.01.2023 tarihleri arasında iki yıl tutuklu kalmış akabinde 01.01.2024 tarihinde hakkında beraat kararı verilmiş, nihayetinde 01.01.2025 tarihinde ise beraat kararı kesinleşmiştir. Bu durumda Ali 01.01.2025 tarihinden sonra yeni bir suç işlerse iki yıllık tutuklu kaldığı süreyi mahsup edemez. Suç tarihi 01.01.2025 tarihinden önce ise iki yıllık tutukluluk süresinin mahsubu mümkündür.
Kararın HAGB olması halinde ise HAGB kararı kesinleştikten sonra yeni bir suç işlenmesi halinde HAGB süresinde tutuklu kalınan süresinin mahsubu mümkün değildir. Yargıtay 18. C.D 11.01.2016 2015/30987 E. Ve 2016/108K. Sayılı ilamında; Hükümlünün tutuklu kaldığı ve mahsup edilmesini istediği Bitlis Ağır Ceza Mahkemesinin 19.02.2009 tarih ve 2008/162 esas, 2009/36 karar sayılı hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair kararının 27.02.2009 tarihinde kesinleştiği ve kesinleşmesinin üzerinden mahsup kararı verilen tarih itibariyle henüz 5 yıllık denetim süresinin dolmamış olduğu, suç tarihinin ise 12.08.2004 olduğu, hâlen infaz edilmekte olan Erciş Asliye Ceza Mahkemesinin 14/07/2009 tarihli ve 2009/3 esas, 2009/414 sayılı kararına konu suç tarihinin ise 20/08/2005 olduğu, bu hâliyle tutuklu kalınan ve mahsup edilmesi istenen kararın kesinleşmesinden önce işlenmiş bir suç bulunduğu ve tutuklu kalınan suçun beraatle veya mahkûmiyetle sonuçlanmasının mahsup işlemi için önemli olmadığı, hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile sonuçlanan kararın henüz denetim süresinin dolmamış olması nedeniyle 5 yıllık denetim süresinin sonunda beraat etme ihtimali hukuken mümkün bulunduğundan infazı halen devam eden mahkûm için telafisi imkânsız sonuçlar doğabileceğinden, mahsup isteminin koşulları oluştuğu takdirde yapılması gerekmekle mahsup koşulların oluştuğu anlaşıldığından, Erciş 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 13.08.2014 tarih ve 2009/3 esas, 2009/414 karar sayılı Ek Kararında bir isabetsizlik görülmediğinden kanun yararına bozma talebinin reddine karar verilmesi gerekmiştir.
Uyarlama, Af, Tazyik Hapsi, Zorlama ve Disiplin Hapsi, Uzlaşma ile sonuçlanan ilamlarda tutuklu kalınan sürelerin mahsubu mümkün değildir. Yargıtay 1. C. D 2016/3357E.,2016/4165K. Ve 2020/3337E.,2021/13158Kile Yargıtay 18. C.D 2015/30987E., 2016108K
B) AÇIK CEZA İNFAZ KURUMUNA AYRILMA
Açık Ceza İnfaz Kurumları: Hükümlülerin iyileştirilmelerine, çalıştırılmaları ve meslek edindirilmelerine öncelik verilen, firara karşı engelleri ve dış güvenlik görevlisi bulunmayan, güvenlik bakımından kurum görevlilerinin gözetim ve denetimi ile yetinilen kurumlardır. (5275 Sayılı Kanun M. 14/1.) Hükümlüler koşullu salıverme tarihlerine belli bir süre kaldığında kapalı ceza infaz kurumlarından açık ceza infaz kurumlarına alınırlar. Kapalı ceza infaz kurumundan açık ceza infaz kurumuna kural olarak; iyi hâlli olan ve koşullu salıverilme tarihine yedi yıl veya daha az süre kalanlardan cezaları on yıldan az olanlar bir ayını, on yıl ve yukarı olanlar ise onda birini kapalı kurumlarda infaz ettikten sonra geçebilirler. (Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği m. 6/1-a). Açık Ceza İnfaz Kurumuna ayrılabilmek idare ve gözlem kurulunun olumlu kararlarının infaz hâkimliği tarafından onaylanmasından sonra mümkündür.
Kasten işlenen suçlarda toplam ceza 3 yıl ve altı ise infazının tamamı doğrudan açık ceza infaz kurumunda yapılırken, 3713 Sayılı Kanun kapsamında işlenen suçlarda ise ceza miktarına bakılmaksızın mahpus doğrudan kapalı ceza infaz kurumuna alınarak infazına başlanır.
Açık Ceza İnfaz Kurumuna Ayrılmak İçin “Örgütten Ayrılma Kıstası” Hakkında:
- 3713 Sayılı Yasa Kapsamında işlenen suçlarda “ Terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olup, mensup oldukları örgütten ayrıldıkları idare ve gözlem kurulu kararıyla tespit edilenlerin koşullu salıverilme tarihine bir yıldan az süre kalması” halinde açık ceza infaz kurumlarına ayrılabilirler. (Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği m. 6/1-ç) Ancak Açık Ceza İnfaz Kurumuna Ayrılma Yönetmeliğinin 6/2-ç düzenlemesi kanunilik sorunu taşımaktadır. Zira kişi güvenliği ve özgürlüğü hakkının kısıtlanması ancak kanun ile mümkünken yönetmelikle kısıtlanması Anayasaya aykırılık teşkil etmektedir.(Anayasa 13. Md) Bunun yanında ceza infaz kurumlarına gönderilen Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün 20.04.2015 Tarihli ve 66607 Sayılı Yazısı ile kanunda ve yönetmeliklerde yer almayan ifadelerle mahpusun örgütten ayrılma şartları idari bir karar ile düzenlenmiştir. Mahpusların, mensup oldukları örgütten ayrılma kıstaslarının ne olduğu kanun ve yönetmelikte düzenlenmediğinden, farklı veya aynı ceza infaz kurumlarında bulunan idari gözlem kurullarının aynı durumlarda olan mahpuslar hakkında farklı kararlar vermeleri sebebiyle uygulama birliği sağlanamamakla beraber keyfi veya somut veriye dayalı olmayan sübjektif değerlendirmelerle mahpuslar özgürlüklerinden alıkonulmaktadırlar. Mahpusların büyük bir kısmının yargılamalarının en başından beri üzerine atılı örgüte üye olma suçunu reddetmesine rağmen açık ceza infaz kurumuna ayrılma yönetmeliğinde mahpusların reddettiği suçlamayı kabule zorlanmaları Anayasa’nın 38/5 maddesinde belitilen “Hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz” hükmüne aykırıdır. Kaldı ki örgütten ayrılma hususunda belirlilik ve somut kıstaslar sorunu Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 2022/8162E.,6719K. Sayılı ilamında “hükümlünün koşullu salıverilmesi için Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliğinin 6/2-ç maddesi gereği mensup olduğu örgütten ayrıldığının idare ve gözlem kurulu kararıyla tespit edilmesi gerektiği, Manisa T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 30/03/2021 tarihli ve 2021/1197 sayılı kararı ile ilgili birim ve servislerce ayrıntılı araştırma yapılması için hükümlünün 60 günlük gözlem süresine tabi tutulduğu, her ne kadar infaz hakimliğince, terör örgütü ile bağını sürdürdüğüne ilişkin hiçbir somut delil bulunmayan hükümlü bakımından tarafsız koğuşa geçme talebinin 60 günlük gözleme tabii tutulmasına karar verilmesinin usul ve yasaya uygun olmadığı, hükümlünün tarafsız koğuşa alınarak gözlemlenmesi gerektiğinden bahisle yazılı şekilde itirazın kabulüne karar verildiği ve itiraz üzerine mercii tarafından infaz hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu yönünde karar verilmiş ise de, hükümlülerin gruplandırılarak cezaevinde barındırılmalarında, cezaevi yönetiminin yetkili olarak 5275 sayılı Kanun’un 24 ve 63. maddeleri ile Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi İle Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmeliğin 57/1. maddesindeki düzenlemeler kapsamında takdir hakkına sahip olduğu, terör suçundan hükümlü olanların açığa ayrılmaları için gerekli olan mensup oldukları örgütten ayrıldıkları idare ve gözlem kurulu kararıyla tespit edilmesi şartının sağlanması için hükümlünün bulunduğu koğuştan bağımsız bir koğuşa alınmasının gerekli olmadığı, bu yönde kanuni bir zorunluluk bulunmadığı gözetilmeden,,,,” şeklinde ayrıca değerlendirilmiş ve bu konuda mahpusların örgütten ayrılıp ayrılmadığı sorununun somut kıstaslarla ortaya konulması gerektiğini vurgulanmıştır. Benzer şekilde Yargıtay 1. CD’nin 17.09.2021 tarih, 2021/10147 Esas-2021/12401 Karar Sayılı ilamında “…Somut olayda, her ne kadar mercii tarafından, İdare ve Gözlem Kurulu Kararının gerekçe kısmının soyut içerikte olduğu, somut herhangi bir olaya dayandırılmadığı, Niğde İnfaz Hakimliğince terör hükümlülerin kapalı ceza infaz kurumlarındaki koğuş düzeninin araştırılmadığı , öngörülen gözlem süresi içerisinde hükümlünün hareket, davranış ve tutumlarının gözlemlenmesi gerektiğinden bahisle yetersiz gerekçe ile yazılı şekilde karar verilmiş ise de; hükümlülerin gruplandırılarak cezaevinde barındırılmalarında, cezaevi yönetiminin yetkili olarak 5275 sayılı Kanun’un 24 ve 63. maddeleri ile Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi İle Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmeliğin 57/1. maddesindeki düzenlemeler kapsamında takdir hakkına sahip olduğu, terör suçundan hükümlü olanların açığa ayrılmaları için gerekli olan mensup oldukları örgütten ayrıldıkları idare ve gözlem kurulu kararıyla tespit edilmesi şartının sağlanması için hükümlünün bulunduğu koğuştan bağımsız bir koğuşa alınmasının gerekli olmadığı, bu yönde kanuni bir zorunluluk bulunmadığı gözetilmeden ,..” Benzer bir karar vermiştir.
- Yukarıda değinilen Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün 20.04.2015 Tarihli ve 66607 Sayılı Yazısı;

Şeklindedir.
Türkiye kamuoyunda rtülü af olarak bilinen 7242 ve 7456 Sayılı Kanunlarla 3713 Sayılı Kanun kapsamında verilen hapis cezalarınıında açık ceza infaz kurumlarına ayrılma konusunda lehe hüküm bulunmamaktadır. Ancak adi suçlarıı hakkında ciddilehe düzenlemeler yapılmıştır.
C) DENETİMLİ SERBESTLİKTEN YARARLANMA
Denetimli Serbestlik: Mahkemece belirtilen koşullar ve süre içinde, denetim ve denetleme planı doğrultusunda hükümlünün toplumla bütünleşmesi açısından ihtiyaç duyduğu her türlü hizmet, program ve kaynakların sağlandığı toplum temelli bir uygulamayı ifade etmektedir. Diğer bir ifadeyle denetimli serbestlik, hükümlülerin suç işlemesine neden olan davranışlarının düzeltilerek, tekrar suç işlemelerinin önlenmesi, ceza infaz kurumundan salıverilen hükümlülerin takip edilmesi, madde bağımlılarının rehabilitasyonu, mağdurların uğradıkları zararın giderilmesi ve bu yolla toplumun korunması şeklinde tanımlanmaktadır.
Denetimli Serbestlikten Yararlanma Şartları:
- Kural olarak mahpusun, denetimli serbestlikten yararlanabilmesi için koşullu salıverilme tarihine 1 yıl ve daha az süre kalması, açık ceza infaz kurumunda bulunması, iyi halli olması ve talebi ile infaz hâkimliğince olumlu karar verilmesi gerekmektedir. Bu ana kuralın iki istisnası bulunmaktadır; 0-6 yaş grubunda çocuğu olan kadınlar koşullu salıverilme tarihine 2 yıl kala, yaşlılık/kocama/hastalık/engellilik durumu olan mahpusun yaşamını ceza infaz kurumunda sürdürememesi halinde ve koşullu salıverilmesine 3 yıl kalması halinde denetimli serbestlikten yararlanabilirler. Mahpusun yaşamını ceza infaz kurumunda sürdürememesi konusunda Adli Tıp Kurumundan tanzim edilen veya Adli Tıp Kurumunun tam teşekküllü bir devlet hastanesinden alınan kurul raporunu onaylaması ile mümkündür. (5275 Sayılı Kanun M. 105/A-3/a-b)
3713 Sayılı Kanunda belirtilen suçları işleyen hükümlüler, Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği 6/1-ç “Terör ve örgütlü suçlardan hükümlü olup, mensup oldukları örgütten ayrıldıkları idare ve gözlem kurulu kararıyla tespit edilenlerin koşullu salıverilme tarihine bir yıldan az süre kalması,” hükmü gereğince belirtilen iki istisna halinden yararlanamamaktadırlar. Ancak, mahpusun koşullu salıverilmesine 1 yıl ve daha az süre kalması halinde açık ceza infaz kurumlarına ayrılması gerekmektedir. Açık ceza infaz kurumunda bulunmayan mahpusun denetimli serbestlikten yararlanmasına engel teşkil etmektedir. Kanunca tanınan bir hakkın bu haliyle yönetmelikle kısıtlanmıştır. Normlar hiyerarşisinde kanun, yönetmelikten üstün olduğu için bu iki istisna halinin olduğu durumlarda mahpuslar her ne kadar açık ceza infaz kurumuna ayrılamasa da denetimli serbestlikten yararlandırılmalıdır. Kaldı ki Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 2024/552 E. , 2024/5260K. Sayılı kararı da aynı doğrultudadır.
- Denetimli serbestliğe ayrılan mahpus, ceza infaz kurumundan ayrıldıktan sonra; talebinde belirttiği yer denetimli serbestlik müdürlüğüne beş gün içinde müracaat etmemesi, hakkında belirlenen yükümlülüklere, denetimli serbestlik müdürlüğünün hazırladığı denetim ve iyileştirme programına, denetimli serbestlik görevlilerinin bu kapsamdaki uyarı ve önerileriyle hakkında hazırlanan denetim planına uymamakta ısrar etmesi halinde tekrardan koşullu salıverme tarihine kadar açık ceza infaz kurumuna alınır.
- 3713 Sayılı Kanun kapsamında işlenen suçların infazında kamuoyunda örtülü af olarak bilinen 7242 Sayılı Yasa ile İnfaz Kanunu’na eklenen Geçici 6 madde ve 7456 Sayılı Yasa ile infaz kanununa eklenen Geçici 10. Madde ile herhangi bir iyileştirme veya lehe bir düzenleme yapılmamıştır. Her iki yasal düzenlemeden de 3713 Sayılı kapsamında işlenen suçların infazı tamamen istisna tutulmuştur.
D) TEKERRÜR HÜKÜMLERİ
Suçta Tekerrür: Önceden işlenen bir suçtan dolayı verilen ceza hükmü kesinleştikten sonra yeni bir suçun işlenmesi halinde “suçta tekerrür” söz konusu olur ve cezaların infazı bakımından tekerrür hükümleri uygulanır.
Tekerrürün Şartları:
- Önceden işlenen suçtan dolayı verilen hüküm kesinleştikten sonra yeni bir suçun işlenmesi halinde tekerrür hükümleri uygulanır. Beş yıldan fazla süreyle hapis cezasına mahkûmiyet halinde bu cezanın infaz edildiği tarihten itibaren beş yıl, beş yıl veya daha az süreli hapis ya da adlî para cezasına mahkûmiyet halinde bu cezanın infaz edildiği tarihten itibaren üç yıl geçmeden yeni bir suçun işlenmesi halinde suçta tekerrür olur ve cezanın infazı mükerrerlere özgü infaz usulü ile yapılır. Ayrıca fiili işlediği sırada on sekiz yaşını doldurmamış olan kişilerin işlediği suçlar dolayısıyla tekerrür hükümleri uygulanmaz. (5237 Sayılı Türk Ceza Kanun m. 58) Suçta tekerrür olma süreleri yani beş yıllık veya üç yıllık süreler cezanın tamamen infaz edilmesinden sonra başlar.
- Tekerrür hâlinde işlenen suçtan dolayı mahkûm olunan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının otuz dokuz yılının, müebbet hapis cezasının otuz üç yılının, birden fazla süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde cezanın en fazla otuz iki yılının, süreli hapis cezasının üçte ikisinin infaz kurumunda iyi hâlli olarak çekilmesi durumunda koşullu salıverilmeden yararlanılabilir. Ancak koşullu salıverilme oranı üçte ikiden fazla olan suçlar bakımından tabi oldukları koşullu salıverilme oranı uygulanır. Tekerrür nedeniyle koşullu salıverme süresine eklenecek miktar tekerrüre esas alınan cezanın en ağırından fazla olamaz. (5275 Sayılı İnfaz Kanunu m. 108/1-2)
3713 Sayılı Kanun Kapsamında işlenen suçlarda ise tekerrür halinde verilen cezanın tamamı ceza infaz kurumunda infaz edilir ve hükümlü koşullu salıverilmez. 3713 Sayılı Kanun 17/3 maddesinde “…Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar, hükümlerinin kesinleşme tarihinden sonra bu Kanunun kapsamına giren bir suçu işlemeleri halinde, şartla salıverilmeden yararlanamazlar…” denilmektedir. 5275 Sayılı Yasanın 108/2 maddesinin tekerrür nedeniyle koşullu salıverilme süresine eklenecek miktarın tekerrüre esas alınan cezanın en ağırından fazla olamayacağı hükmünün aksine ve tekerrürde koşullu salıverilme için esas alınan 2/3 oranından ziyade mahpusun bihakkın tahliye tarihine kadar ceza infaz kurumunda cezasının infaz edileceği düzenlenmiştir. Bir örnek vermek gerekirse; 3713 Sayılı Kanunda tanımlanan bir suçtan verilen ve kesinleşen 1 yıllık süreli hapis cezasından sonra tekrar bu kanun kapsamında işlenen bir suçtan dolayı 20 yıllık süreli hapis cezası verilmesi halinde 20 yıllık cezada koşullu salıverilme söz konusu olmayacak ve mahpus cezasının tamamını ceza infaz kurumunda geçirecektir. Hâlbuki 5275 Sayılı İnfaz Kanunun 108/2 Md. gereği 20 yıllık cezanın koşullu salıvermesi ¾ oranında 15 yıl olarak belirlendikten sonra tekerrür nedeniyle koşullu salıverilme süresine eklenecek miktarın tekerrüre esas alınan cezanın en ağırından fazla olamayacağı şartı nedeniyle 1 yıl daha eklenmeli ve koşullu salıverilme süresi 16 yıl olarak hesaplanmalıydı. Bu konuda 5275 Sayılı Kanun 108/2. Maddesinin lehe bir düzenleme olması sebebiyle 3713 sayılı yasa kapsamında işlenen suçların infazında tatbiki ile aleyhe olan 3713 sayılı yasanın koşullu salıverme başlıklı 17/3 maddesinin uygulanmaması gerekmektedir. Ancak infaz hâkimliklerinin kararlarında lehe kanun uygulamasına pek rastlanmamakta, hatta lehe uygulamanın istisna olduğunu gerçeği ortadadır. Bu sorun kanunda kaynaklanmaktadır. Zira 3713 Sayılı Kanunun koşullu salıverilme başlıklı 17. Maddesi ile 5275 Sayılı İnfaz Kanunun Koşullu Salıverilme ve Mükerrerlere Özgü İnfaz Rejimi Başlıklı 107 ve 108 maddeleri paralel düzenlemeler içermemektedir. Bu nedenle koşullu salıverilmede lehe kanun uygulanma zorunluluğu 5237 Sayılı TCK 7 Maddesi nedeniyle 3713 Sayılı Yasanın 17 maddesinden ziyade 5275 Sayılı Kanunun 107 ve 108. Maddeleri uyarınca tatbik edilmelidir.
- 3713 Sayılı Kanun kapsamında işlenen bir suçtan sonra aynı kanun kapsamında yeni bir suç işlenmesi halinde mahpus koşullu salıverilmez. Adi bir suçtan sonra siyasi suç işlenirse tekerrüre esas alınan adi suçtan dolayı siyasi suçun koşullu salıverme oranı ¾ yani değişmezken, siyasi bir suçtan sonra adi bir suç işlendiğinde tekerrüre esas alınan siyasi suç nedeniyle adi suçun koşullu salıverilme oranı ½ yerine 2/3 olur.
- 3713 Sayılı Kanun kapsamında cezalandırılan mahpusun cezasının TCK 58/9 maddesi gereği infazının mükerrerlere özgü olması kanuni zorunluluktandır. Bazı durumlarda mahkemelerce sanığın sabıka kaydına bakılarak mükerrer olduğunu görüp ikinci suçta direk ikinci defa mükerrer diye kararlar vermektedir. Hâlbuki yukarıda belirttiğimiz üzere örgüt üyesi olan mahpusun cezasının infazının mükerrer olması kanuni zorunlukta iken; sırf mükerrerdir diye ikinci suçta ikinci defa mükerrerdir diye karar verilmemelidir. Uygulamada mahkemeler siyasi bir suçtan sonra adi bir suç işlendiğinde adi suçta verilen cezanın infazında ikinci defa mükerrerlere özgü olmasına karar vermektedir. Bu durumda mahpusun ikinci suçta koşullu salıverilmesini engellemektedir.
E) CEZALARIN İÇTİMASI (TOPLANILMASI)
Cezaların İçtiması: Bir mahpus hakkında başka kesinleşmiş hükümler bulunur ise koşullu salıvermenin tarihini belirleme yönünden infaz hâkimliğinden bir toplama kararı istenir. Ayrıca adli para cezasından çevrilen ve ceza infaz kurumunda infaz edilme aşamasına gelen hapis cezaları da toplama kararına dahil edilir. Başka bir anlatımla her kesinleşen ve infaza gönderilen ilam olması halinde; mahpusun tüm cezaları yeniden toplanılır ve infaz kurumunda veya denetimli serbestlikte geçirilen süre mahsup edilir. Cezaların toplanması veya içtiması koşullu salıverilme tarihine kadar mümkündür. Mahpus koşullu salıverildikten sonra başka bir cezası gelmesi halinde içtima mümkün değildir. ( 5275 Sayılı İnfaz Kanunu 99/1)
Cezaların Gerçek İçtimasında Başlıca Sorunlar
Birden fazla cezanın toplanarak infazı hâlinde açık kuruma ayrılmada esas alınacak suç, koşullu salıverilme tarihine en az sürenin arandığı suçtur. (Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği m. 6/3). Örneğin; mahpus örgüt üyeliği suçundan verilen cezanın infazında, koşullu salıverilme tarihine bir yıl kala açık ceza infaz kurumuna ayrılabilirken, kasten insan öldürme suçunda ise koşullu salıverilme süresine yedi yıl kala açık ceza infaz ayrılabilir. Bu durumda örgüt üyeliği ile kasten insan öldürme veya başkaca adi nitelikte bir suçtan dolayı verilen cezaların içtiması halinde en aleyhe olan yani açık ceza infaz kurumunda daha az kalmaya sebep olan suçun yani örgüt üyeliğine ilişkin infaz rejimi esas alınmaktadır.
- Adi Ve Örgütlü Suçlarda Verilen Cezaların Beraber İnfazında: Tekrar belirtmekle beraber ilamların birleştirilmesi koşullu salıverilme tarihine kadar mümkündür. Koşullu salıverilme tarihinden sonra ilamların toplanarak infazı mümkün değildir. Yukarıda değinilen yasal düzenlemelere göre öncelikle ilamların infazında her yeni gelen ilamdan sonra infaz hâkimliğinden bir toplama istenilir, toplamadan sonra ceza infaz kurumundan geçirilen süre toplam cezadan mahsup edilir, mahsup işleminden sonra mahpusun ceza infaz kurumuna giriş tarihi hesaplamanın yapıldığı gün olarak güncellenir ve mahpusun açık ceza infaz kurumuna ayrılma ile denetimli serbestlik şartları da yeni toplam ceza üzerinden hesaplanır. Mahpusun denetimli serbestlikten ve açık ceza infaz kurumuna ayrılmasında en aleyhine olan ilam esas alınır. Mahpusun adi suçları ve 3713 Sayılı Yasa kapsamında ilamları olması halinde 3713 sayılı ilam en aleyhe olduğu için esas alınır. 5275 Sayılı Kanunun sırasıyla 107/1, Geçici 6/1 ve Geçici 10/2 Maddelerinden yararlanarak 8 yıl denetimli serbestlikten yararlanan bir mahpus hakkında 3713 Sayılı Kanunun kapsamında 1 yıl bir hapis cezasının toplama dahil edilmesi halinde mahpusun 8 yıllık denetimli serbestlik hakkı 1 yıla inmektedir. Başka bir anlatımla birden fazla ilamın infazı halinde gerçek içtima yapılır, ilamların sırasıyla infazı mümkün olmamakla beraber, denetimli serbestlik ve açık ceza infaz kurumlarına ayrılmada aleyhe olan ilam dikkate alınır. Ancak koşullu salıverilme bakımından adi suçlarda ½ siyasi suçlarda ¾ oranı esas alınmaktadır. İlamların toplanması sadece denetimli serbestlik ve açık ceza infaz kurumuna ayrılmaya etki etmektedir.
- Koşullu Salıverildikten Sonra Yeni Bir İlamın Gelmesi Halinde İlk Yani Koşullu Salıverilen Dosyada Kullanılan Denetim Süresinin Mahsubu: Yargıtay 1. Ceza Dairesi 2016/1831E.,2016/1922K. Sayılı ilamında “... Yargıtay… Ceza Dairesinin 20/01/2014 tarihli ve esas, 2014/467 sayılı kararında da belirtildiği üzere, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 105/A maddesi gereğince hükümlünün cezasının infazı sırasında en fazla 1 yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirinden faydalanabileceği .. Asliye Ceza Mahkemesinin 15/11/2012 tarihli ve 2012/454 esas, 2012/784 sayılı kararı ile verilen 2 yıl hapis cezasının infazı sırasında 24/06/2013-21/06/2014 tarihleri arasında 362 gün süre ile denetimli serbestlik tedbirinden faydalanan hükümlünün, daha sonra kesinleşerek infaza verilen .. Asliye Ceza Mahkemesinin 08/05/2014 tarihli ve … esas, 204/272 sayılı kararı ile hükmedilen 1 yıl 2 ay 17 gün hapis ve 6 ay 7 gün hapis cezalarının infazı sırasında en fazla 1 yıldan bakiye kalan 3 gün süre ile denetimli serbestlik tedbirinden faydalanabileceği gözetilmeksizin…”, Yargıtay 1. Ceza Dairesi ve 2016/1850E.,2016/1854 K. Sayılı ilamında “Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 20.01.2014 tarihli ve 2013/12924 esas, 2014/467 sayılı kararın da belirtildiği üzere, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 105/A maddesi gereğince hükümlünün cezasının infazı sırasında en fazla 1 yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirinden faydalanabileceği, .... Asliye Ceza Mahkemesinin 06.01.2009 tarih ve 2007/539 Esas-2009/8 sayılı kararı ile verilen 1 yıl 8 ay hapis cezasının infazı sırasında 06.11.2013-06.11.2014 tarihleri arasında 1 yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirinden faydalanan hükümlünün, daha sonra kesinleşerek infaza verile ... Asliye Ceza Mahkemesinin 28.01.2013 tarih ve 2012/292 Esas, 2013/26 sayılı kararı ile hükmedilen 1 yıl 8 ay hapis cezasının infazı sırasında yeniden denetimli serbestlik tedbirinden faydalanamayacağı gözetilmeksizin itirazın bu nedenle kabulü yerine, yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediğin…”değinildiği üzere koşullu salıverilmeden sonra infaz savcılığına yeni gelen bir ilam olursa ilk dosyada kullanılan denetimli serbestlik mahsup edilir. Mahpusun ilk dosyasında 1 yıllık denetimli serbestlikten yararlanmışsa bihakkın tahliye kararına kadar yeni bir ilamın daha infazına başlanılması halinde denetimli serbestlikten yararlanma süresinden ilk dosyada kullanılan denetimli serbestlik süresi mahsup edilmektedir.
F) İNFAZ SİSTEMİNDE “TERÖR SUÇU” SORUNU
- Örgüte Bilerek ve İsteyerek Yardım Etme ile Örgüt Adına Suç İşleme Suçunun İnfaz Sorunu ve Mahkemeye Erişim Hakkı Bağlamında Yapılan Değerlendirme: 3713 Sayılı Kanun kapsamında Örgüte Bilerek ve İsteyerek Yardım Etme ve Örgüt Adına Suç İşleme Suçu kapsamında verilen mahkûmiyet kararlarının infazı sorununda ilk olarak atılı suçu işleyen failin örgüt üyesi olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Mahkûmiyet kararları kurulurken fail hakkında 314/2. Maddesi kapsamında örgüt üyesi olarak cezalandırma yoluna gidilir. Kanun gerekçesinde ve Yargıtay uygulamalarına göre örgüte yardım etme ve örgüt adına suç işleme suçu işleyen kişi örgüt üyesi olarak kabul edilmektedir. Nitekim aşağıda yer alan Yargıtay kararları da aynı doğrultudadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 24.05.2023 tarihli, 2020/403 E. ve 2023/296 K. Sayılı Kararının İlgili Kısımları “(…) 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 17. maddesi; ‘Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkum olanlar hakkında, koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması bakımından 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 107. maddesinin dördüncü fıkrası ile 108. maddesi hükümleri uygulanır...’ şeklinde düzenlenmiş olup bu maddeye ilişkin Komisyon gerekçesi de; ‘Terörle Mücadele Kanunu’nun, Tasarının çerçeve 11. maddesiyle değiştirilen 17. maddesinin birinci fıkrasında, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107. maddesine yapılan yollamanın, bu maddenin dördüncü fıkrasıyla sınırlandırılmasına yönelik değişiklik yapılmıştır. Böylece, örgüt mensubu suçlu olmasalar bile, Terörle Mücadele Kanunu’nun örneğin 6. maddesi ile 7. maddesinin ikinci fıkrasında tanımlanan suçların failleri hakkında da Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 107. maddesinin örgüt mensubu suçlulara ilişkin koşullu salıverilme ve hatta mükerirlere özgü güvenlik tedbirlerine ilişkin hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.’ biçiminde ifade edilmiştir. Bu hükümde açık bir ifadeyle TCK’nın 58. maddesinin dokuzuncu fıkrasından söz edilmemekle birlikte, bu fıkrada öngörülen infaz koşullarını düzenleyen 5275 sayılı Kanunun 107 ve 108. maddelerine yapılan atıf karşısında, 3713 sayılı Kanunda sayılan suçların işlenmesi amacıyla kurulan silahlı örgütler açısından özel ve istisnai düzenleme getirildiği, dolayısıyla bu Kanunda sayılan suçları işleyen faillerin tehlikelilik durumları dikkate alınarak haklarında söz konusu infaz usulünün uygulanabilmesi için örgüt mensubu suçlu olma şartının aranmadığı anlaşılmaktadır."
Yargıtay 3. Ceza Dairesi 2023/7142 2023/4717 03.07.2023 Tarihli kararının ilgili kısmı "...Suç örgütünün tanımlanıp yaptırıma bağlandığı 5237 sayılı TCK’nın 220’üncü maddesinin 7’nci fıkrasında yardım fiiline yer verilmiştir. “Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dâhil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişinin, örgüt üyesi olarak” cezalandırılacağı belirtilmiş, anılan normun konuluş amacı, gerekçesinde; “örgüte hakim olan hiyerarşik ilişki içinde olmamakla beraber, örgütün amacına bilerek ve isteyerek hizmet eden kişi, örgüt üyesi olarak kabul edilerek cezalandırılır.” şeklinde açıklanmış, 765 sayılı TCK’nın sistematiğinden tamamen farklı bir anlayışla düzenlenen maddede yardım etme fiilleri de örgüt üyeliği kapsamında değerlendirilerek, bağımsız bir şekilde örgüte yardım suçuna yer verilmemiştir.
Yukarıda değinilen suçların mahkûmiyet hükmünün infazında 3713 Sayılı Kanunun 17. Maddesini atfı ile 5275 Sayılı İnfaz Kanunu 107/4 ve 108. Maddeleri uygulanır. Başka bir anlatımla koşullu salıverilme oranı 3/4 olarak belirlenir ve denetimli serbestlik ile açık ceza infaz kurumuna ayrılma süre ve şartları örgüt üyesi suçundan mahkûm edilen mahpusun infazına göre infaz edilir. Hâlbuki, adi suç örgütlerinde fail örgüt üyesi olarak kabul edilmez ve bunun sonucu olarak koşullu salıverilme oranı 1/2 ve denetimli serbestlik hükümlerinden faydalanması ile açık ceza infaz kurumuna ayrılması örgüt üyesinin infaz koşullarına göre yapılmaz. TCK’nin 220/7 maddesi ve 314/4 maddesi delaletiyle 314/2 maddesi uyarınca hüküm kurulması halinde bu suçla beraber 3713 Sayılı Kanunu 4 maddesinde sayılan suçların da işlenmesi halinde fail örgüt üyesi olarak kabul edildiği için beraber işlenen suçlarda da koşullu salıverme oranı 3/4 olarak uygulanır ve temel cezadan 3713 Sayılı Kanunun 5/1 maddesi uyarınca (Çocuklar hariç ) yarı oranında artırım yapılır. Özetle 3713 Sayılı Kanunun 17 madde gerekçesi ve TCK’nin 220/7 maddesi ve 314/4 maddesi delaletiyle 314/2 ve 314/3 maddesi uyarınca mahkûmiyet hükmü kurulması halinde 5275 Sayılı İnfaz Kanunu 107/4 ve 108 maddelerinin tatbiki ile infaz edilir. Ancak adi örgütlerde örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan 107/4 ve 108. Maddelerine herhangi bir atıf yapılmadığı için beraber işlenen suçlar da dâhil olmak üzere cezanın infazında genel oran olan olarak 1/2 koşullu salıverilme oranı uygulanmaktadır. Adi örgütlerde kanun koyucu ve Yargıtay örgüte yardım eden ya da adına suç işleyeni örgüt üyesi olarak nitelendirmemekte ancak 3713 Sayılı yasa kapsamında işlenen suçlarda yardım eden örgüt üyesi olarak kabul ederek ceza infazı örgüt üyesiymiş gibi yapılmaktadır.
Bilindiği üzere istisnalar hariç Ceza Muhakemesi Kanunu 286/2-a maddesi gereği ilk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezalarına karşı temyiz kanun yolu kapalıdır. CMK 286/3-a/11 maddesi gereği 3713 Sayılı Kanun kapsamında örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme veya örgüt adına suç işleme suçunda ise ceza süresine bakılmaksızın temyiz kanun yolu açıktır. Mahkeme TCK’nin 220/7 maddesi ve 314/4 maddesi delaletiyle 314/2 ve 314/3 maddesi uyarınca cezalandırma yoluna gittiğinde beraberinde 3713 Sayılı Kanunu 4. Maddesinde sayılan suçlardan birinin işlenmesi halinde 3713 Sayılı Kanunun 5/1 maddesi uyarınca beraber işlenen suçta temel cezadan yarı oranında artırım yapılmaktadır. Buradaki sorun, bahsi geçen suçla beraber işlenen diğer suçlarda (3713-m. 4) 5 yıl ve daha az süreli hapis cezalarında temyiz kanun yolunun kapalı olmasıdır. Bu durumda mahkeme kararı ile örgüte üyesi olmayan kişinin beraber işlenen ve ceza süresi 5 yıl ve altı olan suçlarda hüküm kurulurken örgüt üyesiymiş gibi cezasının artırılması ve infazının örgüt üyesi gibi yapılması sonucunu doğurmaktadır.
Bir örnekle açıklamak gerekirse; Ali TCK'nin 220/7 delaletiyle 314/2 Maddesi Kapsamında 2 yıl 1 Ay süreli hapis cezasına çarptırıldı. Ali hakkında aynı fiil kapsamında TCK 265. Maddesine aykırı olarak kolluğa mukavemet nedeniyle temel ceza olarak 2 yıl ve 3713 Sayılı Kanunun 5/1 maddesi uyarınca yarı oranında artırım yapılmak suretiyle sonuç ceza 3 yıl olacak şekilde hüküm kuruldu. Ali bu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurdu. İstinaf mahkemesi Ali'nin istinaf başvurusunu esastan reddine karar vererek örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçundan temyiz kanun yolu açık ve kolluğa mukavemet suçundan ise kesin karar verir. Ali'nin 3 yıllık cezasının infazı başlar ve infazı örgüt üyesiymiş gibi yani 3713 Sayılı Kanunun 17. Maddesinin atfı ile 5275 Sayılı Kanunun 107/4 ve 108. Maddelerine göre yapılır. Ali örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme suçu açısından temyiz kanun yoluna başvurması üzerine Yargıtay 3. Ceza Dairesi 2 ay sonra suçun unsurları oluşmadığı bahisle bozma kararı verir. Bunun üzerine Ali 1 ay sonra ilk derece mahkemesinde bozma üzerine yapılan yargılamada ilk celsede beraat eder. Şimdi bu örnekte Ali TCK 220/7 delaletiyle 314/2 Maddesi uyarınca cezalandırıldığı için kolluğa mukavemet suçundan verilen cezadan yarı oranında artırım yapılarak cezasının infazı örgüt üyesiymiş gibi infaz edilmektedir. Bu konuda büyük bir kanuni boşluk ve belirsizlik hali mevcuttur. Zira TCK m. 314/2 ile birlikte işlenen suçlarda temyiz kanun yolu 5 yıl ve altı cezalar için kapalı olduğundan kesinleşen ceza hükmünün temyiz edilen hüküm sebebiyle artırılması ve 5275 Sayılı Kanununun 107/4 ve 108. maddeleri uyarınca fazla süre ceza infaz kurumunda kalınmasına sebep olmaktadır. Bu noktada TCK 314. Maddesi ile beraber işlenen suçlarda da süreye bakılmaksızın temyiz kanun yolunun açık olmasının mahkemeye erişim hakkı babında gerekliliği ortadadır.
- 3713 Sayılı Kanunun 7/2 Fıkrasına Göre Hükmedilen Örgüt Propagandası Cezanın İnfazı
3713 sayılı Kanununun 2. maddesinde terör suçlusunun tanımı yapılmış aynı kanununun 3. maddesinde ise terör suçları tek tek sayılmak suretiyle belirlenmiştir. Yine 3713 sayılı Kanunun 4. Maddesinde suç işlemek üzere kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlendiği takdirde terör suçu sayılacak suçlar tek tek sayılmıştır. 3713 sayılı Kanunun 7/2’nci fıkrasında düzenlenen “Terör Örgütü Propagandası Yapmak” suçu ise aynı kanunun 3. ve 4. Maddeleri kapsamında sayılan suçlar arasında yer almamaktadır. 3713 sayılı Kanunun 2. Maddesine göre bir kişinin terör suçlusu olarak kabul edilmesi için örgüt mensubu olması veya örgüt mensubu olmasa dahi örgüt adına suç işlemesi zorunlu unsurdur. Bu itibarla 3713 sayılı kanunda düzenlenmiş olan tüm suçları, terör suçu; faillerini de terör suçlusu olarak gören genel bir amaç veya kapsam maddesi bulunmamaktadır. Terör suçlusunun tanımlanmış, terör suçlarının ve terör amacıyla işlenecek suçların ise sayılmak suretiyle sınırlı olarak belirlenmiş olması karşısında kanunun 7/2 maddesinde düzenlenen “Terör Örgütü Propagandası Yapmak” suçunun, terör suçu olarak kabul edilemeyeceği açıktır. Nitekim Yargıtay 1.Ceza Dairesinin 13/05/2019 tarih, 2018/4760 Esas ve 2019/2705 Karar sayılı Kanun Yararına Bozma sonucu verilen kararında, "....-yönetmeliğin 6/2-c ve ç bendi dışında kalan terör ve örgütlü suçlardan mahkum olanlar açık kuruma ayrılamayacaktır. Somut olayda hükümlünün infaza konu cezasının terör örgütü propagandası yapmak suçuna ilişkin olduğu, hükümlünün işlediği suçun niteliği gereği örgüt mensubu olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı gibi örgütün yönlendirmesi sonucu örgüt adına bu suçu işlediğine ilişkin de kesinleşen kararda bir tespitin bulunmadığı, buna rağmen açık ceza infaz kurumuna ayrılması ve hakkında denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması yönündeki talebi değerlendirildiği sırada Ceza infaz kurumu idaresi ve İnfaz Hâkimliği tarafından örgüt mensubu kabul edilerek hakkında işlem yapılması ve karar verilmesinin, örgüt mensubu olmadığı kesinleşen yargı kararı ile kabul edilen bir kişinin mensup olduğu örgütten ayrılıp ayrılmadığı gibi tamamen sübjektif ve bu dosya açısından hukuki açıdan sonuç doğurması mümkün olmayan bir değerlendirmeye konu yapılmasının da yerinde olmadığı" denilmektedir. Bu nedenle örgüt propagandası suçundan koşullu salıverme her ne kadar ¾ olarak hesaplansa da açık ceza infaz kurumuna ayrılma ve denetimli serbestlikten yararlanma konusunda adi suçlara göre hesaplama yapılır.
3. 6415 Sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanuna Muhalefet Suçuna Dair Mahkumiyet Hükmünün İnfaz Sorunu: Bu kanun kapsamında, suçun tanımlanmasında kanunilik ve öngörülebilirlik problemi bulunmaktadır. Son dönemlerde ceza infaz kurumunda bulunan mahpuslara para yatırılması sebebiyle yüzlerce insan hakkında mahkûmiyet kararı verilmiştir. Bu başlık altında 6415 Sayılı Kanunda verilen hapis cezalarının infazının nasıl olması gerektiği irdelenecektir. 3713 sayılı Kanunun 2. Maddesinde “terör suçlusunun“ tanımı yapılmış olup, aynı Kanunun 3. Maddesinde ise "terör suçları" tek tek sayma suretiyle belirlenmiştir. Yine aynı kanunun 4. Maddesinde sayılan suçlar, bir “terör örgütünün" faaliyeti çerçevesinde işlendiği takdirde, “terör suçu” sayılacak suçlar tek tek sayılmıştır. 6415 Sayılı Terörün Finansmanının Önlenmesi Hakkındaki Kanununun tamamı veya 4/1 maddesinde tanımlanan suç ise, 3713 Sayılı Kanunun 3. ve 4. Maddeleri kapsamında sayılan suçlar arasında yer almamaktadır. 3713 Sayılı Kanunun 2. Maddesine göre, bir kişinin “terör suçlusu” olarak kabul edilmesi için örgüt mensubu olması veya örgüt mensubu olmasa dahi örgüt adına suç işlemesi zorunlu unsurdur. Bu itibarla; 3713 sayılı kanunda düzenlenmiş olan tüm suçları, terör suçu ; faillerini de terör suçlusu olarak gören genel bir amaç veya kapsam maddesinin bulunmaması, terör suçlusunun tanımlanmak, terör suçlarının ve terör amacıyla işlenecek suçların ise sayılmak suretiyle sınırlı olarak belirlenmiş olması karşısında 6415 Sayılı Yasaya Muhalefet Suçu "Terör Suçu" olarak kabul edilemediği açıktır.
Bu halde 6415 Sayılı Yasa kapsamında mahkum edilen mahpusun Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliğinin 6/2-ç maddesi kapsamında yer almadığı, mahpusun hakkında düzenlenen müddetnamede koşullu salıverilme oranının 3/4 olarak belirlenmesinin 6415 Sayılı Yasanın m. 4/7 ".. 3713 sayılı Kanunun soruşturmaya, kovuşturmaya ve infaza ilişkin hükümleri, bu suç bakımından da uygulanır." yollaması ile 3713 sayılı kanunun İnfaz Başlıklı 17. maddesinin bir neticesi olup mahpusun "terör suçlusu” olduğu sonucu doğurmadığı açıktır. Zira yukarıda da ayrıntılı olarak açıkladığımız üzere “terör suçu” ve “terör amacı ile işlenen suçlar" 3713 Sayılı Yasanın 3. ve 4. Maddelerinde sayma şeklinde teker teker sayıldığı ve mahpusun mahkumiyet kararının bu tek tek sayılan suçlar arasında olmadığı, 5275 sayılı Kanunun 9/2 maddesi uyarınca cezasının yüksek güvenlikli bölümde çekecek niteliği taşımadığı da anlaşılmaktadır. Ayrıca infazı yapılan suça benzer "Terör Örgütü Propagandası Suçu" kapsamında da daha önce belirttiğimiz hususları değerlendiren Yargıtay 1.Ceza Dairesinin 13/05/2019 tarih, 2018/4760 Esas ve 2019/2705 Karar sayılı Kanun Yararına Bozma sonucu verilen kararı da aynı doğrultudadır. Kaldı ki infazı yapılan mahkûmiyet hükmü 3713 Sayılı Yasanın 3 ve 4. Maddelerinde de yer almadığı gibi propaganda suçundan ayrık olarak 3713 Sayılı Yasa kapsamında da düzenlenmediği açıktır.
5275 Sayılı Kanun Geçici Madde 6/2-a – (Ek: 15/8/2016-KHK-671/32 md.; Değiştirilerek kabul: 9/11/2016-6757/28 md.) (Değişik:14/4/2020-7242/52 md.) "..... 30/3/2020 tarihine kadar işlenen suçlar bakımından, Türk Ceza Kanununun kasten öldürme suçları (madde 81, 82 ve 83), cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar (madde 102, 103, 104 ve 105), özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlar (madde 132, 133, 134, 135, 136, 137 ve 138) ve İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar hariç olmak üzere;
Sıfır-altı yaş grubu çocuğu bulunan kadın hükümlüler ile yetmiş yaşını bitirmiş hükümlüler hakkında 105/A maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “iki yıllık süre, “dört yıl” olarak uygulanır ..."
6415 Sayılı Kanun da hükmedilen cezaların infazı, 5275 Sayılı Kanun Geçici 6/2 maddesinde istisna sayılan suçlardan değildir. Zira 6415 Sayılı Yasanın 4/7 maddesi infaz şartlarının 3713 Sayılı Yasanın İnfazı Başlıklı 17. Maddesinde belirtilen kıstaslara göre çektireceği düzenlenmiştir. Hal böyle olunca 6415 Sayılı Yasanın m. 4/7 yollaması ile 3713 Sayılı Yasanın m. 17/1. uyarınca infazı yapılan mahkumiyet hükmünün sadece koşullu salıverme oranı 3/4 yani "Terör Suçuna" göre yapılacağı anlaşılmaktadır. Açık Ceza İnfaz Kurumuna Ayrılma ile Denetimli Serbestlikten yararlanma şartları " Adli Suçlara" ilişkin hükümler uygulanmalıdır.
3713 SAYILI KANUN KAPSAMINDA HÜKMEDİLEN HAPİS
CEZALARININ İNFAZINDA BAŞLICA SORUNLAR
- DİSİPLİN CEZALARI İLE İDARİ GÖZLEM KURULLARI
- Disiplin Cezaları Sorunu: Mahpusun açık ceza infaz kurumuna ayrılması, koşullu salıverilmesi veya denetimli serbestlikten yararlanabilmesi için iyi halli olması şarttır. Mahpusun kural olarak iyi halli olabilmesi için infaz edilmemiş disiplin cezasının olmaması gerekmektedir.
Disiplin Soruşturması ile Disiplin Cezalarına İtiraz Usulü: Mahpusların disiplin cezalarını gerektiren eylemlerinin öğrenilmesinden itibaren derhâl ve en geç beş gün içinde kurum en üst amirince atanan bir görevli tarafından soruşturmaya başlanır. Bu süre içerinde soruşturma başlanılmazsa mahpusa disiplin cezası verilmez. Soruşturma en geç on beş gün içinde tamamlanır. Firar hâlinde bu süre mahpusun yakalandığının öğrenildiği tarihte başlar. Düzenlenen rapor ve ekleri disiplin kuruluna sunulur. Soruşturma süresi eylemin ve soruşturmanın niteliğine göre infaz hâkiminin yazılı onayı ile yedi güne kadar uzatılabilir. Savunma alınmadan disiplin cezası verilemez. Haklarında disiplin soruşturması yapılanlara, yüklenen eylemin niteliği ve sonuçları ile üç gün içinde savunmalarını vermeleri, aksi hâlde bu haklarından vazgeçmiş sayılacakları yazılı olarak bildirilir. Savunma yazılı olarak sunulabileceği gibi sözlü olarak da yapılabilir. Sözlü savunma tutanakla saptanır. Türkçe bilmeyenlerle, sağır ve dilsizlerin savunmaları tercüman aracılığıyla alınır. Disiplin cezaları disiplin kurulunca evrak üzerinden görüşülerek en geç üç gün içinde karara bağlanır. Disiplin kurulu, disiplin cezası uygulanmasına veya disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verebilir. Disiplin kurulu kararları gerekçeli olarak yazılır ve kararda şikâyet mercii ve süresi açıkça gösterilir. Disiplin kurulu kararı, haklarında soruşturma yapılanlara idare tarafından derhâl tebliğ edilir. Disiplin cezalarına karşı infaz hâkimliğine itiraz yapılmalıdır. 3713 sayılı yasa kapsamında cezası infaz edilen mahpusların hücre cezalarına mutlaka itiraz etmeli ve sonuç alınmaması halinde AYM’ ye bireysel başvurular yapılmalıdır. Zira yukarıda detaylıca anlatıldığı üzere üç hücre cezası mahpusun koşullu salıverilmesini engellemektedir.
Disiplin Cezalarının İnfaz Şekli: Hücreye koyma ve odaya kapatma cezasının infazına, infaz hâkiminin onayı ile başlanır. Hücreye koyma ve odaya kapatma cezasına ilişkin diğer hükümler saklı kalmak üzere, kesinleşen disiplin cezalarının infazına derhâl başlanır. (5275 Sayılı Kanunu m. 48/3-a) Bazı ceza infaz kurumları mahpusun disiplin cezasını geç infaz etmesi nedeniyle; mahpusun yeniden iyi halli olma sorunu, geç koşullu salıverilmesi veya açık ceza infaz kurumlarına ayrılmama ya da denetimli serbestlikten yararlanmama durumu ortaya çıkmaktadır. Birden fazla disiplin cezası verilmiş olması hâlinde, bu cezalar kesinleşme tarihleri sırasına göre ayrı ayrı infaz edilir. Bir cezanın infazı tamamlanmadan diğerinin infazına başlanmaz.
- İnfaz edildiği tarihten itibaren disiplin cezasının kaldırılmasında ve iyi hâlin kazanılmasında aşağıda belirtilen süreler esas alınır; ( 5275 Sayılı İnfaz Kanunu m. 48/4)
- Kınama cezası için on beş gün,
- Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezası için bir ay,
- Ücret karşılığı çalışılan işten yoksun bırakma cezası için üç ay,
- Haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama cezası için üç ay,
- Ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası için üç ay,
- On güne kadar hücreye koyma cezasını gerektiren eylemler için altı ay, on bir günden yirmi güne kadar hücreye koyma cezasını gerektiren eylemler için bir yıl geçince iyi halli sayılır.
- Çocuk mahpuslar hakkında verilen disiplin cezaları; ( 5275 Sayılı İnfaz Yasası 48/5)
- Uyarma ve kınama cezaları kararla birlikte,
- Onarma, tazmin etme ve eski hâle getirme cezası yedi gün sonunda,
- Harcamalarına sınır koyma cezası otuz günün sonunda,
- Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezası otuz günün sonunda,
- Teşvik esaslı ayrıcalıkları geri alma cezası otuz günün sonunda,
- İznin ertelenmesi cezası altmış günün sonunda,
- Kapalı ceza infaz kurumuna iade cezası altmış günün sonunda,
- Odaya kapatma cezası doksan günün sonunda geçince iyi halli sayılır.
- Disiplin cezalarının tamamı infaz edilip kaldırılmadıkça koşullu salıverilme işlemi yapılmaz, ancak bu süre hak ederek salıverme tarihini geçemez. (5275 Sayılı İnfaz Kanunu m. 48/3-b)
- 3713 Sayılı Yasanın 17/2 maddesinde “ … disiplin cezası olarak üç defa hücre hapsi cezası almış olanlar, bu disiplin cezaları kaldırılmış olsa bile şartla salıverilmeden yararlanamazlar.” Denilmektedir. 3713 Sayılı yasa kapsamında cezası infaz edilen mahpuslar toplamda 3 hücre cezası almaları bu hücre cezaları infaz edilmiş ve sayılan süreler geçse dahi koşullu salıverilmezler. Bu konuda TCK 7. Maddesi bağlamında koşullu salıverilme için lehe olan 5275 Sayılı Yasanın 48. maddesinin uygulanması gerekliliği ile mahpusların olağan ve olağanüstü kanun yollarına başvurmaları gerekmektedir.
- Mahpus hakkında disiplin soruşturmasına konu eylem hakkında aynı zamanda bir yargılama yapılıp beraat kararı verilmişse verilen disiplin cezası kaldırılır. Yargıtay 19 Ceza Dairesinin 10/12/2015 tarih ve 2015/21187-8491 Esas - Karar sayılı ilamı, Yine Yargıtay 1.Ceza Dairesinin 05/12/2016 tarih ve 2016/4370-4159 Esas- Karar sayılı ilamı.
- İdari Gözlem Kurulu Raporları Hakkında Değerlendirme ve Uygulamadaki Başlıca Sorunlar: Mahpusun açık ceza infaz kurumuna ayrılması, koşullu salıverilmesi veya denetimli serbestlikten yararlanabilmesi için hakkındaki idari gözlem kurulu raporunun olumlu olması şarttır. Raporlara karşı infaz hâkimliğine itiraz yolu açıktır.
- Mahpusların iyi halli olmasını değerlendiren idari gözlem kurullarının dayanağı olan 5275 Sayılı İnfaz Kanunun 89. Maddesinde “…Hükümlüler, ceza infaz kurumlarında bulundukları tüm aşamalarda, ceza infaz kurumlarının düzen ve güvenliği amacıyla konulmuş kurallara uyup uymadığı, haklarını iyi niyetle kullanıp kullanmadığı, yükümlülüklerini eksiksiz yerine getirip getirmediği, uygulanan iyileştirme programlarına göre toplumla bütünleşmeye hazır olup olmadığı, tekrar suç işleme ve mağdura veya başkalarına zarar verme riskinin düşük olup olmadığı hususlarında idare ve gözlem kurulu tarafından iyi hâlin belirlenmesine esas olmak üzere en geç altı ayda bir değerlendirmeye tabi tutulur.” denilmektedir.
- Hükmün esasen kanunilik özeliğini taşımaması ve özellikle bir mahpusun toplumla bütünleşip bütünleşmeyeceği konusunda değerlendirmelerin soyut ve objektif kıstaslara göre yapılmaması uygulama birliği açısından da sorun teşkil etmektedir. İnfaza konu mahkeme kararlarında hükmedilen cezanın ne kadarının infaz kurumunda çektirileceği konusunda idari gözlem kurullarına geniş yetki verilmesi sebebiyle mahkeme kararlarının anlamsızlaştırılması söz konusudur. Ayrıca mahpusun iyi halli olması konusunda somut kıstaslar 5275 sayılı İnfaz Kanunun 48. Maddesinde de ortaya konulmaktadır. Ancak idari gözlem kurullarına verilen yetki ile 48. Maddesinde sayılan hallerin dışına çıkarak mahpusun açık ceza infaz kurumuna ayrılma, denetimli serbestlikten ve koşullu salıvermeden yararlanma hakları hakkında; mahpusa göre, mahpusun siyasi görüşüne göre gibi öznel ve soyut değerlendirmelerle idari gözlem kurulu raporları hazırlandığı gözlemlenmektedir. Halbuki 5275 Sayılı İnfaz Kanunun 48. Maddesi bağlamında mahpusun iyi halli olarak değerlendirilmesi veya sayılması için infaz kurumunca verilen disiplin cezalarının infazından sonra kanunda belirlenen sürelerin geçmesi ile mümkün olmalıdır.
- İdari gözlem kurulları yukarıda da değindiğimiz üzere mahkeme kararlarını anlamsızlaştırmaktadır. Zira ½ oranında koşullu salıverme oranına sahip ve kamuoyunda örtülü af olarak bilinen 7242 ile 7456 sayılı yasalarla ve COVİD izinleri döneminde 8 yıllık denetimli serbestlik hakkı kazanan bir mahpusun 18 yıllık cezasının infazının 1 yılını infaz kurumunda geçirebileceği gibi (5275 Sayılı İnfaz Kanunun sırasıyla m. 107/1, Geçici 6/1ve Geçici 10/2) iyi hal kazanmadığı savıyla tamamını da infaz kurumundan geçirebilecektir. Bu haliyle mahkeme ilamının artık bir hükmünün kalmadığı ve idari bir işlem olan idari gözlem kurulu raporlarının daha önem taşıdığı görülmektedir.
- Koşullu salıverilen mahpusun tâbi tutulacağı denetim süresi, yukarıdaki fıkralara göre infaz kurumunda geçirilmesi gereken süre kadardır. Ancak süreli hapislerde hak ederek tahliye tarihini geçemez. (5275 Sayılı İnfaz Kanunu m. 107/6) 14/4/2020 tarihli ve 7242 sayılı Kanunun 48. maddesiyle, bu fıkrada yer alan “sürenin yarısı” ibaresi “süre” şeklinde değiştirilmiştir. Başka bir anlatımla koşullu salıverilen mahpusun tâbi tutulacağı denetim süresi 14.04.2020 tarihinden önce işlenen suçlarda süreli hapis cezalarında hak ederek tahliye tarihini geçmemek şartı ile koşullu salıverme süresinin yarısıdır. Bu tarihten sonra işlenen suçlarda ise hak ederek tahliye tarihini geçmeyecek şekilde koşullu salıverme süresi kadardır. Örneğin; 3713 Sayılı yasa kapsamında müebbet hapis cezası alan mahpusun koşullu salıverilmesi 30 yıl olup, 14.04.2020 tarihinden önce işlenen suçlarda hak ederek tahliye süresi 45 yıldır. Anılan tarihten sonra ise hak ederek tahliye tarihi 60 yıldır. İdari Gözlem Kurulu Raporu ile mahpusun hak ederek tahliye kararına kadar yani cezasının tamamını ceza infaz kurumunda geçirilmesi mümkündür.
- Yargıtay 1. Ceza Dairesi 2023/473 esas ve 2023/794 karar sayılı kararında “Somut olayda, mevzuattaki yasal düzenlemeler dışına çıkılarak İdare ve Gözlem Kurulu kararında hükümlünün yargılandığı ve ceza aldığı dosyadaki delillerden ve örgüt içindeki konumundan bahsedilerek topluma uyum sağlayamayacağı yönünde kanaat oluştuğu ve değerlendirme yapıldığı anlaşılmıştır. İdare ve Gözlem Kurulu tarafından hükümlünün iyi halli olmadığına dair verilen kararda gösterilen gerekçenin dosya içeriğine uygun, yerinde ve yasal olmadığı belirlenerek hükümlünün şikâyetinin kabulü ile İdare ve Gözlem Kurulunun 08.03.2022 tarih ve 2022/1443 Karar sayılı kararının iptaline ve yeniden bir değerlendirme yapılarak karar verilmesine dair İnfaz Hâkimliğince verilen karara karşı yapılan itirazın reddine dair itiraz merciince verilen kararda usul ve yasaya aykırılık görülmediğinden, haklı sebebe dayanmayan kanun yararına bozma isteminin reddine karar vermek gerekmiştir.” diyerek idare ve gözlem kurulu raporunun somut kıstaslara dayanması ve soyut değerlendirmelerden kaçınılması gerektiğini değerlendirmektedir. Yargıtay kararlarında; idari gözlem kurullarının verecekleri kararlarının gerekçeli olması ve somut gerekçelere dayanması, soyut değerlendirme ve savlardan kaçınılmasını, mahpusların sosyal yaşantı, dini ve ideolojik düşüncelerinden bağımsız hazırlanması gerektiği belirtilmekle ve en önemlisi mahpusun sadece suç tanımına bakarak değerlendirme yapılmamasını öngörmektedir.
- HASTA MAHPUSLAR VE İNFAZ ERTELEME KOŞULLARI
- Hasta Mahpusların Ceza İnfazlarının Ertelenmesinin veya Geri Bırakılmasının Şartları İle İnfaz Sürelerine Etkileri; (5275 Sayılı İnfaz Yasası Yasa m. 16 ve 16/A ) Türkiye’ de hasta mahpus sorunu yıllardır yasal düzenlemeler ve uygulamadaki sorunlar nedeniyle devam etmektedir. Bu konuda, mahpusun hasta olup olmadığına dair tespitinin şartları, Adli Tıp Raporları sorunu, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasında erteleme yasağı olması ve hasta mahpusun tehlikeli olarak değerlendirilmesi durumunda infazının erteleme ve geri bırakılma imkânının olmaması sebebiyle mahpusun yaşam hakkı ile sağlığa erişim hakkının ihlal edilmesine sebep olmaktadır. Bu başlık altında hasta mahpusların infaz şartları ve uygulamada karşılaşılan sorunlar ele alınmaktadır;
- İnfazın Geri Bırakılma Talep Usulü: İnfazın geri bırakılması kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Geri bırakma süresi sağlık raporunda belirtilen sürelere, bir süre bulunmadığı takdirde birer yıllık dönemlere göre tekrardan kurul raporu alınarak karar verilir. Geri bırakma talebinin reddi halinde infaz hâkimliğine başvuru yolu bulunmaktadır.
Akıl hastalığına tutulan mahpusun cezasınıı geriye bırakılır ve , iyileşinceye kadar TCK . maddesinde belirtilen sağlık kurumunda koruma ve tedavi altıınır. Sağlık kurumunda geçen süreler cezaevinde geçmiş sayılır.
Ayrıca akıl hastalığı dışında hastalıklarda cezanıına resmî sağlık kuruluşlarının mahkmlara ayrılan blümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasınıı mahkmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkmun cezasınıı iyileşinceye kadar geri bırakılır.
- Gebelik Halinde İnfazın Geri Bırakılması: Hapis cezasının infazı gebe olan veya doğurduğu tarihten itibaren bir yıl altı ay geçmemiş bulunan kadınlar hakkında geri bırakılır. Çocuk ölmüş veya anasından başka birine verilmiş olursa doğumdan itibaren iki ay geçince ceza infaz olunur. Kapalı ceza infaz kurumuna girdikten sonra gebe kalanlardan koşullu salıverilmesine altı yıldan fazla süre kalanlar ile eylem ve tutumları nedeniyle tehlikeli sayılanlar hakkında infaz erteleme hakkı uygulanmaz. Bu halde istisna durumlar bulunmamaktadır. Bu durumun tek istisnası ise ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilen mahpuslardır. Bu mahpuslar infaz ertelemeden yararlanamazlar.
- Toplum İçin Tehlike Arz Etme Hali; Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılabilir. Bu durumun tek istisnası ise ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilen mahpuslardır. Bu mahpuslar infaz ertelemeden yararlanamazlar. Mahpusun, toplum bakımından tehlikeli olma hali kanunda düzenlenmelidir. Bu hali ile suç ve cezada kanunilik ilkesine aykırı bir durum söz konusudur. Zira mahpusun neye göre ve nasıl toplum için tehlike arz ettiği yönetmelik veya kanunda tanımlanmamıştır.
- Kadın Mahpusların Engelli Çocuğunun Olması Hali; İnfazına başlanmış olsa bile toplam on yıl veya daha az süreli hapis cezasına mahkûm olan veya adli para cezası infaz sürecinde hapis cezasına çevrilen kadın mahpusun engelliliği nedeniyle bakıma muhtaç olan veya ağır bir hastalığa maruz kalan on sekiz yaşını doldurmamış çocuğunun bulunması ve toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağının değerlendirilmesi hâlinde, cezasının infazı Cumhuriyet Başsavcılığınca bir yıla kadar ertelenebilir. Erteleme süresi her defasında altı ayı geçmemek üzere en çok dört kez uzatılabilir. Erteleme süresi içinde zamanaşımı işlemez. Çocuğun engellilik nedeniyle bakıma muhtaç olma veya ağır hastalık hâli infaz kanunu 16’ncı maddenin üçüncü fıkrasına göre belirlenir.
- Hastalık Dışında 3713 Sayılı Kanun Kapsamında İşlenen Suçlarda İnfazın Geri Bırakma Yasağı; Mahpusların hastalık dışında infazlarının ertelenmesi ise kasten işlenen suçlarda üç yıl, taksirle işlenen suçlarda ise beş yıl veya daha az süreli hapis cezalarının infazında çağrı üzerine gelen mahpusun istemi üzerine, Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılabilir. Ancak bu durumda 3713 Sayılı yasa kapsamında işlenen suçlarda cezanın ertelenmesi olanaksızdır. (5275 Sayılı İnfaz Yasası 17/1-6/a)
- Hasta Mahpusların İnfaz Koşullarında Tedaviye Erişim Hakkı:
- Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazında mahpusun cezasının infazına hiçbir surette ara verilemez. Mahpus hakkında uygulanacak tüm sağlık tedbirleri, tıbbî tetkik ve zorunluluklar hariç ceza infaz kurumlarında, mümkün olmadığı takdirde tam teşekküllü devlet ya da üniversite hastanelerinin tek kişilik ve yüksek güvenlikli mahkûm koğuşlarında uygulanır. (5275 Sayılı İnfaz Kanunu m. 25/1-ı)
- Hücre cezasının infazından önce hekim muayene şartı : Hücreye koyma cezasına ilişkin disiplin cezalarının infazından önce ve infazı sırasında mahpus hekim tarafından muayene edilir. İlgilinin bu cezaya katlanamayacağı anlaşılırsa cezanın infazı sonraya bırakılır veya hekiminin belirleyeceği aralıklarla infaz edilir. Koşullu salıverilme tarihine kadar mahpusun iyileşemeyeceğinin tam teşekküllü devlet veya üniversite hastanesi sağlık kurulu raporu ile saptanması hâlinde hücreye koyma cezası infaz edilmez; yerine 44. maddenin ikinci fıkrasının uygulandığı hâllerde iki ay, üçüncü fıkrasının uygulandığı hâllerde dört ay süreyle ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası uygulanır. Raporlar infaz dosyasına konulur. (5275 Sayılı İnfaz kanun m. 48/3-c)
- Mahpusun Tedavisi; Hastalık nedeniyle hastaneye sevki zorunlu görülen mahpus, bulunduğu yere en yakın tam teşekküllü devlet veya üniversite hastanesinin mahpus koğuşuna yatırılır. Mahpusun bu hastanelerde kontrol ve tedavisinin devam edip etmeyeceğinin sağlık kurulu raporuyla belgelendirilmesi gerekir aksi hâlde mahpus ait olduğu kuruma iade edilir. Mahpusun sağlık nedenleriyle bulunduğu kurumda kalmasının uygun olmadığının kurum hekiminin önerisi ve en üst amirinin isteği üzerine alınacak sağlık kurulu raporuyla belirlendiği takdirde, başka kurumlara nakledilebilir. (5275 Sayılı İnfaz Kanunu m. 57 ) Türkiye’de son dönemlerde kampüs şeklinde inşa edilen infaz kurumlarının bulunduğu ilçelerde tam teşekkülü devlet hastanesinin olmaması, çevre illerin tam teşekküllü devlet hastanelerinin infaz kurumlarına uzak olması, MHRS sisteminde her zaman randevuların alınamaması, infaz kurumlarının L-T tipinde olması ve her bir infaz kurumunun 2000’e kadar mahpus barındırması sebebiyle mahpusların sağlık hizmetlerinden infaz kanunun 57. maddesinde belirtilen haklardan gerektiği gibi yararlanmadığı bir vakadır.
Mahpus; beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından ve tıî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için mahpus ncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde devlet veya üniversite hastanelerinin mahkm koğuşlarında tedavi ettirilir. (5275 Sayılı İnfaz Kanunu m. 71/1. )
Kurum hekimi veya grevli hekim tarafından yapılan muayene ve incelemeler sonucunda mahpusun cezasını yerine getirmesine engel olabilecek hastalığı saptanırsa durum kurum ynetimine bildirilir.(5275 Sayılı İnfaz Kanunu m. 81/1.)
Cezanıına başlandıktan sonra hastalık nedeniyle mahpusunceza infaz kurumundan hastaneye kaldırılması hâlinde burada geçirdiği süre cezadan indirilir. (5275 Sayılı İnfaz Kanunu m. 100/1)
- AİHM hasta mahpusun tedaviye erişim hakkını yaşam hakkı ihlali ve işkence yasağı ihlali kapsamında incelenmektedir. Yukarıda sayılan mevzuat gereği mahpusun tedavisinin yapılmaması halinde önce infaz hâkimliğine daha sonrasında ağır ceza mahkemesinde itiraz süreleri tüketilerek AYM ve AHİM başvuruları yapılmalıdır. Zira AHİM kararlarında; İşkence yasağı yani sözleşmenin 3. maddesi devlete, özgürlüklerinden yoksun bırakılan kişilerin fiziksel refahını, diğer şeylerin yanı sıra, gerekli tıbbi bakımı sağlayarak koruma yükümlülüğü getirmektedir. (Kudła/Polonya [BD], 2000, § 94; Paladi /Moldova [BD], 2009, § 71; Blokhin /Rusya [BD], 2016, § 136).Dolayısıyla, AİHM, birçok durumda, uygun tıbbi bakım eksikliğinin 3.maddeye aykırı muamele anlamına gelebileceğine karar vermiştir (a.g.e.; Wenerski /Polonya, 2009, §§ 56-65) AİHM’in yüklediği bir diğer yükümlülük ise; cezaevi yetkililerinin bir tutuklunun tutukluluğu sırasında sağlık durumu ve tedavisi hakkında kapsamlı bir kayıt tutulmasını (Khudobin/Rusya, 2006, § 83), teşhis ve bakımın hızlı ve doğru olmasını (Melnik/Ukrayna, 2006, §§ 104-106) ve tıbbi bir durumun niteliği gereği denetimin düzenli ve sistematik olmasını ve tutukluların sağlık sorunlarının semptomatik olarak ele alınmasından ziyade yeterince tedavi edilmesini veya şiddetlenmesini önlemeyi amaçlayan kapsamlı bir iyileştirici strateji içermesini (Amirov /Rusya, 2014, § 93) sağlamalarıdır. Yetkililer, ayrıca, öngörülen tedavinin gerçekten takip edilmesi için gerekli koşulların yaratıldığını göstermelidir (Holomiov/Moldova, 2006, § 117).Cezaevi yetkilileri, mahpusa teşhisi konulan hastalığa/hastalıklara karşılık gelen tedaviyi sunmalıdır. Bir mahpusun sağlığını yeterli düzeyde sağlamak için gerekli tedaviye ilişkin tıbbi görüşlerin farklı olması durumunda, cezaevi yetkilileri ve yerel mahkemelerin, 3. madde kapsamındaki pozitif yükümlülüklerine uymak için, bir tıbbi uzmandan ek tavsiye almaları gerekebilir. Yetkililerin ciddi bir sağlık durumundan muzdarip olan bir mahpusa talebi üzerine verilecek bağımsız bir tıbbi yardıma izin vermemesi, Mahkeme’nin Devletin 3. maddeye uygunluğuna ilişkin değerlendirmesinde dikkate aldığı bir unsurdur (Wenner /Almanya, 2016, § 57)
- Kelepçeli Muayene;
- Kelepçeli muayene hakkında mevzuatımızda başlıca düzenleme Anayasa’nın 17/3 fıkrasındır. 17/3’te “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.” Denilmektedir. 5275 Sayılı İnfaz Yasanın m. 50/1-b-c “ Kelepçe ve bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçlar Hekimin talimat ve gözetiminde olmak üzere tıbbî nedenlerle diğer kontrol usullerinin yetersizliği hâlinde hükümlünün kendisine veya başkalarına zarar vermesine veya eşyayı tahrip etmesine engel olmak için kurum en üst amirinin emriyle, kullanılabilir” denilerek kelepçeli muayene olma şartları tanımlanmıştır.
- İçişleri Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı arasında 26.1.2017 tarihinde imzalanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetim, Dış Koruma, Hükümlü ve Tutukluların Sevk ve Nakilleriyle Sağlık Hizmetlerinin Yürütülmesi Hakkında Protokol’ün muayenelerde güvenliğin ve hasta mahremiyetinin sağlanması kenar başlıklı 38. maddesinin ilgili kısmı “ Ceza infaz kurumu müdürlüğü bulunan yerlerdeki hastanelerde firara karşı engellerin bulunduğu muhafazalı muayene odaları oluşturulur. Hükümlü ve tutukluların hastanelerde muayeneleri, firara karşı engellerin bulunduğu muhafazalı odalarda yapılır. Jandarma muayene esnasında oda dışında bulunur ve gerekli güvenlik tedbirlerini alır. Doktorun yazılı olarak talep etmesi halinde jandarma, hükümlü ve tutuklunun kadın olması durumunda ise varsa öncelikle kadın infaz ve koruma memuru muayene odasında bulunur. 4) Hastanelerde tutuklu ve hükümlüler için muhafazalı muayene odaları yapılıncaya kadar bu odalarda veya acil müdahale ve işlem yapılan yerlerde jandarma bulunur ve doktorla hasta arasında geçecek konuşmaları duymayacak uzaklıkta koruma tedbirini alır. Hükümlü ve tutuklunun kadın olması durumunda ise muayene odasında veya tetkikin yapıldığı yerde imkânlar ölçüsünde kadın jandarma personeli görevlendirilir. Kadın jandarma personelinin bulunmaması veya sayısının yeterli olmaması halinde kadın infaz ve koruma memuru güvenliği sağlar.” şeklindedir.
- Hükümlü ve tutukluların nakil veya kurum dışı işlemleri sırasında kaçmalarının önlenmesi amacıyla kelepçe vb. yöntemlerle tedbir alınmasının ilgili mevzuatta yasal dayanağı bulunmaktadır. Bununla birlikte adli nedenlerle tutulan kimselerin raporunun alınması veya sağlık hizmetinden yararlandırılması sırasındaki güvenlik ihtiyacıyla ilgili husus daha hassas değerlendirilmelidir. Çünkü belirtilen alanlar sıkça işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya yaptırım yasağının ihlali iddialarına konu olabilmektedir. AİHM de somut olay koşullarında güvenlik ihtiyacıyla başvurucunun onurunun korunması arasındaki dengenin kurulması gerektiği yönünde kararlar vermiştir (bu yönde ihlal kararları için bkz. Henaf/Fransa, B. No: 65436/01, 27.11.2013, par. 58-59; Filiz Uyan/Türkiye, B. No: 7496/03, 8.1.2009, par. 32-35).
- Mevzuatta bu konu özel olarak düzenlenmiştir. 5275 sayılı Kanunun 50/1 maddesinde tıbbi işlemler sırasında kelepçenin hekimin talimat ve gözetiminde takılabileceği, kanunun uygulanmasına ilişkin İnfaz Yönetmeliğinin 123/b maddesinde ise hükümlü hakkındaki muayene, teşhis ve tedavi sırasında bu işlemlerin güvenli biçimde yerine getirilmesi için zorunlu görülmesi halinde cezaevi tabibi veya hekimin talep ve gözetiminde kelepçe kullanılabileceği düzenlenmektedir. Başka deyişle kanun ve yönetmelikteki düzenlemelere göre tıbbi işlemler bakımından asıl olanın kelepçesiz işlem yapılması, kelepçe vb. tedbire başvurma gerekliliğinin ise ilgili hekim tarafından takdir edilmesi yönünde olduğu anlaşılmaktadır.
- Mahpuslar kural olarak kelepçe takılmaksızın muayene ve tedavi edilmelidir. Bu kapsamda ortaya çıkan kelepçesiz muayene ve tedavi hakkı, belli şartların varlığı hâlinde gerekli olması ve orantılı şekilde uygulanması kaydıyla sınırlanabilir. Bu sınırlama yapılırken mahpusun her hasta gibi kişilik değerlerine uygun bir şekilde ve ortamda sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkının bulunduğu unutulmamalıdır. Aksi hâlde muayene ya da tedavinin kelepçeli şekilde yapılması kötü muamele olarak nitelendirilebilir.
- Özgürlüğünden yoksun kalan kişilerin muayenesi diğer sağlık hizmeti almak isteyen hastalar gibi mahremiyetine saygı gösterilen bir ortamda ve insan onuruna yakışır bir şekilde arama, muayene ve sağlık hizmeti alma hakkı olduğu gözetilerek hekim tarafından muayene sırasında kolluk görevlilerinin muayene odasında bulunmasına ve kelepçeli muayeneye izin verilmemesi etik ve hukuki sorumluluktur. Kelepçeli muayene, Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa Konseyi Biyotıp Sözleşmesi’nin ilgili maddeleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları (Filiz Uyan/Türkiye ve Okur/Türkiye) ile yasaklanmıştır. Kelepçeli muayenenin insan onurunu zedeleyen ve sağlık hakkı ihlaline yol açan boyuttaki niteliği İstanbul Protokolü’nde açıkça ortaya konmuştur.
C) AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET HAPİS CEZASININ İNFAZ SORUNU
Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis Cezası: Mahpusun hayatı boyunca devam eden fakat Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile buna ilişkin tüzükte belirtilen sıkı güvenlik rejimine göre çektirilen hapis cezası türüdür. (TCK. m.47).
- Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarının infazında yasal mevzuata baktığımızda:
- Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm olanlar cezalarının infazı Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumlarında yerine getirilir. (5275 Sayılı İnfaz Kanunu. m. 2)
- Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazında mahpus açık ceza infaz kurumuna ayrılamaz. Cezanın tamamı kapalı ceza infaz kurumunda infaz edilir. (Açık ceza İnfaz Kurumuna Ayrılma Yönetmeliği M. 8/1-a) Ayrıca mahpus açık ceza infaz kurumuna ayrılamadığı için haliyle denetimli serbestlikten de yararlanamaz.
- 3713 Sayılı Kanun kapsamında verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasında mahpus koşullu salıverilmez. 3713 Sayılı Yasa M. 17/son, Geçici 2 ve 5275 Sayılı İnfaz Yasası M. 107/16) Koşullu salıverme süreleri adi suçlardan alınan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasında 30 yıl, adi örgütlü suçlardan alınan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasında 36 yıldır. (5275 Sayılı İnfaz Yasası M. 107) Mükerrer ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasında ise 39 yıldır. (5275 Sayılı İnfaz Yasası M. 108/1) Çocuğa karşı işlenen bir suçtan dolayı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasında koşullu salıverme süresi 39 yıldır. (5275 Sayılı İnfaz Yasası M. 108/8).
- Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının İnfaz koşulları aşağıda gösterilmiştir: (5275 Sayılı İnfaz Yasası .m. 25)
- Mahpus, tek kişilik odada barındırılır.
- Mahpusa, günde bir saat açık havaya çıkma ve spor yapma hakkı tanınır.
- Risk ve güvenlik gerekleri ile iyileştirme ve eğitim çalışmalarında gösterdiği gayret ve iyi hâle göre; mahpusun , açık havaya çıkma ve spor yapma süresi uzatılabileceği gibi kendisi ile aynı ünitede kalan hükümlülerle temasta bulunmasına sınırlı olarak izin verilebilir.
- Mahpus, yaşadığı yerin olanak verdiği ve idare kurulunun uygun göreceği bir sanat veya meslek etkinliğini yürütebilir.
- Mahpus, kurum idare kurulunun uygun gördüğü hâllerde ve on beş günde bir kez olmak süresi on dakikayı geçmemek üzere telefon edebilir.
- Mahpusa; eşi, altsoy ve üstsoyu, kardeşleri ve vasisi, belirlenen gün, saat ve koşullar içerisinde on beş günlük aralıklarla ve günde bir saati geçmemek üzere ziyaret edebilirler.
- Mahpus hiçbir suretle ceza infaz kurumu dışında çalıştırılamaz ve kendisine izin verilmez.
- Mahpus, kurum iç yönetmeliğinde belirtilenlerin dışında herhangi bir spor ve iyileştirme faaliyetine katılamaz.
- Mahpusun cezasının infazına, hiçbir surette ara verilemez. Mahpus hakkında uygulanacak tüm sağlık tedbirleri, tıbbî tetkik ve zorunluluklar hariç ceza infaz kurumlarında, mümkün olmadığı takdirde tam teşekküllü devlet ya da üniversite hastanelerinin tek kişilik ve yüksek güvenlikli mahkûm koğuşlarında uygulanır.
- 5275 Sayılı İnfaz Kanunun M. 25/1-I Uyarınca Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis Cezasına Hiçbir Şekilde Ara Verilmemesi başka bir anlatımla, hastalık bunama veya yaşlılık hallerinde bile infazın ertelenememesi; Mahpus sağlık ve yaşam hakkını ciddi şekilde ihlal etmektedir. Mahpus bu yasal düzenleme nedeniyle ilerleyen yaş veya hastalık durumlarında ölüme terk edilmektedir. AİHM benzer durumlarda ihlal kararı vermektedir; (Holomiov/Moldova, 2006, § 117).Cezaevi yetkilileri, mahpusa teşhisi konulan hastalığa/hastalıklara karşılık gelen tedaviyi sunmalıdır. Bir mahpusun sağlığını yeterli düzeyde sağlamak için gerekli tedaviye ilişkin tıbbi görüşlerin farklı olması durumunda, cezaevi yetkilileri ve yerel mahkemelerin, 3. madde kapsamındaki pozitif yükümlülüklerine uymak için, bir tıbbi uzmandan ek tavsiye almaları gerekebilir. Yetkililerin ciddi bir sağlık durumundan muzdarip olan bir mahpusa talebi üzerine verilecek bağımsız bir tıbbi yardıma izin vermemesi, Mahkeme’nin Devletin 3. maddeye uygunluğuna ilişkin değerlendirmesinde dikkate aldığı bir unsurdur (Wenner /Almanya, 2016, § 57)
D)YÜKSEK GÜVENLİKLİ CEZA İNFAZ KURUMU VE TEHLİKELİ
HÜKÜMLÜ SORUNU
- Yüksek Güvenlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumları 5275 Sayılı İnfaz Kanununun 9/1 maddesinde “…Yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları, iç ve dış güvenlik görevlilerine sahip, firara karşı teknik, mekanik, elektronik ve fizikî engellerle donatılmış, oda ve koridor kapıları sürekli kapalı tutulan, ancak mevzuatın belirttiği hâllerde aynı oda dışındaki hükümlüler arasında ve dış çevre ile temasların geçerli olduğu sıkı güvenlik rejimine tâbi hükümlülerin bir veya üç kişilik odalarda barındırıldıkları tesislerdir.” Şeklinde tanımlanmaktadır. Bu tip ceza infaz kurumları uygulamaları nedeniyle Türkiye’ de her zaman tartışma konusu olmuştur. Bu infaz kurumlarında mahpusların tecride varan uygulamalarla karşılaştığını gözlemlemekteyiz. Türkiye’ de bu infaz kurumlar yüksek güvenlikli, Y, F ve S Tipi olarak tanımlanmaktadır. Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda aşağıda belirtilen hallerde olan mahpusların cezaları infaz edilir.
- Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edilen mahpusların cezalarının tamamı bu kurumlarda infaz edilir.
- Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek veya bu örgütün faaliyeti çerçevesinde, Türk Ceza Kanununda; İnsanlığa karşı suçlardan (madde 77, 78), Kasten öldürme suçlarından (madde 81, 82), Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçundan (madde 188), Devletin güvenliğine karşı suçlardan (madde 302, 303, 304, 307, 308), Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlardan (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315) Suçlarında;
- Müebbet Hapis Cezasına mahkum edilenler koşullu salıvermelerinin 2/3 ü kadar,
- Süreli Hapis Cezasına mahkûm edilenler toplam cezalarının 1/3 ü kadar,
- Tehlikeli hükümlü olup bu infaz kurumlarına getirilenlerin kalan cezalarının 1/3 nu bu infaz kurumlarınca geçirdikten sonra iyi halli olması halinde başka bir ceza infaz kurumuna ayrılabilir. ( 5275 Sayılı İnfaz Kanunu m. 9/2,5)
3713 Sayılı Kanun kapsamında infazı yapılan mahpusların infazları bu kurumlarda yapılmaktadır. Bu kurumlara alınan mahpus süreli hapis cezasının 1/3 nü infaz etmediği sürece başkaca kurumlara ayrılamamaktadır. Bu durum mahpusun denetimli serbestlikten yararlanmasını bazı durumlarda engel teşkil etmektedir. Örneğin 3713 Sayılı Kanun kapsamında verilen 2 yıllık bir cezanın infaz hesabı yapıldığında; 2x12=24 aylık bir cezanın koşullu salıvermesi ¾ 18 Ay etmektedir. mahpus bunun 12 aylık süresi denetimli serbestlik ve 6 ayını da kapalı ceza infaz kurumunda geçirmesi halinde cezasının infaz edildiğini söyleyebiliriz. Ancak infazı yapılan suçta toplam cezanın 1/3 bu kurumlarda infaz edilme zorunluluğu bulunduğu için; mahpus koşullu salıverilme oranı düştükten sonra geriye kalan 18 aylık hapis cezasının 8 Ayını kapalı ceza infaz kurumunda ve 10 aylık süresini ise denetimli serbestlikten geçirmektedir.
Aynı şekilde 0-6 yaş arası çocuğu olan kadın mahpusun iki yıllık denetimli serbestlik hakkı ile İnfaz Kanunu m. 110’ da belirtilen kadın mahpusun doğum yapması veya hamilelik durumu ile hasta mahpusa dair özel infaz koşullarının uygulanmasına engel hal oluşturabilmektedir.
- Tehlikeli Hükümlü; Eylem ve tutumları nedeniyle tehlikeli hâlde bulunan ve özel gözetim ve denetim altında bulundurulmaları gerekli olduğu saptananlar ile bulundukları kurumlarda düzen ve disiplini bozanlar veya iyileştirme tedbir, araç ve usullerine ısrarla karşı koyanlar olarak tanımlanmaktadır. (5275 Sayılı İnfaz Kanunu m. 9/3) Bir hükümlünün tehlikeli hükümlü statüsüne alınıp veya çıkartılması Adalet Bakanlığı yetkisi dâhilindedir. ( Adalet Bakanlığı 05.06.2015 Tarihli ve 167 Nolu Genelgesi m. 13/5) Tehlikeli hükümlü statüsüne alınan hükümlü kalan cezasının 1/3 ü Yüksek Güvenlikli Kapalı ceza İnfaz Kurumlarında infaz edilmektedir. (5275 Sayılı İnfaz Kanunu m. 9/5)
Mahpusların tehlikeli hükümlü statüsünden çıkartılması konusunda her ne kadar Adalet Bakanlığının 167 nolu genelgesinde bakanlığın yetkili olduğu düzenlenmişse de 29/03/2020 tarih ve 31083 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğü giren Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik'in İdare ve Gözlem Kurulunun Görev ve Yetkileri başlıklı 28.maddesi ile 29/12/2020 tarih ve 31349 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri ile Hükümlülerin Değerlendirilmesine Dair Yönetmelik'in 14. ve 19. Maddeleri uyarınca hükümlünün tehlikeli hali taşıdığına ilişkin gruplandırmanın İdare ve Gözlem Kurulu tarafından yapılabileceğinin düzenlendiğinden aslında bu yetkinin idare ve gözlem kurullarına geçtiğini belirtebiliriz. Mahpus, tehlikeli olma statüsüne alınması halinde ilgili ceza infaz kurumunun idari gözleminden bu statüde çıkmayı talep edebilmektedir. İnfaz kurumları her ne kadar bu konuda bakanlık görevlidir deseler de yukarıda değindiğimiz mevzuat çerçevesinde idari gözlem kurumlarının yetkili olduğu anlaşılmaktadır.
E) AYM VE AİHM KARARLARINDA “ HÜKÜMLÜ” OLMA SORUNU
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi süregelen içtihatlarına göre AİHS 6. Maddesinin “..Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir….” uygulanabilmesi için ya cezai anlamda bir suçlamanın ya da medeni hak ve yükümlülüklerin esasıyla ilgili bir uyuşmazlığın olması gerekmektedir. (Boulois/Lüksemburg [BD], B. No: 37575/04, 3/4/2012, §§ 85, 86).
AİHM' in yerleşik içtihadı gereğince, serbest bırakılma taleplerinin veya hürriyeti kısıtlayıcı bir cezanın infaz edilme şekillerine ilişkin sorunların incelenmesi, 6. maddenin (1) numaralı fıkrası kapsamında değildir (Neumeister/Avusturya, B. No: 1936/63, 27/6/1968, §§ 22, 23; Lorsé et autres/Hollanda, B. No: 52750/99, 28/8/2001)
AİHM, Sözleşme kurumlarının-tutarlı bir şekilde- Sözleşme'nin 6. maddesinin infaz meseleleri için geçerli olmadığına karar verdiklerini ifade etmektedir. (AB /İsviçre (k.k.), B. No: 20872/92, 22/2/1995)
Özetle AİHM hükümlü ve sanığı ayırarak, başvurucunun bir cezanın infaz edilme şekli bakımından yapılan başvurulara konu bakımından yetkisiz olduğunu belirtmektedir. Hal böyle olunca AİHM; hükümlünün koşullu salıverme, açık ceza infaz kurumuna ayrılma ve denetimli serbestliğe ayrılma durumuna ilişkin yapılan başvurulara “ konu bakımından yetkisizlik kararı” vermektedir.
- Anayasa Mahkemesi de aynen AİHM gibi hükümlü statüsünde olan başvurucunun AİHS 6. Maddesi ve ayrıca Anayasa’nın Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı başlıklı 19/2 maddesinden yararlanmayacağını vurgulamaktadır. Nitekim Anayasa Mahkemesinin 15.12.2021 Tarihli ve 2020/27974. Başvuru Numaralı Genel Kurul Kararı bu doğrultudadır; “ … Başvurucu hakkında mahkûmiyet kararı verilmiş ve ceza yargılaması kesinleşerek sona ermiştir. İnfaz Hâkimliği kararına konu olan başvurucunun açık ceza infaz kurumuna ayrılma ve denetimli serbestlikten yararlanma şartlarını taşıyıp taşımadığı, meselesi doğrudan doğruya başvurucunun cezasının infaz edilme şekline ilişkindir. Başka bir ifadeyle denetimli serbestlikten yararlanma talebi ile ilgili meseleler tamamen infaz hukukunun şekline yönelik olup suçun esası ya da cezanın miktarı ile herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvurucunun suç isnadı altında bulunmadığı bir döneme ilişkin olarak açık ceza infaz kurumuna ayrılma ve denetimli serbestlikten yararlanma talebiyle ilgili ileri sürdüğü ihlal iddiasının cezai anlamda suç isnadı niteliği taşımadığı bu yönüyle başvuru konusu uyuşmazlığın adil yargılanma hakkının cezai boyutu kapsamında kalmadığı açıktır. Bu durumda suç isnadı niteliğinde olmadığı anlaşılan başvuru konusu uyuşmazlık çerçevesinde dile getirilen adil yargılanma hakkına dair şikâyetlerin Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanının dışında kaldığı ve bireysel başvuruya konu yapılamayacağı sonucuna varılmıştır. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir…”
Koşullu salıverme oranlarının ½ olduğu, bazı suçlarda denetimli serbestlik süresinin dönemsel olarak 3,4, 6 ve hatta 8 yıla çıkması, açık ceza infaz kurumlarına ayrılmada sürelerin uzunluğu, hükümlünün bu haklarından yararlanabilmesinde idari yapıda olan idari gözlem kurullarının tam yetkili olmaları sebebiyle mahkeme ilamlarının anlamsızlaşması, infaz hakimliklerinin kararlarına karşı istinaf veya temyiz yolunun kapalı olması ve bu konularda AYM ve AİHM’ in de konu bakımından yetkisizlik kararı vermesi ile infaz sistemimizde cezaların, evrensel hukuka veya kamu vicdanına uygun infaz edildiğinden söz edilemez.
Ancak önemle belirtmek isteriz ki; hükümlünün koşullu salıverilme, denetimli serbestlik ve açık ceza infaz kurumuna ayrılmaya ilişkin taleplerini değerlendiren mahkemenin kararlarında bariz takdir hatası, kararın gerekçeli olmaması ve mahkeme ile hâkimin yetkisiz olduğu durumlarda AİHM veya AYM konu bakımından yetkisizlik kararı vermez ve başvuruyu esastan inceler.
F) ÇIPLAK/DETAYLI ARAMA SORUNU
- Çıplak/Detaylı Arama; Mahpusun vücudunun/bedeninin, kimsenin görmeyeceği bir alanda, önce üst kısmında bulunan kıyafetlerinin çıkarılması ve bu kıyafetler tekrar giyildikten sonra alt kısmında bulunan kıyafetlerin çıkarılması usulü izlenerek, aynı cinsiyetten olan görevliler tarafından vücudunun/bedeninin gözle aranması tedbiridir. Ancak bu tedbirin ne sıklıkla gerçekleştirileceği, mahpusun çömelip kalkması, öksürmesi veya herhangi bir davranışta bulunmasının gerekip gerekmediği, rutin olarak uygulanıp uygulanmayacağı veya mahpusun işlediği suç tipinin dikkate alınıp alınmayacağı hususları Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik’in “Arama, Güvenlik Tatbikatı Ve Sayım” başlıklı 34. maddesinde belirtilmemiş olup, mahpusun üzerinde, kuruma sokulması veya bulundurulması yasak madde veya eşya bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin varlığı ile kurumun en üst amirinin gerekli gördüğü her durumda, bu tedbirin uygulanabileceği düzenlenmiştir.
Bu konuda ilk olarak “ Makul ve Yeterli Şüphe ” kavramını açıklamak gerekmektedir. Makul şüphe; somut olayda çıplak aramanın vücudun tümünde veya bir kısmında yapılabilmesi için aramayı haklı kılabilecek mantıklı, akla uygun ve gerekli bir sebebin ortaya çıkması demektir. Makul şüphe ile yeterli ve kuvvetli şüpheyi ayırmak gerekir. Makul şüphe basit şüphenin üstünde fakat yeterli veya kuvvetli şüphenin altında bir seviyedir. Şüphe üzerine aramayı yapacak görevlinin o somut olayda çıplak aramayı gerçekleştirmesi için makul yani mantıklı, akla uygun ve gerekli şüpheye mesleki tecrübesi ve bilgisi ile ulaşması gereklidir. Ancak makul şüphe seviyesine keyfi şekilde ulaşılamaz. Yeterli şüphe, somut olaydan kaynaklanır ve çıplak aramanın yapılması gereğini net bir şekilde ortaya koyar. Kuvvetli şüphede ise, artık şüphe yönünden tereddüde mahal olmaz, her yönü ile sübjektif ve objektif olarak şüphe varlığını somut olgularla ve dillerle göstermiştir. Hangi şüphe seviyesinin çıplak aramada tercih edilmesi gerektiği düşünüldüğünde bizce “yeterli şüphe” somut olaylarda çıplak arama için yeterli görülmelidir. Rutin olan yani kuruma giriş ve çıkışlarda yapılması gereken çıplak aramalarda zaten şüphenin varlığı veya yokluğu aramanın yapılmasında önem taşımaz çünkü burada şüpheye bakılmaksızın kanunda sayılanlar veya herkes aramaya tabi tutulur.
Çıpak/detaylı arama yetkisi keyfi olarak veya kötüye kullanılırsa veya hukuki dayanaktan yoksun olursa bu durumda elbette Anayasa m.17 ve İHAS m.3’ün ihlali gündeme gelecektir. Çünkü kötü ve dayanaksız uygulanan çıplak arama bireye insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ve hatta ceza uygulanmasına, bu şekilde bireyin onur, şeref ve haysiyetinin zedelenmesine yol açar.
- İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi çıplak arama tedbirine başvurulan durumlarda, bu tedbirin niteliği gereği olaylara hassas yaklaşmakta ve “bu tedbire yalnızca özel şartların ve hükümlünün yasaklı bir cismi veya maddeyi sakladığına dair şüpheye neden olacak ciddi gerekçeler olduğunda izin verilebileceğini” kabul ederek, ihlal kararı vermektedir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, 70204/01 başvuru numaralı ve 12.06.2007 tarihli Frérot v. Fransa kararında; hükümlünün aralıklı olarak çıplak arama tedbirine maruz bırakılmasını, bu tedbirin herhangi bir uyarı olmaksızın görüşme odasından ayrıldığında ve kurumdan dışarı çıkacaksa, hem kurumdan çıkışta ve hem de kuruma geri geldiğinde gerçekleştirilmesini, bununla beraber bu arama sırasında kişinin eğilip öksürmesi istenilerek, anüs bölgesinde de arama yapılmasını, arama tedbirlerinin hapishaneden hapishaneye değişmesini ve gerçekleştirilen her arama işleminin hükümlünün yasaklı bir cismi veya maddeyi sakladığına ilişkin olamayacağını gerekçe göstererek İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin “İşkence yasağı” başlıklı 3. maddesinin ihlal edildiğini belirtmiştir.
- Anayasa Mahkemesi, 2013/5545 başvuru numaralı ve 15.12.2015 tarihli Turan Günana başvurusunda; hükümlünün ceza infaz kurumuna kabulü sırasında çıplak kalacak şekilde aranmasının istenmesini ve bireyin tedbire maruz kalmak istememesine karşın görevliler tarafından tedbirin zor kullanmak suretiyle uygulanmasını, çıplak arama tedbirine rutin bir şekilde başvurulmasını, bu tedbire maruz kaldıktan sonra bireyin kapalı bir yerde tutulmasını ve buna ilişkin şikâyetlerin etkili bir şekilde soruşturulmamasını Anayasanın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. ve “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddelerinin ihlaline yol açtığına karar vermiştir.
- Ayrıca AYM (Başvuru Numarası: 2017/37181) çıplak arama yapılmasını mahpus ve tutuklular açısından tek başına kötü muamele yasağını ihlal eden bir durum olarak değerlendirmemektedir. Nitekim bu tür bir aramayla ceza infaz kurumlarının güvenliğinin sağlanması, hükümlü ve tutukluların kurum içinde kendilerine, diğer hükümlü/tutuklara ve infaz koruma memurlarına zarar verecek veya suç oluşturacak uyuşturucu maddelerin, kesici ve delici aletlerin mahpus sokulmasının engellenmesi amaçlanmaktadır (Turan Günana (5), B. No: 2013/5545, 15/12/2015, §§ 64, 65). Bununla birlikte çıplak arama usulü ve sıklığı kötü muamele yasağının ihlal edilmesine sebebiyet verebilir. Çıplak arama usulünün beraberinde getirdiği kaçınılmaz rahatsızlık seviyesini aşacak şekilde yapılan uygulamanın bireyin aşağılanması ya da küçük düşmesine sebebiyet vermesi hâlinde kötü muamele yasağının ihlal edilmesi sonucunu doğurabilecektir (Mahir Birgül, §§ 41, 42).
Çıplak Arama Bağlamında Ağız İçi Arama
- Ağız İçi Arama Hakkında Ulusal Mevzuat ve İçtihatlar: Ağız içi aramanın beden çukuru kavramına girip girmediği Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik hükümlerince düzenlenmemiştir. Bu hususta Ceza Muhakemesi Kanunu m. 75 ve Ceza Muhakemesinde Beden Muayenesi, Genetik İncelemeler ve Fizik Kimliğin Tespiti Hakkında Yönetmelik’in m. 3 ile düzenlenen iç beden muayenesine ilişkin düzenlemelerden kafa, göğüs, karın boşlukları ile cilt altı dokularının beden çukuru kavramı içerisinde sayılabileceği ve ağız içinin beden çukuru olmadığı değerlendirilmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 28/02/2017 tarihli, 2016/800 Esas ve 2017/120 Karar sayılı kararı ile 19/03/2019 tarihli, 2016/707 Esas ve 2019/220 Karar sayılı kararlarında “…Bu bölgeler haricindeki ağız, koltuk altı gibi beden boşlukları ile ayak, kol, saç arası gibi vücut bölgelerine tıbbi araç veya yöntemler kullanılmaksızın bakılması arama hükümlerine tabidir.” şeklinde hüküm kurulmuştur. Söz konusu kararlara göre, ağız aramasının gerçekleştirilmesi için tıbbi araç veya yöntem gerekli olmadığını belirtmektedir.
Özetle ulusal mevzuat ve Yargıtay içtihatlarında “Ağız İçi” beden çukuru sayılmadığından Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik’in “Arama, güvenlik tatbikatı ve sayım” başlıklı 34/2-c maddesi “…Detaylı arama sırasında bedene dokunulmaması için gerekli özen gösterilir ve görevli tarafından eldiven kullanılır. Aranan kişinin beden çukurlarında bir şeyin bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin bulunması hâlinde öncelikle, hükümlüden madde veya eşyanın kendisi tarafından çıkartılması istenir, aksi hâlde bunun zor kullanılarak gerçekleştirileceği bildirilir. Beden çukurlarındaki arama, cezaevi tabibi tarafından yerine getirilir.” hükmünde belirtilen tabip bulundurma zorunluluğu bulunmamaktadır.
- Türkiye’nin Taraf Olduğu Uluslararası Mevzuat Bağlamında Çıplak ve Ağız İçi Arama: Cezaevlerinde disiplin, düzen ve güvenliğin sağlanması için yapılacak aramanın hükümlü ve tutukluların temel haklarına zarar vermeden yapılmasını sağlamak bakımından birçok uluslararası belgede bu konuda özel düzenlemeler bulunmaktadır. Bu belgelerin başında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin Üye Devletlere Avrupa Cezaevi Kuralları Hakkında Rec (2006) 2 Sayılı Tavsiye Kararı gelmektedir. (Avrupa Cezaevi Kuralları, https://cte. adalet. gov. tr/Resimler/Dokuman/1982019151 705 tavsiye_kararlari. pdf, İET: 21/01/2022) başlıklı bölümün 54. maddesinde cezaevlerindeki aramanın usulüne dair önemli kurallar belirlenmiştir. Buna göre; her şeyden önce cezaevi personelinin; mahpusların yaşadığı, çalıştığı ve toplandığı her yeri, mahpusları, ziyaretçiler ve onların eşyalarını ve personeli ararken uymak zorunda olduğu detaylı prosedürler olmalıdır. Bu tür aramaların gerekli olduğu durumlar ve aramaların biçimi ulusal mevzuatta belirtilmelidir. Bu husus cezaevinde yapılacak aramanın yasallığı bakımından bir gerekliliktir. Bunun yanında hak ihlali oluşturmayacak bir aramanın nasıl olacağına dair de aşağıdaki esaslar benimsenmiştir:
- Personele, aradıkları kişilerin insan onuruna ve kişisel eşyalarına karşı saygılı davranmak suretiyle, herhangi bir firar veya suç eşyası gizleme teşebbüsünü ortaya çıkaracak ve önleyecek şekilde arama eğitimi verilmelidir.
- Aranan kişiler, arama yöntemleri nedeniyle küçük düşürülmemelidir.
- Kişiler sadece hemcinsleri olan personel tarafından aranmalıdır.
- Mahpusların beden boşluklarındaki aramalar cezaevi personelince yapılmamalıdır.
- Arama esnasında, mahrem yerler ile ağız, burun ve kulak içinde yapılacak inceleme sadece doktor tarafından yapılmalıdır.
- Araştırma teknikleri veya personele yönelik potansiyel tehlike buna engel değilse, şahsi eşyaları aranırken mahpuslar da hazır bulundurulmalıdır.
- Cezaevinin emniyet ve güvenliğinin sağlanması zorunluluğu ile ziyaretçilerin özel yaşamına saygı arasında denge kurulmalıdır.
- Yasal temsilciler, doktorlar, sosyal çalışanlar vb. gibi uzman ziyaretçilerin aranmasına ilişkin prosedürler; kurum emniyet ve güvenliği ile özel mesleki giriş hakkı arasında bir denge sağlanması için onların meslek kuruluşlarıyla anlaşmaya varılarak düzenlenmelidir. Görüldüğü üzere Avrupa Cezaevi Kurallarında genel ve çıplak aramanın nasıl ve kimler tarafından yapılması gerektiği ve en önemlisi bu aramanın insan onurunu kırıcı ve kötü muameleye dönüşmeden gerekli ve dikkat ve özen gösterilerek yapılması zorunluluğu vurgulanmıştır. Personel tarafından aranan kişilerin insan onuruna ve kişisel eşyalarına karşı saygılı davranılması, onların küçük düşürülmemesi ve özel yaşamlarına saygı gösterilmesi aramanın en temel ilkeleri olarak kabul edilmiştir.
Nelson Mandela Kuralları: Çıplak ve beden çukurlarında aramaya ilişkin esaslar, Belgenin 52. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre;
- Soyma ve beden çukurlarının aranması dâhil rahatsız edici aramalara, ancak mutlak bir gereklilik söz konusuysa başvurulur.
- Cezaevi idaresi, rahatsız edici aramalara uygun seçenekler geliştirmek ve kullanmak konusunda teşvik edilir.
- Rahatsız edici aramalar, özel olarak ve mahpusla aynı cinsiyete sahip eğitimli görevliler tarafından yürütülür.
- Beden boşluğu araması sadece yetkili sağlık görevlileri tarafından veya bunlardan başka, öncelikle mahpusların bakımı ile sorumlu ya da en azından hijyen, sağlık ve güvenlik standartları ile ilgili bir sağlık çalışanı tarafından uygun şekilde eğitilmiş görevlilerce yapılır. Diğer taraftan Nelson Mandela Kurallarının 60. maddesinde ise ziyaretçilerin aranmasına ilişkin esaslara yer verilmiştir. Buna göre ziyaretçilerin hapishaneye kabulü, ziyaretçinin aranmasına onay vermesi koşuluna bağlıdır. Ziyaretçi, herhangi bir zamanda onayını geri çekebilir, bu durumda hapishane idaresi, erişimi reddedebilir. Ayrıca ziyaretçilerin aranma ve giriş usulleri aşağılayıcı olamaz ve en azından 50 ila 52. maddelerde belirtilen kurallar kadar koruyucu ilkelere tabii olurlar.
Ağız içi arama hakkında yukarıda da açıkladığımız üzere ulusal mevzuatımız ile Yargıtay içtihatları uluslararası mevzuat ve uygulamalara aykırıdır. Türkiye bu konudaki yasal mevzuatını taraf olduğu uluslararası sözleşmelere uygun hale getirmesi gerekmektedir.
G) “ ÖZEL VE AİLE HAYATINA SAYGI HAKKI” BAĞLAMINDA MAHPUSUN SEVKİ
Türkiye’ de mahpusun ailesinden uzak bir ceza infaz kurumunda tutulması önemli bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. İkameti Kars ili olan bir hükümlü veya tutuklunun Tekirdağ ilinde bulunan bir ceza infaz kurumuna sevki uygulamada sıklıkla rastlanılan bir durumdur. Mahpus yargılandığı mahkemeden yüzlerce kilometre uzaklıkta bulunan ceza infaz kurumlarına nakli ile duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği onlarca Anaysa Mahkemesi ile kararları sabittir. Aşağıda değindiğimiz ulusal ve uluslararası mevzuat kapsamında mahpusun naklinde özellikle Anayasa’nın 20. Maddesinde tanımlanan Özel ve Aile Hayatına Saygı Hakkının ihlal edilmemesi gerekmektedir.
- Ulusal Mevzuat ve Uygulama Bakımından Hükümlünün Sevki; Mahpusların nakline ilişkin esaslar 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un m. 53 ila 58. ve Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik’in (İnfaz Yönetmeliği) 126 ve devamı maddeleri ile Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif evleri Genel Müdürlüğü’nün 05.06.2015 tarihli ve “Ceza İnfaz Kurumlarının Tahsisi, Nakil İşlemleri ve Diğer Hükümler” konulu 167 sayılı Genelgesinde belirlenmiştir. Sayılan mevzuat kapsamında; mahpusun kendi isteği, disiplin gerekçeleri, zorunlu haller ve hastalık nedeniyle ile nakilleri Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ nün kararı ile mümkündür.
- Cezanın infazı sürecinde önemli konulardan biri de nakil talebi karara bağlanırken aile bütünlüğünün olabildiğince muhafaza edilmesi gerekliliğidir. Bu mahpusun ıslahı ve topluma kazandırılması noktasında önemli bir etkendir. Dolayısıyla aileye yakın olma gerekçesi ile yapılan isteğe bağlı nakil taleplerinin hassasiyetle incelenmesi gerekir. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi’nin Ahmet Kılıçelli (Başvuru Numarası: 2017/31069) kararında vurguladığı üzere aile hayatına saygı hakkı kapsamında, mahpusun aile hayatını sürdürmesini sağlamaya yönelik olarak devletin üstlenmesi gereken birtakım yükümlülükler ortaya çıkabilir. Söz konusu pozitif yükümlülükler somut olayın koşullarına göre tedbirler alınmasını ya da edimde bulunulmasını gerekli kılabilir. Benzer şekilde Mahkeme Mehmet Zahit Şahin (Başvuru Numarası: 2013/4708) kararında hükümlü ve tutukluların özel ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkının ceza infaz kurumu idaresinin hükümlü ve tutukluların ailesi ve yakınlarıyla temasını devam ettirecek önlemleri almasını da zorunlu kıldığını belirtmiştir. Mahpusun ailesi ile iletişimini kolaylaştırmak için onların ikamet yerinde veya oraya yakın bir kurum talep etmesi halinde değerlendirmenin öncelikli olarak bu noktada yapılması gerekir. Van’da ikamet eden bir ailenin İstanbul’da mahpus olan yakınlarını ziyaretlerinin yol giderleri ve mesafe itibariyle zahmetli ve masraflı olması kaçınılmazdır. Bu şekilde uzun mesafelerde aile bireylerinin açık veya kapalı görüşlere katılma oranı çok düşüktür. Bu nedenle aile bütünlüğünün ve iletişimin sağlanması ve ziyaretçi kabul hakkının etkin kullanılabilmesi bakımından mahpusun ailesine yakın bir yerde tutulması gerekir. Dolayısıyla bu tip nakil taleplerinin özellikle “İstekte bulunulan kurumda yer bulunmaması, kapsama gücü ve sınıfının uygun olmaması” gibi matbu gerekçelerle reddedilmemesi gerekir. Zira ziyaretçinin ailesi ve yakınından birinin mahpusu ziyaret etmesini zorlaştıracak nitelikte mahpusun uzak mesafedeki bir yerdeki cezaevinde kalmasının oluşturacağı maddi külfet ve sıkıntı esasen bu hakkın fiilen sınırlandırılması sonucunu doğurmaktadır. Ancak ülkemizde mahpus ile aile ikameti arasında binlerce km mesafeler bulunması sıkça rastlanmaktadır. Bu konuda gerek idari yargı ve infaz hâkimliği kanalıyla itirazlar ve akabinde "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kapsamında AYM’ye bireysel başvurular yapılmalıdır.
Uluslararası Mevzuat Bakımından Mahpusun Sevki:
- Mahpus ile ailesinin cezaevi sürecinde iletişimin kopmaması gerektiği bu konuda hazırlanan uluslararası belgelerde vurgulanmıştır. Bu bağlamda 9 Ekim 2003 tarihinde kabul edilen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin üye devletlere ömür boyu hapis ve diğer uzun süreli cezalara mahkûm olanların cezaevi idaresince yönetimi hakkında Rec (2003) 23 sayılı Tavsiye Kararı’nın “Ömür Boyu Hapis ve Diğer Uzun Süreli Mahkûmiyetin Zarar Verici Etkileriyle Başa Çıkma” başlıklı 22. maddesindeki düzenleme uyarınca aile bağlarının kopmaması için özel çaba gösterilmeli ve bu amaçla mahkûmlar mümkün olduğunca ailelerine veya yakın akrabalarına en yakın cezaevlerine yerleştirilmelidirler. Aynı şekilde 11 Ocak 2006 tarihinde kabul edilen Avrupa Cezaevi Kuralları hakkında Rec (2006) 2 sayılı Tavsiye Kararı’nın “Yerleştirme ve Barınma” kenar başlıklı bölümünün 17. maddesinde nakillerde ailenin korunması noktasında esas alınması gereken önemli kriterler belirlenmiştir. Buna göre;
- Tutuklular mümkün olduğunca evlerine veya sosyal rehabilitasyon yerlerine yakın cezaevlerine nakledilmelidirler. (17.1)
- Dağıtım devam eden cezai soruşturmaların, asayiş ve güvenliğin gerekleri ve tüm tutuklular için uygun rejim sağlanması ihtiyacı da dikkate alınarak yapılmalıdır. (17.2)
- İlk dağıtımlar ve sonraki nakiller konusunda mümkün olduğunca tutukluların görüşleri alınmalıdır. (17.3)
Grüldüğü üzere Avrupa Cezaevi Kurallarında ailenin korunması ve aile bireyleri ile mahpusun iletişiminin devamı noktasında gerekli kolaylıkların sağlanması gerektiği vurgulanmaktadır.
- Öte yandan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Üye Devletlere Yönelik Avrupa Cezaevi Kuralları Hakkındaki Rec (2006) 2 sayılı Tavsiye Kararına dair yaptığı yorumda önemli tespit ve tavsiyeler içermektedir. Bu tespitler sistematize edildiğinde şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır:
- Tutuklular ve aileleri için, bilhassa ebeveynlerini görmeye ihtiyaç duyan tutukluların çocukları için, gereksiz zorluklardan kaçınılmalı,
- Tutukluları nakletmek için güvenlik kategorileri kullanıldığında en az kısıtlayıcı kategoriler kullanılmalı,
- Dış dünyayla iletişimi kolaylaştırmak için, mümkün olduğunca evlerine veya topluma yeniden kazandırma merkezlerine yakın tutulmalı,
- Nakil konusunda nihai kararın makamlar tarafından verilmesine rağmen, mümkün olduğunca tutuklulara danışılmalı ve bulundukları makul başvurular dikkate alınmalı,
- İstisnai olarak, güvenlik ve emniyet gereklilikleri tutuklulara danışılmadan önce tahsis edilmelerini veya nakledilmelerini zorunlu kılıyorsa, danışma daha sonra yapılmalı ve bir tutuklunun farklı bir cezaevine nakledilmesi için iyi bir nedeni varsa, verilen kararın değiştirilmesi mümkün olmalı,
- Nakil işlemlerinin kaçınılmaz olabileceği ve bazı durumlarda bir tutuklunun menfaatine olabileceği kabul edilse de, art arda ve gereksiz şekilde yapılan nakil işlemlerinden kaçınılmalı,
- Nakil işleminin avantajları ve dezavantajları, bu işlem yapılmadan önce dikkatlice değerlendirilmelidir.
- Diğer taraftan Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 9 Aralık 1988 tarihli ve 43/173 sayılı kararıyla kabul edilen, “Herhangi Bir Şekilde Tutulan veya Hapsedilen Kişilerin Korunmasına İlişkin Prensipler Bütününün “Aile mensupları ve dış dünya ile iletişim kurma hakkı” başlıklı 19. maddesinde tutuklanan veya hapsedilen bir kimseye kanunda veya kanuna dayanan bir düzenlemede belirtilen makul şartlara ve sınırlamalara tabi olarak, özellikle aile üyeleri tarafından ziyaret edilebilme ve onlarla haberleşme gibi dış dünya ile iletişim kurabilmesi için kendisine yeterli imkân verilmesi gerekir. Aynı şekilde Belge’nin “İkametgâhına yakın bir yerde tutulma hakkı” başlıklı 20. maddesindeki düzenleme uyarınca da tutuklanan veya hapsedilen kişi talep ettiği takdirde, mümkün olduğu ölçüde ikamet ettiği yere makul uzaklıktaki bir tutukevinde veya hapishanede tutulmalıdır. Aynı şekilde Birleşmiş Milletler Mahpusların Islahı İçin Asgari Standart Kurallarının (Nelson Mandela Kuralları)59. Maddesinde de mahpusların mümkün olduğu ölçüde, evlerine veya sosyal iyileştirme yerlerine yakın cezaevlerine yerleştirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
- AİHM Kararların Avşar ve Tekin/Türkiye Kararında: cezaevi nakil taleplerinde ailenin korunması hakkının gerekliliğine özellikle vurgu yapılmıştır. Karara konu başvurucular, ailelerinin ikamet ettiği yere yakın bir cezaevine nakledilme taleplerinin reddedilmesinden dolayı Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında özel hayatlarının ve aile hayatlarının korunması hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir. Mahkeme’ye göre Sözleşme, tutuklulara tutukluluk yerlerini seçme hakkı tanımamakta ve tutuklunun ailesinden ayrılmasının ve uzaklaştırılmasını tutukluluğun kaçınılmaz sonuçları olarak görmektedir. Bununla birlikte, bir kişinin ailesinden uzak bir cezaevinde tutuklu bulunmasının bazı koşullarda aile hayatına bir müdahale teşkil edebilmektedir. Zira aile hayatının korunması için tutukluyu ziyaret etme imkânı temel bir faktördür. Bu tip uzak cezaevlerine yapılan nakiller her türlü ziyareti çok güç ve bazen imkânsız hale getirmektedir. Kararda başvuruculardan Avşar, Diyarbakır’da ikamet eden ailesinden 1400 km uzaklıkta bulunan Tekirdağ Cezaevinde; Tekin ise, Siirt’te ikamet eden ailesinden yaklaşık 1000 km uzaklıkta Kırıkkale Cezaevinde kalmaktadır. Davanın mevcut koşullarında başvurucuların yıllar boyunca ailelerinin ikamet yerlerinden binlerce kilometre uzakta bulunmalarının özel ve aile hayatına saygı haklarına bir müdahale teşkil ettiğinin kabulü gerekir denmektedir.
AİHM Kararların Gülmez/Türkiye Kararında: AİHM'e göre hükümlü ve tutukluların özel ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı, ceza infaz kurumu idaresinin hükümlü ve tutukluların ailesi ve yakınlarıyla temasını devam ettirecek önlemleri almasını zorunlu kılmaktadır (Messina/İtalya (No. 2), B. No: 25498/94, 28/9/2000, § 61; Ouinas/Fransa (k.k.), B. No: 13756/88, 12/3/1990; Kučera/Slovakya, B. No: 48666/99, 17/7/2007, § 127). Bu hakka getirilen sınırlamalar suç ve düzensizliğinin önlenmesi için güvenlik nedeniyle uygulamaya konulmuş olsa da haklı bir gerekçeye dayanmalıdır (Gülmez/Türkiye, B. No: 16330/02, 20/5/2008, § 46).
- da değinilen Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları birlikte değerlendirildiğinde mahpus, ailesinden uzak bir ceza infaz kurumuna sevk edilmemeli ve cezasının infazı ailesine yakın bir infaz kurumunda yapılmalıdır.
H) MAHPUSUN SÜRELİ VE SÜRESİZ YAYINLARDAN YARARLANMA HAKKI
Türkiye hapishanelerinde uzun yıllardır yayın ve kitap yasağı sorunu çözülememektedir. Bunun başlıca sebebi infaz kurumu yetkililerinin kendi düşünce ve dünya görüşlerine göre yayın ve kitap sınırlandırması getirmeleridir. Bir yayın veya kitaba mahkeme kararı ile yasaklanma gelmediği sürece temininde okunması veya okutulmasında bir yasadışı durum söz konusu değildir. Kaldı ki 5275 Sayılı Yasanın 62/1. Maddesi “Hükümlü, mahkemelerce yasaklanmamış olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek yararlanma hakkına sahiptir.” temel kuraldır. Bir kitabın veya yayının sakıncalı olup olmadığı konusunda ise aynı maddenin 3. Fıkrasında kurumun düzenini açıkça tehlikeye düşüren bir yazı veya kitaptan bahsedilmektedir. Bu durumdan bahsedebilmek için tehlikenin açık, anlaşılabilir, yakın olması gerekmektedir. Aksi halde tüm yayınların, kurumun düzenini tehlikeye düşürdüğü savı ile yasaklanması gündeme gelecektir ki bu durumun da anayasallık sorunu taşıdığı açıktır.
AYM’ ye Göre Mahpusun İnfaz Kurumlarına Kitap ve Yayına Ulaşabilmesi: Abdullah ÖCALAN’ a kitapları verilmemesi üzerine yapılan 2013/409 başvuru numaralı Abdullah Öcalan Başvurusunda ; “kitap bir bütün olarak incelendiğinde şiddeti övdüğü, başvurucunun kavramsallaştırmasına göre “önümüzdeki süreçte” kişileri terör yöntemlerini benimsemeye başka bir deyişle şiddet kullanmaya, nefrete, intikam almaya veya silahlı direnişe tahrik ve teşvik ettiği yönünde değerlendirilmemiştir. Aksine, bir süredir güvenlik güçleri ile silahlı çatışmaların olmadığı bir ortamda başvurucu, kendi bakış açısıyla Kürt meselesini analiz etmekte; silahlı çatışmaya son verilmesini ve demokratik çözüm konusunda uzlaşılmasını talep etmektedir. Başvurucunun kitapta dile getirdiği meseleler gibi kamunun çıkarlarına ilişkin siyasi açıklamalar veya toplumsal sorunlara ilişkin tartışmaların sınırlanmasında kamusal yetki kullanan makamların çok dar bir takdir aralığı olduğuna işaret etmek gerekir. Kamu otoriteleri veya toplumun bir kesimi için hoş olmayan düşüncelere, şiddeti teşvik etmediği, terör eylemlerini haklı göstermediği ve nefret duygusunun oluşmasını desteklemediği sürece sınırlama getirilemez. Bu sebeple, başvuruya konu kitabın toplatılmasına gerekçe gösterilen nedenlerin başvurucunun düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ve bu kapsamda basın özgürlüğüne yönelik müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır. “ denmektedir.
Anayasa Mahkemesi İbrahim Bilmez başvurusunda da “hakkında herhangi bir yasaklama kararı olmayan herkesin erişebileceği bir derginin, PKK terör örgütü lideri Öcalan’ın ceza infaz kurumuna girdikten sonra yazmış olduğu eserden alıntılara yer vermesi nedeniyle adı geçeni ve terör örgütünü öven ve meşru göstererek kurumun güvenliğini tehlikeye soktuğundan bahisle eğitim kurulunca yasaklanarak mahpusun erişimine izin verilmemesinde; “Başvuruya konu olayda, “cezaevi güvenliği” başlığı altında somutlaşmış olan “kamu düzeninin korunması” meşru amacı çerçevesinde, başvurucunun Dergiye erişimi engellenmiştir. Gerçekten, Derginin 72 ilâ 77. sayfalarındaki makale incelendiğinde, yazarın, terör örgütünün yürüttüğü şiddet içeren silahlı faaliyetlerini, “Kürt Özgürlük Hareketi” olarak nitelendirdiği, bu kapsamda yapılan silahlı şiddet eylemlerini meşrulaştıran ifadeler kullandığı ve terör örgütünün toplumun değişik tabakalarını hedef alan illegal yapılanmalarını övdüğü anlaşılmaktadır” belirlemesi yapmakla beraber hak ihlali kararı vermiştir. Zira “ tüm bunlara rağmen, Ceza İnfaz Kurumunun iç güvenliğinden sorumlu kamu otoritesinin bir parçası olan Eğitim Kurulunun müdahale oluşturan kararının gerekçesinden, Derginin başvurucuya ulaştırılmasına izin verilmesinin, Kurum güvenliği bakımından ne tür somut risk ve tehlikeler taşıdığı anlaşılamamaktadır. Bu bağlamda, anılan kararda dayanılan, Dergide Abdullah Öcalan’ın kitaplarından alıntılar yapılması (kıyasen bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 101), adı geçeni ve terör örgütünü övücü, meşrulaştırıcı ifade ve yorumlara yer verilmesi olarak ifade edilen gerekçelerin, “cezaevi güvenliği” bağlamında “ilgili ve yeterli” olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla, Dergiye erişiminin engellenmesi suretiyle başvurucunun haber veya fikirlere ulaşma hakkına getirilen kısıtlamanın, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun ve hedeflenen meşru amaçlarla orantılı olduğu kanaatine ulaşılamamıştır” gerekçesiyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.” Denmektedir. (AYM, İbrahim Bilmez, B. No: 2013/434, T. 26/02/2015, §§ 84, 85.)
AİHM’ e Göre Mahpusun İnfaz Kurumlarına Kitap ve Yayına Ulaşabilmesi: AİHM Yüksek Mahkeme sorunu kanunilik ilkesi açısından da incelemiş ve 62. madde düzenlemesinin yayınların resmi dil dışında bir dilde olması sebebiyle tutuklu ve hükümlülere verilmesine kısıtlama getirilebileceği yönünde belirleme içermediği ve gerekçede de talebin 62/3 gereğince reddedildiğine ilişkin belirleme olmaması nedenleriyle yasa ile öngörülme şartını karşılamadığını belirtmiştir. AİHM, tutuklu olan başvuranın talep ettiği Kürtçe gazetenin verilmemesinin, haber ve bilgiye ulaşımın engellenmesi şeklinde müdahale olduğunu, yasa ile öngörülmediğini, dolayısıyla da başvuranın ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine karar vermiştir. (YÜKSEK, s. 127.)
Uygulamada, yabancı yayınların mahpuslara ulaştırılmasında sorun yaşandığı, bu yayınların denetimini yapacak personel bulunmaması gerekçesi ile çoğu kez yayın talebinin reddedildiği belirtilmekteydi. Nitekim AİHM’e yapılan bir başvuruda mahkeme herhangi bir gerekçe gösterilmeden reddedilen taleple ilgili hak ihlali kararı vermiştir. Olayda “Bolu F tipi cezaevinde tutuklu olan başvuranın, Kürtçe yayınlanan Azadiye Welad gazetesinin kendilerine verilmesi yönündeki taleplerini inceleyen cezaevi eğitim kurulu, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’un 62. maddesinin 3. fıkrasındaki “Kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, fotoğraf ve yorumları kapsayan hiçbir yayın hükümlüye verilmez” hükmüne dayanarak söz konusu gazetenin Kürtçe yazıldığını ve ceza infaz kurumunda Kürtçe bilen personel bulunmadığını, bu gazetenin çevirisinin yapılamadığını bu sebeple gazetenin içeriğinin 5275 sayılı yasanın 62. maddesinin 3. fıkrasındaki şartlara uygun olup olmadığını denetleyemediğini belirterek gazetenin verilmesi talebini reddetmiştir. Başvuranın bu karara karşı yaptığı itirazlar da adli makamlarca reddedilmiştir. Başvuran, söz konusu Kürtçe yayın yapan gazetenin Türkiye’de serbestçe satıldığını ve herhangi bir toplatma kararının bulunmadığını, gazetenin çevirisini yapamadığını belirten eğitim kurulunun içeriğini bilmeden ve sakıncalı olduğu yönünde bir tespitte bulunmadan talebini reddettiğini belirterek ifade özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesi ile AİHM’e başvurmuştur. AİHM yaptığı inceleme sonunda, tutuklu ve mahpusların özgürlük hakkı dışında AHİS’in güvence altına aldığı diğer tüm hak ve özgürlüklerden yararlanmaya devam edeceklerini, talep ettiği gazetenin verilmemesinin başvuranın haber ve bilgi alma hakkını içeren ifade özgürlüğüne bir müdahale niteliğinde olduğunu belirtmiştir.
Kanun koyucu 14/4/2020 tarihinde 7242 sayılı Kanun’la 62. maddenin 4. fıkrasına eklediği hükümle yabancı dilde yayımlanmış dergilerden hükümlülerin yararlanıp yararlanamayacağına ilişkin meselelerde keyfiliği engelleyecek bir mekanizma öngörmüş ve söz konusu dergilerin ceza infaz kurumuna alınmasında bir sakınca olup olmadığına ilişkin değerlendirmenin yerel otoritelerce değil, daha geniş imkânlara sahip olan Adalet Bakanlığınca yapılacağını düzenlemiştir.
18.06.2024 Tarihli Aktaş v. Türkiye Davası: Abdullah Öcalan ile birlikte İmralı Cezaevi’nde tutulan Veysi Aktaş’a 2015 yılında gönderilen 5 ciltlik kitap seti, İmralı Cezaevi Eğitim Kurulu tarafından “yasak” denilerek verilmemiştir. Aktaş’ın yaptığı itirazların reddedilmesi üzerine dosya AİHM’e taşınmıştır. AİHM, “ifade özgürlüğünün ihlal edildiği” gerekçesiyle yapılan başvuruyu 18 Haziran’da karara bağlamıştır. “Aktaş v. Türkiye Davası” adlı kararda, Aktaş’ın “ifade özgürlüğünün ihlal edildiği” vurgulanmıştır. Kitapların verilmemesini “Aktaş’ın fikir ve bilgi alma hakkının engellenmesi” olarak değerlendiren mahkeme, ayrıca Türkiye’nin 3 ay içerisinde ödenmesi koşuluyla 1000 Euro ödemesine hükmetmiştir.
AYM ve AİHM içtihatlarında Ceza İnfaz Kurumunun iç güvenliğinden sorumlu kamu otoritesinin bir parçası olan Eğitim Kurulunun müdahale oluşturan kararında Kurum güvenliği bakımından ne tür somut risk ve tehlikeler taşıdığı tartışılmalı ve somut olarak ortaya konulmalıdır. Asıl olan mahpusun mahkeme kararı ile yasaklanmayan her türlü yayın ve kitaba ulaşmasıdır. Ceza İnfaz Kurumları bir yayın veya kitabın mahpusa verilmemesi gerektiğine karar verirse; bu kararında mutlaka kamu düzenini bozma konusunda yakın, denetlenebilir ve anlaşılabilir bir tehlikelinin varlığı şarttır.