Duyurular
CEZA HUKUKU YARGILAMALARINDA KADINA YÖNELİK ŞİDDET VE ERİL YARGI PRATİKLERİ RAPORU, Kadına yönelik şiddet,kadın davaları,eril yargı
04.12.2024

CEZA HUKUKU YARGILAMALARINDA KADINA YÖNELİK ŞİDDET VE ERİL YARGI PRATİKLERİ RAPORU

KASIM 2024

İÇİNDEKİLER:

A. GİRİŞ VE AMAÇ 

B. YÖNTEM 

C. DEĞERLENDİRME 

C-1. KADIN CİNAYETLERİ

C-1.1. Şüpheli Ölümler

C-1.2. Haksız Tahrik İndirimleri

C-1.3. Takdiri İndirim

C-2. CİNSEL ŞİDDET

C-3. ÇIPLAK ARAMA

C-4. FİZİKSEL ŞİDDET

C-5. ÜNİFORMALI ŞİDDETİ VE CEZASIZLIK

C-6. STKLARIN DAVALARA KATILMA TALEPLERİ

C-7. KADIN HAKLARI SAVUNUCULARINA YÖNELİK YARGISAL ŞİDDET

D. SONUÇ VE ÖNERİLER

E. KAYNAKÇA

 

 

A. GİRİŞ VE AMAÇ

Özgürlük İçin Hukukçular Derneği Kadın Komisyonu, eril yargı pratiklerine karşı kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesi ilkelerini esas alarak toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda politika üretip bu politikaların hukuki mücadelesini vermektedir. İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere kadın mücadelesinin kazanımlarına yönelik saldırılara karşı örgütlü kadın mücadelesini öncelemektedir. Cinsiyet kimliği ve özel savaş politikaları sebebiyle kadınların uğradıkları şiddet, istismar, cinsel saldırı ve ayrımcılık konularına ilişkin yargılama süreçlerinde hukuki destek sağlamakta ve cezasızlık politikalarına karşı mücadele yürütmektedir.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında ÖHD Kadın Komisyonu olarak takip ettiğimiz kadına yönelik şiddete dair ceza davaları ve kadın hakları savunucularına yönelik ceza davalarına dair gözlemlerimizi paylaşmak ve bu bağlamda eril yargı pratiklerini teşhir etmek, yargılamalardaki ihlallerin tespiti, yetki ve sorumluluğu olan merci ve kurumların bu ihlalleri sonlandırmasına yönelik harekete geçmelerini sağlamak, ihlallere ilişkin etkili soruşturma yürütülmesine ve kadına yönelik şiddetin önlenmesine katkı sağlamak, yargılama süreçlerinde cinsiyete duyarlı yaklaşımlar oluşturulmasına rehberlik etmek ve kamuoyunun dikkatine sunmak amacıyla bu rapor hazırlanmıştır. Bu amaçla kadına yönelik şiddete dair ceza davaları, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği Kadın Komisyonu üyeleri tarafından gözlemlenmiş, davalar takip edilmiş, gözlemler ve tespitler raporlaştırılmıştır.

 

B. YÖNTEM

Bu raporda Özgürlük İçin Hukukçular Derneğinin kurulduğu Kasım 2019 yılından bu yana çeşitli zamanlarda kurulmuş olan İstanbul, Diyarbakır, Ankara, Van, Mersin, İzmir, Urfa, Bursa, Hakkâri, Batman, Antep ve Mardin’de şubelerimiz ile Antalya, Şırnak, Adıyaman temsilciliklerimiz tarafından mağdur veya mağdur yakınları tarafından başvuru ile veya üyelerimiz tarafından takip edilen kadına yönelik şiddete dair ceza davaları ile kadın hakları savunucularına yönelik ceza davalarına yer verilmiştir.  Bu kapsamda derneğimiz tarafından takip edilen 16 kadın cinayeti, 1 şüpheli ölüm, 2 öldürmeye teşebbüs, 7 cinsel saldırı, 2 çıplak arama, 2 fiziksel şiddet ve 10 kadın hakları savunucularına yönelik yargılama olmak üzere 40 ceza dosyası üzerinden değerlendirmeler yapılmıştır. Dosyalardaki isimlere ve bir kısım ayrıntılara kişisel verilerin korunması amacıyla açıkça yer verilmemiştir.

 

C. DEĞERLENDİRME

Kadınlara yalnızca kadın oldukları için uygulanan ayrımcılık ve şiddet, tarih boyunca toplumsal cinsiyet bakış açısı ile olağan bir tutum olarak görülmüş, sorun olarak nitelendirilmemiş, kadınların mücadelesi sonucunda kadına yönelik şiddet bir hak ihlali olarak tanımlanmıştır. Kadına karşı erkek şiddetinin tanımlanması, erkek şiddetiyle politik ve hukuksal olarak mücadele edecek mekanizmaların oluşturulmasının bir şartıdır. Cinsiyet temelli ayrımcılığın ve bundan kaynaklı kadına karşı erkek şiddetinin tanımı bakımından CEDAW, kadına karşı ayrımcılığı, “Kadınların medeni durumlarına bakılmaksızın ve kadın ile erkek eşitliğine dayalı olarak politik, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni veya diğer alanlardaki insan hakları ve temel özgürlüklerinin tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran veya bunu amaçlayan ve cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayrım, mahrumiyet veya kısıtlama” olarak tarif etmiştir.

CEDAW Komitesi’nin 19 No’lu Genel Tavsiyesi’nde kadına karşı şiddetin bir ayrımcılık olduğu vurgulanmış̧ ve Sözleşme’nin denetim alanına girdiği açıkça ortaya konmuştur. Bu durum Genel Tavsiye’de “Ayrımcılık tanımı kadına kadın olduğu için yöneltilen veya kadınları orantısız şekilde etkileyen toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti içermektedir. Bu, bedensel, zihinsel veya cinsel bakımdan zarar veya acı veren eylemler, bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama ve diğer özgürlükten yoksun bırakma şekillerini içermektedir. Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, Sözleşme’nin belirli hükümlerinin açıkça şiddetten söz edip etmediğine bakılmaksızın söz konusu hükümleri ihlal edebilir” şeklinde ifade edilmiştir.

Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesinde (İstanbul Sözleşmesi) “(..)ister kamu ister özel yaşamda meydana gelsinler, söz konusu eylemlerde bulunma tehdidi, zorlama veya özgürlüğün rastgele bir biçimde kısıtlanması da dahil olmak üzere, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar ve acı verilmesi sonucunu doğuracak toplumsal cinsiyete dayalı tüm şiddet eylemleri” şeklinde yer almıştır.

Türkiye’de 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunda kadına şiddet, “Kadınlara, yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya kadınları etkileyen cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile kadının insan hakları ihlaline yol açan ve bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan her türlü tutum ve davranış” olarak tanımlanmıştır. Kanun şiddeti ise “Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı” olarak genişletmiştir. Yasa sadece fiziksel şiddete değinmemiş, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen ….. davranış, diyerek açıklamıştır.

Kadına yönelik eril şiddet, kadınların özel ve kamusal alanda tabiiyet ilişkisinin sürdürülmesi için tüm dünyada kullanılan ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve cinsiyet temelli ayrımcılığa yol açan bir araçtır. Eril şiddet, diğer şiddet türleriyle ilişkili olmakla birlikte evrensel ataerkil ideolojinin normalleştirdiği erkek egemenliğinin doğal bir aracı olarak tarihte benzeri olmayan bir niteliğe sahiptir. Kadına şiddet, esas itibariyle ataerkil yapının farklı ekonomik ve sosyal koşullarla eklemlenmesi ve farklı biçimlere bürünmesi ile erkek egemenliğinin devamlılığını sağlar ve çoğu kez toplumsal onay ve yasalarla da desteklenerek pekişir. Bu noktada hukukun ve hukuk uygulayıcılarının kadına yönelik şiddete karşı üstlendikleri misyonu ne kadar yerine getirdiğini tartışmak gerekmektedir.

Hukuk, toplumdaki kültürel normlar gibi kadına yönelik şiddeti başlıca meşrulaştırma vasıtası olmuştur. Hukuk toplumun kültürel değerleri ve geleneksel anlayışını gözeterek yasalarını oluşturabildiği gibi aynı zamanda yasa koyucular da içinde bulundukları toplumun değer yargılarını hukuka yansıtabilmektedirler. Toplumsal yapıyı belirleyen ataerkil kültür varlığını sürdürmek için töre, gelenek, din gibi nedenlere sığınarak, toplumun ve bazı durumlarda yasaların da onayıyla “şiddet” kullanır. Ataerkil sistem gücünü fiziksel, sosyal ekonomik, siyasal bütün kaynaklara sahip olmasından alır ve bu gücü devam ettirebilmek için hukuktan en yüksek oranda faydalanır. Bu anlamda hukukun açıkça eşitliğe aykırı normlar oluşturup, kadını ikincilleştirip, bağımlı kıldığı görülmüştür. Hukukun bu şekilde ataerkil ideolojiyi yansıtmasının başlıca nedeni, hukuku yapanların ve uygulayanların hep erkek olmasıdır. Bu anlamda hukuk erkek bakış açısını yansıtmıştır. Oldukça uzun bir süre erkek bakış açısıyla sadece kamusal alandaki şiddet suç sayılmış, kadınlar daha çok kapatıldıkları ev olan özel alanda yer aldığı için kadına yönelik şiddet suç sayılmamıştır. Kamusal alanda kadına yönelik suçlar da, erkek üzerinden tanımlanmış ve kadınlıkla ilişkilendirilmemiştir. Kadının ceza hukukundaki konumu toplumsal cinsiyet ve hukuk ilişkisinde en belirgin sorunlu alanlardan biridir. Günümüzde hukukun ataerkil ideolojiyi yansıtan bu görünümünde uzaklaşmaya başlayıp, eşitliğe doğru düzenlemeler yapması aşaması söz konusudur. Her ne kadar, hukuki değişim önemli bir adım olsa da toplumsal bilincin alt yapısını değiştirmek üzere nitelikli adımlar atılmadığı sürece tam bir dönüşüm sağlamak mümkün olmamaktadır.

Son yıllarda Türkiye ve Kürdistan’da yükselen kadın mücadelesi sonucunda kadınlar birçok yasal kazanım elde ederken mevcut yasal düzenlemelerin yeterli olduğu ve aileyi yıktığı gerekçesi ile İstanbul Sözleşmesi gibi önemli bir uluslararası sözleşme 20 Mart 2021 tarihinde Cumhurbaşkanının tek taraflı imzası ile feshedilmiştir. Hukuk kültürünün kadınların aleyhine işleyen ataerkil bir örüntü olduğu göz önünde bulundurulduğunda kanunları değiştirmenin adaletsizliği ortadan kaldırmaya yetmeyeceği açıkça anlaşılmaktadır. Nitekim yargısal değişikliklere rağmen kadına yönelik şiddet davalarında yargının tutumu, cezaların caydırıcılığı, mağdur odaklı bir yaklaşımın eksikliği ve sürecin uzunluğu gibi olgular sorunların artarak devam ettiğini göstermektedir. Hukuk uygulayıcılarının erkek egemen bakış̧ açıları ve bu durumun hukuki uygulamalara etkisi, erkek şiddetine karşı mücadelede önemi yadsınamayacak bir konu. Hukuk uygulayıcıların bakış̧ açıları, kanunların yeterli olup olmadığı ve uygulanıp uygulanmadığı, kanunlar ile uygulama arasındaki farklılıklar ve uygulamadan kaynaklanan problemler üzerinde durmaya çalıştık.

 

C-1. KADIN CİNAYETLERİ

Kadına yönelik şiddet, cinsiyete dayalı ayrımcılık ile ilişkili toplumsal bir sorundur. Bu şiddetin ulaştığı en uç noktanın bir yansıması ise kadın cinayetleridir. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun senelik raporlarına göre, 2019 yılında 115’i şüpheli ölüm olmak üzere toplamda 474 kadın cinayeti, 2020 yılında 171’i şüpheli ölüm olmak üzere toplamda 471 kadın cinayeti, 2021 yılında 217’si şüpheli ölüm olmak üzere toplamda 497 kadın cinayeti, 2022 yılında 245’i şüpheli ölüm olmak üzere toplamda 579 kadın cinayeti, 2023 yılında 248’i şüpheli ölüm olmak üzere toplamda 563 kadın cinayeti, 2024 yılının ilk 10 ayında 207’si şüpheli ölüm olmak üzere toplamda 550 kadın cinayeti gerçekleşmiştir. Bu tablodan anlaşıldığı üzere cins Kırım boyutuna varan kadın cinayetleri münferit olaylar olarak değil, sistematik bir toplumsal sorun olarak ele alınmalıdır.

Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri, hukuk ve kamu yönetimi açısından önemli bir insan hakları ihlali alanı oluşturmaktadır. Bu nedenle de devletin koruyucu/önleyici tedbirler alma yükümlülüğü bulunmaktadır. Söz konusu yükümlülükler gerek uluslararası sözleşmeler gerekse iç hukukta ayrıntılı olarak düzenlenmektedir. Ancak bazı durumlarda koruyucu/önleyici tedbirler etkin bir şekilde uygulanmaması, ceza yargılamalarında yargının tutumu, cezaların caydırıcı olmaması, mağdur odaklı bir yaklaşımın eksikliği, eril bakış açısı ve sürecin uzunluğu gibi nedenlerle başka kadın cinayetlerinin yaşanmasına imkan tanınmaktadır. Kadın cinayetlerine dair olan soruşturma ve kovuşturma aşamalarındaki yargı pratiklerine bakıldığında caydırıcı olmasını beklediğimiz bu süreçlerin çoğunlukla erkek faili koruyan, aklayan, gerçek bir adalet anlayışından uzak olduğu gözlemlenmektedir. Rapor kapsamında ÖHD Kadın Komisyonu olarak takip ettiğimiz 19 kadın cinayeti dosyası ele alınmıştır. Bu dosyaların 16’sı kadın cinayeti, 2’si öldürmeye teşebbüs, 1’i ise şüpheli ölüm olarak kayıtlara geçmiştir. Bu dosyalar kapsamında ceza davalarındaki suçların nitelendirilmesi, aile meclisi/töre saiki iddialarının etkili soruşturulmaması, haksız tahrik ve takdiri indirim uygulamaları, özel savaş politikaların kapsamında üniformalıların korunması, cinayetin işlenmesini önleme sorumluluğu olan kamu kurum ve kişileri hakkında yargı süreçleri işletilmemesi, şüpheli ölümlerin aydınlatılması noktasında etkili soruşturma yürütülmemesi gibi yargı pratikleri ele alınacaktır.

Kadın cinayeti ve kasten öldürmeye teşebbüs dosyalarında tespit ettiğimiz en dikkat çekici noktalardan biri suç nitelemesine ilişkin eril bakış açısıdır. Kadın cinayetleri kasten öldürme suçu kapsamında değerlendirilmektedir. Kasten öldürme suçunun temel şekli TCK md. 81’de, nitelikli şekli de TCK md.82’de düzenlenmiştir. Kadın cinayetleri öldürme eyleminin kadına karşı olması nedeniyle nitelikli olmasıyla birlikte, eşe karşı olması, tasarlayarak olması, canavarca hisle veya eziyet çektirerek olması gibi haller nedeniyle de nitelikli hale gelmektedir. Kadın cinayetlerindeki faklı nitelikli hallerin yargı kararları sonucunda özenle tespiti yargılama süreçlerinin ve cezalarının caydırıcı etki yaratması, erkek şiddetinin ulaştığı boyutun teşhiri, kadın odaklı bakış açısının yerleşmesi ve toplumsal duyarlılık yaratması bakımından oldukça önemlidir. TCK’nın 82. Maddesinde nitelikli haller ”Kasten öldürme suçunun; a) Tasarlayarak, b) Canavarca hisle veya eziyet çektirerek, c) Yangın, su baskını, tahrip, batırma veya bombalama ya da nükleer, biyolojik veya kimyasal silah kullanmak suretiyle, d) Üstsoy veya altsoydan birine ya da eş, boşandığı eş veya kardeşe karşı, e) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, f) Kadına karşı, g) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle, h) Bir suçu gizlemek, delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak ya da yakalanmamak amacıyla, i) Bir suçu işleyememekten dolayı duyduğu infialle, j) Kan gütme saikiyle, k) Töre saikiyle, İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” Şeklinde düzenlenmiştir.

Takip ettiğimiz kadın cinayetleri dosyalarındaki mevcut deliller ve toplumda şahit olduğumuz, medyadan haberdar olduğumuz genel olarak tüm kadın cinayetlerinin işleniş şekilleri göz önünde bulundurulduğunda failin cinayeti işleme kararını bir anda almadığı, tasarlayarak kadın cinayeti işlemeye karar verildiği anlaşılmaktadır. Tasarlama kavramının ne olduğu kanunda açıklanmadığından kavram Yargıtay kararları ile açıklığa kavuşmuştur. Tasarlama; ani kast türünün dışında kalmakta, düşünce kastına girmektedir. Hukuki niteliği öğretide tartışmalı ise de, Yargıtay’ın duraksamasız uygulamalarına göre, tasarlamadan bahsedilebilmesi için:

1-Failin bir kimsenin yaşam hakkı veya vücut bütünlüğüne karşı eylemde bulunmaya sebatla ve koşulsuz olarak karar vermesi,

2-Failin düşünüp planladığı suçu işlemeden önce makul bir süre geçmesine ve ulaştığı ruhi sükûnete rağmen bu kararından vazgeçmeyip sebat ve ısrarla fiilini icraya başlaması,

3-Failin gerçekleştirmeyi planladığı fiili, belirlenmiş kurgu dâhilinde icra etmesi gerekmektedir.

Tasarlama halinde fail, anında karar verip fiili işlememekte, suç işleme kararı ile fiilin icrası arasında sükûnetle düşünebilmeye yetecek kadar bir süre geçmektedir. Fail, bu süre içerisinde suçu işleyip işlememe konusunda düşünmekte ve suçu işlemekten vazgeçmemektedir.[1] Canavarca his, bir insan ölümünden zevk alınmasıdır. Mağdurun ölürken acı çekmesinden failin zevk alması ve fiilini buna göre icra etmesidir. Yargıtay kararları, canavarca hissi, toplumun ortak bilincinin ve vicdanın kabul edemeyeceği vahşi bir kötülük olarak tarif etmektedir. Eziyet çektirmek ise, mağdurun acı ve ızdırap duyması, acı çektirilerek zamana yayılmış bir şekilde mağdurun hayatına son verilmesidir.

Dosyalardaki mevcut delillere, olayların oluş şekline ve suçun işleniş şekline rağmen kadın cinayetlerindeki tasarlayarak öldürme ve canavarca hisle, eziyet çektirerek öldürme iddialarının yargı makamlarınca dikkate alınmaması erkeği koruyan bir yaklaşım olup yargıdaki eril bakış açısının bir tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır.

İzmir’de katledilen R.K davasında;[2] olaydan önce sanık K.K’nin R.K’yi tehdit ettiği ve R.K’nin uzaklaştırma kararı aldırdığı ortaya çıkan olayda, 28/04/2023 günü saat 07:00 sıralarında sanık K.K’nin maktulün çocukları ile birlikte ikamet ettiği evinin önüne gitmiş, maktul kızı ile birlikte saat 08:03'de ikametten çıkmış,  sokaktan döndüğü esnada sanık peşinden koşarak maktule yetişmiş ve tabanca ile 5 el ateş etmiş, maktule olay yerinde hayatını kaybetmiş. Dosyadaki mevcut deliller ve olayın oluş şeklinden sanığın tasarlayarak öldürme suçundan yargılanmasını gerektirirken bu durum dikkate alınmadan yalnızca kadına karşı kasten öldürme fıkrasından sanığın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Van’da katledilen D.T davasında[3]; 30 Ağustos 2020 tarihinde Gardiyan olan H.İ.S, eski kız arkadaşı olan, arkadaşlarıyla birlikte Van’a tatile gelen D.T’yi aracında ateşli silahla katletti, başta trafik kazası süsü vermeye çalışmıştır. Dosyadaki mevcut deliller ve olayın oluş şeklinden sanığın tasarlayarak öldürme suçundan yargılanmasını gerektirirken bu durum dikkate alınmadan yalnızca kasten öldürme suçundan ve takdiri indirim uygulanmak suretiyle sanığın 25 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Van’da katledilen M.I davasında[4]; Evli ve çocuklu, 25.04.2021 tarihinde sanığın iddiasına göre sanık E.I’nın başka kadınlarla görüşmesine dair bir tartışma yaşadıkları esnada, sanık ateşli silah ile maktülü öldürmüştür. Sanık ilk ifadesinde kaza ile öldürdüğünü, sonrasında ise erkeklik gururunun incittiği için öldürdüğünü ifade etmiştir. Dosyadaki mevcut deliller ve olayın oluş şeklinden sanığın tasarlayarak öldürme suçundan yargılanmasını gerektirirken bu durum dikkate alınmadan yalnızca Kadına ve Eşe Karşı Kasten Öldürme suçundan ve haksız tahrik indirimi uygulanmak suretiyle 24 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Mersin’de katledilen S.A davasında[5]; Daha önce eşini ve çocuklarını defalarca şiddete maruz bıraktığı, 11 yaşındaki çocuğuna şiddet uyguladığı için ceza alıp 6 ay cezaevinde kaldıktan sonra tahliye edilen Sanık B.C.A, eşi S.A’yı, ailesinin bahçesinde kahvaltı yaparlarken ailenin mutfağa gittiği sırada sandalyede oturan S.A’nın üzerine bir şarjörün tamamını boşaltmak suretiyle katletmiştir. Dosyadaki mevcut deliller ve olayın oluş şeklinden sanığın tasarlayarak öldürme suçundan yargılanmasını gerektirirken bu durum dikkate alınmadan yalnızca Kadına ve Eşe Karşı Kasten Öldürme suçundan yargılama devam ettirilmektedir.

Şırnak’ta katledilen F.B davasında[6]; Sanık A.B suçun işlendiği 19.08.2022 tarihinden bir sene öncesine kadar F.B ile aralarında bir gönül ilişkisinin başladığını, suç tarihinde buluştuklarını, tartışmaya başladıklarını, Hezil Çayı'na gittiklerini, aynı konu üzerinde tartıştıkları sırada maktule ağabeyini arayacağını söylemesi üzerine su almaya gideceği bahanesiyle maktulün yanından ayrıldığını, ikametine giderek ağabeyi olan Ramazan Babat'a ait kalaşnikof marka silahı aldığını ve maktulün yanına geldiğini, tekrar tartışmaya başladıkları sırada maktulün kendisine vurması üzerine yanında getirdiği ağabeyine ait kalaşnikof marka silahla hatırlamadığı sayıda maktule ateş ettiğini, maktulün birden fazla sayıda isabet alarak kayalık alana düştüğünü, maktulü bulunduğu yerden alıp Hezil Çayı içerisine attığını, silahı poşet içerisinde taşıdığını beyan etmiştir. Dosyadaki mevcut deliller ve olayın oluş şeklinden sanığın tasarlayarak öldürme suçundan yargılanmasını gerektirirken bu durum dikkate alınmadan yalnızca çocuğa karşı kasten öldürme fıkrasından sanığın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

İstanbul’da katledilen N.A davasında[7]; Sanık A.M.B. 30/01/2016 tarihinde, N.A’yı silahla öldürmüş ve haber merkezini arayarak bir kadını silahla yaraladığını söyleyip teslim olmuştur. "Tasarlayarak Öldürme, Ruhsatsız Ateşli Silahlarla Mermileri Satın Alma veya Taşıma veya Bulundurma" suçlaması ile sanık hakkında  "Şüphelinin gönül ilişkisi olan ve kendisinden ayrılmak istemeyen maktulü ikna edemediği takdirde öldürmeyi planladığı ve silahı bu nedenle yanına aldığı kanaatinin oluştuğu ve şüphelinin de maktule ateş ettiğini kabul ettiği. Böylece şüphelinin üzerine atılı suçu işlediği anlaşıldığından" gerekçesi ile iddianame hazırlanmış ve yerel mahkemece bu doğrultuda Tasarlayarak Kasten Öldürme suçundan sanığın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz aşamasında Yargıtay “yargılamaya konu somut olayda, sanığın öldürme kararını ne zaman aldığının ve belli bir hazırlıkla eylemlerini gerçekleştirdiğinin kesin olarak saptanamadığı, oluşan şüpheli durumun lehine yorumlanması gerektiği anlaşılmakla TCK’nin 81/1 maddesi uyarınca cezalandırılması gerektiği gözetilmeden, yanılgılı ve yetersiz gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması, Bozmayı gerektirmiş” şeklinde değerlendirme ile dosya bozularak yerel mahkemeye gönderilmiştir. Yerel mahkeme ilk kararında direnmiş ise de yerel mahkemenin direnme kararına karşı tekrardan bozma kararı verilmiştir. Tekrardan verilen bozma kararı sonrası Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi sanığın kasten öldürme suçu uyarınca ve takdiri indirim uygulanmak suretiyle 25 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Oldukça nadir rastlanacak bir şekilde yerel mahkemelerce kadın cinayetlerindeki tasarlama olgusunun kabulü bu dosya ile Yargıtay tarafından engellenmiştir. Yargıtay tarafından adeta söz konusu kararın emsal niteliğinde olması engellenmiş ve tasarlayarak öldürme olan dosyadaki suçun niteliği değiştirilmiştir. Yine yerel mahkemenin kararında ısrarı bu dosyanın emsal olabileceğini gösterirken Yargıtay'ın yeniden bozması ve kadın cinayeti dosyalarındaki eril bakış açısının bu süre zarfı içinde değişmediğinin en önemli göstergesidir.  

İstanbul’da katledilen P.B. davasında[8]; P.B çocuklarını görmek için evine gelen boşandığı T.S tarafından boğazı kesilerek katledilmiştir. Sanık ifadesinde düğünde giyeceği elbiseyi gösterince aralarında tartışma çıktığını, bir anda çok sinirlendiğini, silahımı çıkarak ateş ettiğini, ekmek bıçağı ile boğazını kestiğini beyan etmiştir. Yargılamasına yeni başlanan dosyada iddianame her ne kadar olması gerektiği gibi Eşe Karşı Tasarlayarak, Canavarca Hisle Öldürme suçundan sanığın cezalandırılması istenmiş olsa da mevcut eril yargı pratikleri göz önünde bulundurulduğunda bu dosyada da tüm nitelikli hallerden karar verilmeyeceği kaygısını taşıyoruz.

Şırnak’ta katledilen S.K davasında[9]; Şırnak Özel Harekât Ocakları Derneği Başkanı olan Sanık İ.B, S.K ile 2018 senesinde tanıştığını ve aralarında bir gönül ilişkisinin başladığını, ancak uzun süredir görüşmeyip 2022 yılında çarşıda karşılaşarak tekrar görüşmeye başladıklarını, olay günü 15.05.2022 tarihinde arabada bulundukları sırada tartıştıklarını ve kendisine özel görüntüleri nedeni ile şantaj yapıldığını, arabadan indikten sonra da kendisine hakaretlerde bulunduğunu bu nedenle kendisine hakim olamayarak yanındaki bıçakla katlettiğini, ardından sağ olup olmadığını bilmeden, arabasını temizlemek için bagajda taşıdığı benzin ile yaktığını ifade etmiştir. Dosyadaki mevcut deliller ve suçun işleniş şeklinden sanığın tasarlayarak ve canavarca hisle eziyet çektirerek öldürme suçundan yargılanmasını gerektirirken bu durum dikkate alınmadan yalnızca kadına karşı kasten öldürme fıkrasından sanığın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.  

Yargı kararlarına yansımayan bir diğer nitelikli hal ise töre saikiyle işlenen kadın cinayetleridir. Fail suçun bu halini işlerken mağdurun töreye aykırı hareket ettiği ve töre kuralları gereği mağdurun hayatına son verilmesi gerektiği düşüncesiyle hareket etmektedir. Yargısal uygulamada “namus cinayeti” denilen insan öldürme şekli ile töre saikiyle insan öldürme şekli örtüşen ve ayrışan noktalara sahiptir. “Namus cinayeti” olarak adlandırılan her cinayet, yargısal uygulamada töre saikiyle işlenmiş cinayet olarak kabul edilmemektedir. “Namus Cinayetlerinde” suçun bireysel bir kararla değil de daha geniş bir çevrenin kararıyla işlendiği ortaya çıktığında, namus saikiyle işlenen fiile töre saikiyle öldürme suçunun cezası verilmektedir. Ancak tek kişinin kararı ile işlenen “Namus Cinayetleri” töre saiki olarak görülmeyip aynı zamanda TCK md. 29 uyarınca Haksız Tahrik indirimi konusu yapılabilmektedir. Töre saiki ile öldürme fiilinin düzenleniş şekli ve uygulanması itibariyle esasen temel sorun “namus cinayeti” kavramının tanımının yapılmaması ve farklı toplumsal aktörlerin kendi ahlâki değerleri/politik tercihleri ve toplumsal önyargıları ışığında bir çerçeve çizilmiş olmasıdır. “Namus cinayeti” konusunda ataerkil önyargılara dayanmadan toplumsal cinsiyet eşitliğini somutlaştırıp kadınların yaşam hakkını merkeze alarak hukuki düzenlemeler yapılmalıdır. Hukukun toplumsal düzeni sağlama, sürdürme ve toplumu modernleştirme işlevinin gerçekleşmesi, bu türden ataerkil pratiklere yaklaşımında somutlaşmaktadır. Bu nedenle de namus cinayetinin hukuk tarafından ne oranda toplumsal önyargılardan arındırılarak, hak ekseninde ele alındığı, ne oranda kadına yönelik toplumsal önyargıların hukukta daha da pekiştirildiği büyük önem taşımaktadır.

Muş’ta katledilen F.A davasında[10];  Muş'un Malazgirt ilçesinde yaşayan F.A, öldürülmeden önce eşi K.A’nın kardeşi S.A’nın kendisine tecavüz ettiğini söyleyerek 13 Temmuz 2020’de Konakkuran Jandarma Karakolu'na şikayette bulunmuş, Türkçe bilmeyen F.A'nın ifade işlemleri sırasında tercüman çağrılmadığı ve ifade işlemleri tamamlanmadan, gerekli önlemler alınmadan evine gönderildiği ortaya çıkmıştı. Aile Meclisinin aldığı kararla 14 Temmuz 2020'de evli olduğu K.A tarafından katledilmiştir. Cinsel saldırıya dair soruşturma başlatılmış ise de S.A hakkında takipsizlik kararı verilmiştir. Cinayetin töre saiki ile işlendiğine dair delil ve savunmalar dikkate alınmamış ve diğer aile üyeleri müşterek failler olarak dosyaya eklenmemiş, haklarında bir soruşturma yürütülmemiştir. Dosyadaki mevcut deliller ve olayın oluş şeklinden sanığın töre saikiyle öldürme suçundan yargılanmasını gerektirirken bu durum dikkate alınmadan yalnızca Tasarlayarak Eşe Karşı Kasten öldürme fıkrasından sanığın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Mersin’de katledilen P.B davasında[11]; Mersin'de yaşayan 26 yaşındaki P.B, imam nikahıyla birlikte yaşadığı Z.E tarafından aile meclisi kararıyla 3 Ağustos 2024’te katledilmiştir. Cinayetin ardından Z.E ve Mersin-Şırnak hattında cinayete adları karışan dört kişi hakkında da 'cinayete yardım etmek' ve 'delilleri karartmak' iddiasıyla Mersin 7. Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. Dosyaya ekleniş şekillerinden de açıkça anlaşılacağı üzere yardım etme ve delilleri karartma isnadıyla dosyada bulunan kişiler ve sanık aile meclisinin kararı sonucunda töre saikiyle P.B’yi katletmiş olmalarına rağmen iddianamede bu husus göz ardı edilerek yalnızca Kadına Karşı Kasten Öldürme suçundan yargılamaya başlanmıştır. Mevcut eril yargı pratikleri göz önünde bulundurulduğunda bu dosyada da tüm nitelikli hallerden karar verilmeyeceği endişesi taşıyoruz.

Kadın cinayetlerinde kaza veya intihar süsü verilerek yargı makamları yanıltmak oldukça sık rastladığımız bir fail erkek savunmasıdır, ancak yargı makamlarının cins kırım boyutuna varan ve toplumsal bir sorun haline gelen kadın cinayetlerini soruştururken daha dikkatli ve özenli yaklaşması gerekmektedir, fail erkeğin beyanına itibar edilerek etkili yürütülmeyen soruşturmalar sonucunda suç nitelendirmesi nedeniyle birçok kadın cinayeti faili cezasız bırakılabilmektedir.

Urfa’da katledilen A.A davasında; Sanık S.A. silahı temizlerken annesi olan A.A’yı öldürdüğünü beyan etmiştir. Siverek 1. Asliye Ceza Mahkemesinde Taksirle Ölüme Neden Olma suçundan yargılamaya başlanılmış, suç vasfı değişmiş ve görevsizlik kararı verilerek dosya ağır ceza mahkemesine gönderilmiştir. Bu dosyada da yargının delilleri araştırmayan, fail erkeğin beyanına itibar eden eril yaklaşımı sonucunda bir kadının kasten öldürüldüğü iddiası ilk aşamada görmezden gelinmiş, erkeğin cezasız kalması endişesi yaratılmıştır. Kadın hakları savunucularının sahiplenmesi ve savunmanlık yapılmasıyla yargılama sonucunda suçun işlendiği zaman, yer ile sanığın kasta dayalı kusurunun ağırlığı göz önüne alınarak sanığın Kadına Karşı Kasten Öldürme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Kadın cinayetlerinde yargı kararlarına yansıyan suç nitelendirme yanlışlıklarından biri de ölümle sonuçlanmamış kadın cinayeti girişimlerinin faillerinin “Kasten Yaralama” suçundan yargılanmasıdır. Kasten öldürmeye teşebbüs suçundan yargılanmaları gereken faillerin yargının eril bakış açısıyla kasten yaralama gibi cezası oldukça az bir suçtan yargılanmalarıyla, kadınların hayatta kalmış olabilmesi ile adeta erkek failler ödüllendirilmektedir. Bu noktada ÖHD’nin ve diğer kadın kurumlarının dosyayı sahiplenmesi, yargıdaki eril bakış açısını ortaya çıkaran savunmalar geliştirmesi sonucunda birçok dosyadaki yargısal tutumlar değişmektedir, bu açıdan kadın kurumlarının kadına yönelik şiddet dosyalarındaki iddia makamının yanında yer alarak maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasında ne kadar önemli bir yer tuttuğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

Mersin’de katledilmeye çalışılan B.K davasında; Taraflar boşanmış olmasına rağmen sanık Ö.K, kendisini aldattığı gerekçesiyle mağdurun evini basarak 14 yerinden bıçaklamak suretiyle katletmeye çalışmıştır. Mağdurun komşusunun polise haber vermesiyle kaçmaya çalışan sanık yakalanmış, mağdur ise dava sonuna kadar süren uzun tedavi süreçleri yaşamıştır. Önce yaralamadan düzenlenen iddianame itiraz üzerine kasten öldürmeye teşebbüs olarak hazırlanmış ve sanık Ö.K Boşandığı Eşe Karşı Kasten Öldürmeye teşebbüs suçundan cezalandırılmıştır.

Hakkari’de katledilmeye çalışılan R.A davasında; Eşi tarafından çalıştıkları yer olan Yüksekova Devlet Hastanesinde neşter ile boğazını keserek öldürmeye teşebbüs edilmiştir. Asliye Ceza Mahkemesinde yaralama suçu ile yargılanmaya başlanmış, yapılan itirazlar sonucu suçun vasfı değiştirilerek, dosya kasten öldürmeye teşebbüs suçuna dönüşerek Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir.

Söz konusu her iki dosyada da yargı makamlarının ilk aşamada eril bir bakış açısı ile fail erkeğin beyanını esas alan yaklaşımı sonucunda failin cezasızlıkla ödüllendirilebileceği endişesi doğmuş, kadın kurumlarının dosyayı sahiplenmesi ve eril yargı pratiklerini savunmaları ile teşhir etmesi sonucunda bu yaklaşımlar bertaraf edilerek sanığın işleme kastı olan suçtan cezalandırılması sağlanmıştır.

Kadın cinayetleri davalarında soruşturma işlemlerinin eksik yürütülmesi, sanıkların tutuklanması ve cezalandırılması için gerekli ve özenli adımların atılmaması, feodal ve baskıcı tutumlarla delillerin değiştirilmesi iddialarının görmezden gelinmesi, dosyaları sürüncemede bırakan sanık savunmalarına itibar edilerek dava süreçlerinin uzatılması gibi pratikler de sıklıkla karşılaştığımız durumlardır.

Van’da katledilen B.B davasında[12]; Sanık eş R.B, B.B’yi 22/07/2016 tarihinde çocukları da evde bulunduğu sırada silah ile 10 el ateş edilerek öldürülmüştür. Olaydan sonra sanık yurtdışına kaçmış, 5 yıl firar kalmış, 5 yıldan sonra ülkeye giriş yaparken yakalanmıştır. Yargılama sırasında 5 yıllık süreçte sanığın farklı zamanlarda sık sık ülkede bulunmasına rağmen yakalanmadığı tespit edilmiştir. Yargılama esnasında olaydan sonra jandarma ve savcılıkta sanığın B.B’yi öldürdüğünü beyan eden tüm tanıklar ifadelerini değiştirerek B.B’yi 2020 yılında vefat eden kayınpederinin öldürdüğünü beyan etmişlerdir. Sanığın lehine olan ve ilk ifadelerini değiştiren bütün tanıklar her aşamada defalarca dinlenmiş ve sanığın dosyada maddi gerçeği karartma girişimlerine sessiz kalınmıştır. Yargılama sonucunda sanığın Kadına Karşı Kasten Öldürme suçundan müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Mersin’de katledilen E.E davasında[13]; Sanık M.C.Y, sevgilisi olan E.E’yi şehir dışında tenha bir yere götürerek, önce cinsel saldırıda bulunmuş, daha sonra boğazının kesilmesi şeklinde tasarlayarak katletmiştir. Sanığın arkadaşı olan R.A dosyada azmettiren olarak yargılanmıştır. Yargılama neticesinde sanık M.C.Y hakkında tasarlayarak kasten öldürme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmiş olup sanığın sağır ve dilsiz olması sebebiyle TCK md. 31/3 uygulanarak neticeten 19 yıl süreli hapis cezası verilmiştir. Sanık cinsel saldırı suçundan beraat etmiştir. Azmettirme suçundan yargılanan diğer sanık R.A da dosyadaki mevcut delillere rağmen beraat etmiştir.

Birçok kadın cinayetinde katledilen kadınların sürekli bir şiddet döngüsü içerisinde oldukları, eşleri veya partnerleri tarafında uygulanan fiziksel şiddet nedeniyle birçok kez Emniyet Müdürlüklerine başvurdukları ve uzaklaştırma kararları olmasına rağmen katledildikleri görülmektedir. Uluslararası ve Ulusal Mevzuatta idarenin, kadınları her türde şiddetten korumaya yönelik cezai yaptırımlar, medeni çözümler ve tazminat da dahil olmak üzere kadının etkili bir şekilde korunmasının sağlanması için gerekli tüm yasal ve diğer tedbirleri alma görevi bulunduğu belirtilmiştir. Sorumlu kolluk kuvvetlerinin, mağdurlara yeterli ve hızlı koruma imkânları sunarak her türlü şiddete acil ve yerinde müdahale etmesini sağlamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirlerin zamanında alınması gerekir. Aksi halde AİHM Opuz/Türkiye davasında da belirtildiği üzere kadına yönelik şiddet karşısında koruyucu/önleyici tedbirlerin etkin olarak uygulanmaması sonucunda gerçekleşen kadın cinayetlerinde ihmali bulunan kamu görevlileri hakkında cezai takibat yapılmaması ile yaşam hakkı ihlal edilmiş olacaktır. Yargı makamları uzaklaştırma karaları bulunmasına rağmen katledilen kadınların davalarında birçok kez talepte bulunulmasına rağmen ölümünde ihmali bulunan kolluk personelleri/yargı makamları hakkında herhangi bir soruşturma süreci yürütmemektedir.

Van’da katledilen F.O davasında[14]; F.O 25 yıldır dini nikahlı olduğu sanık eş Ş.K tarafından 27/05/2023 tarihinde evinin mutfağında engelli çocuğunun da evde bulunduğu sırada bıçak ile öldürülmüştür. F.O defalarca ölüm tehdidi aldığı ve aynı zamanda uyuşturucu madde bağımlısı Ş.K’yi birden çok kez şikayet etmiş ve uzaklaştırma kararı da almıştır. Fakat uzaklaştırma kararları sürekli ihlal edilmiştir. Ancak ihlal kararlarına rağmen F.O’nun şiddet tehlikesinden korunması için ne kolluk kuvvetleri ne de yargı makamları tarafından daha etkili bir önlem alınmamış ve F.O katledilmiştir. Yargılama mahkemesi mütalaaya uygun karar vermiş ve sanığın Kadına Karşı Kasten Öldürme suçundan Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir, ancak olayda ihmali bulunan kolluk kuvvetleri ve yargı makamları hakkında soruşturma yürütülerek dosyaya dahil edilmesi taleplerini yargılama süreci boyunca reddetmiş, kadına yönelik şiddetle etkili mücadele etmek için kurulmuş birimlerde çalışan ihmalkar kamu personelleri cezasız bırakılmıştır.

Yukarıda dosya ayrıntılarına değinmiş olduğumuz Mersin’de katledilen S.A davası; Daha önce eşini ve çocuklarını defalarca şiddete maruz bıraktığı, 11 yaşındaki çocuğuna şiddet uyguladığı için ceza alıp 6 ay cezaevinde kaldıktan sonra tahliye edilen Sanık B.C.A, birçok kez uzaklaştırma kararı almış eşi S.A’yı katletmiştir. Bu dosyada da sanık cezalandırılmış, ancak olayda ihmali bulunan kolluk kuvvetleri ve yargı makamları hakkında soruşturma yürütülerek dosyaya dahil edilmesi talepleri yargılama süreci boyunca reddetmiş, kadına yönelik şiddetle etkili mücadele etmek için kurulmuş birimlerde çalışan ihmalkar kamu personelleri cezasız bırakılmıştır.

 

C-1.1. Şüpheli Ölümler

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun senelik raporlarına göre, 2019 yılında 115 şüpheli kadın ölümü, 2020 yılında 171 şüpheli kadın ölümü, 2021 yılında 217 şüpheli kadın ölümü, 2022 yılında 245 şüpheli kadın ölümü, 2023 yılında 248 şüpheli kadın ölümü, 2024 yılının ilk 10 ayında 207 şüpheli kadın ölümü gerçekleşmiştir.  Mevcut tablodan görüldüğü üzere son yıllarda intihar, kaza veya doğal ölüm gibi sunulan şüpheli kadın ölümlerinin veya şüpheli bir şekilde ölü bulunan kadınların sayısında ciddi bir artış yaşanmaktadır. Şüpheli kadın ölümleri resmi kayıtlara kaza, intihar veya doğal ölüm olarak geçen ancak ölüm nedeni tam olarak aydınlatılamamış kadın ölümlerini ifade etmektedir. Şüpheli ölümlere dair yapılan soruşturma süreçlerini etkili ve yeterli olmaması, kadın odaklı bakış açısı eksikliği, kadınların ruh haline yönelik bilimsellikten uzak geleneksel bakış açılarıyla işlemlerin yapılması, ATK raporlarının maddi gerçeği ortaya çıkarmayan eksik ve yetersiz değerlendirmeleri, psikolojik otopsi, fizik gibi yeni nesil bilimsel yöntemlere başvurulmaması, intihar şüphelerinde kadını intihara sürükleyen kişi ve süreçlerin denetiminden uzak soruşturmalar yürütülmesi gibi nedenlerle şüpheli ölümler aydınlatılamamakta ve soruşturmalarda takipsizlik kararları verilmektedir. İntihar olgularında özellikle toplumsal bir sorun olarak ele alınarak kadınların hangi nedenlerle intihara sürüklendiği, intihara teşvik olup olmadığına yönelik hiçbir araştırma yapılmayarak sorunun çözümünden uzak soruşturmalar yürütülmekte, sonucunda da takipsizlik kararları verilerek dosyalar kapatılmaktadır.

Şahit olduğumuz birçok şüpheli kadın ölümünün kaza veya intihar gibi gösterilen kadın cinayetleri olduğunu katledilen kadınların ailelerinin ve kadın kurumlarının ısrarlı takip ve mücadelesi sonucunda gördük. Esin Güneş, Özlem Selek, Şule Çet, Aysun Yıldırım cinayetleri kayıtlara kaza, yüksekten düşme veya intihar olarak geçtikten sonra kadınların mücadelesi sonucunda cinayet olduğunu öğrenebildiğimiz cinayetlerden yalnızca birkaçıdır. Toplumsal cinsiyet bilinci eksikliğiyle, feodal kodlarla bakılan ve bu nedenle aileleri tarafından şüphe duyulmamış, haberimizin olmadığı, medyaya yansımayan cinayet olabilecek birçok kadın cinayeti bulunmaktadır.

Van’da kaybedilen Rojin Kabaiş'in şüpheli ölümü dosyasında[15]; 27 Eylül 2024 günü kaldığı Van Yüzüncü Yıl üniversitesi KYK yurdundan çıktıktan sonra kaybedilen Rojin Kabaiş'in, 15 Ekim 2024 tarihinde kaybolduğu yerden 25 km uzakta bulunan Van Gölü'nün Mollakasım sahilinde cansız bedenine ulaşılmıştı. Dosyayı takip eden kadın kurumları avukatları tarafından Rojin’in kaybolduğu yerden 25 km uzakta olan yere sürüklenme imkanı olup olmadığına dair KATÜ'den Van Gölü dip akıntısı hareketliliği noktasında bilirkişi raporu hazırlanması savcılıktan talep edilmiştir.  Dosyada telefon şifresi kırılamamış olması nedeniyle telefon inceleme raporu alınamamıştır. Dosyada 14.11.2024 tarihinde ATK raporu alınmıştır. ATK raporunda ölüm nedeninin suda boğulma şeklinde olduğu ancak boğulmanın intihar mı, kaza mı, başkasının etkisi ile mi olduğu noktasında tespit yapılamamış olduğu belirtilmiştir. Yargı makamlarının ve kamu kurumlarının bu şüpheli ölümü bilimsel verilerle aydınlatmaktan uzak yaklaşımı nedeniyle dosya avukatları tarafından dosya bağımsız Adli Tıp Uzmanlarına mütalaa almak amacıyla sunulmuş, uzmanlardan dönüş beklenmektedir. Her şüpheli kadın ölümü soruşturmasında gördüğümüz eril bakış açsında olduğu gibi bu dosyada yürütülen soruşturma işlemleri de şüpheli ölümü aydınlatmaya yetecek etkililikte olmayıp intihar olgusu üzerinden yoğunlaşılmış ve başka bir araştırma yöntemi kullanılmamıştır.

 

C-1.2. Haksız Tahrik İndirimleri

Eril şiddet davalarında mahkemelerin indirimli cezalar vermesi, kadın, homofobik ve transfobik nefret cinayetlerindeki cezasızlık ve özellikle haksız tahrik indirimleri son yıllarda oldukça dikkat çekici bir boyuttadır. Ceza kanununda düzenlenen haksız tahrik maddesi metinlerinde herhangi bir toplumsal cinsiyet belirlemesine yer vermese de mevcut eril yargı pratiklerinde kadınlar aleyhine işletilmektedir. Haksız tahrik müessesesinin içine gizlenen eril bir özne vardır.

Haksız tahrik indiriminin düzenlendiği TCK’nin 29. maddesi “Haksız fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine on sekiz yıldan yirmi dört yıla ve müebbet hapis cezası yerine on iki yıldan on sekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadar indirilir.” şeklinde düzenlemiştir. Bu haliyle yasa metni, biçimsel eşitliğe uygun görünse de uygulamada kadın davalarında “erkeklik indirimi“ adını hak edecek kadar büyük bir adaletsizlik yaratmaktadır. Ceza hukukunda haksız tahrik koşullarının gerçekleşmesi için “haksız bir fiilin” meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işlenmiş olması gerekmektedir. Burada vurgulanması gereken en önemli husus, “haksız fiilin” ceza hukuku anlamında bir haksız fiil olması gerektiği, medeni hukuk alanında örneğin boşanma sebebi oluşturan ya da tazminat sorumluluğu doğuran bir haksız fiilin TCK 29’da düzenlenen ceza indirimi sebebi olan haksız fiil olarak anlaşılamayacağıdır.

Hukuk düzenince tasvip edilmeyen haksız fiilin ne olacağına eril yargılarla karar verilebileceği ihtimaline karşılık -yeterince açık olmasa da- madde gerekçesinde detaylı açıklamalar yapılmıştır; “Maddeye bu ibarenin eklenmesinin amacı, ülkemizde özellikle “töre veya namus cinayeti” olarak adlandırılan akraba içi öldürme suçlarında haksız tahrik indiriminin yanlış biçimde uygulanmasının önüne geçmektir. Maddedeki düzenleme nedeniyle bir suçun mağduruna yönelik olarak gerçekleştirilen fiiller dolayısıyla fail haksız tahrik indiriminden yararlanamayacaktır. Örneğin cinsel saldırıya maruz kalmış kadına karşı babanın veya erkek kardeşin işlediği öldürme fiilinde, haksız tahrike dayalı olarak ceza indirimi yapılamayacaktır. Maddedeki haksız fiil terimi, bir davranışın hukuk düzenince tasvip edilmediği anlamına gelmektedir. Ancak böyle bir haksız fiili yapan kişiye karşı yönelik fiilin varlığı durumunda maddenin uygulanması söz konusu olabilecektir.“ Ancak eril şiddet davalarındaki haksız tahrik indirimlerine bakıldığında bu gerekçenin dikkate alınmadığı görülmektedir. Haksız tahrik indirimi gerekçesi yapılan fiillerin hukuk düzeninin tasvip etmediği fiiller olarak belirlenme şekli oldukça sorunludur. Haksızlık yargısına konu edilen fiillerin hiçbirinin hukuk düzeninde tasvip edilmeyen fiiller olmadığı açık olup Hukuk Uygulayıcıların hukuk düzeninin dışında bir düzene referansla bu fiillerin haksız olduğuna hükmettiği anlaşılmaktadır. Hukuk uygulayıcıların hukuk düzeninden başka bir düzene yani cinsiyet rejimine referansla karar vermeleri oldukça büyük bir sorundur, bu sorun yalnızca yasal değişikliklerle aşılamayacak bir zihniyet sorunudur.

Haksız tahrik indirimi söz konusu olduğunda hukuk uygulayıcıların “mahallin nizam ve örfü ile ihtilafa düşmemek için kabul ettikleri müesseseler“ genellikle toplumsal ahlaka gömülü eril tahakkümün biçimleriyle örülmüş gelenek yapıları, cinsiyetçi değer yargılarına yaslanan düşünme, görme, yapma biçimleridir. Oysa biliyoruz ki, toplumsal ahlak, özellikle cinsiyetler arasındasın ilişkilerdeki eşitsiz konumların, özgürlüğü sınırlayan, kaldıran, değer yargılarının ve adaletsizliklerin hukuk düzenlemelerine taşınması riskini barındırıyor. Kısaca söylemek gerekirse, hukuk uygulayıcılarının haksız tahrik kararlarında referans aldığı düzeni, eşitliği ve nihai amacı adaleti sağlama iddiası olan hukuk tasvip etmemektedir.

Yargıtay kararlarına bakıldığında, namus/iffet/töre kavramının hep fail lehine bir yorum aracı olarak kullanıldığı ve özellikle kadınların fail tarafından onaylanmayan her türden davranışının neredeyse istisnasız bir şekilde namus/iffet/töre kavramları altında ele alınıp haksız tahrik teşkil ettiğinin kabul edildiği görülmektedir. Kadın cinayetleri davalarında aksi durum yaşanmadığı sürece diğer bir deyişle haksız tahrik maddesini yorumlayan Yargıtay’a göre haksız fiilin ilk kimden geldiğini belirlendiği durumlar haricindeki durumlarda TCK madde 29 rahatlıkla uygulanmaktadır. Eril yargı sistemi erkek sanık ile bağ kurup onun koşullarına göre değerlendirme yaparak bir kanaate varmaktadır ve dolayısıyla sanığın beyanlarını gerçek olup olmadığına bakılmaksızın bu beyanlara itibar edilerek haksız tahrik indirimi sağlanabilmektedir. Sanığın haksız tahrik olarak öne sürdüğü beyanların büyük bir çoğunluğu öldürülen kadının yaşam tarzına veya ev ve aile içinde yaşanan tartışmalara yöneliktir. Buradan hareketle aslında erkek egemen toplumun bakış açısının uzantısı niteliğinde eril yargı sistemi karşımıza çıkmaktadır. Ancak diğer taraftan sanığın kadın olduğu durumlarda erkek tarafından öldürülmemek için öldürmek zorunda bırakılan, haksız eylemin ilk önce karşı taraftan geldiği beyan ettiği ve aksi de ispatlanamadığı davalarda kadının bir erkeği öldürmekle yargılandığı dosyalarda haksız tahrik indirimi uygulanmadan ceza verildiğine de şahit olmaktayız.

Van’da katledilen S.P. davasında[16]; Sanık Y.P, 6 yıldır S.P ile evli olduğunu, 15/05/2022 tarihinde sabah saatlerinde eski fotoğraflara bakarken S.P’nin eski mesajlarının olduğu görüntülere denk geldiğini, eşi S.P’nin odaya geldiğinde kendisinin şok geçirdiğini, birbirlerini iteklemeye başladıklarını, S.P’yi boğarak öldürdüğünü ifade etmiştir. Yapılan yargılama sonucunda S.P’nin sanığa karşı olan sadakat yükümlülüğünü ihlal ettiği, sanığın aksi ispat edilemeyen savunması gereğince olayın hemen öncesinde sanığa hakaret içerikli sözler söylemesi şeklindeki eylemlerinin sanık yönünden haksız tahrik sebebi oladuğu, sanığın eylemini haksız tahrik altında işlediğini kabulü ile sanığın Kadına ve Eşe Karşı Kasten Öldürme suçundan verilen Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası haksız tahrik ve takdiri indirim ile 20 yıl süreli hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Yargılama süreci boyunca kadının sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışlarına yönelik araştırmalar yapılmış, tanıklara bu yönlü sorular sorulmuştur.

Van’da katledilen M.I davası; Evli ve çocuklu, 25.04.2021 tarihinde sanığın iddiasına göre sanık E.I’nın başka kadınlarla görüşmesine dair bir tartışma yaşadıkları esnada, sanık ateşli silah ile maktülü öldürmüştür. Sanık ilk ifadesinde kaza ile öldürdüğünü, sonrasında ise erkeklik gururunun incittiği için öldürdüğünü ifade etmiştir. Dosyadaki mevcut deliller ve olayın oluş şeklinden sanığın tasarlayarak öldürme suçundan yargılanmasını gerektirirken bu durum dikkate alınmadan yalnızca Kadına ve Eşe Karşı Kasten Öldürme suçundan ve haksız tahrik indirimi uygulanmak suretiyle 24 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Urfa’da katledilen H.T davasında[17]; Urfa’nın Karaköprü ilçesinde 7 Ekim 2021 tarihinde sanık B.G, 26 yaşındaki H.T’yı ateşli silahla katletmiştir, olayın ardından B.L ilk ifadesinde “kazara oldu” savunmasında bulunmuştur. Sanığın haksız tahrik savunması olmamasına rağmen bütün bir yargılama boyunca öldürülen kadının yaşam tarzı, kürtaj olması, uyuşturucu kullandığı iddiası, resmi nikahlı olmamasına rağmen evliymiş gibi yaşadığı iddiaları üzerinden ilk fiilin kimden geldiği anlaşılmadığından bahisle haksız tahrik indirimi ve takdiri indirim uygulayarak sanığın Kadına Karşı Kasten Öldürme suçundan 15 yıl süreli hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Kararın istinaf edilmesi üzerine istinaf mahkemesi koşulları oluşmadığı halde haksız tahrik indiriminin uygulanmasını bozma sebebi yapmış, bozma ilamından sonra yeniden yapılan yargılama sonucunda haksız tahrik indirimi uygulanmaksızın takdiri indirim uygulanarak 25 yıl süreli hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Kadın cinayetleri davalarına erkek tarafından sıklıkla gerekçe gösterilen “namus” kavramı eril zihniyete sahip yargı için bir anlama gelse de aslında içeriğini cinsiyet rejimi düzeninin belirlediği ve ucu açık bir kavramdır. Benzer gerekçelerle, sanığın kadın ve öldürülen kişinin erkek olduğu durumlarda eril bakış açısına sahip yargı şüpheden sanık yararlanır ilkesine göre hareket etmemektedir. Örneğin, N. Y. davasında delillere rağmen haksız tahrik indirimi verilmemiş şüpheden sanık yararlanır ilkesi sanığın kadın olduğu durumda göz ardı edilmiştir. Şu an İstanbul’da soruşturma aşamasında olan sanık S. A.’nın eşini öldürmek zorunda kalmış meşru müdafaa sınırları içerisinde bu cinayet gerçekleşmişse de sanık S. A. şu an tutuklu olarak yargılanmaktadır. Tüm bu eril yargı pratikleri haksız tahrik müessesesi içerisine gizlenmiş eril özneyi açıkça görmemizi sağlamaktadır.

 

C-1.3. Takdiri İndirim

Ceza yargılamalarında özellikle kadın cinayetleri davasında “kravat indirimi” olarak bilinmekte ve takdiri indirim uygulanmasında hakime geniş bir yetki verilmiştir. TCK’nın 62. Maddesi; “Fail yararına cezayı hafifletecek takdiri nedenlerin varlığı halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine, müebbet hapis; müebbet hapis cezası yerine, yirmi beş yıl hapis cezası verilir. Diğer cezaların altıda birine kadarı indirilir. Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki pişmanlığını gösteren davranışları veya cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri göz önünde bulundurulabilir. Ancak failin duruşmadaki mahkemeyi etkilemeye yönelik şeklî tutum ve davranışları, takdiri indirim nedeni olarak dikkate alınmaz. Takdiri indirim nedenleri kararda gerekçeleriyle gösterilir.“ şeklindedir. Madde metnine eklenen son cümle 2022 yılında eklenmiş olup, ekleme kadına yönelik eril şiddet davalarında erkek lehine uygulanan takdiri indirimin haksızlığının kadın kurumları tarafından sık sık gündeme getirilmesi üzerine yapılmıştır. Madde gerekçesi şu şekilde açıklanmıştır; “Ayrıca maddeyle, failin duruşmadaki mahkemeyi etkilemeye yönelik şekli tutum ve davranışlarının, takdiri indirim nedeni olarak dikkate alınmayacağı düzenlenmektedir. Böylelikle, failin fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki samimi pişmanlığını gösteren davranışları gözlemlenemediği halde, yalnızca takdiri indirimden faydalanmak amacıyla duruşmada pişman olduğunu söylemesi veya yargılama mercilerine karşı saygılı tutumunu ifade eden kılık ve kıyafeti dikkate alınarak verilecek cezada indirim yapılamayacaktır. Maddeyle yapılan diğer bir değişiklikle, takdiri indirim nedenlerinin kararda gerekçeleriyle gösterilmesi gerektiği kabul edilmektedir… Düzenlemeyle, takdiri indirim uygulanması halinde, nedenlerinin gerekçeli kararda failin eylemleriyle ve somut olayla ilişkilendirilerek, denetime açık ve kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirtilmesi amaçlanmaktadır.” Ancak eklenen cümleye ve açıklanan gerekçeye rağmen takdiri indirim müessesesi de gizli bir eril özne taşıyacak şekilde uygulanmaktadır.

Takdiri indirim, haksız tahrikteki gibi olay esasına ilişkin bir durum olmayıp olay sonrasında ve yargılama süreci boyunca sanığın sergilediği davranışların mahkemece değerlendirilip karara takdiri indirim gerekçeleri eklenerek hüküm oluşturulur. Ancak bu indirim sebepleri mahkemece çok geniş yorumlandığı takdirde kamu vicdanını rahatsız etmemesi gerekmektedir. Örneğin, yukarıda ayrıntılarını açıkladığımız İstanbul’da katledilen N. A. davasında yerel mahkemece takdiri indirim gerekçeleri bulunamaması nedeniyle indirim uygulanmadan sanık hakkında hüküm kurulmuş ve müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. Yargıtay bu kararı bozmuş ve TCK madde 62 üzerinden değerlendirme yapmasını istemişse de yerel mahkeme kararında direnmeye giderek sanık müebbet hapis cezası ile cezalandırılmıştır. Bunun üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından yerel mahkeme kararı bozulmuş ve yerel mahkeme Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararına uyarak TCK madde 62 değerlendirmesi yaparak takdiri indirim uygulamak zorunda bırakılmıştır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken yerel mahkeme değerlendirmeyi somut olarak sanıkla ve dolayısıyla olayın en büyük tanığıyla temas ederken TCK madde 62’deki takdiri indirim gerekçelerinin oluşmadığına dair kanaat getirmesine rağmen sanık ile doğrudan teması bulunmayan Yargıtay’ın takdiri indirim gerekçelerinin matbu bir şekilde uygulanmasını istemesi üzerine yine eril bakış açısına sahip yargının kadın cinayetleri veya kadına karşı işlenen suçlarda hakkaniyetten uzak tamamen sanığın erkek olması halinde kullanılan bir madde olmaktan öteye gidememiştir.

Yukarıda ayrıntılarına değindiğimiz dosyalardan Van’da katledilen S.P davasında, Van’da katledilen D.T davasında, İstanbul’da katledilen N.A davasında, Şırnak’ta katledilen S.K davasında, Urfa’da katledilen H.T davasında yargılanan sanıklara “duruşmalarda gösterdikleri hal ve davranışlar ile verilecek cezanın gelecekleri üzerindeki etkisi değerlendirilerek” TCK’nın 62/1 maddesi uyarınca 1/6 oranında takdiri indirim uygulanmıştır. Takdiri indirim uygulanırken katlettikleri kadınları katlettiklerini dahi kabul etmeyen, bu anlamda bir pişmanlık göstermeyen, pişmanmış gibi görünse de esasen mahkemeyi yanıltmak için bu şekilde davranan sanık erkeklere maddeye aykırı olarak ve somut davranışlarla gerekçelendirmeden takdiri indirim uygulanmıştır.

Haksız tahrik indirimi bölümünde de örnek verdiğimiz N.Y. hakkında yine takdiri indirim gerekçeleri bulunmasına rağmen, sanığın kadın olması halinde takdiri indirim uygulanmamıştır. Aynı Yargıtay takdiri indirim uygulanmaksızın verilen kararı bir şerh düşülen oyla birlikte onamıştır. Buradan kadının eril yargı sisteminde yargılanarak makbul kadın oluşturmada bir araç olarak kullanılmıştır. Zira TCK’nın 62. maddesinin metninde yalnızca erkek sanıklar lehine uygulanabileceğini gösteren cinsiyet belirten bir ayrıntı bulunmamakta ise de eril yargı pratiklerinde bu müessese de kadınlar aleyhine ve erkekler lehine uygulanmaktadır.

 

C-2. CİNSEL ŞİDDET

Kadına yönelik şiddetin en sık görülen ve en ağır türlerinden birisi cinsel şiddettir. Cinsel şiddet de diğer tüm şiddet türleri gibi, cinsel arzunun tatmininden ziyade asıl olarak erkeğin kadın üzerinde egemenlik kurma isteminden kaynaklanmaktadır. Cinsel şiddet, kişinin rızası dışında herhangi bir cinsel eyleme maruz kalması ve cinselliği kontrol etmek aşağılamak veya cezalandırmak amacıyla bir şiddet aracı olarak kullanılmasıdır. Cinsel şiddet yalnızca fiziksel değil sözel olarak da yapılabilmektedir. Cinsel şiddet, çoğu zaman kadına yönelik olarak ve yine çoğu zaman bu cinsel şiddete maruz kalan kadının tanıdığı erkekler tarafından yapılmaktadır. Cinsel şiddeti TCK’de cinsel saldırı, cinsel istismar, cinsel taciz olarak düzenlenmiştir.

Cinsel saldırı suçu cinsel arzuları tatmin etme amacıyla bir kimsenin vücut dokunulmazlığı ihlal edilerek fiziksel temasta bulunmasıyla oluşur. TCK’nın 6 Bölümünde “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar” düzenlenmiştir [7] Buna göre; 102 Maddede “Cinsel saldırı”, 103 Maddede “Çocukların Cinsel İstismarı”, 104 Maddede “Reşit Olmayanla Cinsel İlişki”, 104 Maddede ise “Cinsel Taciz” suçları yer almaktadır 102 maddede yer alan “Cinsel Saldırı”, “Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlal etmek”tir. Bu suçun cezası, 2 yıldan başlamakta ve çeşitli durumlarda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına kadar çıkmaktadır. TCK madde 102’de düzenlenen bu suç türü basit cinsel saldırı ve nitelikli cinsel saldırı suçları olmak üzere iki ana başlığa ayrılmıştır. Cinsel istismar suçu TCK madde 103’te düzenlenmiş ve yine cinsel arzuları tatmin etmek amacıyla 15 yaşını doldurmamış çocuklara karşı işlenen bir suç türüdür. Cinsel taciz suçu ise, TCK madde 105’te düzenlenmiş ve bedensel temas olmadan sözlü bir şekilde taciz etme gibi fiillerle işlenen bir suç türüdür.

OECD verilerine göre Türkiye’de kadınların %38’i fiziksel veya cinsel şiddete maruz bırakılıyor. Bu orana göre her 10 kadından 4’ünün şiddete maruz kaldığını göstermektedir. Cinsel istismar vakalarına bakıldığında, geçtiğimiz yıl cinsel istismarla ilgili 40.173 yeni dava açılmıştır. Sayının büyük oranda artışına bakıldığında çocuklara yönelik suiistimallerde ciddi bir artış yaşandığını gözler önüne seriyor. Üniversitelerde de cinsel taciz olaylarının sıklıkla yaşandığını ancak vakaların büyük ölçüde bildirilmediğini gösteriyor. Bu durum, farkındalık ve kurumsal destek eksikliğinden kaynaklanıyor.

Verilere göre yaşamın birçok yerinde, her gün 10 kadından 4’ü cinsel şiddette maruz bırakılmaktadır. Ancak kadınların büyük bir çoğunluğunun da maruz kaldığı cinsel şiddet için yetkili yerlere başvuru yapılıp yapılmayacağını bilememesi, maruz bırakıldığı eylemi anlamlandıramaması nedeniyle bu oranın daha fazla olabileceği düşünülmektedir. Şiddet mağduru kadınların bir kısmı yaşadığı olayı arkadaşlarına ve ailesine anlatmayı tercih etmekte olup; mağdur kadınların ancak %10’u polis veya savcılık gibi resmi kurumlara başvurmaktadır. Bu durumun en büyük sebebi cinsel şiddete maruz bırakılan kadınların emniyet ve savcılık süreci başta olmak üzere, yargılama sırasında cinsel şiddeti hak ettiği şeklinde önyargılarla, mağdur suçlayıcılıkla, ikincil mağduriyetlerle karşılaşmasıdır. Yine aynı şekilde cezasızlık politikası nedeniyle cinsel şiddete maruz kalan kadınların etkili soruşturma yürütülmeyeceğini düşünerek ilgili mercilere başvuru yapmamaktadır. Tüm bu olasılıklar da göz önüne alındığında aslında ortaya ne yazık ki daha vahim bir tablo çıkmaktadır.

Eril yargı pratikleri genelde cinsel şiddetin kimsenin şahit olmadığı şekilde yaşandığını göz ardı ederek, mağdur eylemlerine odaklanmakta, fail eylemlerine odaklanmamaktadır. Mağdurun yaşadığı travmaya bağlı psikolojik durumunu göz önünde bulundurmak, mağdurun travmaya bağlı tutarsız, karmaşık yahut eksik anlatımı olabileceğini gözeterek ayrıntılarda değil genel olay örgüsünde tutarlılık aramak ve mağdurun çoğunlukla olayın tek tanığı olduğunu unutarak hareket edilmektedir. Yargılama süreçlerinde “geç başvuru” olarak tanımlanan şikayetin ivedilikle yapılamaması sorunu, çoğunlukla mağdurların, travmanın sonuçları ile başa çıkabilme konusunda yalnız kalmalarından ve adli süreci başlatacak şekilde güçlendirici mekanizmalardan yoksun olmalarından kaynaklandığı göz önünde bulundurulmadan bu durum kadınlar aleyhine değerlendirme konusu yapılmaktadır. Mağdurların faillerle tanışıklığı aynı zamanda cinsel saldırının olmadığı, rıza ile cinsel ilişki gerçekleştiğine gerekçe yapılmaktır. Cinsel şiddet yargılamalarında mağdurun “rızası” eril bir bakış açısı ile sorgulanmakta, rızanın varlığı mevcut koşullar bağlamında değerlendirilmemekte ve salt mağdurun davranışlarından “rıza” olduğu sonucu çıkartılmaktadır. Hukuk uygulayıcıları, çoğunlukla cinsel saldırının ispatında fiziksel bulguları içeren doktor raporlarını delil olarak kabul edip ruhsal bulgulara işaret eden doktor raporlarına ise itibar etmemektedirler.

Cinsel şiddet iddialarında etkili bir soruşturma yapılmamakta ve gerek soruşturma gerekse kovuşturma sürecinde “cinsiyetlendirilmiş şiddet anlayışı” esas alınmamaktadır. İstanbul Sözleşmesi’nin 49. Maddesi; “…II- Taraf Devletler, bu Sözleşme’de tanımlanan suçların etkili biçimde soruşturulmasını ve kovuşturulmasını sağlamak üzere, temel insan hakları ilkelerine uygun biçimde ve cinsiyetlendirilmiş şiddet anlayışını göz önünde bulundurarak, gereken yasal veya diğer tedbirleri alır.” hükmünü içermektedir. Bu bağlamda cinsiyetlendirilmiş şiddet anlayışının; ilgili toplumda egemen olan toplumsal cinsiyet rollerini ve o rollere bağlı olarak normalleşen şiddet biçimlerini göz önünde bulunduran ve aynı zamanda söz konusu rollerin gerçekleştirilmesi için gerekli olduğu varsayılan şiddet biçimlerini de açığa çıkartan bir yaklaşım olduğu söylenebilir. Cinsiyetlendirilmiş şiddet anlayışı çerçevesinde kadın ve erkeklerin cinsiyetlerine bağlı biçimde şiddet uygulama ve şiddete uğrama pratiklerinin farklı değerlendirilmesi yoluyla şiddetin soyut ve bağlamsız biçimde ele alınması engellenmek istenmektedir. Zira cinsiyetler arasındaki eşitsizliğin, şiddeti ne şekilde cinsiyetlendirdiğini akılda tutmak, şiddetin sistematikliğinin anlaşılması, nedenlerinin saptanması ve önlenme imkânlarının tespit edilebilmesi bakımından belirleyicidir. Ancak mevcut eril yargı pratikleri bu yaklaşımı esas almaktan oldukça uzaktır.

Cinsel şiddet fiillerine yönelik cezaların miktarları arttırılmış ise de takdiri indirim uygulamaları, olması gerekenden daha az ceza tayinleri, faillerin tutuksuz yargılanması, mağdur beyanın esas alınmadan beraat kararları verilmesi ile uygulamada fiili bir cezasızlık politikası yürütülmekte ve bu uygulamalar cinsel şiddet faillerini cesaretlendirmekte olup cinsel şiddetin artmasına neden olmaktadır.

Batman’da yaşanan İ.E’ye yönelik cinsel saldırı davasında[18]; 18 yaşındaki İ.E, duygusal ilişki adı altında Siirt’te yaşayan uzman çavuş M.O tarafından cinsel saldırıya uğradığına dair şikayetçi olmuş, ancak üniformalı olan fail hakkında etkin ve hızlı bir soruşturma süreci yürütülmemiş ve İ.E intihar etmiştir. İ.E’nin intiharından sonra başlayan davada sanık M.O hakkında “nitelikli cinsel saldırı” suçundan 12 yıl hapis cezası verilmiş, Uzman çavuş olması sebebiyle kamu görevlisi nüfuzunu kullanmış olması ağırlaştırıcı neden iken bu husus mahkeme tarafından göz ardı edilmiştir. Bunun yanı sıra mahkeme, “Takdiri İndirim” uygulayarak hapis cezasını 10 yıl hapis cezasına indirmiş ve taleplere rağmen hüküm le birlikte Sanık M.O hakkında tutuklama kararı verilmemiştir. İ.E uğradığı cinsel şiddet sonrasında Batman ve Siirt Cumhuriyet Başsavcılıklarına başvuru yaparak adeta Yargıyı harekete geçirmek için kendisi yoğun bir çaba sarf etmiştir. Ancak savcılıkların isteksiz harekete geçmesi, süreci uzatması neticesinde çaresizlik hissi ile hem fail M.O hem de mevcut eril yargı sistemi iş birliği İ.P’yi intihara sürüklemiştir. Kovuşturma aşamasında ise mahkeme olay, fail, tanıklar, bilirkişi raporlarını bütünlüklü ele almaktansa, haksız tahrik indirimini amaçlayan savunmalara zemin hazırlamıştır. Yine failin uzman çavuş olması, “arkamda devlet var” sözleri ile İ.E’yi tehdit etmesine ve bu hususların dosyaya yansımasına, kamu gücünü kullanarak nüfuz yaratması ağırlaştırıcı bir sebep olmasına rağmen mahkeme tarafından dikkate alınmadı. Bu yargılama süreci sonucunda Üniformalı bir kadına şiddet faili daha eril yargı pratikleri sonucunda cezasızlık ile ödüllendirilmiştir.

Van’da yaşanan M.Ş’ye yönelik cinsel saldırı davasında[19]; Köy Güvenlik Korucusu olan sanık B.A, M.Ş'yi kaçırarak cinsel saldırıda bulunmuş, Sanık 9 ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye edilmiştir. Dosyada verilen ilk mütalaada sanık hakkında fillerinin TCK 102/1.1 sarkıntılık boyutunda kaldığından sanığın 223/2-e bendinden beraatini talep etmiş, sonraki celse kamuoyu baskısı ve değişen savcı tarafından sanığın cinsel saldırı suçunun basit halinden cezalandırılması şeklinde mütalaa sunulmuştur. Yargılama sonucunda takdiri indirim uygulanmak suretiyle sanığın cinsel saldırının basit halinden cezalandırılmasına, diğer suçlardan ise beraatine karar verilmiştir. Bu yargılama süreci sonucunda Üniformalı bir kadına şiddet faili daha eril yargı pratikleri sonucunda alması gerekenden oldukça az bir ceza verilerek cezasızlık ile ödüllendirilmiştir.

Mersin’de yaşanan B.U’ya yönelik cinsel saldırı davasında, B.U, sanıkların annesi hastanede yatarken çocuklarının aileden ricası üzerine hastanede refakat etmiş, daha sonra dershaneye gittiği günlerde taksicilik yapan sanıklardan İ.B dershaneye bırakma bahanesiyle, B.U’yu ıssız bir yere götürerek cinsel saldırıda bulunmuştur. Ailesine bu durumu söylemekle tehdit eden sanık B.U’ya ilerleyen aşamalarda da nitelikli cinsel saldırıya maruz bırakmıştır, ayrıca taksici olan sanığın abisi olan sanık M.B’de bu durumu öğrendikten sonra B.U’ya nitelikli cinsel saldırıda bulunmuştur. Otel kayıtlarında mağdurun kimliğini vermek istememesi hususunda kamera görüntülerinin raporlamasında da mağdurun isteksiz ve oldukça tedirgin olduğunun raporlanmasına rağmen, hakkında görüntü olmayan sanık M.B’nin delil yetersizliğinden, sanık İ.B’nin ise rıza olduğu değerlendirmesi gerekçe gösterilerek sanıkların beraatine karar verilmiştir. Yukarıda cinsel şiddet vakaalarında değindiğimiz tüm eril yargı bakış açısı bu dosyada görülmekte olup mağdur kadının beyanı esas alınmamış, rıza kavramı eril bir bakış açısı ile değerlendirilmiş, failler cezasızlık ile ödüllendirilmiş, mağdur yargı süreci ile bir kez daha mağdur edilmiş ve bu pratikler sonucunda cinsel şiddet mağdurlarının şiddeti dile getirmesinde yargıya güvenini azaltmıştır.

Van’da yaşanan Z.N’ye yönelik cinsel saldırı davasında[20], Göçmen olan Z.N Van’a kaçak yollardan girdiği gerekçesiyle polis tarafından alıkonularak 10/07/2020 tarihinde Van Kurubaş Geri Gönderme Merkezine götürülmüştür. 21/07/2020 tarihinde yalnız kaldığı odasına ayrı ayrı zamanlarda gelen 3 güvenlik görevlisi tarafından nitelikli cinsel saldırıya maruz bırakılmıştır. Vardiyaya gelen kamu görevlisi olan güvenlik görevlilerine yetkili biriyle görüşeceğini söylemiş ancak onların kendisine karantinada olduğunu, karantinası bittikten sonra görüşebileceğini söylediklerinden, ancak olaydan 4 gün sonra 25/07/2020 tarihinde şikayetçi olabilmiştir. Mağdur İlk duruşmanın yapıldığı 25.11.2021 tarihine kadar da bu merkeze alıkonulmaya devam etmiştir. 08/07/2021 tarihinde her iki sanığa “Kamu Görevinin Sağladığı Nüfuz Kötüye Kullanılmak Suretiyle Cinsel Saldırı” suçundan takdiri indirim uygulanarak 15’er yıl süreli hapis cezası verilmiştir. Yargılama süreci boyunca, yargı makamlarınca kadının şikayetini neden geç yaptığı ve cinsel saldırı esnasında bağırıp bağırmadığı konularında sorular sorulmuştur. Dosya açısından kadının cinsel saldırıya maruz kalmasına yol açılması ile ilgili kamu kurumu çalışanları hakkında yürütülen soruşturmada da takipsizlik kararı verilmiş ve bu dosyada fiilen cezasızlıkla sonuçlanmıştır.

İstanbul’da yaşanan F.Y.Ş’ye yönelik cinsel saldırı davasında; Sanık E.S,  müşteki F.Ş.Y’ye metrobüste cinsel saldırı eylemini gerçekleştirmiştir. Yargılama sürecinde TCK madde 102/2 sarkıntılık düzeyinde kaldığı gerekçesiyle alt sınırdan cezalandırılmış, takdiri indirim uygulanmış ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Yerel mahkeme kararına itiraz üzerine "Dosya kapsamında sanığın eyleminin ani ve kısa süreli olmadığı, dosyadaki tanık beyanlarından görüleceği üzere sanığın eylemini bir süre devam ettirdiği, eylemin sarkıntılık boyutunu aştığı, mahkemenin gerekçeli kararında sanığın eyleminin Basit Cinsel Saldırı suçuna neden oluşturmadığına ilişkin hiçbir açıklama yapılmadığı, olayın ve eylemin tartışılmadığı anlaşılmakla" şeklinde değerlendirme yapılarak itiraz kabul edilmiş ve yargılama yeniden başlamıştır. Dosyadaki mevcut delillerle sanığın eyleminin sarkıntılık boyutunu aştığı açık olmasına rağmen ilk kararda oldukça hafif bir ceza verilmesi eril yargı pratiklerinden ayrı düşünülemeyecektir.

İstanbul’da yaşanan Y.B’ye yönelik cinsel saldırı davasında; Müşteki Y.B, sürekli gittiği kafenin sahibi olan D.B’nin cinsel saldırısına maruz bırakılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda sanık hakkında atılı eylemin Sarkıntılık yapmak suretiyle cinsel saldırı suçunu oluşturduğundan TCK’nın 102/1-2 cümlesi uyarınca takdiri indirim uygulanmak suretiyle 2 Yıl 1 Ay Hapis Cezası ile cezalandırılmasına ve yine sanığın üzerine atılı Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılmasına kararı verilmiştir. Karara itiraz üzerine "zincirleme suç hükümlerinin uygulanmaması" gerekçesi ile bozularak dosya yerel mahkemeye gönderilmiş ve yine ilk kararla aynı şekilde hüküm kurulmuştur. Fail hakkında alması gerekenden oldukça az bir cezaya hükmedilerek cezasızlık politikası yürütülmüştür.

Van’da yaşanan G.A’ya yönelik cinsel saldırı ve fuhuşa teşvik soruşturmasında[21], şüpheli Ö.P’nin birçok kadını iş bahanesi ile kandırdıktan sonra rızaları dışında kadınları fuhuşa sürüklediği, kadınlara çeşitli görüntülerle şantaj yaptığı, G.A’nın da fuhuşa sürüklenen kişilerden olduğu annesinin bir haber kanalına verdiği ropörtaj üzerine öğrenilmiş, ardından haberi yapan gazeteci Ö.D’ şüpheli tarafından tehdit edilmiştir. Tehditler sonrası suç duyurusunda bulunulması üzerine şüpheli hakkındaki iddialara ilişkin soruşturma başlatılmıştır. Sistematik bir fuhuşa teşvik ve yaklaşık 20 kadının bu şekilde mağdur olduğu bir olayda bugüne kadar hiçbir işlem yapılmamış olması, bir yargılama olmaması ve şüphelinin yargılanamayacağına olan inançla tehdit edebiliyor olması yargıdaki cezasızlık politikalarının bir sonucudur. Özellikle Kürdistan’da fuhuşa teşvik eden çetelerle etkin bir mücadele olmaması, yargıya yansıtılmaması özel savaş politikaları çerçevesinde değerlendirilmektedir.

Verilere bakıldığında yargılama sürecinde takdiri indirimler uygulanarak kamu vicdanını rahatlatacak nitelikte cezalar verilmemektedir. Cezasızlık politikaları sonucu olarak şüpheli hakkında etkin bir şekilde soruşturulmamakta veya sanık hakkında etkili bir yargılama yapılmamaktadır. Adalet sistemi mağdurun zararını ve kamu vicdanını etkin şekilde tazmin etmesi gerekmektedir. Suçun ya da hak ihlalinin ilgili mercilere bildirilmesi için ulaşılır koşulların sağlanmaması yasal düzenlemelerin hak ihlallerini önlemede yetersiz olması yine cezasızlık politikalarının bir sonucudur. Yargıdaki cezasızlık politikası erkek faillerin güç bulduğu, kadına karşı şiddetin ve kadın cinayetlerinin artma nedenlerinden biridir. 

 

C-3. ÇIPLAK ARAMA

Ataerkil kontrol mekanizmalarından biri olan hapishaneler de kadınlar birçok şiddet türüne maruz bırakılmaktadır. 25 Kasım 2024 yılında hazırlamış olduğumuz “Kadın Hapishaneleri ve Siyasi Kadın Mahpuslar Hak İhlalleri Raporunda” çıplak arama ve işkence dahil kadınların hapishanelerde maruz kaldığı şiddet türleri ayrıntılı olarak açıklanmıştır[22]. CGTİHK’nun 36. Maddesinde “Kurumlarda, odalar ve eklentilerinde, hükümlülerin üst ve eşyasında habersiz olarak her zaman arama yapılabileceği” aynı kanunun 86. maddesinde “hükümlülerin, odalarından çıkış ve dönüşlerinde ayrı yerlerde ve farklı memurlarca üst ve eşya aramasına tabi tutulacağı” belirtilmiştir. Koğuşların ve mahpusların üst aramalarının özellikle kadın mahpuslar açısından aramalar cinsel, fiziksel ya da psikolojik şiddete varan yöntemlerle yapılması insan hakları ihlallerine yol açmaktadır. Bu aramaların yanında özellikle hapishaneye ilk kabul aşamasında mahpuslara çıplak arama dayatılmaktadır.

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkın Kanun’un “Arama” başlıklı 36. maddesinde çıplak arama yönünden bir hüküm bulunmamaktadır. Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi İle Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük madde 46’da kadın mahpusların sık sık deneyimlerini paylaşarak eleştirdikleri, kınadıkları “çıplak arama” ve “beden çukurlarında arama” düzenlenmiştir. Burada, “(2) Hükümlünün üzerinde, kuruma sokulması veya bulundurulması yasak madde veya eşya bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin varlığı ve kurum en üst amirinin gerekli görmesi hâlinde, çıplak olarak veya beden çukurlarında aşağıda belirtilen usullere göre arama yapılabilir. a) Çıplak arama, hükümlünün utanma duygusunu ihlal etmeyecek şekilde ve kimsenin görmemesini sağlayacak tedbirler alınarak gerçekleştirilir, b) Arama sırasında önce bedenin üst kısmındaki giysiler çıkarttırılır, bedenin alt kısmındaki giysiler üst kısmındaki giysiler giyildikten sonra çıkarttırılır. Bu giysiler de mutlaka aranır, c) Çıplak arama sırasında bedene dokunulmaması için gerekli özen gösterilir. Aranan kişinin beden çukurlarında bir şeyin bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin bulunması hâlinde öncelikle, hükümlüden madde veya eşyanın kendisi tarafından çıkartılması istenir, aksi hâlde bunun zor kullanılarak gerçekleştirileceği bildirilir. Beden çukurlarındaki arama, cezaevi tabibi tarafından yerine getirilir, d) Çıplak olarak arama, mümkün olan en kısa süre içinde bitirilir. (3) Beden ve üst aramaları aynı cinsiyetten güvenlik ve gözetim görevlileri tarafından yapılır.” belirtilmiştir. Bu yasa maddelerinde görüldüğü gibi çıplak ve iç arama uygulaması Türkiye’de mevzuatça izin verilen ve sınırları çizilmemiş bir uygulamadır. Koşulları da Tüzük’te açık ve net bir şekilde belirtilmiş değildir ve uygulanabilmesi için idarenin gerekli görmesi yeterlidir, başka bir deyişle hapishane idarelerinin keyfiyetine bağlıdır. Kadınların yabancı bir takım kişiler önünde üstünü çıkarmaya, bedenini açmaya zorlanması, çıplakken “otur, kalk ve oturur kalkarken öksür” denilerek iç aramanın yapılması ciddi travmatik etkiler açığa çıkartabilmektedir. Özellikle kadın mahpuslar açısından cinsel şiddet uygulamaları arasında yer alan çıplak arama ve zorla soyma; kişinin mahremiyetini ihlal eden, bedenini ve onurunu hedef alan, acı verici ve aşağılayıcı bir cinsel şiddet yöntemidir. Aynı zamanda çıplak arama dayatmasına karşı çıkan mahpuslar infaz koruma memurları tarafından darp edilerek bir de işkence ve kötü muameleye maruz bırakılmaktadırlar.

Anayasa Mahkemesi, hükümlünün ceza infaz kurumuna kabulü sırasında çıplak kalacak şekilde aranmasının istenmesini ve bireyin tedbire maruz kalmak istememesine karşın görevliler tarafından tedbirin zor kullanmak suretiyle uygulanmasını, çıplak arama tedbirine rutin bir şekilde başvurulmasını, bu tedbire maruz kaldıktan sonra bireyin kapalı bir yerde tutulmasını ve buna ilişkin şikayetlerin etkili bir şekilde soruşturulmamasını Anayasanın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. ve “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddelerinin ihlaline yol açtığına karar vermiştir[23].

Van T Tipi Kapalı Hapishanesinde çıplak aramaya maruz bırakılan D.H soruşturmasında[24]; hapishaneye getirilen Hakkari Belediye Eşbaşkanı D. H’nin çıplak arama adı altında kıyafetlerinin çıkarılmasının istenmesi ve kabul edilmemesi sonrasında şiddet uygulanarak zorla kıyafetlerinin çıkartılması sonucu işkence ve kötü muameleye maruz bırakılmıştır[25]. Yapılan çıplak arama, işkence ve kötü muamele nedeniyle kendisinin şikâyeti üzerine adli soruşturma başlatılmış, ardından Van Cumhuriyet Başsavcılığınca, Hatipoğlu'na yönelik "çıplak arama yapıldığı ve darbedildiği" iddialarının gerçeği yansıtmadığına dair bir açıklama yayınlamış[26] ve yapılan soruşturmada takipsizlik kararı verilmiştir. Müşteki D.H hakkında ise çıplak arama dayatmasına karşı çıkması nedeniyle disiplin soruşturması başlatılmıştır.

Hakkari ili Yüksekova İlçe Emniyet Müdürlüğünde gözaltına alınan 7 kadına çıplak arama uygulanması soruşturmasında[27]; 9 Ekim 2022 tarihinde yapılmak istenen yürüyüş sırasında gözaltına alınan 7 siyasetçi kadına, Yüksekova Emniyeti Müdürlüğünde çıplak arama dayatması yapılmış ve müştekilerin şikayeti üzerine soruşturma başlatılmış, 2 yıldır devam edene soruşturmada halen bir gelişme bulunmamaktadır.

Takip ettiğimiz dosyalardan açıkça anlaşıldığı üzere çıplak arama vakaalarında yargı Kamu Kurumlarını ve kamu personellerini koruyan ve aynı zamanda eril bir yaklaşımla mağdurların beyanlarını esas alınmamakta, hayatın birçok alanında çeşitli şiddet türlerine maruz bırakılan kadınları nasıl etkilediği düşünülmeden, eril bir bakış açısı ile çıplak arama uygulamasını hukuka uygun olarak değerlendirmekte, yargılama süreçleri oldukça uzun sürmektedir. “Zorla çıplak arama” iddiasının varlığı; dayandırılan mevzuat hükümlerinin yasallığının yanı sıra uygulamanın cinsel saldırı boyutunda yaşanıp yaşanmadığının da araştırılmasını gerektirmektedir. Uygulamanın cinsel bir saldırı olarak gerçekleşmesi durumunda sorumluların işkence suçundan da sorumlu olacağı açıktır. Kişinin zorla çıplak arama iddiasında bulunduğu durumlarda; “fiilin cinsel saldırı boyutunda yaşanıp yaşanmadığı, fiilin yol açtığı ruhsal belirtilerin neler olduğu, bu belirtiler ile fiil arasında nedensellik bağının bulunup bulunmadığının” araştırılması beklenirken çoğu durumda bu yönde bir değerlendirme yapıldığı, aksine bu uygulamaya itiraz eden mahpuslara disiplin cezaları verildiği ve bu uygulamaların yargı kararlarıyla hukuka uygun bulunmasıyla meşrulaştırıldığı gözlemlenmektedir.

 

C-4. FİZİKSEL ŞİDDET

Kadınlar gündelik yaşamlarında, kamusal13 veya özel alan fark etmeksizin fiziksel şiddete maruz kalmaktadırlar.14 Fiziksel şiddet, erkek ile kadın arasında var olan cinsiyet eşitsizliği sebebiyle, erkeğin kadın üzerinde egemen olmasının en etkili ve yaygın yolu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadınlar fiziksel şiddete daha çok aile bireyleri tarafından maruz kalmakla birlikte dışarıdan birinin de kadını hedef alarak uyguladığı fiziksel şiddet karşımıza çıkmaktadır. Fiziksel şiddet anlık olarak uygulanabileceği gibi sistematik olarak da uygulandığı durumlar ortaya çıkmaktadır. Yapılan araştırmalara göre Türkiye’de yaşayan kadınların %38’i fiziksel şiddete maruz bırakılmaktadır. Fiziksel şiddetin öldürme, yumruk atma, tokat atma, tekme atma, kol bükme, boğaz sıkma, iple bağlama, saç çekme ya da sopa ve benzeri herhangi bir araç kullanarak kaba dayak atma, kesici veya delici bir aletle yaralama, zorla ırza geçme, vücutta sigara söndürme, kezzap veya kaynar suyla yakma, el ve ayaklarını ezme, sağlıksız koşullarda oturmaya zorlama, sağlık hizmetlerinden yararlanmayı önlemeye dek uzanan çok geniş bir kapsama alanı vardır.

TCK’da düzenlenen fiziksel şiddet suçları kapsamında bu suçların kadına yönelik işlenmesi halinde ceza oranında artırıma gidilmiştir. TCK madde 86’da düzenlenen Kasten yaralama suçunda 1-3 yıl arasında hapis cezası verilebilecekken, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek yaralamalarda 4 ay ile 1 yıl arasında ceza verilirken kadına karşı işlenen suç olması halinde alt sınırın 6 aydan az olamayacağı belirtilmiştir. TCK madde 94’te düzenlenen İşkence suçunda suçu işleyen kamu görevlisi hakkında 3-12 yıl arasında hapis cezası öngörülürken bu suçun kadına karşı işlenmesi halinde cezanın alt sınırı 5 yıl olarak belirlenmiştir. TCK madde 96’da düzenlenen Eziyet suçunda sanık 2-5 yıl arasında yargılanırken suçun kadına karşı işlenmesi halinde cezanın alt sınır 2 yıl 6 aydan daha az olamaz şeklinde belirlenmiştir. TCK’nın 86. Maddesinde düzenlenen Kasten Yaralama Suçu; “Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur. Suçun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırı altı aydan az olamaz.” Şeklinde düzenlenmiş iken TCK’nın 96. Maddesinde düzenlenen Eziyet Suçu; “Bir kimsenin eziyet çekmesine yol açacak davranışları gerçekleştiren kişi hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Suçun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırı iki yıl altı aydan az olamaz.” Şeklindedir. Kadına yönelik fiziksel şiddet durumlarında uygulamada TCK’nın 86. Maddesi uyarınca kasten yaralama suçu üzerinden yargılamalar yürütülmektedir, bu madde kapsamında verilen cezalar oldukça düşük olup infaz aşamasında bir etkisi görülmeyen sürelerdir. Ancak araştırmalara göre kadınların maruz bırakıldığı fiziksel şiddet bir kerelik olmaktan ziyade aynı kişi tarafından uygulanan sistematik bir şiddet türü olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadınların sistematik şiddet iddiaları çoğunlukla yargı makamları tarafından dikkate alınmamaktadır. Sistematik bir şekilde ve belli bir süreç içinde işlenen kasten yaralama, hakaret, tehdit, cinsel taciz niteliği taşıyan fiillerin eziyet suçunun[28] unsurlarını oluşturduğu gözetilmeden şiddet failleri hakkında kasten yaralama suçundan yargılamalar yürütülmekte, bu maddelerden de erkek fail lehine olanı uygulamak tercih edilmektedir.

Ankara’da B.Ç.’nin maruz bırakıldığı fiziksel şiddet davasında; müşteki B.Ç eski sevgilisi B.D.S ile ilişkisini sonlanmasına rağmen sanık zorla müştekinin evine girerek konut dokunulmazlığı, mala zarar verme ve basit yaralama suçlarından yargılanmasına başlanmıştır. Mahkemece mütalaa doğrultusunda sanık hakkında mevcut delillere rağmen Mala Zarar Verme suçu yönünden beraatine, Basit Yaralama suçu yönünden takdiri indirim uygulanmak suretiyle neticeten 3.000 TL adli para cezasına hükmedilmiştir. Adli para cezası gibi hiçbir caydırıcılığı olmayan bir cezaya hükmedilmesi kadına yönelik fiziksel şiddet vakalarıyla yargısal boyutta etkin bir mücadele olmadığını gözler önüne sermektedir. Yapılan itiraz üzerine İstinaf aşamasında sanığa mala zarar verme suçundan ceza verilmiş ise de haksız tahrik indirimi uygulanmıştır. Soruşturma aşamasında fail erkek tarafından müvekkile yönelik olarak gerçekleştirilen tehdit ve hakaret suç fiillerine ilişkin herhangi bir araştırmaya gerek görülmemesi, kundaklama eylemi yönünden maddi gerçeğin açığa çıkarılması adına tanık dinletme ve HTS/Baz kayıtlarının dosyaya kazandırılmasını talep etmemize rağmen taleplerin reddedilerek mala zarar verme suçu yönünden ilk aşamada sanığın beraatine karar verilmesi kadına yönelik suçlara ilişkin yargısal çabasızlığı ortaya koyar niteliktedir.

 

C-5. ÜNİFORMALI ŞİDDETİ VE CEZASIZLIK

Özellikle Kürdistan’da yaşanan kadına yönelik şiddet olaylarında faillerin üniformalı, yani asker, polis, korucu olduğu birçok vaka bulunmaktadır. Kürdistan’da yürütülen fiziksel savaşın yanında Kürt kadınlara ve kız çocuklarına yönelik toplumsal ve gelenekçi yapı üzerinden üniformalılar tarafından özel savaş politikaları yürütülmektedir. Tarihte yaşanan tüm savaşlarda ve çatışmalı süreçlerde tecavüz, taciz, kaybettirme, yoksullaştırma ve zorla göç bir savaş taktiği olarak kullanılmış, böylece bir grubun diğerini ideolojik, kültürel, siyasal ve toplumsal anlamda baskı altında tutmasının aracı olmuştur. Bu süreçlerde kadın bedeni ve toplumsal cinsiyetle doğrudan bağlantılı olan kimlik kavramı çatışmaların odak noktası haline gelmiştir. Savaşlarda ya da çatışmalı süreçlerde sistematik olarak kadın bedeni üzerinde geliştirilen politikalar, sadece kadını değil aynı zamanda yaşadığı toplumu, ulusu, ulusun kültürel ve kimlik yapısına yönelik olarak geniş bir alanı hedeflemektedir. Özel savaş politikaları ve militarizm, kadınları kendi hakikatlerinden uzaklaştırarak, her koşul altında kadın bedeni, yoksulluğu, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve belli kavramlar üzerinden kendini yeniden yeniden oluşturuyor.

Özel savaş politikaları çerçevesinde Kürt kadınları şahsında yaşanan kadına şiddet olaylarında görülen en temel sorun yargıdaki cezasızlık politikasıdır. Failin üniformalı olduğu kadına yönelik şiddet dosyalarında yargı makamları tarafsızlık ve bağımsızlıktan uzak, etkili olmayan soruşturmalar o-sonucunda üniformalılara oldukça az cezalar vererek, bunu bir politika haline getirmiştir. Yargının bu yaklaşımı erkek egemen ulus devletçi yaklaşımını net bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Kadın cinayetleri başlığında dosyanın ayrıntılarına değinmiş olduğumuz Şırnak’ta katledilen S.K davasında; S.K’yi katleden İ.B,  Şırnak Özel Harekât Ocakları Derneği Başkanıdır. Dava süreci boyunca failin başkanlığını yaptığı dernek ve bağlantılı olduğu paramiliter güçler ile bağlantısı hususunun irdelenmesine izin verilmemiştir. Cinayetin muhtemel başka faillerinin bulunması hususundaki tevsii tahkikat taleplerimiz heyetçe reddedilmiştir. Yine bu dosyalarda sık rastlanıldığı üzere sanık duruşmalar sırasında kurumları temsil eden katılan vekillerini kriminalize ederek, siyasi parti ve örgüt talimatı ile bu dosyanın takibinin yapıldığını iddia etmiş, mahkeme başkanı tarafından bu ithamların sürmesine izin verilmemiş sanığın beyanlarına müdahale edilmiştir. Dosyadaki mevcut deliller ve suçun işleniş şeklinden sanığın tasarlayarak ve canavarca hisle eziyet çektirerek öldürme suçundan yargılanmasını gerektirirken bu durum dikkate alınmadan yalnızca kadına karşı kasten öldürme fıkrasından sanığın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Yine Kadın cinayetleri başlığında dosyanın ayrıntılarına değinmiş olduğumuz Şırnak’ta katledilen F.B davasında; Sanık A.B suçu korucu olan ağabeyi R.B'ye ait kalaşnikof marka silahı ile işlediğini beyan etmiştir. Sanığın, F.B’yi nehir kenarında bırakıp silah almak için eve gittiği süreç içerisinde F.B’nin başında bekleyen, onu orda zorla tutan başka birilerinin olduğu, dosya kapsamındaki bütün deliller sanığın korucu olan abisi R.B’yi işaret etmesine rağmen, kendisi hakkında soruşturma aşamasında takipsizlik kararı verilmiştir. R.B korucu üniformasına sahip bir kişi olarak yargı tarafından cezasızlık ile ödüllendirilmiştir.

Cinsel saldırı başlığında dosyanın ayrıntılarına değinmiş olduğumuz Batman’da yaşanan İ.E’ye yönelik cinsel saldırı davasında; 18 yaşındaki İ.E, duygusal ilişki adı altında Siirt’te yaşayan uzman çavuş M.O tarafından cinsel saldırıya uğradığına dair şikayetçi olmuş, ancak üniformalı olan fail hakkında etkin ve hızlı bir soruşturma süreci yürütülmemiş ve İ.E intihar etmiştir. İ.E’nin intiharından sonra başlayan davada sanık M.O hakkında “nitelikli cinsel saldırı” suçundan 12 yıl hapis cezası verilmiş, Uzman çavuş olması sebebiyle kamu görevlisi nüfuzunu kullanmış olması ağırlaştırıcı neden iken bu husus mahkeme tarafından göz ardı edilmiştir. Bunun yanı sıra mahkeme, “Takdiri İndirim” uygulayarak hapis cezasını 10 yıl hapis cezasına indirmiş ve taleplere rağmen hüküm le birlikte Sanık M.O hakkında tutuklama kararı verilmemiştir. İ.E uğradığı cinsel şiddet sonrasında Batman ve Siirt Cumhuriyet Başsavcılıklarına başvuru yaparak adeta Yargıyı harekete geçirmek için kendisi yoğun bir çaba sarf etmiştir. Ancak savcılıkların isteksiz harekete geçmesi, süreci uzatması neticesinde çaresizlik hissi ile hem fail M.O hem de mevcut eril yargı sistemi iş birliği İ.P’yi intihara sürüklemiştir. Kovuşturma aşamasında ise mahkeme olay, fail, tanıklar, bilirkişi raporlarını bütünlüklü ele almaktansa, haksız tahrik indirimini amaçlayan savunmalara zemin hazırlamıştır. Yine failin uzman çavuş olması, “arkamda devlet var” sözleri ile İ.E’yi tehdit etmesine ve bu hususların dosyaya yansımasına, kamu gücünü kullanarak nüfuz yaratması ağırlaştırıcı bir sebep olmasına rağmen mahkeme tarafından dikkate alınmadı. Bu yargılama süreci sonucunda Üniformalı bir kadına şiddet faili daha eril yargı pratikleri sonucunda cezasızlık ile ödüllendirilmiştir.

Yine cinsel saldırı başlığında dosyanın yarıntılarına değinmiş olduğumuz Van’da yaşanan M.Ş’ye yönelik cinsel saldırı davasında; Köy Güvenlik Korucusu olan sanık B.A, M.Ş'yi kaçırarak cinsel saldırıda bulunmuş, Sanık 9 ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye edilmiştir. Dosyada verilen ilk mütalaada sanık hakkında fillerinin TCK 102/1.1 sarkıntılık boyutunda kaldığından sanığın 223/2-e bendinden beraatini talep etmiş, sonraki celse kamuoyu baskısı ve değişen savcı tarafından sanığın cinsel saldırı suçunun basit halinden cezalandırılması şeklinde mütalaa sunulmuştur. Yargılama sonucunda takdiri indirim uygulanmak suretiyle sanığın cinsel saldırının basit halinden cezalandırılmasına, diğer suçlardan ise beraatine karar verilmiştir. Bu yargılama süreci sonucunda Üniformalı bir kadına şiddet faili daha eril yargı pratikleri sonucunda alması gerekenden oldukça az bir ceza verilerek cezasızlık ile ödüllendirilmiştir.

Hakkari’de yaşanan P.K’ye yönelik fiziksel şiddet davasında[29]; Müşteki P.K’ye yönelik fisiksel şiddet ve şantaj görüntüleri sosyal medyada paylaşılan babası korucu, abisi astsubay olan A.A. hakkında şikayette bulunulması üzerine yargılama başlamıştır. Ancak kurduğu 25 kişilik çete grubuyla genç kadınları ve çocukları uyuşturucu ve fuhşa zorladığı iddiasına yönelik ise hiçbir soruşturma yürütülmemiş, iddialara göre A.A’nın üniformalı aile üyeleri gerekçe gösterilerek savcılık tarafından tehdit edilmiştir. Özellikle Kürdistan’da fuhuşa teşvik eden çetelerle etkin bir mücadele olmaması, yargıya yansıtılmaması özel savaş politikaları çerçevesinde değerlendirilmektedir. Tüm bu iddialar değerlendirildiğinde söz konusu üniformalıların yargı makamları tarafından korunduğunu gözler önüne sermektedir.

 

C-6. STKLARIN DAVALARA KATILMA TALEPLERİ

Kadına yönelik her türlü ayrımcılık ve şiddete maruz bırakılan mağdurların bireysel mücadelesinin yanında, kamusal alanın bir ayağını oluşturan Dernekler, Barolar gibi sivil toplum kuruluşlarının da bireysel mücadelenin yanında yer alıp, iddia makamını güçlendirme, somut gerçeği ortaya çıkarma, adil yargılamanın temini için çalışma gibi nedenlerle davaya katılması bir zorunluluk arz etmektedir. Sivil Toplum Kuruluşlarının davalara katılabilmeleri iddia makamını güçlendirerek maddi gerçeğin ortaya çıkarılması, kadın dayanışmasının gösterilmesi ve toplumsal duyarlılık oluşturulmasının yanında özellikle ailesi tarafından takip edilmeyen, sahipsiz bırakılan bu nedenle de vekaletname ile davayı takip etme imkanının olmadığı kadın cinayeti davalarının sahiplenilmesi açısından oldukça önemlidir.

CMK’nın 237. Maddesinde davaya katılma hakkı olanlar tanımlanırken mağdur ve suçtan zarar gören kavramı birlikte kullanılmıştır. Bu yönüyle eski yasada var olan suçtan zarar görenler ibaresine ek getirilerek ve iki kavram birlikte kullanılarak katılma hakkı genişletilmiştir. Suçtan zarar gören kavramı; yargılama hukuk terimidir. Bu terimin doktrindeki tanımı ise; sanığın cezalandırılması sureti ile karşılanacak bir tatmin arzusunun uyandığı her kurum veya kişi suçtan zarar görendir. Kimlerin bu kavram dahlinde değerlendirileceği ise açıkça sayılmadığından, TCK “Katılma “ ehliyetinden ve kimlerin davaya katılma hakkının bulunacağı yönünde sınırlayıcı unsurlara yer vermediğinden, yargılama sırasında mahkemelerin geniş takdir yetkisi vardır.

Anayasa’nın 90. Maddesi ”…..usulüne uygun yürürlüğe konulmuş Milletlerarası anlaşmalar kanun hükmündedir……Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” Şeklindedir. Anayasa’nın yukarıdaki maddesi ile farklı bir önem kazanan milletlerarası antlaşmalarda kadına yönelik şiddet davalarına katılma isteminin dayanak hükümlerdendir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Kadına Karşı Ayrımcılığın Önlenmesine Dair Sözleşme (CEDAW ) ve İstanbul Sözleşmesinin ilgili maddeleri “……taraflar, iç hukuklarında öngörülen koşullara uygun olarak, kamu kuruluşlarının, sivil toplum örgütlerinin ve aile içi şiddet danışmanlarının, işbu sözleşme uyarınca belirlenen suçlara ilişkin soruşturma ve adli takibatın yapılması sırasında mağdurun isteği üzerine, mağdura yardım ve destek vermesi olanağını sağlamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır.” gereğince Sivil Toplum Kuruluşlarının davalara katılmaları toplumsal ve yasal bir sorumluluktur.

Özgürlük İçin Hukukçular Derneği olarak “….. ulusal ve uluslar arası mevzuatta kadının insan haklarına ilişkin düzenlemelerin yaşama geçirilmesi, eşit ve adil uygulanmasının sağlanması, ……Kadının insan hakları mücadelesine kamuoyu desteği sağlamak amacıyla ………” şeklinde tüzüğümüzde düzenlediğimiz sorumluluk gereği kadına yönelik şiddet davalarında katılma taleplerinde bulunmaktayız. Dernek olarak toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması amacı doğrultusunda kamuoyu oluşturmak ve bu amaçlar yolunda gerekli tüm çalışmaları sürdürmek görev ve yükümlülükleri arasındadır. Mahkemelerde yargılaması yapılan kadın haklarının ihlaline yönelik ve toplumda infial uyandıran olayların kamu vicdanını ağır şekilde yaraladığı, kamuoyunu olumsuz yönde etkilediği göz önünde bulundurulduğunda kadına yönelik şiddet, katletme, taciz ve tecavüz olaylarında yargı yolunun etkili olarak kullanılması ve adil yargılamanın sağlanması için katılma taleplerinde bulunulmaktadır. Ancak ÖHD olarak katılma talebinde bulunduğumuz kadına yönelik şiddet dosyalarının neredeyse tamamında hukuki değerlendirmeden uzak bir şekilde “suçtan doğrudan zarar görülmediği” gerekçesiyle davaya katılma taleplerimiz reddedilmektedir. Hukuk kurallarının tanıdığı takdir yetkisini toplumsal bir sorunu çözmekten yana kullanma anlayışından uzak bu eril yargı pratiği aynı zamanda kadın dayanışmasının önünü de kesmeye çalışan bir yaklaşım olarak görülmektedir.  

Yukarıda ayrıntılarına değindiğimiz dosyalardan İzmir’de katledilen R.K davasında, Van’da katledilen S.P davasında, Muş’ta katledilen F.A davasında, Van’da katledilen D.T davasında, Van’da katledilen B.B davasında, Van’da katledilen F.O davasında, Mersin’de katledilen S.A davasında, Şırnak’ta katledilen S.K davasında, Şırnak’ta katledilen F.B davasında, Batman’da cinsel saldırıya maruz bırakılan İ.P davasında, Van’da cinsel saldırıya maruz bırakılan Z.N davasında, Van’da cinsel saldırıya maruz bırakılan M.Ş davasında ve Ankara’da fiziksel şiddete maruz bırakılan B.Ç davasında ÖHD adına yapmış olduğumuz mağdurun yanında davaya katılma taleplerimiz suçtan doğrudan zarar görülmediği gerekçesi ile reddedilmiştir.

Urfa’da katledilen A.A davasında Asliye Ceza Mahkemesi’nde başlayan yargılamada katılma talebimiz kabul edilmiş ise de daha sonra davanın görevsizlik kararı ile gönderildiği Ağır Ceza Mahkemesinde tekrar değerlendirilen katılma talebimiz reddedilmiştir. Oldukça nadir rastladığımız bir şekilde İstanbul’da fiziksel şiddete maruz bırakılan Y.B davasında Asliye Ceza Mahkemesi ÖHD adına yapmış olduğumuz mağdurun yanında davaya katılma talebimizin kabulüne karar verilmiştir. İki dosya üzerinden bir sonuca varma imkânımız bulunmasa da STK’ların davalara katılma talepleri hususunda Asliye Ceza Mahkemelerinin, Ağır Ceza Mahkemelerinden daha kadın odaklı bir yaklaşımla takdir yetkisini kullandığı gözlemlenmiştir.

 

C-7. KADIN HAKLARI SAVUNUCULARINA YÖNELİK YARGISAL ŞİDDET

Özel alanda ve kamusal alanda kadınların maruz bırakıldığı fiziksel, psikolojik, ekonomik, dijital ve cinsel şiddetin yanında, evrensel ataerkil ideolojinin normalleştirdiği erkek egemen düzene karşı başkaldıran, mücadele eden kadınlara karşı açılan soruşturmalar ve ceza davaları da rapor kapsamında kadın hakları savunucularına yönelik yargısal şiddet olarak ele alınmıştır. Sivil Toplum Kuruluşlarında gönüllü aktivist olan kadınlar, siyasi partilerde siyasi faaliyet yürüten kadınlar bu faaliyetleri nedeniyle 2911 sayılı Toplantı Ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa muhalefet, Kabahatler Kanununa Muhalefet, Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Suçu, Örgüt Üyeliği Suçu, Örgüte Yardım Etmek Suçu, Örgüt Propagandası suçu vb suç isnatları ile çeşitli ceza yargılamalarına maruz bırakılmaktadırlar. Özellikle Kürt kadınlarının, kadın özgürlük mücadelesindeki faaliyetleri nedeniyle kadınlara ceza davaları açılarak “ıslah etme” anlayışı, toplumsal cinsiyet üzerinden kurgulanan makbul kadın rolünün dışına çıkmış olan kadınları bu kalıbın içine tekrar dahil etmeyi amaçlamakta, eril yasalarca suç sayılan fiilleri gerçekleştiren kadınlar mevcut ataerkil sistemin biçtiği rolün dışına çıkmış kişiler olarak, yargı tacizleri/yargısal şiddet aracılığıyla tekrar itaate zorlanmaktadırlar. Rapor kapsamında ÖHD olarak takibini yaptığımız siyasi kadın hakları savunucusu kadınlara yönelik yürütülen 10 ayrı soruşturma ve kovuşturma dosyası ele alınmıştır.

Van’da, basına yansıyan 6 uzman çavuşun kadınlara yönelik tacizini protesto eden ikisi derneğimiz üyesi 8 Kadın aktivist hakkında katıldıkları basın açıklamasında açılan pankart gerekçesi ile soruşturma açılmıştır[30]. Basın açıklamasında açılan, “Üniformalıların taciz ve tecavüzüne karşı kadınların örgütlü mücadelesi kazanacak " pankartı nedeniyle 8 kadın “Halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek” iddiasıyla ifadeye çağrılmış, soruşturma sonucunda atılı suçun unsurları oluşmadığı gerekçesiyle haklarında takipsizlik kararı verilmiştir. Bu dosya kapsamında kadınlar, salt özel bir politika olarak yürütülen üniformalı şiddetin tepki gösterdikleri için yargı tacizine maruz bırakılmışlardır.

12.08.2020 tarihinde Ankara Kadın Platformu’nun çağrıcısı olduğu “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır. Haklarımızdan Vazgeçmiyoruz. Yaşam Zincirinde Buluşuyoruz.” eylemine katılan, aralarında biri derneğimiz üyesi olan kadınlar gözaltına alınmış, yürüyüşün ”2911 sayılı yasaya aykırı olduğu şeklinde birçok kez ihtarda bulunulduğu, ancak grubun dağılamayarak eylemlerine devam ettikleri” iddiasıyla cezalandırılmalarına karar verilmesi istemiyle kamu davası açılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda “dosya kapsamında alınan bilirkişi raporunda toplantının trafik düzenini etkilediğine dair bir tespitin yapılmadığı, bilirkişi raporunda polisin ihtarda bulunduğu görülse de bu ihtarın sanıklar tarafından duyulup duyulmadığının anlaşılmadığı,  yine polisin zor kullandığının da görülmediği, yalnızca sanıklarca barikata yüklenildiğinin görüldüğü, bu hususun suçun oluşumuna sebebiyet vermeyeceği, dolayısıyla atılı suçun unsurları oluşmadığından sanıkların ayrı ayrı beraatine dair karar verilmesi kanaatine varılmıştır.” denilerek tüm yargılananlar açısından beraat kararı verilmiştir[31]. Haklarına sahip çıkmak için Anayasa’da tanınmış temel bir hakkını kullanan kadınlara yargı tacizi niteliğinde olan bu davanın açılmış olması başlı başına kadınlar aleyhine işleyen yargı pratiğinin bir göstergesidir. Temel haklarını kullanan kadınlara karşı gecikmeksizin dava açılırken hem eylem sırasında uğranılan kötü muamele ve işkence sebebiyle hem ilk yargılamaya yapılan çağrı sırasında uğranılan kötü muamele ve işkence sebebiyle kolluk kuvvetleri hakkında yapılan şikayetler ise sonuçsuz kalmış, soruşturma sonucunda takipsizlik kararı verilmiştir.

Van’da 25.11.2022 tarihinde 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü kapsamında kadına yönelik şiddeti kınamak, halkı aydınlatmak ve kamuoyu yaratmak üzere bir kısım kadının katılımı ile yapılan yürüyüş, kolluk tarafından engellenmiş, katılan 29 kadına Kabahatler Kanununa muhalefetten idari para cezası kararı verilmiş, idari para cezasına yapılan itirazlar Sulh Ceza Hakimlikleri tarafından reddedilmiştir[32]. Anayasa’da tanınmış temel haklarını kullanan kadınları engelleyen kolluk görevlileri hakkında soruşturma başlatılması gerekirken kadınlara idari para cezası uygulanmasının hukuka uygun bulunması bir yargısal şiddettir.

Kadınların toplumsal sorunların çözümü için üstlendikleri görevin en yılmaz neferleri olan Barış Annelerine yönelik de yargısal şiddet olarak görülecek ceza davaları açılmıştır. Van’da Barış Anneleri açlık grevinde bulunan yakınlarına dikkat çekmek için hapishane önünde basın açıklaması yapmak isterken gözaltına alınmış ve haklarında ceza davası açılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda sanık olan tüm Barış Annelerine ‘örgüte üye olmamakla birlikte örgüte bilerek isteyerek yardım etme’ suçundan ceza verilmiş, istinaf talebi sonucunda yerel mahkemenin kararı usulden bozularak geri göndermiş ve yargılama devam etmektedir. Yine Van’da tecridin kırılması için açlık grevi yapan Barış Anneleri hakkında örgüt propaganda suçundan ceza davası açılmış, yapılan yargılama sonucunda suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle beraat kararı verilmiştir. Yine Van’da, TSK'nin Efrin’e düzenlemiş olduğu zeytin dalı operasyonu ile ilgili basın açıklaması düzenlendikleri için Barış Anneleri hakkında örgüt propagandası ve halkı askerlikten soğutma suçlarından ceza davası açılmış, yapılan yargılama sonucunda suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle beraat kararı verilmiştir. Bu davalardan anlaşılacağı üzere kadınların barış mücadelesi daima bir ataerkil kontrol altında olup yargı tacizleriyle Barış Annesi olan kadınlar sisteme itaat etmeye zorlanmaktadırlar.

Van'da MEBYA-DER ve TJA tarafından, 14.03.2023 tarihinde 8 Mart kapsamında aralarında çıplak bedeni askerler tarafından teşhir edilen Ekin Wan’ın da mezarının bulunduğu,  özgürlük mücadelesinde yaşamını yitiren kadınların mezarları ziyaret edilmiş, bu ziyarette örgüt propagandası yapıldığından bahisle örgüt propagandası yapmak suçundan 8 Kadın gözaltına alınmış, yargılama başlatılmış ve yargılama devam etmektedir. Kadına yönelik şiddet failleri hakkında uygulanmayan gözaltı koruma tedbirine söz konusu kadınlar olduğunda oldukça basit suçlamalarda dahi başvurulması eril yargı pratiklerinin bir tezahürüdür.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 29.11.2022 tarihinde 50 kadın hakkında “Örgüt yöneticiliği, örgüt üyeliği” iddiasıyla aralarında TJA aktivisti, HDP Kadın Meclisi Üyesi, HDP PM Üyesi kadınların olduğu toplam 21 kadın gözaltına alınmış, 8 kadın tutuklanmış ve mart 2023’te hazırlanan iddianame ile haklarında ceza davası açılmıştır. Söz konusu iddianame ile kadınların kadın özgürlük mücadelesi içerisinde yer almaları hedef alınmış, kadınların TJA üyesi olmaları suçlama konusu yapılmıştır. TJA’nın kadın katliamına, kadın mücadelesine, ekolojiye dair açıklamaları, özsavunmaya ilişkin düzenlediği panellere ilişkin haberlere yer verilirken, KJA’nın düzenlediği tüm eylem ve etkinliklerin suçlama konusu yapıldığı iddianamede, “Kadın Ekonomi Danışma Kurulu”nun kurulması da suçlama konusu yapılmıştır. İddianamede, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü için “25 Kasım Dünya Kadına Şiddet Günü” denilerek kadınların 2014 yılının 25 Kasım’ında Urfa’da bulunması, “örgütsel faaliyet” olarak yorumlanmış; benzer şekilde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle Dersim’de gerçekleştirilen etkinliğe katılmaları ise suçlama konusuna gerekçe olarak gösterilmiştir. Dosyadaki bir kısım kişiler hakkında tefrik kararları verilmiş, bir kısım kişiler hakkında beraat kararı verilirken, bir kısım kişiler hakkında örgüt üyeliği suçundan cezalandırılmalarına karar verilmiş, bir kısım kişiler hakkındaki yargılamalar ise tefrik edildikleri dosyalar üzerinden halen devam etmektedir.

Benzer şekilde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 15.04.2024 tarihinde 30 kadın “Örgüt yöneticiliği, örgüt üyeliği” iddiasıyla aralarında TJA aktivisti, Barış Annesi, HDP Kadın Meclisi Üyesi, HDP PM Üyesi kadınların gözaltına alınmış ve 11 kadın hakkında hazırlanan iddianame ile ceza davası açılmıştır. Söz konusu iddianame ile kadınların kadın özgürlük mücadelesi içerisinde yer almaları hedef alınmış, kadınlar TJA üyesi olmakla suçlanmışladır. TJA’nın kadın katliamına, kadın mücadelesine, ekolojiye dair açıklamaları, özsavunmaya ilişkin düzenlediği panellere ilişkin haberlere yer verilirken, KJA’nın düzenlediği tüm eylem ve etkinliklerin suçlama konusu yapıldığı iddianamede, “Kadın Ekonomi Danışma Kurulu”nun kurulması da suçlama konusu yapılmıştır. İddianamede, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü için “25 Kasım Dünya Kadına Şiddet Günü” denilerek kadınların 2014 yılının 25 Kasım’ında Urfa’da bulunması, “örgütsel faaliyet” olarak yorumlanmış; benzer şekilde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle Kağıthane’de gerçekleştirilen etkinliğe katılmaları ise suçlama konusuna gerekçe olarak gösterilmiştir. Kadınların gözaltına alınarak tutuklanmaları ve iddianamede kadın mücadelesi içerisindeki eylem ve faaliyetlerinin isnat edilen suçlamaya gerekçe yapılması kadın özgürlük mücadelesinin kriminalize edilme çabasıdır.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının ‘yasadışı örgüt üyeliği’ iddiası ile 25 Nisan 2023 tarihinde Diyarbakır merkezli başlatılan operasyon kapsamında aralarında avukatların da olduğu birçok kişi gözaltına alınmıştır. Gözaltına alınan avukatlar arasında hak savunucusu ve derneğimiz üyesi olan 10 kadın avukat hakkında yapılan soruşturma sonucunda 1 kadın avukat tutuklanmış, diğerleri adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştır. Yürütülen soruşturmalar kapsamında 6 kadın avukat hakkında takipsizlik kararı verilirken, 4 kadın avukat hakkında ise katıldıkları basın açıklamaları, aktivistlik ve mesleki faaliyetleri gerekçesiyle ceza davası açılmıştır. Yapılan yargılamalar sonucunda haklarında beraat kararı verilmiş ise de kadın hakları savunucusu olan Derneğimiz üyesi avukatların aktivistlik faaliyetlerinin yargılama konusu yapılması yargı tacizi olarak görülmektedir.

 

D. SONUÇ VE ÖNERİLER:

Ayrıntıları açıklanan ceza hukuku yargılamalarında kadına yönelik şiddet ve eril yargı pratikleri kapsamında önerilerimiz şu şekildedir:

  1. Hukuk, toplumdaki kültürel normlar gibi kadına yönelik şiddeti başlıca meşrulaştırma vasıtası olmuştur. Hukuk, toplumun kültürel değerleri ve geleneksel anlayışını gözeterek yasalar oluşturabildiğinden kadına yönelik şiddet dosyalarındaki uygulama sorunlarının temel nedeni Eril hukuk normları olmaktadır. Hukuk normlarındaki sorunlar ceza miktarlarının arttırılması ile çözülmeye çalışılmakta ise de söz konusu normların eril bir kültür esas alınarak düzenlendiğinden uygulamada da birçok soruna yol açılmaktadır. Uluslarararsı standartlara uygun usul güvenceleri sağlanmadıkça, cinsiyet duyarlı özel önlemler ve bu yargılamalara özgü delil kuralları belirlenmedikçe; ceza miktarını arttırmak uygulamadaki fiili cezasızlık durumunu arttırmaktan ve bu suçların faillerini cesaretlendirmekten başka bir sonuç doğurmamaktadır Bu bakımdan kadına yönelik şiddet suçlarındaki sistematik cezasızlık sorununun aşılabilmesi için, bu suçların soruşturma, kovuşturma, infaz ve giderim süreçlerini, bu suçların işleniş biçimlerini, koşullarını, cinsler arasındaki eşitsizliğin bir sonucu ve cinsiyet ayrımcılığının bir türü olduğunu gözeterek, mağdur haklarını merkeze alan bir yaklaşımla yeniden düzenlemek ve belirlenecek ilke, kural ve önlemlerin eylemli biçimde uygulanmasını izlemek gerekmektedir.
  2. Kadın cinayetlerinin hukuk ve kamu yönetimi açısından önemli bir insan hakları ihlali alanı olup, idarenin koruyucu/önleyici tedbirler alma yükümlülüğü yargı makamlarını da yükümlü kılmaktadır. Kadın cinayetleri davalarının yargı kararlarına yansıyan biçimi toplumsal adalet açısından oldukça önemlidir. Kadın cinayetleri davalarında etkin ve etkili soruşturmalar yürütülerek, her iddia özenle soruşturulmalı, fail erkeğin savunması dikkate alınarak tasarlayarak öldürme, canavarca hisle, eziyet çektirerek öldürme, töre saikiyle öldürme gibi suçun nitelikli unsurları eril bakış açısından uzak bir şekilde değerlendirilerek karar verilmelidir. Tedbir kararları bulunmasına rağmen katledilen kadınların davalarında ihmali bulunan kolluk personelleri/yargı makamları hakkında etkili soruşturmalar yürütmelidir. Kadın cinayeti yargılamaları makul sürede sonlandırılmalı, kurulacak hüküm ile kadın cinayetlerinin münferit davalar olmadığı toplumsal bir sorun olduğu gözetilerek toplumsal vicdana ve adaletin tesisine uygun kararlar verilmelidir.
  3. Şüpheli kadın ölümlerinde her ihtimal değerlendirilerek etkili ve yeterli soruşturmalar yapılmalı, kadınların ruh haline yönelik bilimsellikten uzak geleneksel bakış açılarıyla değerlendirme yapılmadan soruşturmalar yürütülmelidir. ATK raporlarının maddi gerçeği ortaya çıkarmayan eksik ve yetersiz değerlendirmeleri göz önünde bulundurulmalı, psikolojik otopsi, fizik gibi yeni nesil bilimsel yöntemlere başvurulmalıdır. İntihar olgularında özellikle toplumsal bir sorun olarak ele alınarak kadınların hangi nedenlerle intihara sürüklendiği, intihara teşvik olup olmadığına yönelik araştırmalar yapılmalıdır.
  4. Kadın cinayetleri ve kadına karşı şiddet dosyalarında olayın somut koşulları gözetilmeksizin tek başına erkeğin soyut beyan veya davranışları göz önünde bulundurularak TCK madde 29 ve 62 de düzenlenen haksız tahrik ve takdiri indirimlerinin uygulanması ile işletilen cezasızlık politikalarının şiddet faillerinin en büyük güç kaynağı olduğu açıktır. Kanunla düzenlenen takdiri indirim uygulamasının failin mahkeme ile sınırlı kalan davranışları ile değil olayın somut koşulları ile birlikte toplumsal adaleti sağlayacak şekilde uygulanması gerekmektedir.
  5. Hukuki uygulamalarda, toplumdaki yerleşik ataerkil kültür ve ahlâk anlayışı, kadınların yaşam tercihlerinin şekillendirilmesi ve sınırlandırılmasında gerekçe olarak kullanılamamalı ve bu doğrultuda ceza hukukundaki haksız tahrik indirimi, kadınların yaşam tercihlerinin kabul edilmemesinden doğan öfke ve hiddetten kaynaklanan şiddet fiilleri için uygulanmamalıdır. Yargı makamlarının, kadına karşı şiddet dosyalarında kurulan her bir hükmün tek başına mevcut dosya ve faili açısından sonuç doğurmayacağı aksine suçla mücadele açısından tüm toplumu etkileyeceğine dair hukuk perspektifiyle yaklaşması ve yargılamalar esnasında kadın yaşam tarzına ve toplumsal konuma dair hususların haksız tahrik indirimine gerekçe yapılmasından vazgeçilmesi gerekmektedir. “Namus cinayeti” konusunda ataerkil önyargılara dayanmadan toplumsal cinsiyet eşitliğini somutlaştırıp kadınların yaşam hakkını merkeze alarak hukuki düzenlemeler yapılmalıdır, TCK’nın 29. Maddesi, hukuk uygulayıcıların hukuk düzeninden başka bir düzene yani cinsiyet rejimine referansla karar vermelerinin önüne geçecek şekilde yeniden düzenlenmelidir.
  6. TCK madde 102 ve devamı maddelerinde düzenlenen cinsel saldırı, taciz vb. suçlarda; cinsel şiddetin sadece ceza kanunlarında suç olarak tanımlanmasının yeterli olmadığı gözetilerek, şiddet izleri veya görgü şahitleri gibi tecavüzün “doğrudan” kanıtlarının mevcut olmadığı hallerde yetkili makamlar tüm olguları incelemeli ve olayları çevreleyen koşulları değerlendirerek bir karara varmalıdırlar. Etkili bir soruşturma yapılmalı ve gerek soruşturma gerekse kovuşturma sürecinde “cinsiyetlendirilmiş şiddet anlayışı” esas alınmalıdır. Cinsel şiddet iddialarıyla ilgili eksiksiz bir soruşturma, bağımsız tıp uzmanlarınca yapılacak psikolojik muayeneyi de içermelidir. Soruşturma ve kovuşturma sürecinde mağdur davranışları suça gerekçe yapılmamalı ve mağdurun dolaylı rızasından bahsedilmemelidir. Yargılama sürecinde kadının beyanı alınırken yaşadığı ağır travmaları tetikleyen veya derinleştiren yaklaşımlarda bulunulmamalıdır. Söz konusu suçlara ilişkin yürütülen yargılamalarda etkin ve hakkaniyete uygun yargılama yürütülerek kurulacak hüküm ile toplumsal vicdana ve adaletin tesisine uygun kararlar verilmelidir.
  7. Çıplak arama, koşulları mevzuatta açık ve net bir şekilde belirtilmemiş ve uygulanabilirliğini hapishane idarelerinin keyfiyetine bağlı olup vücut dokunulmazlığını ihlal eden, insan onurunu zedeleyen, özellikle kadın ve çocuklar açısından cinsel şiddete de dönüşebilen bir uygulama olarak tamamen kaldırılması için yargı kararları ile hukuka aykırı bir uygulama olduğuna vurgu yapılmalıdır. Çıplak arama vakalarında mağdurun beyanı esas alınmalı, etkin ve etkili soruşturmalar yürütülmeli, kamu görevlilerini koruyan yargı anlayışından vazgeçilerek caydırıcı cezalar verilmelidir.
  8. Kadının beyanını esas alarak o beyanın doğruluğunu kanıtlayacak her türlü delilin hemen toplanmasını, kadın tarafından sunulan hikâyenin, kadının içinde bulunduğu koşullar da dikkate alınarak doğruluğunun nasıl kanıtlanabileceğini dikkate alan bir soruşturmanın yürütülmesini gerektirir. Kadına yönelik fiziksel şiddet dosyalarında caydırıcı cezalar verilmeli, sistematik şiddet durumu gözetilerek eziyet suçu bağlamında yargı süreçleri yürütülmelidir.
  9. Özel savaş politikaları çerçevesinde Kürt kadınları şahsında yaşanan, failinin üniformalı olduğu şiddet dosyalarındaki cezasızlık politikalarından, erkek egemen ulus devletçi yaklaşımdan vazgeçilerek faillerin yargı tarafından üniforma zırhı ile korunmasına derhal son verilmelidir.
  10. Kadınlar ve kadın hakları ile ilgili kararlar alınırken kadın alanında çalışan sivil toplum kuruluşları, dernek, meslek örgütleri ve bu alanda çalışan oluşumlar sürece etkin bir şekilde dâhil edilmelidir. Kadın cinayetleri ve kadına karşı şiddet dosyalarında kadın alanında çalışan sivil toplum kuruluşları, dernek, meslek örgütlerinin davaya müdahillik taleplerinin reddine dair hukuksal yaklaşımdan vazgeçilmelidir. Mahkemelerce suçtan zarar görme kavramının dar yorumlanması amaca aykırı olup, kadın kuruluşlarının kadına şiddet davalarında katılma talebinin kabul edilmesinin, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına katkı sağlayacağı ve bu yolla bu tür olayların kınandığı ve meşru görülmediği konusunda kamuoyuna mesaj verilmiş olacağı açıktır. Öte yandan Türkiye’nin taraf olduğu Kadınlara karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi(CEDAW)’nden kaynaklanan bir yükümlülük de bu yolla yerine getirilmiş olacaktır. Çünkü CEDAW kadına şiddetin önlenmesi, namus cinayeti gibi kadına karşı ayrımcılığı besleyen her türlü kural, örf adet ve anlayışla etkin biçimde mücadele edilmesi görevini imzalayan devletlere, bu arada imzacı olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne de yüklemiştir. Kadın derneklerinin davalara müdahil olma taleplerinin reddinin CEDAW’ın kadına şiddetle, kadına ayrımcılıkla etkin biçimde savaşma yükümlülüğüne aykırı olacağı kuşkusuzdur. Kadın cinayeti ve kadına karşı şiddet dosyalarında kadın alanında çalışma yürüten ve politika üreten sivil toplum örgütlerinin, derneklerin davaya katılma taleplerinin reddine dair verilen yargı kararlarından vazgeçilerek toplumsal adaletin tesisinde şiddete uğrayan her bir kadın şahsında tüm toplumsal kesimlerin suçtan zarar gören pozisyonunda olduğu perspektifiyle yaklaşılmalıdır.
  11. Yargı makamlarının keyfi ve hukuka aykırı kararları ile kadın hakları savunucularına yönelik süreklileştirilen yargısal şiddet, evrensel hukuk sözleşmeleri ile güvence altına alınan hukuki güvenlik ve hak arama hürriyetinin ağır ihlali sonucunu doğurmaktadır. Demokratik ve özgür toplum inşasında yaşamın her alanında kadınların eşit temsiliyetinin sağlanabilmesi için mücadele eden kadın hakları savunucularına yönelik yargısal şiddetin, bugün toplumun tüm kesimlerinin ağır etkileri ile karşı karşıya kaldığı toplumsal ve sosyal çürüme ile mücadeleyi geriye çeken bir noktadır. Bu sebeple öncelikli olarak yargı makamlarının kadın hakları savunucularına yönelik siyasi saiklerle gerçekleştirilen operasyonlarda mesleki etik ve ahlak kurallarına uygun olarak yargının araçsallaştırılmasını kabul etmeyerek hukukun gerektirdiği şekilde görevlerini icra etmesi gerekmektedir. Ayrıca siyasi aktörlerin yargı makamlarını etkileyerek toplumu dizayn etme çabalarından derhal vazgeçmesi ve demokratik hukuk devletinin gerekliliklerine uygun davranması gerekmektedir.
  12. Yukarıda değinilen uygulama sorunlarının büyük çoğunluğu hukuk uygulayıcıları toplumsal cinsiyet eşitliğinden uzak eril bakış açılarından kaynaklanmaktadır. Tüm bu sorunların aşılması ve yargısal boyutta kadına yönelik şiddetle etkili bir mücadele için tüm hukuk uygulayıcılarına toplumsal cinsiyet bilinci kazandırmak ve kadın odaklı yaklaşımın sağlanması için toplumsal cinsiyet eğitimlerine tabi tutulmalı, bu eğitimler sonucunda bilinç düzeylerine ilişkin değerlendirmeler yapılmalıdır.

 

 

E. KAYNAKÇA

  1. DUMRUL Canan, KARABACAK DANACI Huriye: Kadın ve Kız Çocuklarına Karşı İşlenen Cinsel Şiddet Suçlarında Cezasızlık Sorunu Raporu, Ankara Barosu Dergisi 2015/4,
  2. ERTÜRK Yakın: Sınır Tanımayan Şiddet, Metis Yay., İstanbul 2003.
  3. EVREN Kibriye: Kadın Bedeni Ve Özel Savaş Politikaları, Jin Dergi, Eylül 2021, https://jindergi.com/yazi/kadin-bedeni-ve-ozel-savas-politikalari/
  4. GAZİOĞLU Elif: Kadın Cinayetleri: Kavramsallaştırma ve Sorunlu Yaklaşımlar, Sosyal Politika Çalışmaları Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak-Haziran 2013
  5. GÖZTEPE Ece: Namus Cinayetleri, Feminist Bellek, 2021, https://feministbellek.org/namus-cinayetleri/#_ftnref1
  6. KARINCA Eray: Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Karşılaşılan Sorunlar Ve Çözüm Önerileri, Türkiye Barolar Birliği Yayınları: 405, Ankara 2021
  7. KUYUCU Nisan: Kadınların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Önünde Adalete Erişim Sorunu: Mahkeme Kararlarında Cinsiyet Ayrımcılığı Olarak Kadına Yönelik Şiddet, Feminist Eleştiri Cilt 7, Sayı 1, 2015.
  8. Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı: Adaletin Cinsiyeti: Erkek Şiddeti İle Mücadelede Hukuki Deneyimler, İstanbul 2021
  9. MÜFTÜLER Nevber Canan: Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddetin Üretimi Ve Çoğaltılmasında Yüksek Yargı'nın Rolü: Yargıtay'da Haksız Tahrik İndirimi, İstanbul 2019.
  10. ÖZKAZANÇ Alev: Feminizm ve Hukuk Üzerine Eleştirel Düşünceler,  İstanbul 2015
  11. UYAR Gülriz: Hukukta Adaletsizliği Görmek, Türkiye Felsefe Kurumu Yay., İstanbul 2020.
  12. ÜMİT ATILGAN Eylem: Haksız Tahrik: Bir Erkeklik Hakkı, İletişim Yay., İstanbul 2024

 

ÖZGÜRLÜK İÇİN HUKUKÇULAR DERNEĞİ KADIN KOMİSYONU

 


[1] Yargıtay CGK -Karar: 2012/227

[23] AYM 2013/5545 başvuru numaralı ve 15.12.2015 tarihli Turan Günana başvurusu

[28] Yargıtay 8. Ceza Dairesi 2018/1568 E. , 2018/6828 K.