KOCAELİ İNFAZ HAKİMLİĞİNE
İTIRAZ EDEN :
VEKILI :
KONU : Kocaeli 1 Nolu F Tipi Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulunun 2021/... Karar numaralı ve 03.03.2021 tarihli ‘Dönem Değerlendirme Kararı’na karşı itirazlarımızdan ibarettir.
AÇIKLAMALAR :
Kocaeli 1 F Tipi Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare Ve Gözlem Kurulu müvekkilim ..... hakkında 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun, Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri ile Hükümlülerin Değerlendirmesine Dair Yönetmelik, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmeliğin ilgili maddelerine dayanak gösterilerek “Dönem Değerlendirme Kararı” almıştır. İdare ve Gözlem Kurulu; müvekkilimin açlık grevlerine katıldığı, geçmişte disiplin cezalarının olduğu ve en son 2019 yılında “3 ay bazı etkinliklerden alıkoyma” cezası aldığı, aynı zamanda işlediği suçtan dolayı pişmanlık duymadığı kanaatini belirterek “iyi halli olmadığı” kararını kurmuştur. Vurgulamak gerekir ki müvekkilim hakkında İdare ve Gözlem Kurulu’nun kurduğu karar objektif kriterlerden uzak olmakla beraber Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve diğer uluslararası sözleşmeler ile Anayasa’ya aykırıdır.
İDARE VE GÖZLEM KURULU KARARI YASALLIK İLKESİNE AYKIRIDIR
1) Öncelikle belirtmek gerekir ki müvekkil hakkında kurulan karara temel gerekçe olarak gösterilen 5275 sayılı Kanunun 89. Maddesi 14/04/2020 tarihinde değiştirilmiş ve Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri ile Hükümlülerin Değerlendirmesine Dair Yönetmelik 29/12/2020 tarihinde 31349 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Kararda, Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri ile Hükümlülerin Değerlendirmesine Dair Yönetmelik mad. 17/2’ye atıfla alıntılan kısım ilgili yönetmeliğin 25. Maddesi 5. Fıkrasında düzenlenmiştir. Müvekkilim hakkında kurulan karar yasaya aykırı olduğu gibi özensiz ve ciddiyetten yoksundur. Ayrıca İdare ve Gözlem Kurulu kararında müvekkilimin iyi halli olmadığına gerekçe gösterilen disiplin cezası 2019 yılında infaz edilmiştir. 29/12/2020 tarihinde yürürlüğe giren yönetmeliğin 25/5 kapsamında düzenlenen 6 aylık periyotlarla değerlendirme kapsamında değildir. Yine aynı şekilde müvekkil hakkında kurulan kararda değerlendirme döneminin 11 Eylül 2020 tarihinden başlatılması geçmişe yürüme yasağı bağlamında yasallık ilkesine aykırıdır.
2) 29/12/2020 tarihinde 31349 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan yeni yönetmelik açısından TCK'nın ilgili maddelerine baktığımızda bu konuda açık olan hükümler zaten mevcuttur. TCK'nın 7/1-2. maddesi zaman bakımından uygulama konusunda lehe kanunun tespitinde suçun işlendiği tarihin esas alınması gerektiğini belirtmiştir. Anayasa'nın 38. maddesi de aynı hükme amirdir. Bu hüküm gereğince, suç tarihinden sonra yürürlüğe giren aleyhe hükümler sanık hakkında uygulanamaz. Bu kural geçmişe yürüme yasağı olarak da adlandırılır. Yasallık ilkesinin gereklerinden biri geçmişe uygulama yasağıdır. Bu yasak hukuk devleti ilkesini hayata geçiren ilkelerden bir tanesidir. Söz konusu ilke, suç ve ceza içeren kanun hükümlerinin geçmiş tarihteki eylemlere uygulanamayacağı anlamına gelmektedir. Anayasa Mahkemesi yasaların geçmişe uygulanmaması ile ilgili olarak bir kararında, “Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuk güvenliği, kural olarak yasaların geriye yürütülmemesini gerekli kılar. Bu nedenle ‘Kanunların geriye yürümezliği ilkesi’ uyarınca yasalar yürürlüğe girdikleri tarihten sonraki hukuki durumlara uygulanabileceklerinden, sonradan çıkan bir yasa, yürürlüğe girdiği tarihten önceki olaylara uygulanmaz” gerekçesine yer vermiştir. Bu karar, hukuk güvenliğini sağlamanın olmazsa olmaz koşullarından saydığı ‘geriye yürümezlik ilkesi’nin hukuk devleti gereklerinden olduğunu belirtmektedir. (Anayasa Mahkemesi, 4.6.2003 tarihli, E. 2001/392, K. 2003/60, RG 18.12.2003, S. 25320.)
3) Danıştay, bir eyleme ilişkin disiplin cezasının sonradan yürürlüğe giren yönetmeliğe dayanılarak verilemeyeceğine ilişkin bir kararında, “sonradan yürürlüğe konulan bir disiplin yönetmeliği kapsamına alarak disiplin cezasına tabi tutmak hukukun genel ilkeleriyle bağdaşmaz” gerekçesiyle verilen disiplin cezasını hukuka aykırı bulmuştur. (Danıştay 10. Dairesi, 12.6.1984 tarihli, E. 1984/958, K. 1984/1262.) İdari yaptırımların mutlak surette önceden yayımlanan yasaya dayanması gereklidir. İdare, bir yasal temeli olmadan düzenleyici bir işleme dayanarak idari yaptırım takdir edemez. Danıştay, sırf bir yönetmeliğe dayanılarak, idari yaptırım uygulanamayacağına hükmetmiştir.( 6 DİDDK, 23.2.2006 tarihli, E. 2004/2733, K. 2006/54) Anayasa Mahkemesi de, idarenin kendiliğinden suç ve ceza yaratamayacağını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi söz konusu kararında; “…‘hizmetiçi eğitim programına uymamak’ gibi içeriği belirsiz bir eyleme yaptırım getirerek Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasına aykırılık yaratmakla kalmamış, cezalardan hangisinin hangi durumlarda verileceğini belirtmeyip yönetime çok takdir yetkisi vererek Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur’ diyen Anayasa’nın 38. maddesinin üçüncü fıkrasına da aykırı düşmüştür.” (Anayasa Mahkemesi, 19.4.1988 tarihli, E. 1987/16, K. 1988/8, RG 23.8.1988, S. 19908.)
4) Netice olarak; 5275 sayılı Kanunun 89. maddesinde yapılan değişiklik açıkça hükümlülerin aleyhine düzenlemeler içerdiğinden, maddenin değiştirildiği 14/04/2020 tarihinden önce işlenen suçlar bakımından bu değişiklik uygulanamaz ve eski hüküm geçerliliğini aynen korur. Ancak açık kanun maddelerine rağmen söz konusu yönetmeliğin uygulanması ile TCK'nın 7. maddesinde düzenlenen kanunların zaman bakımından uygulanması ilkesi, Anayasanın 38. maddesinde düzenlenen suçta ve cezada kanunilik ilkesi ile AİHS'in 7. Maddesinde düzenlenen cezaların yasallığı (suçta ve cezada kanunilik) ilkesi ihlal edilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin belirlilik/yasallık ilkesine ilişkin bir kararında, “Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin yaşama geçirilebilmesi bağlamında, Yasa’da tüzük, yönetmelik veya umumi emir gibi idari tasarruflarla yasaklanan eylemlerin suç kabul edilmesi yasa ile düzenleme anlamına gelmeyeceğinden, bu eylemlerin neler olduğunun da yasada yer alması, cezanın da geçici veya sürekli tanımlamasıyla sürenin takdirini idareye bırakacak biçimde değil açıkça miktar ya da alt ve üst sınırlar belirlenerek gösterilmesi gerekir. Bu gerekliliğin, kişinin temel hak ve özgürlüklerinin de güvencesi olduğunda duraksanamaz.” gerekçelerine yer verilerek, Anayasa’nın 38 inci maddesine de atıf yapılmıştır. Bu karar, suç ve cezalara ilişkin normların açık, anlaşılabilir, öngörülebilir olması yanında idari yaptırımların da bu ilkelere göre düzenlenmesini aramaktadır. (Anayasa Mahkemesi, 30.9.2005 tarihli E. 2005/78, K. 2005/59, RG 13.7.2006, S. 26227, s.31.) Yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 7 nci maddesi hükümlerine göre suçun veya yaptırımın yasada açık bir şekilde düzenlenmesi aranmakta ve yasallık ilkesine vurgu yapılmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Sunday Times/Birleşik Krallık davası konuya ilişkin bir belirleme “Mahkemenin görüşüne göre, ‘hukuken öngörülmüş’ ifadesinden şu iki koşul ortaya çıkmaktadır. Birincisi (uygulanacak olan) hukuk, yeterince ulaşılabilir olmalıdır, eş deyişle, vatandaşlar belirli bir olaya uygulanabilir nitelikteki hukuk kurallarının varlığı hakkında yeterli bilgiye sahip olabilmelidir. İkincisi, vatandaşların davranışlarını düzenlemelerine olanak vermek için yeterli açıklıkta düzenlenmemiş bir norm, ‘hukuk’ kuralı olarak kabul edilemez: Vatandaşlar belirli bir eylemin gerektirdiği sonuçları, durumun makul saydığı ölçüde ve eğer gerekiyorsa uygun bir danışmayla önceden görebilmelidir”
AÇLIK GREVİ EYLEMİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAPSAMINDADIR |
1) Her ne kadar alınan karar Anayasa’ya ve AİHS’e aykırı da olsa içerik bakımından değerlendirmesini yapmak gerekirse; müvekkilim hakkında kurulan kararda, iyi halli olmadığına ilişkin gerekçelerden biri olarak açlık grevi eylemine katıldığı belirtilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesi “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar” şeklindedir. Anayasa’nın “Düşünce ve kanaat hürriyeti” kenar başlıklı 25. maddesi “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz” şeklindedir. Yine Anayasanın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlıklı 26. maddesi “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir” şeklinde düzenlenmiştir.
2) Öncelikle belirtmek gerekir ki hapishanede olmanın gerektirdiği asgari kısıtlamalar dışında mahpuslar ile dışardaki insanın sahip olduğu haklar bakımından hiçbir fark yoktur. Bu konuda AİHM “mahkûmların genel olarak özgürlük hakkı hariç AİHS ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerden yararlanmaya devam ettiklerini hatırlatmaktadır.” (Gülmez/ Türkiye davası 16330/ 02, 20 Mayıs 2008) Bu çerçevede dışardaki insanlar gibi mahpuslar bakımından da ifade özgürlüğü söz konusudur. Gerek uluslararası mevzuatta, gerek Anayasa’da gerekse de ceza infaz yasasında belirtilen durumlar dışında mahpusların da ifade özgürlüğü kısıtlanamaz. Ek olarak dışardaki kişilerin temel hak ve özgürlükleri kısıtlanırken aranan, Anayasa’da ve uluslararası metinlerde düzenlenmiş olan ilkeler mahpusların hakları kısıtlanırken de geçerlidir.
3) Açlık grevi, kişinin kendi vücudunu bir ifade veya protesto biçimi olarak kullanmasıdır. Hükümlü müvekkil de kendi iradesi ile cezaevi işleyişini zorlaştırmadan açlık grevini başlatmış ve yine kendi iradesi ile sonlandırmıştır. Müvekkil “pasif bir eylemle” AİHS’nin 9 ve 10. maddeleri ile Anayasamızın 25 ve 26. maddeleri kapsamında ölçülü bir şekilde ifade özgürlüğü hakkını kullanmıştır. Müvekkil tarafından protesto amacıyla yapılan açlık grevi ifade özgürlüğü kapsamında olup, müvekkil, kendi düşüncelerine göre var olan bir durumu, belli bir süre içinde ve yine kurumda herhangi bir fiziksel veya maddi zarara yol açmaksızın protesto etmiştir.
YASADA İYİ HAL KAVRAMININ TANIMI YAPILMAMIŞTIR
1) 5275 sayılı CGTİHK Kanunu, Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri ile Hükümlülerin Değerlendirmesine Dair Yönetmelik, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelikte iyi hal kavramı tanımlanmamış ancak 5275 sayılı CGTİHK madde 107’de “Koşullu salıverilmeden faydalanmak için mahkûmun kurumdaki infaz süresini iyi halli olarak geçirmesi gerekir.” denilerek “iyi halli” kavramı koşullu salıverilme şartlarından biri olarak düzenlenmiştir. Kişi özgürlüğü ve güvenliğini doğrudan etkileyen “iyi halli” kavramı bu haliyle cezaevi yetkililerinin keyfi kararlarına bırakılmıştır. Her ne kadar müvekkilimin koşullu salıverilme tarihi 16/12/2026 tarihi de olsa Türkiye’de İdare ve Gözlem Kurullarının hem müvekkilim hakkında hem de diğer hükümlüler hakkında kurdukları AİHS ve Anayasa’ya aykırı gerekçesiz kararlar ile kurullarının değerlendirme ve kararlarının kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlali olduğu artık karine haline gelmiştir.
2) İdare ve Gözlem Kurulu kararında, herhangi bir somut gerekçeye dayanmadan müvekkilimin yasadışı silahlı örgütle ilişkisi olduğu ve pişmanlık duymadığı yönünde kanaatini bildirmiştir. Herhangi bir gerekçe sunulmadığı için sübjektif bir değerlendirme olduğu kanaatine vardığımız bu değerlendirmelere karşı; 2006 yılında Fransa aleyhinde AİHM’e yapılan bir başvuruda Daire‘nin vermiş olduğu karara ilişkin AİHM eski başkanı Jean-Paul Costa’nın kaleme aldığı kısmi karşı oy yazısını hatırlatma gereği duyuyoruz. Jean-Paul Costa, bir kişinin yeniden suç işlemesine ilişkin riskin hiçbir zaman sıfır olamayacağını, dolayısıyla bu yaklaşımla hiç kimseye şartlı tahliye uygulanamayacağını belirtmiş ve bu ifadelerin ardından “mahpusları vahşi birer hayvana, ya da insan atığına dönüştürmenin; yeni mağdurlar yaratıp yaratmadığını ve adaletin yerine intikamın getirilip getirilmediğini” sormuştur. (Leger/Fransa, Jean-Paul Costa‘nın Karşı Oy Yazısı, 19324/02, 11 Nisan 2006. )
3) Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Marcello Viola v. Italy (no. 2) (Başvuru no: 77633/16) kararında mahpusun koşullu salıverilmesinin “adli makamlarla işbirliği” yapma şartına bağlanması sebebiyle ihlal kararı vermiştir. Mahkeme başvuranın tahliyesinin “adli makamlarla işbirliği” yapması şartına bağlanmasını “başvuranın tutukluluğunun artık meşru penolojik gerekçelere dayanmadığını göstermektedir.” Şeklinde değerlendirmiş ve ihlal kararı vermiştir. Bu haliyle müvekkilim hakkında İdare ve Gözlem Kurulu’nun aldığı dönem değerlendirme kararının da herhangi bir meşru penolojik gerekçesinin bulunmadığı açıktır.
Sonuç ve Talep: Yukarıda açıkladığımız gerekçeler ile Kocaeli 1 Nolu F Tipi Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdare ve Gözlem Kurulunun 2021/.... Karar numaralı ve 03.03.2021 tarihli kararının itirazen incelenerek kaldırılmasını talep ederim.