Duyurular
DANIŞTAYA AÇIK MEKTUBUMUZ, DANIŞTAY İSTANBUL SÖZLEŞMESİ ÖHD
27.04.2022

DANIŞTAYA AÇIK MEKTUBUMUZ

Kadınların Çok Uzun Yıllar Süren Mücadelesiyle Elde Ettikleri Bir Kazanım Olan İstanbul Sözleşmesi’nin, Bir Gece Yarısı Fermanıyla Feshedilmesine İlişkin Açılan Davanın Duruşma Arifesindeyiz.

ÖHD’li Kadınlar Olarak, Bu Duruşma Öncesi, Her Gün En Az Bir Kadının Katledildiği Günümüz Türkiyesi’nde Danıştay Üyelerine Kadınlar İçin Neyi Oylayacaklarını Hatırlatmak İstiyoruz!

 

Karara bağlayacağınız davaya konu İstanbul Sözleşmesi, kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, kadınların her türlü şiddetten korunması, kadına yönelik şiddetin faillerinin kovuşturulması, yargılanması ve cezalandırılması için titizlikle hazırlanmış bir metindir. Sözleşme psikolojik şiddet, ısrarlı takip, fiziksel şiddet, zorla evlendirme, kadın sünneti, kürtaja zorlama, zorla kısırlaştırma, taciz dâhil cinsel şiddet ve ekonomik şiddet olmak üzere kadına yönelik şiddetin tüm türlerini içermektedir. Kadınlar olarak asla vazgeçmeyeceğimizi vurguladığımız bu Sözleşme, erkek şiddetine son vermek için muazzam bir yol haritası sunup, cinsiyet ayrımcılığı temelli şiddete karşı sistematik bir mücadelenin nasıl adım adım örüleceğini anlatmaktadır.

Sözleşme; kadına yönelik şiddetin ister kamusal ister özel alanda olsun, bir insan hakkı ihlali olduğuna, ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılması gerektiğine dikkat çekmektedir. Fiziksel ve cinsel şiddetin yanında, ızdırap veren her türlü eylem -ki bunun içinde tehdit, zorlama, kıyafetine karışma da dahildir-, toplumsal cinsiyete dayalı her türlü baskı ve şiddet suç sayılmaktadır.

İstanbul Sözleşmesi’ne göre cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan şiddet özel alana ait olmayıp devletin bunun önlenmesi için gerekli tedbirleri alması gerekmektedir. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi’ne göre; karakola gittiğinizde, oradaki kamu görevlisinin size “kocandır, sever de döver de” diyebilmesi de basında bu kadar sık ‘’ Eşi tarafından öldürülen kadının, bir gün önce Emniyet’e başvurduğu ortaya çıktı” haberlerini görmemiz de mümkün değildir.

Örneğin,  Selvi T. 2008 yılında, kocası “kafatasını ve kolunu kırdıktan sonra” nihayet polise gitti. Polis kocasını karakola getirdi, ikisine de yemek yedirdikten sonra Selvi’ye “Biz kocanla konuştuk, bir problem yok, yine berabersiniz” diyerek eve yolladı. Selvi ikinci defa karakola gittiğinde, kocasının başına taşla vurması nedeniyle kanlar içindeydi, bu yüzden hastaneye götürdüler. Buna rağmen kocasına dönmesi gerektiğini söylediler. 2009 yılına gelindiğinde kocası artık Selvi’yi bir odada kilit altında tutuyor ve her gün dövüyordu. Kaçıp da polise üçüncü kez gittiğinde polis kocasını çağırdı. Kocasının özür dilemesinin üzerine polis ikisini tekrar eve gönderdi. 2010 yılında bir gece kocası arkadaşlarıyla eve gelip de Selvi’yi onlara “ikram etmeye” kalkıştığında Selvi kaçmak için çatıdan atlayıp dördüncü kez polise gitti. Kocası Selvi’nin yalan söylediğini iddia edince polisler adama inandı ve Selvi’ye “Kocanla git ve onunla kal” dedi. İstanbul Sözleşmesi etkin uygulansaydı Selvi T., kocasının tüm bu yaptıklarına rağmen her seferinde kocasıyla gönderilip şiddet sarmalının içine atılmayacaktı. Yine İstanbul Sözleşmesi etkin uygulansaydı kocasından şiddet görmesine rağmen karakol tarafından evine gönderilip sonrasında kocası tarafından katledilen tüm kadınlar yaşıyor olacaktı. Ayşe Paşalı, Emine Bulut, Hanife Babayiğit, Yemen Akoda ve nice adını sayamadığımız kadın şu an hayatta olacaktı.

Sözleşme’nin getirdiği yükümlülükler o denli önemlidir ki; silahlı çatışma durumlarında bile geçerliliğini korur ve taraf devletlerin bunu garanti altına alması gerekir. Sözleşme’nin getirdiği yükümlülükler öncelikle devlet görevlilerine yöneliktir. Bu nedenle devlet kendi adına hareket eden görevlilerinin İstanbul Sözleşmesi’nin gereklerini yerine getirmesini sağlamak zorundadır. Eğer İstanbul Sözleşmesi etkin olarak uygulansaydı devlet görevlileri tarafından işlenen kadın/çocuklara yönelik suçların cezasızlıkla ödüllendirilmesi bir yana, kadın/çocukları şiddetten korumayı bir görev bileceklerdi. Eğer İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı İpek Er yaşıyor olacaktı. Van’ın Gürpınar ilçesinde Korucu Tekin Gülaçtı, 15 Aralık 2016 tarihinde zihinsel engelli 2’si çocuk 3 kardeşe nitelikli cinsel istismarda bulunamayacaktı.

Sözleşme, tarafların her türlü şiddet eylemini ve ayrımcılığı önleyecek "gerekli yasal ve diğer tedbirleri" almasını zorunlu kılıp kadınları güçlendirecek faaliyetlerin yaygınlaştırılmasını hükmetmektedir. Sözleşme ile birlikte taraflara, ulusal anayasalarına veya ilgili diğer mevzuata kadın erkek eşitliği ilkesini dâhil etme ve bu ilkenin uygulanmasını sağlama, kadınlara karşı ayrımcılığı yasaklama ve kadınlara karşı ayrımcılık yapan yasa ile uygulamaları yürürlükten kaldırma zorunluluğu getirilmektedir. Eğer İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı çoğu şiddet gördüğü için kocasından boşanan ve ortalama aylık 200 TL nafaka alan kadının nafaka hakkını gasp etmeye yönelik tartışmalar olmayacaktı. TBMM, mesaisini şiddet faili erkeklerin cüzdanı için değil sadece 2021 yılında katledilen 339 kadının yaşaması için atılması gereken önleyici tedbirlere harcayacaktı. Her gün en az bir kadın katledilirken TBMM, TCK’da göstermelik düzenlemeler yapmakla değil kadın ve çocuğa yönelik işlenen suçları ayrı kategoride ele almakla meşgul olacaktı.

Sözleşme hükümleri uygulanırken, "cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü" vb. kimlik özelliklerinin yanı sıra "cinsel yönelim" temeline dayanarak ayrımcılık yapılamayacağı vurgulanmaktadır. Eğer bu ayrımcılık yasağı dikkate alınarak İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı Kürtçe bilen tercüman olmadığı için karakoldan beyanı alınmadan gönderilen Fatma Altınmakas şu an yaşıyor olacaktı.

İstanbul Sözleşmesi, taraf devletlerden hükümlerinin yerine getirilmesi için gerekli finansal ve insani kaynakları tahsis etmelerinin yanında, kadına yönelik şiddetle ve ayrımcılıkla mücadelede aktif rol oynayan sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarını desteklemeleri ve bu kuruluşlarla işbirliğine gitmeleri de istemektedir. Yine taraf devlet kurumlarının da bu ilkelere yönelik çalışmalar üretmesi gerekmektedir. Ama Türkiye tam da bunun tersi politikalar izlemiştir. Devlet kurumları bu konuda bir çalışma yapmadığı gibi, çalışma yürüten kurumların da çalışmaları engellenmiş, kurumlar kapatılmış, çalışma yürüten kadınların faaliyetleri kriminalize edilmeye çalışılarak, kadınlara cezalar yağdırılmıştır. Özelikle de kadın özgürlük mücadelesi veren Kürt kadınlarına ve kurumlarına saldırıları hiç durmamıştır. KJA kapatılmış, aktivistlerine yıllarca cezalar verilmiş, kadın dernekleri kapatılmıştır. Ayşe Gökkan sırf kadın çalışmalarından dolayı yıllarca ceza almıştır. Kürt kadın siyasetçiler hukuksuz dosyalarla yargılanarak tutuklanmış ve uzun yıllar sürecek hapis cezasına hükmedilmiştir. Açılan sayısız davalardan biri de kamuoyunda bilinen ismi ile Kobane Davası’dır. Kobane Kumpas Davası’nda çok sayıda kadın siyasetçi asılsız suçlamalarla yargılanmaktadır, dosyada 13 kadın siyasetçi tutukludur. Tutuklu kadın sayısı erkek sayısından fazla olmakla birlikte, kadınlar yapmış oldukları kadın çalışmaları nedeni ile; katıldıkları 8 Mart’lar, 25 Kasım açıklamaları ve kadın özgürlük mücadelesindeki eylemlilikleri nedeniyle uzun süredir özgürlüklerinden mahrum edilmişlerdir. Yapılmak istenen, kadın mücadelesi yürüten kadın siyasetçileri yargı tacizi ile alan dışında tutmaktır. HDP’ye açılan kapatma davasında 168 kadın siyasetçi hakkında siyaset yasağına hükmedilmesi talep edilmiştir. Yine istenen; kadınların siyaset dışına itilmesi olup, kullanılan yöntem ise eril yargıdır.  Eğer İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı kadın temsiliyetine darbe niteliğinde hukuksuz yargılamalar yapılmayacak, kadınlar cins ayrımına uğramayacaktı. OHAL bahanesi ile kadın kurumları, kayyım eliyle belediyelerde kadın merkezleri kapatılmayacaktı. Katledilen kadınların, şüpheli kadın ölümlerinin, kadın tacizlerinin istatistiksel verilerini toplayan, bu davalarda kadınlara hukuki destek sunan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformuna kapatma davası açılmayacaktı. Devlet kadın sığınma evlerinin niceliği ve niteliğini artırmak için bütçe ayıracaktı.

Sözleşme; taraflardan şiddet olaylarıyla ilgili, gizlilik ilkesi kapsamında ve ülke çapında 7 gün 24 saat faaliyet gösteren ücretsiz telefon hatları oluşturmalarını istemektedir. Eğer İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı; Emniyet Genel Müdürlüğü, Kadın Acil Destek (KADES) uygulamasının 6 dilde hizmet verecek şekilde programlarken Kürtçeyi de ekleyecekti. EGM, bu topraklarda yaşayan milyonlarca Kürt kadını şiddete terk eden uygulamalarla gündem olmayacaktı.

Göçmenler için hukuk sistemindeki açıklıklar oldukça fazla olduğundan kadınları koruyacak en önemli dayanaklardan biri İstanbul Sözleşmesi’dir. Nitekim Sözleşme’de “Göç ve İltica” başlığıyla yer alan Bölüm VII, mülteci kadınlara ve çocuklara yönelik şiddete dair önlemleri sıralamaktadır. İstanbul Sözleşmesi feshedilmese ve tüm bu maddeler uygulansaydı günden güne artan şiddet ve dehşetin önüne geçilecek, aynı zamanda göçmen ve mülteci kadınlar korunacaktı. Van İl Göç İdaresi’ne bağlı Kurubaş Geri Gönderme Merkezi’nde 3 güvenlik görevlisi, İranlı Z.M. isimli kadına cinsel saldırıda bulunamayacaktı.

İstanbul Sözleşmesi taraflara, "zorla gerçekleştirilen evliliklerin geçersiz ve hükümsüz kılınabilmesini veya sona erdirilmesini temin edecek yasal veya diğer tedbirleri" alma zorunluluğu getirmektedir. Eğer İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı; Giresun'da 21 yaşındaki Hüseyin Can Gökçek, ailesinin zoruyla kendisiyle nişanlanan 16 yaşındaki Sıla Şentürk'ü bıçakla boğazını keserek katledemeyecekti. AKP döneminde zorla evlendirilen çocuk sayısı yedi yüz binlerle ifade edilmeyecekti.

Cumhurbaşkanı tarafından feshedilen İstanbul Sözleşmesi sadece şiddete maruz kalan kadınlar için değil, çocuklar ve gençler için de önemli bir metindir. Çocukların şiddete ve istismara uğraması, çalıştırılması, evlendirilmesi, anadilinde eğitim ve ücretsiz sağlık hakkı gibi temel haklarından mahrum edilmesi yaygın biçimde sürerken; Türkiye’de çocuklara yönelik kapsayıcı politikalar hâlâ üretilmiş değildir. İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı bu yapısal sorunların çözüme kavuşması yönünde devlet etkin politikalar geliştirecekti. Benzer şekilde devlete bağlı kurumlar da çocukların korunması ve haklarından yararlanması yönünde gerekli sorumluluklarını yerine getirecekti. İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı Ensar Vakfı’nda çocuklar cinsel istismara uğramayacaktı.

Her yıl birçok LGBTİ+ fiziksel şiddet sonucu ölmektedir. Cinsel şiddetin de sıklıkla yaşandığı izlenmektedir. Küçük düşürme, hakaret etme, manipülasyon, mobbing, aile içinden ve toplumdan dışlama, ötekileştirme, hasta olduğunu söyleme, tedaviye zorlama, ev vermeme, iş vermeme, intihara teşvik etme vb. vakai adiyeden sayılmaktadır. Ayrıca ekonomik baskı ile fuhuşa zorlanmaktadırlar. Eğer İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı Türkiye trans cinayetleriyle ilk sıralarda yer almayacaktı. Hande Kader, Esra Ateş, Ahmet Yıldız ve daha niceleri yaşıyor olacaktı.

Anlattıklarımız İstanbul Sözleşmesi’nin taraf devletlere yükümlülük olarak hükmettiklerinin sadece bir kısmıdır. Hükümlerin hepsi kadın, çocuk ve LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılık kaynaklı uygulanan şiddeti ortadan kaldırmaya programlanmış hükümlerdir. Sözleşme’nin hükmettiği tüm önlemler, kadın cinayetlerinin ve çocuk istismarının ortadan kaldırılması için elverişli önlemlerdir.

İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye’de yaşayan kadınlar için neye tekabül ettiğini anlamak için Sözleşme’nin feshedildiği tarihten bugüne yaşanılan tabloya bakmakta fayda olduğunu düşünmekteyiz:

 

Kadın Cinayetleri Ve Kadına Yönelik Şiddet, Şüpheli Kadın Ölümleri, Cinsel Saldırılar

Sözleşme’den çıkıldığı günden, yani 19 Mart 2021 gecesinden bu yana 300’ün üzerinde kadın erkekler tarafından katledilmiş, 250’nin üzerinde kadın ise şüpheli bir şekilde ölü bulunmuştur.

Erkekler, sadece 2021 yılında en az 339 kadını ve 34 çocuğu katletmiş, 96 kadına tecavüz etmiş, 772 kadını seks işçiliğine zorlamış, 424 kadını taciz etmiş, 208 çocuğu istismar etmiştir. Yine 2021'de en az 793 kadın erkekler tarafından şiddete uğramış ve yaralanmıştır. 

TBMM'de kurulan Kadına Yönelik Şiddetin Nedenlerini Araştırma Komisyonu’na bilgi veren Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü yöneticilerinin verileri, Türkiye'de her 10 kadından 4'ünün yaşamının bir döneminde şiddete maruz kaldığını ortaya koymuştur.

 

Kadın Yoksulluğu

Pandemi koşulları ve artan ekonomik krizle birlikte yoksulluktan en çok etkilenenler yine kadınlar olmuştur. AB ortalamasına göre kadınların yoksulluk riski yüzde 22,3 iken erkeklerde bu oran yüzde 20,4 olarak tespit edilmiş; Türkiye’de ise kadınların yoksulluk riski yüzde 41, erkeklerin ise yüzde 38,6 olarak açıklanmıştır. 2020 Mart ayından bugüne yapılan saha çalışmalarına göre; evsiz kalan kadınların 4’te 1’i ev içi şiddet sebebiyle evsiz kalmaktadır. Kadınların yoksulluk içinde yaşama olasılığı erkeklere göre %35 daha fazladır. Dünya çapında gelir karşılaştırması yapıldığında, aynı iş için kadınlar erkeklerden %24 daha az ücret almakta, kadınlar erkeklerin en az iki katı kadar ücretsiz bakım işi üstlenmektedir. Dünya çapında, ücretli ve ücretsiz emek hesaba katıldığında bir kadın hayatı boyunca bir erkeğe göre dört sene daha fazla çalışmaktadır. Çok boyutlu yoksulluk yaşayan hanelerin 6’da 1’i tek ebeveynin kadın olduğu ailelerden oluşmakta, çok boyutlu yoksulluk yaşayan hanelerin 3’te 2’sinde temel eğitimini tamamlamış bir kadın veya kız çocuğu bulunmamaktadır.[1]

Kadınları koruyan yasaların uygulanmaması ve İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçilmesiyle kadınların başvuracağı mekanizmalar ortadan kaldırılmıştır. Nafaka hakkının gasp edilmek istenmesi ile bu politikada ısrar edilmektedir. Bu politikaların sonucu ise kadınların yaşadığı şiddet karşısında sessiz kalması, evlere hapsolmasıdır. Türkiye, yoksulluk nafakasını tartışırken kadınlar yaşadıkları eşitsiz koşullar ve ayrımcılık sebebiyle yoksulluğun en derinini yaşamaktadır. Bu durum ise ev içi şiddete karşı kadının özgürleşmesini de engellemektedir. Geçtiğimiz günlerde medyaya yansıyan Nisa bebek olayında fail olarak nitelenen kadın ve annenin yaşadığı durum yoksulluğun sonucudur, kadın ve çocuk bu politikaların mağdurudur.[2] Sığınma evi süresi bittiği ve kalacak yer bulamayacağı için çocuğunu bırakmak zorunda kalan bir kadının, failliği değil; İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarak her türlü ekonomik şiddete, ekonomik ayrımcılığa ve eşitsiz ekonomik koşullara izin veren ve bu eşitsizliği önlemek için politika üretmek yerine yoksulluk nafakasını tartışmaya açarak makası daha da genişleten karar vericilerin failliği tartışılmalıdır.

 

Sığınmacı Ve Mülteci Kadınlar

Türkiye’deki göçmen veya mülteci kadınlar, Sözleşme’nin feshinden bu yana şiddet, cinsel taciz veya saldırı, istihdam sorunu, fuhuşa zorlama gibi birçok şiddet unsuru ile karşı karşıya kalmıştır. Göçmen ve mülteci kadınlar; bir yandan ırkçılık ve nefret söylemlerine maruz kaldıkları öte yandan şiddetin odağı haline geldikleri bir yıl geçirmişlerdir. Birkaç örnek verecek olursak;

Kadıköy’de diş hekimliğinde temizlik işçiliği yapan göçmen kadın işçi, işvereni tarafından cinsel saldırıya maruz kalmış ve bu da yetmezmiş gibi çalışma izni olmadan çalıştığı ortaya çıktığı için sınır dışı edilmekle karşı karşıya kalmıştır.

İranlı genç kadın K., yüksek lisans yapmak için geldiği Türkiye’de giderlerini karşılaması için çalıştığı güzellik salonun sahibinin arkadaşı tarafından tecavüze uğramıştır. Kürtaj yaptırmak zorunda kalan genç kadın, tecavüzcüsü tarafından şikayetçi olmaması için ölümle tehdit edilmiştir. Ardından, elinde DNA testi olmasına rağmen hâkim ilk duruşmada sanığın tutuksuz yargılanmasına ve imza vermesine yönelik adli kontrolünün de kaldırılmasına karar vermiştir. Mahkemeden basına yansıyan en çarpıcı cümlelerden biri hâkimin genç kadına “Restorana gittiniz, eğlendiniz mi?” diye sorması olmuştur.

Yine geçtiğimiz sene İstanbul Sözleşmesi için “izinli” gösteriye katılan İranlılar tutuklanmış ve geri gönderme merkezine gönderilmişlerdir. İran’a dönmeleri halinde can güvenliklerinin olmamasına rağmen hukuki yollardan daha kısıtlı olan medyanın baskısı işe yaramış ve İran’a geri gönderme durdurulmuş, başka bir ülkeye gönderme kararı alınmıştır.

Suriyeli Nur Cemil H.’yi kocası evinde bıçaklayarak ve boğarak öldürmüştür. Bir erkek ise Suriyeli kızı Amara D.’yi (13) darp ederek ve yakarak öldürmüştür. Bir erkek Kırgızistanlı gelini Ayat A.’yı “kendisine iyi davranmadığı” iddiasıyla öldürmüş ve vücudunu parçalara ayırmıştır.

Afganistanlı Fatıma H.’yi (28) eski kocası, Afganistanlı Zekiye H.’yi (30) “ikinci eşi olma teklifini” reddettiği erkek öldürmüştür. Bir erkek Faslı sevgilisi Samira L.’i, bir erkek Rusyalı sevgilisi Tatyana F.’yi (51), bir erkek Ukraynalı sevgilisi Anzelika S.’i (33) öldürmüştür.

Erkekler Suriyeli Mukadder Z.’i (60) oğluyla kavga ettikleri için, Suriyeli Türkiye El M’Yi (50) eşyalarını gasp etmek için öldürmüştür. Azerbaycanlı Tarhana Y.’yi (25) ev sahibi olan erkek öldürmüştür.

Erkekler Iraklı Êzîdî mülteci Baran Hasan R.’yi (23), Suriyeli Melek E.’yi (24) ve Gürcistanlı Teyo’u bilinmeyen sebeplerle öldürmüştür. Urfa’da Suriyeli Futem A.’nın (39) ve Sakarya’da ismi basına yansımayan İranlı bir kadının ölümleri ise faili belirlenmemiş cinayetler olarak basına yansımıştır.

Ukrayna’da savaş devam ederken, sosyal medyada da birçok kullanıcı, "Ukraynalı kadın mültecileri kabul edelim" şeklinde ve benzeri cinsiyetçi paylaşımlar yapmaya başlamışlardır.

Bianet- Erkek Şiddeti Çetelesine göre erkekler; 2021'de Kasım ayına kadarki ilk 10 ayda 589 kadını seks işçiliğine zorlamıştır. Seks işçiliğine zorlanan 589 kadının en az 344'ü yani %58’ inden fazlası Türkiye vatandaşı değildir.

Basına yansıyan haberlere göre seks işçiliğine zorlama suçundan gözaltına alınan erkekler, Türkiye vatandaşı olmayan kadınların pasaportlarına el koymakta, iş vaadiyle Türkiye'ye getirdikleri kadınları darp ve tehdit etmektedir.

 

Kadın Mücadelesine Yargı Tacizi

İstanbul Sözleşmesi’nin feshedildiği tarihten bu yana 500’e yakın kadın aktivist ve siyasetçi gözaltına alınmıştır. Kadınların çoğu kadın hakları çalışmaları, 8 Mart - 25 Kasım etkinlikleri, kadına yönelik şiddet ile ilgili basın açıklamaları röportajlar gerekçesiyle yargılanmaktadır. Birçok HDP’li kadın belediye eş başkanları sırf eş başkanlık suçlamasıyla ceza almıştır.

İHD Amed şubesi açıkladığı raporda Amed ilinde 2021 yılında çoğu aktif siyaset yürüten sendika, sivil toplum aktivisti en az 141 kadının gözaltına alındığını bilgisine yer vermiş. 2021 yılı içerisinde bölgede aralarında üniversite öğrencileri ve politikacıların da bulunduğu 53 kadına anadilde savunma hakkı da dahil olmak üzere politik saiklerle soruşturma ve davalar açıldığını, sadece 32 kadın aktivist ve siyasetçiye 205 yıldan fazla ceza verildiğini belirtmiştir.

HDP’li kadın milletvekilleri hakkında sırf 8 Mart kutlama konuşması yaptıkları ya da hapishanedeki kadınlara 8 Mart kutlama kartı yolladıkları için onlarca fezleke hazırlanmıştır.

Yine Ankara’da “İstanbul Sözleşmesi Feshedilmesin” diye eylem yapmak isteyen kadınlara, polis orantısız güç kullanmış ve akabinde 33 kadın hakkında dava açılmıştır. Kadınların polis tarafından kötü muameleye maruz bırakıldıkları yargılama sırasında açıkça tespit edilmiştir. Kadınları haklı eylemlerinde dahi yargılama ile karşı karşıya bırakmak açık bir yargı tacizidir.

Yüzlerce kadın 8 Mart, 25 Kasım etkinliğine katıldığı için gözaltına alınmıştır. Örneğin geçtiğimiz 8 Mart tarihinde Antalya Kadın Platformu'nun çağrısı ile Feminist Gece Yürüyüşü' ne katılmak için bir araya gelen çeşitli siyasi parti, STK, sendika ve derneklere üye 30 kadın gözaltına alınmıştır. Diyarbakır ilinde ise 8 Mart tarihinden bir hafta sonra 8 Mart etkinliğine katıldığı için 24 kadın gözaltına alınmıştır. İstanbul ilinde Feminist Gece Yürüyüşüne katılmak isteyen en az 39 kadın gözaltına alınmıştır. Kadın özgürlük mücadelesinin, kadınların yargı tacizine maruz bırakılarak engellenmeye çalışılması, İstanbul Sözleşmesi’nin feshi ile hız kazanmıştır. Sözleşme hükümleri bunları engelleyebilecekken; bu konuda daha fazla çalışma yapılması gerekirken; Sözleşme feshedilerek, cins ayrımı, kadına yönelik şiddet her geçen gün artan bir noktaya gelmiştir.

 

Hapishanedeki Kadınlar

OHAL’den bu yana cezaevlerinde hak ihlalleri katlanarak artarken kadınlar cezaevi koşullarının var olan eşitsiz anlayış ve yapısı sebebiyle bu ihlallere daha fazla maruz kalmış ve ihlallerin sonuçlarını çok boyutlu olarak yaşamıştır. Çıplak arama, cinsel şiddet ve işkence; kadına karşı cinsiyetlendirilmiş şiddetin en bariz yaşandığı yerlerin tutulma merkezleri olduğunu göstermektedir.  Garibe Gezer, Kandıra F Tipi Cezaevi’nde “intihar etti” denilirken cinsel şiddete ve işkenceye maruz kalmıştır. İşkence ve cinsel şiddet fiilleri önlenmediği gibi failler de cezalandırılmamıştır. Etkili soruşturma yürütülmesine ilişkin çaba sarf edilmemiştir.

Kürt kadın siyasetçi Aysel Tuğluk’a demans teşhisi konulmasına ve yine uzman hekimlerce hastalığın boyutu ve niteliği raporlanmış olmasına rağmen halen cezaevinde tutulmaktadır.

Cezaevinin mimarisi kadın sağlığını öncelemediği gibi uygulamalarla da bu eşitsizlik giderilmek yerine perçinlenmektedir. Güneş ışığından faydalanma imkanında, sağlık hakkına erişimde, beslenme hakkının tesisinde kadın bedeni ve sağlığı bir ölçüt olarak alınmamaktadır.

Yoksulluk sadece dışarda değil içerde de derin sonuçlar doğururken, mahpusu tüketici olarak dahi görmeyen ve fahiş fiyatlarla mahpusun alım gücünü ortadan kaldıran bir kantin işletmesi mevcuttur. Bu sebeple cezaevlerinde fahiş kantin fiyatlarıyla birlikte kadınların ped ve diğer kişisel hijyen malzemelerine ulaşması neredeyse imkansız hale gelmiştir. Ücretsiz temin edilmesi gereken bu ihtiyaçlar ise kadın ve mahpusluk sıfatı birleşince iki kat görmezden gelinmektedir.

Sohbet hakkı, sosyal ve kültürel haklar neredeyse rafa kalkmış durumdayken bu tecrit koşullarının ve şiddet biçiminin kadın ruh ve beden sağlığına etkisi de çok boyutludur.

 

Çocuk İşçiliği Ve İstismarı

Çocuklar, ekonomik, psikolojik ve fiziksel olarak istismar edilmeye devam edilmektedir. İstanbul Sözleşmesi çocuk işçiliği, erken yaşta evlilik, suça itilen çocuklar, cinsel istismar gibi çocukların yaşadığı sorunların çözülmesini hükmeden bir Sözleşme idi. İstanbul Sözleşmesi’nin feshedildiği Türkiye’ye ait veriler çocuklar açısından oldukça karanlık bir tabloyu göz önüne sermektedir.

Bağımsız İletişim Ağı (Bianet) Erkek Şiddeti Çetelesi verilerine göre, 2022’in üç ayında en az 65 çocuk istismar edilmiş; 18 çocuk da öldürülmüştür. 31 Mart 2022 tarihli Adalet Bakanlığı Ceza İnfaz Kurumları mevcutlarına göre; 670 çocuk hükümlü, bin 406 çocuk da tutukludur. Cezaevlerinde toplamda iki bin 76 çocuk bulunmaktadır.

TÜİK verilerine göre 2021 yılında 0-14 yaş grubundaki çocuk sayısını ifade eden çocuk bağımlılık oranı %33,0 olarak açıklanmıştır. Yine TÜİK’e göre Türkiye’de her üç çocuktan biri yoksuldur.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Sosyal İşler, Sağlık ve Sürdürülebilir Kalkınma Komitesi'nden Pierre-Alain Fridez’in 2022 Mart’ında hazırladığı rapora göre, Covid-19 pandemisiyle birlikte dünyada çocuk yoksulluğu artmaya başlamıştır. Çocuk yoksulluğunun ortadan kaldırılmasının oldukça uzak olduğunun tespit edildiği raporda dikkat çeken bir başka nokta ise Türkiye’ye de atıfta bulunularak, Ermenistan, Romanya, Sırbistan ve Türkiye'nin çocuk yoksulluğu konusunda endişe verici ülkeler olduğunun kaydedilmesidir. OECD’nin son verilerine göre, çocuk yoksulluğu konusunda üye ülkelerin ortalaması yüzde 12,8 olarak açıklanırken, Türkiye’de bu oran yüzde 20’nin üzerinde olarak açıklanmıştır.

Derin Yoksulluk Ağının araştırmasına göre çocukların %57,8’i pandemide eğitime devam edememiştir. Rapora göre, görüşülen ailelerin yüzde 85’i yeterli besine ulaşamazken, yüzde 74’ü bebek maması ve bezi almakta zorlanmakta ve yüzde 21’nin bebek bezi ve mamasına ulaşamamaktadır. Ailelerin 0-3 yaş çocuklarını hazır çorba, şekerli su, pirinç lapası gibi yeterli olmayan besinlerle beslemek zorunda olduğu ortaya çıkmıştır.

 

       Kürt İllerinde Kolluk Güçlerinin Kadına ve Çocuğa Yönelik İşledikleri Suçlar

Kürt illerinde güvenlik güçlerinin kadın ve çocuklara yönelik işlediği suçlar cezasızlıktan güç alarak devam etmektedir. İstanbul Sözleşmesi feshedildiği günden bugüne onlarca emniyet/jandarma mensubu ile korucunun tecavüz ve cinsel istismar suçu işlediği ortaya çıkmıştır.

Devlet kaynaklı cinsel şiddete maruz kalan kadınlara 1997 yılından bu yana destek veren Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu’na 2020 yılı itibariyle 680 kadın başvurmuştur. Yapılan başvuruların 507’sini Kürt kadınlar oluştururken, devlet görevlilerini işaret eden taciz ve tecavüz faillerinin dağılımında ilk sıralarda polis, jandarma ile korucular yer almaktadır. Faillerin dağılımı ise 410’u polis, 128’si jandarma-asker, 35’i özel tim, 22’si korucu olarak açıklanmıştır. Aşağıda sadece bir kısmına yer vereceğimiz suçlardan da anlaşılacağı üzere 2021 yılı da önceki yıllardan farksız bir yıl olmamıştır.

Van’ın Gürpınar ilçesine bağlı köyde bir çocuk, Faik Dural adlı korucu ve Mahmut H. adlı kişi tarafından istismara uğramış, olay 2022 Ocak ayında çocuğun öğretmenine olayı anlatmasıyla ortaya çıkmıştır. Amed’in Eğil ilçesinde korucu olan Servet Karakaş (64) N. K. isimli çocuğa istismarda bulunmuştur. Van’da görev yapan uzman çavuş Talip K.’nın, lise öğrencisi iki çocuğu istismar ettiği ortaya çıkmıştır.   Şırnak'ın Uludere ilçesine bağlı Şenoba beldesinde yaşayan Z.U.,  evli olduğu erkeğin korucu olan kardeşleri ve oğlu tarafından evi basılarak şiddete maruz bırakılmıştır. 5 Şubat 2021 tarihinde Diyarbakır’da eski JİTEM itirafçısı ve korucubaşı Murat İpek,  Aleyna A.’yı ateşli silahla katletme girişiminde bulunmuştur. Mardin'in Savur ilçesine bağlı bir mahallede korucular H.B. ile R.Ç.  bir kadını taciz etmiştir. 14 Mart 2021 tarihinde Şirvan’a bağlı bir köyde, korucu, zihinsel engelli kadına tecavüzde bulunmuştur.

22.10.2021 tarihli habere göre Hakkâri Merkez, Uludere, Yüksekova ve Çukurca’da, bir uzman çavuşun istifa ettiğini belirterek çok sayıda kişiye yolladığı mesajda; ağırlığı Çukurca olan Hakkâri Merkez, Yüksekova ve Uludere Merkez ve köylerinde başını korucuların çektiği istismar ve şantaj çetesinin olduğu iddia edilmiştir. Çetenin isim isim ifşa edildiği mesajda, “Bunları söylemesem, deşifre etmesem daha çok çocuk annesiz kalacak, çokça aile ve yuva dağılacak. Herkes önlemini alsın, ailesine kızlarına eşlerine sahip çıksın” ifadeleri kullanılmıştır. Uzman çavuşun iddiasına göre çetenin neredeyse tümü koruculardan oluşmaktadır.

Eril Yargı

İstanbul Sözleşmesi’nin feshedildiği günden bu yana kadın cinayetleri ve istismar suçlarında erkeklerin cezasızlıkla ödüllendirildikleri onlarca yargılama gerçekleşmiştir.

İçişleri Bakanlığı’nın kadın cinayetlerinin azaldığını duyurduğu ve Adalet Bakanı Gül’ün "Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun. Yargı konjonktüre, birilerinin dediğine bakmaz. Anayasa'ya bakar. " dediği hafta olan Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Haftası’nda, 72 yaşındaki kadının boğazını keserek katleden ve müebbetle yargılanan sanıklar tahliye edilmiş, yapılan itiraz üzerine sanıklar hakkında yeniden tutuklama kararı verilmiştir.

Henüz 21 yaşındayken, 5 Ocak 2020’de kaybolan Gülistan Doku, 2 yılı aşkın süredir kayıptır. Olayın tek ve olağan şüphelisi Zaynal Abrakov koruma altına alınmış, ancak Gülistan Doku bulunamamıştır. Ailesi evlatlarının tek bir eşyasına dahi ulaşamamıştır. Tüm bilirkişi raporları aleyhine olmasına rağmen

 

olayın şüphelisi koruma altına alınarak uzun süre hakkında tek bir hukuki işlem dahi yapılmamıştır.  İki yılın sonunda ise sadece gözaltına alınıp bırakılmıştır.

İpek Er’e cinsel saldırıda bulunup intiharına sebep olan fail Uzman Çavuş Musa Orhan tutuklanmamıştır.

Hatice Kaçmaz, 2014 yılının Temmuz ayında evinin yanındaki parkta, defalarca evlenme teklifini kabul etmediği katil tarafından 15 yerinden bıçaklanarak katledilmiştir. Katil mahkemede işlediği cinayet için “erkekliğime küfür etti, beni tahrik etti dedi, seviyorum” diyerek kendini savunmaya çalışmıştır. Bıçağı yanına “kurban almaya gidiyordum o yüzden aldım” demiştir. Ancak tüm bunların olmadığı dosyadaki delillerle ispat edilmesine rağmen, ÖHD Ankara Şubesi Kadın Komisyonu olarak bizim de müdahil olduğumuz dosyada mahkeme heyeti, katille empati yaparak bu cinayet için “tutku derecesinde aşkın hiddetinden” diyebilmiş, Yargıtay 1. Ceza Dairesi ise bu kararı doğru bulmuş ve onamıştır. Ardından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı “öfke patlaması yok, bu cinayet planlanmış” diyerek itiraz etmiş ise de Yargıtay Ceza Genel Kurulu gerekçesine, bir an önce evlenmeyi arzulayan sanığın hiddetle tedbiren bıçağı yanına aldığını, eğer ki Hatice evlenmeyi kabul etseydi ölmeyeceğini yazabilmiştir.

Kadın cinayeti ve çocuk istismarı dosyalarının çoğunda haksız tahrik ve iyi hal indirimi uygulanmaya devam etmiştir. Fail erkeklere bol kepçeden indirim uygulayan cinsiyetçi mahkemeler, hayatta kalabilmek için özsavunma hakkını kullanan kadınlara ceza yağdırmıştır. Yargıtay, Adana'da kendisine şiddet uygulayıp fuhuşa sürükleyen eşine karşı özsavunmasını kullandığı için yerel mahkemeden ceza alan Çilem Doğan’nın cezasını onamıştır.

Kocaeli'de, kendisine 15 yıl şiddet uygulayan eşi Fikret Kutulu'yu (33) öldürüp yargılandığı davada meşru müdafaa şartlarının oluşmasıyla beraat eden Damla Kutulu (35), Yargıtay'ın kararı bozmasıyla yeniden yargılanmış. Mahkeme, Kutulu'yu, 'haksız tahrik' ve 'iyi hal' indirimleri uygulayarak 15 yıl hapisle cezalandırmıştır.

Örnek olarak verdiğimiz bu iki dosya yargının kadına bakış açısını ortaya koymaktadır. Burada sayamadığımız benzer diğer dosyaların neredeyse hepsinde alınmış koruma kararları, darp raporları, kapısı çalınmış sığınaklar, açılmış boşanma davaları bulunmasına, yani ortada apaçık duran sistematik erkek şiddetine rağmen patriarkal yargı meşru müdafaa hükümlerini uygulamamıştır.

TBMM Adalet Komisyonu’na getirilen ve “haksız tahrik indirimi kaldırılıyor” diyen yasa teklifi fail erkeklere pişmanlık indirimi getirilmesini öngörmektedir. “Pişmanım” diyen katillerin haksız tahrik indirimi alabilmesini sağlayacak bu teklif ile, “kravat indirimi” kaldırılıp “pişmanlık indirimi” getirilmek istenmektedir. Bir kadını katletmenin pişmanlığının olamayacağını hatırlatmak isteriz.

 

LGBTİ+

Kaos GL Derneği’nin LGBTİ+’ların ı̇nsan hakları 2021 yılı raporuna göre; 8 nefret cinayeti işlenmiştir. En az 11 kişi cinsel yönelimi sebebiyle şiddete maruz bırakılmıştır. 45 kişinin ise ifade özgürlüğü ihlali edilmiştir.

Lambada İstanbul tarafından 2010 yılında 104 trans kadınla yapılan bir anketin sonuçlarına göre, kadınların %89’u gözaltında fiziksel şiddete maruz kaldığını, %97’si sözlü taciz, küfür ve hakarete

maruz kaldığını bildirmiştir. Cinsel şiddete maruz kaldıklarını belirtenlerin oranı %77 iken, %86’sı ise polisin gözaltı sırasında tutanak tutmayı reddettiğini belirtmiştir. Bildirilen diğer ihlaller arasında mülkün yok edilmesi, dayak, trans kişilerin evlerinin kundaklanması ve gözaltında işkence yapılması da yer almıştır. Yine aynı çalışmada, “İşinden neden ayrıldığı sorulan 90 trans kadından yüzde 42’si kovulacağını, yüzde 30’u kovulduğunu, yüzde 29’u terfi alamadığını ve yüzde 24’ü istifaya zorlandığını söylemiştir. Transgender Europe’ın (TGEU) 2008’den bu yana yürüttüğü Trans Cinayetleri İzleme Projesi verilerine göre Türkiye, dünyada en fazla trans cinayeti işlenen ülkeler arasındadır.

 

Kadınların Yürüyüş, Protesto ve Gösteri Haklarının Engellenmesi

Kadına yönelik şiddetin ve şiddeti besleyen politikaların artmasına paralel olarak; kadın hareketi son yıllarda güçlenerek artmış ve kadınlar pek çok zeminde mücadele alanlarını genişletmişlerdir. Elbette bu alanların en önemlilerinden biri de kadınların birlikte ördükleri geniş toplantı ve gösteriler olmuştur. Her alanda cinsiyet ayrımcılığına, erkek ve devlet baskısına maruz kalan kadınların ifade özgürlüğünü kullanma biçimlerinden olan eylemlilikler de aynı baskı ve engellemelere maruz kalmış ve kalmaya devam etmektedir.

Temel insan hakkı ve özgürlüğünün gaspı olarak değerlendirdiğimiz bu eylemlere dönük yasaklar, hukuki ve fiziki tehditler; yalnızca ifade özgürlüğünü değil, kadınların en başta yaşam hakkı olmak üzere kimlik, varlık ve güvenliklerine yönelmiş saldırılar olarak yorumlanmalıdır. Zira bu eylemlerin amacı kadınların daha güvende olduğu, cinsiyet eşitlikçi, demokratik bir toplumun inşasına katkı sağlamak ve toplumsal alanda bunun imkânlarını kadınların öz güçleriyle oluşturmaktır. İktidar tam da bu nedenle kadın eylemlerine karşı idari, adli ve kolluk eliyle fiziki müdahaleleri kullanarak yasak ve engellemeleri süreklileştirmiştir. Özellikle İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde sayıları yüz binleri bulan kadınların organize ettiği toplantı ve gösterilerin hepsi barışçıl ve hakkın kullanım şekline uygun olduğu halde sistematik engellerle önlenmek ve sonlandırılmak istenmiştir.  Ayrıca yine sayısı binleri bulan kadın, temel hak ve özgürlüklerini kullandıkları veya kullanmak istedikleri için yargılanmış/ cezalandırılmışlardır.

Kadın ve LGBTİ+' ların yapmış oldukları eylemlere yönelik engelleme ve saldırıların çerçevesi özellikle İstanbul Sözleşmesi'nin tartışmaya açılmasıyla ve devamında kaldırılmasına kadar geçen süreçte oldukça genişlemiştir. Kimi zaman kimyasal gaz ve plastik mermi kullanımını da içeren polis şiddeti, işkence ve kötü muamele yasağını ihlal edecek boyutlara varmıştır. Bunun dışında Valilik ve mülkî amirliklerce alınan keyfi ve idari kararlarla uzun süreli, devamlı eylem yasaklarının olması; düzenlenecek eylemlerde toplantının yapılacağı yer, atılacak sloganlar, katılabilecek kurumlar ve kişiler, taşınacak bayrak, pankart ve dövizler ile LGBTİ+’ları temsil ettiği gerekçesiyle gökkuşağı figür ve renklerinin yasaklanması OHAL ve sonrasındaki sürecin rutin uygulaması olmuştur. Yine toplantı ve gösteriler sırasında kadınları çembere almak, yalıtmak, görünmez kılmaya çalışmak, seslerini ve görünürlüklerini engellemek en yaygın müdahale yöntemleri olmakla birlikte, hukukta yeri olmayan "önleyici" gözaltılar veya eylemi dağıtma amacıyla yapılan gözaltılar da giderek artmıştır.

Özellikle İstanbul Sözleşmesi'nin kaldırılması kararının AKP MYK' sında ele alınacağının söylendiği 5 Ağustos 2020 tarihi ile fesih kararının yürürlüğe gireceği ilan edilen 1 Temmuz 2021 tarihi arasında, pandemi tedbirleri de bahane edilerek kadınların örgütlediği ve katıldığı pek çok toplantı ve gösteri yürüyüşü engellenmiştir. Engellenen veya müdahale edilen eylemlerden bazıları şöyledir: 

26 Temmuz 2020'de İstanbul Sözleşmesi Kampanya Grubunun Beşiktaş Abbasağa Parkı'nda forum yapmasına polis engel olmuştur. Polis engeli üzerine seslerini Beşiktaş sokaklarında duyuran kadınlar, "Kadınları değil cinayetleri engelle" sloganıyla Barbaros Meydanı'na doğru yürüyüşe geçmiş, meydanda yapılan forumun ardından polisler 8 kadını gözaltına almıştır. Forum sonrası gözaltına alınan beş kadına 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’na muhalefetten 789’ar lira para cezası verilmiştir.

5 Ağustos 2020'de İzmir'de yapılması planlanan yürüyüşe polis saldırmış, 16 kişinin ters kelepçelenip darp edilerek gözaltına alınmasının ardından alandaki diğer kadınlar oturma eylemiyle saldırıyı protesto etmiştir. Eylemin ardından 5 kadın daha gözaltına alınmıştır. Gözaltına alınan 18 kişi hakkında 2911 sayılı Kanuna Muhalefet suçlaması ile dava açılmıştır.

AKP MYK’nın 13 Ağustos 2020 tarihinde toplanacağı ve İstanbul Sözleşmesi’nin gündem yapılacağı bilgileri üzerine kadınlar Türkiye genelinde eylemler düzenlemişlerdir. 12 Ağustos 2020'de Ankara Kolej Meydanı’nda toplanılarak oluşturulmak istenilen yaşam zincirine polis müdahale etmiş, ikisi meslektaşımız olmak üzere toplamda 33 kadın polis ablukası ve çemberine alınarak, darp edilerek gözaltına alınmıştır. Gözaltına alınanlar hakkında açılan davanın duruşmasının görüleceği 7 Haziran 2021 günü polis duruşmayı takip edecek olan kadınların adliyeye girmesini engellemiş ve adliye önünde kadınlara bir kez daha müdahale ederek duruşmanın görülmesini fiilen engellemiştir.

22 Mart 2021'de Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu İstanbul Sözleşmesi'nin feshedilmesine tepki amacıyla Taksim Meydanına çağrı yapmıştır. Meydanda buluşan kadınlar oturma eylemi yapmak istemiş; uzun süre bölgeyi abluka altına alan polis, eyleme müdahale ederek kadınları gözaltı aracına almış ve daha sonra da serbest bırakmıştır.

27 Mart 2021'de Mersin'de “İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçmiyoruz” diyen kadınlar polis tarafından engellenmeye çalışılmıştır. Yürümekte ısrarcı olan kadınlar uzun süre polisler tarafından engellenmek istenmiş, bu sırada güvenlik şube müdürü, 3 kadını hedef göstererek tehdit etmiştir. Kadınların kararlılığı üzerine Özgecan Aslan Meydanına kadar yürüyüş yapılarak Meydanda basın açıklaması gerçekleştirilmiştir.

5 Ocak 2021'de Gülistan Doku’nun kaybolmasının üzerinden geçen bir yılın ardından Türkiye genelinde “Gülistan Doku Nerede” eylemleri yapılmıştır. Ankara Kadın Platformu 5 Ocak 2021 saat 18.00’a Çankaya Belediyesi önüne çağrı yapmıştır. Ancak eylem öncesi sokaklar ablukaya alınmış ve kadınlar polis şiddetine maruz bırakılmıştır. Polis kadınların toplanmasına izin vermeyerek 18 kadını darp ederek gözaltına almıştır. Müdahaleyi görüntülemek isteyen gazeteciler de polis tarafından darp edilmiş, gazetecilerin kameraları polis tarafından yere atılarak kırılmıştır.

 

SONUÇ OLARAK

İstanbul Sözleşmesi devletlere, kadına yönelik şiddeti önleyebilecek kurum ve mekanizmalar oluşturma sorumluluğunu yükleyerek, kadınları koruma ve güvende tutmayı amaçlamaktadır.  Bu Sözleşme açık biçimde şiddetin bahanesinin olmadığını ortaya koymaktadır. Benzer şekilde, devlete, erkek şiddetinin eşitsiz güç ilişkilerinden kaynaklandığının bilincinde olan nitelikli personelin istihdamı ve bu personelin toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesine göre hareket edebilmesi sorumluluğunu yüklemektedir. Bu Sözleşme, devletin görevinin yalnızca şiddete müdahale etmek olmadığını aynı zamanda erkek şiddetinin kaynağına inmenin ve bunun nedenlerini ortaya çıkarıp gerekli tedbirleri almasının da devletin temel görevleri arasında olduğunu söylemektedir. Eğitimde, sağlıkta, istihdamda, yargıda cinsiyetçiliği, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve ayrımcılığı ortadan kaldırılması görevini devlete yüklemektedir.

Ortaya koyduğumuz panaromadan da anlaşılmaktadır ki İstanbul Sözleşmesi’nin feshedildiği tarih olan 19 Mart 2021 tarihinden bu yana kadın ve LGBTİ+’lara dönük cinayetler ve şiddetin boyutları çok artmış, biçimleri daha da vahşileşmiştir. Sözleşme’den çekilmek; cinsiyetler arası eşitsizliği gidermek için adım atılmamasına, önleyici programların geliştirilmesinin önünün tıkanmasına, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet ve istismarın cezasız kalmasına yol açmış, çocukların evlilik yoluyla istismarının kabul edilmesi, istismar ve şiddet sonrası destek sistemlerinin sunulmaması, LGBTİ+'lara yönelik nefret söylemi ve suçların teşvik edilmesi gibi sorunların artmasına neden olmuştur. Ancak bu hakikatin üstü örtülmek istenmektedir. Kadına yönelik şiddete ilişkin resmi rakamlar düzenli bir biçimde kamuoyuyla paylaşılmadığı gibi paylaşılan rakamlar da şiddetin boyutunu gizlemeye dönüktür. Kadına yönelik şiddetin çetelesi kadın örgütleri tarafından tutulmaktadır. Ancak bu nedenle kadın örgütlerine dönük ciddi baskılar söz konusudur. Rakamlar, veriler, Sözleşme’nin feshinden sonra artan şiddet sarmalı gizlenerek İstanbul Sözleşmesi’nin feshi meşrulaştırılmak istenmektedir. Bütün bu çabalara rağmen kamusal alanda böylesi bir meşruiyet doğmuş değildir. Kadınlar bir yandan kadına yönelik şiddetin boyutlarını ortaya koymaya çalışırken diğer taraftan İstanbul Sözleşmesi’ni savunmaya devam etmektedir.

Sonuç olarak İstanbul Sözleşmesi, kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, kadınların her türlü şiddetten korunması, kadınlara yönelik şiddetin faillerin kovuşturulması, yargılanması ve cezalandırılması için titizlikle hazırlanmış bir metindir. Bu Sözleşme erkek şiddetine son vermek için muazzam bir yol haritası sunmakta ve şiddete karşı sistematik bir mücadelenin nasıl adım adım örüleceğini anlatmaktadır. Bu açıdan İstanbul Sözleşmesi’nin tek adamın bir gece yarısı fermanıyla feshedilmesi, rakamlarla da ortaya çıktığı gibi aynı zamanda o tarihten bugüne kadar katledilen tüm kadınların ölüm fermanının imzalanması anlamına gelmektedir. Her gün en az bir kadın katlediliyorken kadınları koruyan İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi erkek şiddetine açıktan onay vermektir. Nitekim kadınların yaşam hakkının önemi bugün bir Danıştay duruşmasında karara bağlanmaktadır. Her bir üyenin karar vermeden önce erkekler tarafından katledilen kadınları ve LGBTİ+’ları, istismara uğrayan çocukları, fuhuşa zorlanan göçmen kadınları, çalışmak zorunda kalan çocukları ve hali hazırda şiddetin odağında olan milyonlarca kadını düşünerek karar vermesini bekliyoruz. Muhakemesi yapılacak olan hukuki bir metin değil; yargının, kadınların, çocukların ve LGBTİ+’ların yaşam hakkına bakış açısıdır. Çünkü söz konusu olan; kadınlar ve şiddetin hedefindeki tüm kesimler için ölüm kalım meselesidir.

 

ÖZGÜRLÜK İÇİN HUKUKÇULAR DERNEĞİ ANKARA ŞUBE KADIN KOMİSYONU

 

 

 

 

 

[1] Kadın Yoksulluğu Hakkında Bilgi Notu: Talepler, https://derinyoksullukagi.org/wp-content/uploads/2022/03/22164_DYA_TaleplerBilgiNotu-copy.pdf, Son Erişim Tarihi:26.04.2022

[2] Meral Candan, Nisa Bebeği Kim Bıraktı: Anne mi Devlet mi?https://www.gazeteduvar.com.tr/nisa-bebegi-kim-birakti-anne-mi-devlet-mi-haber-1560064, Son Erişim Tarihi:26.04.2022