ARYEN TURAN DAVASI 1. DURUŞMA RAPORU
MAHKEME : İzmir 18. Ağır Ceza Mahkemesi
DOSYA NO : 2022/344 Esas
İzmir Barosu Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma nedeniyle hedef gösterilmesi üzerine soruşturma başlatılarak gözaltına alınan ve hakkında İzmir 18 Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açılan Av. Aryen TURAN’ın yargılandığı davanın ilk duruşması 16/02/2023 tarihinde İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi duruşma salonunda görüldü.
DURUŞMA ÖNCESİ
Saat 09.00’da duruşma salonu önünde hazır bulunuldu. Adliye içerisinde çok sayıda çevik kuvvet polisinin bulunduğu görüldü. Çevik kuvvet polislerinin duruşma başlamadan ayrıldıkları gözlemlendi. Duruşmayı izlemek için Fransa, Hollanda ve İsviçre’den gelen avukatların adliye girişinde x-ray cihazından geçirilmeye zorlandığı gözlemlendi.
Duruşma saat 10.30’da başladı.
DURUŞMA SIRASINDA YAŞANILANLAR
Yoklama yapıldı ve taraf teşkili sağlandı. Milli Savunma Bakanlığı vekilinin de duruşmada hazır olduğu görüldü.
Duruşmayı izlemek için Fransa, Hollanda ve İsviçre Barolarından avukatların geldiği gözlemlendi.
Duruşma salonunun ses sisteminde sorun olduğu gözlemlendi.
Sanık müdafii Av. Özkan Yücel söz aldı. YÜCEL beyanında “Av. Aryen Turan’ı sanık olarak değerlendirmediklerini, avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olduğunu, adaletin yerine getirilmesinde önemli bir role sahip olduğunu, avukatların mesleki faaliyetlerini yürütürken ya da baroların organlarında işlevlerini yerine getirdiği esnada işlediği suçlar nedeniyle yargılanmaları özel usule tabi tutulduğunu, Avukatlık Kanunu’nun 58. ve 59. maddesinin bu özel soruşturma ve yargılama usulünü düzenlediğini, Aryen TURAN'ın o gün yaptığı konuşmanın İzmir Barosu genel kurul salonunda yapılmış bir konuşma olduğunu, avukatlar dışında hiç kimsenin dahil olamayacağı, söz kuramayacağı, kürsü kullanamayacağı bir alan olduğunu, baroların en üst organı olan İzmir Barosu genel kurulunda yaptığı bir konuşma sebebiyle müvekkilinin mahkemenin huzurunda olduğunu, bu eylemin avukatlık kanunundan ya da avukatlık görevinin ifasından kaynaklandığı konusunda en ufak bir tereddütlerinin olmadığı, bu davada mahkemenin huzuruna gelene kadar hiçbir usul kuralına uyulmadığını, soruşturma açıldığını sosyal medyadan öğrendiklerini, savcılık tarafından kendilerine soruşturma numarası verilmediğini, eğer bir ifadeye ihtiyaç duyuluyorsa haber verilmesi halinde yarım saat içerisinde ifade için gelebileceklerine yönelik yazılı başvuru yaptıklarını ancak bunların hiçbirinin yapılmadığını, 98. maddedeki davet koşuluna da uyulmaksızın, müvekkillerinin apar topar ofisinin çıkışında gözaltına alındığını, gözaltına alındıktan sonra avukatlar ile görüşme hakları kısıtlanarak ve Avukatlık Kanunu’nun yok sayıldığını, Havana Kurallarının iktidarların her türlü baskısından uzak olarak avukatların yargısal faaliyetlerini ve mesleki faaliyetlerini sürdürmesi gerektiğine vurgu yaptığını, meslektaşı Aryen TURAN'ın yapmış olduğu konuşmanın İzmir Barosu Genel Kurulu’nda ve yalnız avukatlara ayrılmış bir kürsüde gerçekleşmiş olması, o kürsüde İzmir Barosunun faaliyetlerine ya da Türkiye'nin hukuk sisteminin doğru işleyip işlemediğine, demokratik hukuk kurallarının tam olarak hayata geçirilip geçirilmediğine, buna karşı yapılması ya da söylenmesi gerekenlere ilişkin yaptığı değerlendirmelerin avukatlık mesleğinin bir uzantısı olduğunu, bu nedenle mahkemenin şu anda yargılamaya ara verip, Adalet Bakanlığı'ndan kovuşturma için izin istemek durumunda olduğunu, eğer dosya içerisinde var olan deliller sanığın beraati konusunda bir kanaat oluşturuyorsa derhal beraat kararı verilebileceğini, müvekkilinin dile getirdiği sözlerin hiç bir şekilde içeriği itibari ile suç oluşturmayan sözler olduğunu, bu nedenle öncelikle durma kararı olmadığı takdirde sorguya hiç geçilmeksizin derhal beraat kararı verilmesini talep ettiklerini” beyan etti.
Cumhuriyet savcısı sanığın üzerine atılan suç ve eylemin avukatlık mesleğiyle alakalı ve bağdaşan bir suç olmadığından talebin reddine karar verilmesini talep etti.
Sanık müdafii Av. Özkan Yücel söz aldı. YÜCEL beyanında “Mahkemenin avukat yargılamaları da yaptığını, atılı suçun ne olduğu, atılı suçun avukatlık görevi ile bağdaşıp bağdaşmayacağı gibi bir değerlendirme bu aşama itibari ile mümkün olmadığını, suçlama ne olursa olsun avukatlık mesleğinin ifası ya da görevin yerine getirilmesi sırasında gerçekleşmiş ise Avukatlık Kanunu’nun 58. ve 59. maddesinin devreye girmesi gerektiğini” beyan etti.
Saat 10.50’de mahkeme heyeti müzakere için duruşma salonundan ayrıldı.
Cumhuriyet savcısının da heyetle birlikte arka tarafa geçtiği gözlemlendi.
Saat 11:00’da mahkeme heyetinin salona geri geldiği gözlemlendi.
Söz konusu iddialarla ilgili Adalet Bakanlığı'ndan izin alınması koşulu bulunmadığına ve açık yargılamaya devam edilmesine karar verildi.
Saat 11.05’te Aryen Turan savunmasına başladı.
Av. Aryen TURAN söz aldı. TURAN savunmasında “savunmasını çok büyük bir acının gölgesinde yaptığını, birçok insanın ve birçok meslektaşının yakınlarını kaybettiğini, deprem bölgesine gidip dönenlerin olduğunu ve herkesin perişan halde bugün yargılama sebebiyle buraya gelmek zorunda kaldıkları için üzgün olduğunu, Özgürlük için Hukukçular Derneği genel merkez yöneticisi olduğunu, dernek olarak her baro genel kurulunda kürsü haklarını kullandıklarını ve orada hukuksuzluklardan, insan hakları ihlallerinden, nasıl bir baro istediklerinden bahsettiklerini, bu konuşmada OHAL koşullarının fiili olarak sürdüğünden, o dönem Deniz Poyraz davasının avukatlarından kaçırılmaya çalışıldığından Şenyaşar ailesinin adalet talebinden, hasta mahpuslardan, mesleki faaliyetleri sebebiyle yargılanan meslektaşlarından bahsettiğini, kimyasal silah iddialarının olduğunu ve bunların soruşturulmadığını belirttiğini, konuşmasını İran'da polis işkencesinden katledilen Jina Amini ve İzmir HDP il binasında katledilen Deniz Poyraz’a atıf olarak jin jiyan azadi yani kadın yaşam özgürlük diye bitirdiğini, konuşması boyunca bir kısım avukat tarafından yuhalandığını ve konuşmadan sonra da sözlü saldırı girişimi olduğunu, günlerce sosyal medyada yandaş medyanın çarpıtması ile hakkında hedef gösterme ve linç başlatıldığını, binlerce ölüm tehdidi ve cinsel saldırı tehdidi aldığını, hakkında bir soruşturma açıldığını adli makamlardan değil Anadolu Ajansı haberinden öğrendiğini, bu süreçte neredeyse her gün adliyeye gidip soruşturmadan haberdar edilmesini, eğer bir ifade alınması gerekiyorsa gelip ifade verebileceğini ancak buna rağmen konuşmadan 11 gün sonra ofisinin çıkışında gözaltına alındığını, avukat olmasına ve her gün adliyede olmasına rağmen haftada 2 gün imza ve yurtdışına çıkış yasağı ile serbest bırakıldığını, bugün hakkında açılan dava nedeniyle mahkeme huzurunda olduğunu, kimyasal silah iddiasını örgüt talimatıyla dillendirdiği iddiasıyla örgüte yardım suçunu işlediği iddia edildiğini ama aslında bugün o suçu işlediği için mahkemede olmadığını, mahkemeye çıkma sebebinin insan hakları mücadelesini tüm baskılara rağmen sürdürme çabası olduğunu, bu yüzden bugün derneğinin insan hakları mücadelesi, insan hakları ihlallerini ve bunun karşısına aldığı tutumu anlatacağını, Türkiye'nin insan hakları karnesinin hiçbir zaman parlak olmadığını ancak son yıllarda artık sayılamayacak kadar çok ihlal yaşandığını, on gün önce bir deprem yaşandığını ve bu depremde binlerce insanın hayatını kaybettiğini, bunu bir felakete çevirenin doğal afetin kendisi değil devletin ve sermayenin kar ve rant politikaları olduğunu, ayrıca deprem sonrasında da devletin sorumluluğu ve ihmalinin artık bu doğal afeti bir trajediye dönüştürdüğünü” beyan etti.
Mahkeme başkanının Aryen Turan'ın sözünü keserek araya girdiği ve “iddialar ile bağlı kal devlet sorunlarını görüşecek değiliz” dediği gözlemlendi.
Av. Aryen TURAN savunmasına devam etti. Turan “kendisine bir suçlama yöneltildiğini, yaptığı konuşmanın bir örgüt talimatı ile yapıldığı iddia edildiğini, soruşturma esnasında yaptığı konuşmayı bir örgütün talimatıyla değil bir insan hakları savunucusu olarak yaptığını beyan ettiğini, savunmasını insan hakları savunucusu kimliğini anlatmadan yapmadım diyerek geçmeyeceğini, enkaz altında vatandaşlar kurtarılmayı beklerken devletin yine her zaman yaptığı gibi sosyal medyada muhalif avına çıktığını ve devlet nerede diyen muhalifleri tutukladığını, insanların yağmacı ve hırsızlık suçlaması ile kameralar önünde kolluk görevlileri tarafından işkenceye ve lince uğradığını, mültecilerin de bu kaos ortamında payını aldığını ve birçok fiziki saldırıya maruz kaldığını, kendilerinin insanların yaşamlarını ranta kurban edilmesine, işkence ve kötü muameleye, ayrımcılığa maruz kalmasına karşı olduklarını, halkın çok derin bir yoksulluk ile karşı karşıya olduğunu, enflasyon ve ekonomik kriz yüzünden insanların gayri insani koşullar altında yaşamaya çalıştığını, işçilerin güvencesiz koşullarda çalıştığını, iş cinayetlerinde katledildiğini, sermayedarların zenginliklerine zenginlik katarken milyonlarca insanın açlık sınırında yaşadığını, bu ülkede yoksulluğu bir insan hakkı ihlali olarak tanımladıklarını ve toplumun bilinçli bir şekilde yoksullaştırılmasına karşı durduklarını, kadın cinayetlerinin kadın düşmanı politikalar yüzünden artık bir kadın kıyımına dönüşmüş durumda olduğunu ve iktidarın cemaat ve tarikatların baskısı ile İstanbul Sözleşmesi'nden hukuka aykırı olarak çekildiğini, lgbt + ‘ların her gün nefret söylemine maruz kaldığını ve bilinçli olarak hedef gösterildiğini, iktidarın eril politikalarını kabul etmediklerini ve tüm kadınlar ile LGBT + bireyler için eşit ve özgür bir yaşam istediklerini, iklim krizi ve küresel ısınmanın gün gün artarken siyasi iktidarın doğa üzerinde kurduğu tahakküm ile doğanın katledilmesine sebep olduğunu, zeytinlikleri madenlere, ormanları ranta açan, vahşi doğada canlıları bir av öznesi haline getiren iktidarın eko kırım politikalarına karşı olduklarını, doğayı üzerinde yaşayan canlı ve cansız bütün varlıklar ile ortak bir yaşam alanı olarak savunduklarını, bu ülkede eğitim hakkına erişebilmek için çocukların tarikat ve cemaatlere mahkum edildiğini ve devletin gözetiminde tarikatlar eliyle çocukların istismar edildiklerini, bu istismarlar ortaya çıktıktan sonra bir de göstermelik soruşturmalar yapıldığını ve bunların çoğu kez cezasızlıkla sonuçlandığını, ulus devletlerin neoliberal politikalarının özellikle Ortadoğu'da yarattığı yıkım sebebiyle milyonlarca insanın göç etmek zorunda kaldığını, Türkiye’ye de milyonlarca insanın sığınmak zorunda kaldığını ve iktidarın mültecilerin yaşam hakkını bir siyaset aracına, bir pazarlık aracına dönüştürerek iki yüzlü politikalarla mültecileri her gün nefret söylemine maruz kalmasına neden olduğunu, kendilerinin her koşulda yurtlarından edilen mülteciler ile ortak bir yaşamı savunduklarını, ülkede yargıya güvenin dip noktada olduğunu, bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitiren yargının adeta iktidarın meşruiyet kaynağı haline geldiğini, gücünü hukukun temel ilkeleri ve sözleşmelerden alması gereken mahkemelerin iktidarın toplum nezdinde kurduğu baskıcı rejimin bir aracı haline geldiğini, yargının bu durumdan kaynaklı yurttaşların artık mahkemelerden değil adliye önlerinde, kampüslerde, sosyal medyada ve sokakta adalet talebini dinlendirdiğini” beyan etti.
Cumhuriyet Savcısı'nın kulağında kulaklık olduğu ve savunma devam ederken savcının telefonla oynadığı gözlemlendi.
Aryen Turan savunma yaparken saat 11.12’de Cumhuriyet savcısı'nın gülerek duruşma salonundan çıktığı gözlemlendi.
Bu sırada duruşma salonunda silahlı bir polis memurunun bulunmakta olduğu görüldü. Sanık avukatları bu duruma itiraz etti.
Mahkeme başkanı Aryen Turan'a savunmasına devam etmesini söyledi. Sanık müdafii Av. Özkan Yücel Cumhuriyet savcısının olmadığını ve duruşmaya katılmasının zorunlu olduğunu söyledi. Bunun üzerine mahkeme heyeti duruşmaya ara verdi ancak Cumhuriyet savcısının gelmesiyle duruşmaya devam edildi.
Mahkeme mübaşirinin salondaki izleyicilere müdahale etmeye çalıştığı gözlemlendi. Sanık müdafii avukat Özkan Yücel duruşma salonundaki izleyicileri ancak mahkeme başkanının uyanabileceğini söyledi.
Av. Aryen TURAN savunmasına devam etti. Turan “Tarih boyunca baskıcı rejimlere karşı bir engel olarak gördüğü mesleklerinin başında avukatların geldiğini, yaşamını cezasızlık ile mücadeleye barışa insan hakları ihlallerini adayan sevgili Tahir Elçi'nin tam da bu politikaların gölgesinde katledildiğini, yurttaşların adil yargılanma hakkını savunan meslektaşı Ebru Timtik’in de bu uğurda yaşamını yitirdiğini, ezilenlerin, işçilerin, öğrencilerin yani bu ülkenin ötekilerin avukatlığını yapan Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi avukatların da yıllardır bu sebeple tutuklu yargılandığını, yargıyı meşruiyet aracı olarak kullanan iktidara karşı özgürlükçü hukuk anlayışını savunduklarını, bu ülkede yıllardır süregelen bir Kürt sorunu olduğunu ve iktidarların Kürtleri inkar eden yaşamlarını, haklarını yok sayan politikaları sebebiyle binlerce insanın hayatını kaybettiğini, milyonlarca insanın yerinden edildiğini ve binlerce faili meçhul cinayet işlendiğini hala milyonlarca insanın ana dilde eğitim hakkını siyasal ve kültürel haklarını kullanmaktan yoksun bırakıldığını, bunu dile getiren Kürt siyasetçiler ve sosyalistlerin de binlerce yıl hapis cezaları ile yargılandığını, kendilerinin güvenlikçi politikalardan vazgeçilerek bu sorunun hukuk ve demokrasi talebinde çözülmesini savunduklarını, kendisinin baro genel kurulunda yaptığı konuşmanın da bu minvalde olduğunu iddianame konusu konuşmayı yaptığı dönemde kimyasal silah mevzusu ulusal ve uluslararası platformda dinlendirildiğini, kendisinin de bu sebep ile kimyasal silah kullanmanın suç olduğu için dile getirdiğini, bunu yasaklayan birçok uluslararası sözleşmenin olduğunu ve Türkiye’nin bu sözleşmelere taraf ayrıca Kimyasal Silahların Yasaklanması Teşkilatına üye olduğunu, kimyasal silah mevzusunun konuşmasında yer verdiği diğer hukuksuzluklardan herhangi bir farkının olmadığını, Özgürlük için Hukukçular Derneği adına yaptığı konuşmanın Avukatlık Kanunu’nun 76 ve 95. maddelerinde barolara verilen hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırma görevini hatırlatmaktan başka bir şey olmadığını, baro genel kurulu önünde yapılan her konuşmanın seçilecek baro yönetim kurulunun 2 yıllık süreçteki tutum ve politikalarına bir öneri niteliğinde olduğunu, üyesi olduğu İzmir Barosu’nun ülkede yaşanan bu denli ağır hukuksuzluklar karşısında bir tutum ve politika geliştirmesi talebinin böylesi bir yargılamayla sonuçlanmaması gerektiğini, bu sebeple yargılamanın bir an önce sona erdirilmesini talep ettiğini, son olarak baskılara rağmen hakikati dile getirme çabasından vazgeçmeyeceğini” beyan etti.
Saat 11:19’da savunma sona erdi.
Sanık müdafii Av. Ayşe KAYMAK söz aldı. KAYMAK “ Aryen'in İzmir Barosu genel kurulunda yaptığı konuşmanın tamamen düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu, hiçbir suç teşkil etmediğini, yaşadığımız deprem felaketi nedeniyle büyük bir yıkım ve on binlerce insanın kaybı ile karşı karşıya olunduğunu, bu kadar büyük bir yıkımın, kaybın olmasının tek sebebi deprem değil aslında temel sebebin Türkiye'de artık hukukun, bilimin, insan aklının, insanlık tarihinin bugüne kadar tecrübelerinin, artık hiçe sayılmasından kaynaklandığını, deprem ile ortaya çıkan bu gerçeğin Türkiye'de şu an bütün kurumlara hakim olduğunu, yargının da bunlardan biri olduğunu, hukuka aykırı uygulamaların rutin haline geldiğini, yargının muhalifleri siyasi iktidardan farklı düşünen herkesi baskı altına alma, onları korkutma, sindirme aracı haline geldiğini, Aryen'in de yargılanmasının bu yargı gerçeğinin bir sonucu olduğunu, Aryen’in konuşmasında Türkiye'de yaşanan bir dizi hukuksuzluktan, iş cinayetlerinden, kadına yönelik şiddetten bahsettiğini, konuşmanın bir bölümünde de Türkiye'de kimyasal silah kullanımına ilişkin iddiaların olduğunu, bu iddiaların araştırılması gerektiğine dair bir beyanda bulunduğunu, burada nefret ya da şiddet içermeyen tamamen düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında kalan bir ifade olduğunu, Aryen'in asıl olarak hedef haline getirilmesine ve bugün yargılamaya kadar gelen sürecin başlamasına neden olan ifadesinin aslında jin jiyan azadi cümlesi ile konuşmasını bitirmesi olduğunu, bu cümlenin İran'da kadın özgürlük hareketinin simge sloganı haline gelmiş, bütün Dünya'da ve her dilde söylenen, kadın, yaşam, özgürlük anlamına gelen bir slogan olduğunu, Aryen'in medya ve sosyal medyada tek elden yürütüldüğü çok belli, örgütlü bir linç kampanyasının hedefi haline geldiğini, Türkiye'de siyasi iktidarın ve siyasi iktidar yanlısı medyanın aslında çok uzun yıllardır kendisinden farklı düşünen her kesimi ötekileştirici bir hedef haline getirdiğini, linç kampanyalarına konu edildiği ve sonrasında o linç kampanyalarından sonra da burada soruşturmalara, yargılamalara hedef edildiğini, Tahir ELÇİ’nin de tam olarak böyle bir sürecin sonunda yaşam hakkının elinden alındığını, Şebnem KORUR FİNCANCI'nın aylar önce yaptığı bir konuşmanın Cumhurbaşkanı'nın bizzat talimatı ile bir yargılamaya dönüştüğünü, Türkiye'de bazı şeylerin değişmesi gerektiğini, hukuk sistemindeki bu sorunları, yargıçlar, insan hakları örgütleri, barolar, avukatlar değiştiremediği taktirde hepimizin aynen depremde yaşadığımız gibi artık sürdürülemez bu yargı sisteminin enkazının altında kalacağını, Aryen'in duruşmasının bunu değiştirmek için bir fırsat olduğunu, bu ülkede eğer bağımsız ve tarafsız bir yargı düzeni olsaydı Aryen hakkında bırakın yargılamayı, bir soruşturmanın dahi açılmayacağını, mahkemeden tarafsız ve bağımsız yargının yargıçları olduğunu göstermesini ve yargılamaya temel hak ve özgürlükler çerçevesinden bakarak bir hukuki süzgeçten geçirmelerini talep ettiğini” beyan etti.
Sanık müdafii Av. Şükran ÖZTÜRK söz aldı. ÖZTÜRK “Meslektaşının da beyan ettiği üzere Özgürlük için Hukukçular olarak kuruluş amaçları doğrultusunda üyesi oldukları İzmir Barosu’nun her genel kurulunda yaptığı gibi geçen yıl yapılan genel kurulda da söz haklarını kullandıklarını, dernek adına yönetim olarak bir metin hazırladıklarını ve müvekkil meslektaşlarının okuması için de görevlendirmesini yönetim olarak yaptıklarını, derneğin kuruluş amacının ulusal ve uluslararası hangi otorite tarafından olursa olsun başta yaşam hakkı olmak üzere kişinin dil, din, ırk, renk, cinsiyet, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, medeni durumu, siyasi ve felsefi görüş, etnik kökeni, engellilik ve benzeri durumlarına bakılmaksızın sosyal, ekonomik ve siyasi haklarına yönelik her türlü haksız ve meşru olmayan müdahaleye karşı koyma bilinci oluşturmak ve karşı koymak olduğunu, bu amaç doğrultusunda baro genel kurulunda tüm meslektaşlarıyla birlikte insan haklarına yönelmiş ihlallere karşı bilinç oluşturmak ve karşı koymak için söz kurduklarını, bu doğrultuda hak ihlallerini değerlendirmek için bir metin hazırladıklarını hak ihlallerini dile getirmek ve iddiaların araştırılmasını istemek için kimsenin çağrısına ihtiyaç duymadıklarını, ayrıca iddianamede alınan haber paylaşımlarından önce derneğin sosyal medya hesaplarında kimyasal silah kullanımının araştırılması, soruşturulması için ulusal ve uluslararası kuruluşlara çağrı yaptıklarını, OHAL ilanından sonra sosyal medyaya düşen işkence görüntüleri üzerine felaket bölgesinde işkence ile öldürmenin durması, soruşturulması ve kayıt altına alınması için kimsenin çağrısına ihtiyaç duymadan felaket bölgesine gittikleri gibi saydıkları ve sayamadıkları tüm halk ihlallerine karşı durmak için çağrı beklemediklerini, hukukçular olarak eğer bu hak ihlallerinin araştırılmasını, soruşturulmasını ve kayıt altına alınmasını sağlayamazlarsa hukukun olmadığı, polis devleti haline getirilen bir ülke haline gelineceğini, toplumun özgür, hukuka saygılı ve eşit yönetildiği bir sistemin inşaası için üzerlerine düşen insani, vicdani ve mesleki sorumluluğun bilinci ile tüm hukukçulara seslenmeye devam edeceklerini, bu sorumluluğun aynı zamanda hakim ve savcıların da sorumluluğu olduğunu, 22 Ekim 2022 tarihinde İzmir Barosu genel kurulunda meslektaş müvekkilinin okumuş olduğu metnin Özgürlük için Hukukçular Derneğine ait olduğunu ve arkasında olduklarını” beyan etti.
Sanık müdafii Av. Emel SELANİK söz aldı. SELANİK“Müvekkilinin İzmir Barosu genel kurulunda insan hakları ve hak ihlalleri çerçevesinde bir konuşma yaptığını, 3 Kasım günü de ofisinin önünden gözaltına alındığını, yaşanılan deprem felaketinden sonra bu yargılamanın da başka bir anlam kazandığını, meslektaşının bir yurttaş olarak bir hak ihlali, basına yansıyan bir mesele ile ilgili bilgi almak istediğini belirten bir konuşma yaptığını, binlerce insanın depremde öldüğünü ve yine ihmalden bahsedenlerin gözaltına alındığını, burada suç işleyen biri var ise bunun kendileri olmadığını, işinizi yapın dediklerinde şüpheli olduklarını. müvekkili hakkında iki gün imza ve yurt dışı çıkış yasağı şeklinde iki ayrı adli kontrol tedbirine hükmedildiğini, Adli kontrol kararının gerekçesinde de suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması sebebiyle adli kontrol tedbirinin ölçülü olacağı şeklinde ifade edildiğini, İzmir 18. Ağır Ceza Mahkemesi’nden hukuka aykırı verilen adli kontrol kararının kaldırılmasına ilişkin talepte bulunulduğunu, ancak bir gerekçe bile gösterilmeden adli kontrolün kaldırılması talebinin reddedildiğini, soruşturmanın en başından gelinen noktaya kadar dosyada yapılan herhangi bir hukuka uygun işlem göremediğini, kararda ölçülülüğe sıklıkla atıf yapıldığını ancak Sulh Ceza Hakimliği tarafından tanımlarken bir hata yapıldığını ve ortada bir suçun olmadığını, kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delil olarak gerekçeye yansıyan tek şeyin müvekkilinin genel kurul konuşma kaydı olduğunu, içerisinde suç teşkil eden bir ifadenin olmadığını, sosyal medya üzerinden ırkçı bir linç girişimi olduğunu ve hazırlanan iddianamenin de bu anlayışın bir ürünü olduğunu, iddianamede müvekkil ile ilgili tek bir paragraf olduğunu, ifade özgürlüğünün el birliğiyle ortadan kaldırıldığını, müvekkili hakkında kolluğun hazırlamış olduğu bir tahkikat evrakı olduğunu, bunun hukuka aykırı olduğunu, hazırlanan evraklarda bir örgüte ilişkin sayfalarca habere ve bilgiye ve linke yer verildiğini ancak herhangi bir bağıtlama yapılmadığını, kolluk tarafından yapılan hukuka aykırılığın savcılık tarafından kopyala yapıştır yapıldığını, gerekçe gösterilmeden adli kontrolün kaldırılması talebinin reddedildiğini, tutukluluk ve özgürlükten yoksun bırakmaya ilişkin tedbirlerin sadece suçun ciddiyeti göz önüne alınarak verilemeyeceğini, tutuklama şartları oluşmadan adli kontrol şartlarının da oluşmayacağı göz önüne alınarak Aryen hakkında verilen hukuka aykırı adli kontrol kararlarının kaldırılması gerektiğini, verilen adli kontrol kararının cezalandırmaya dönük bir işlem olduğunu, hukuka aykırı adli kontrol kararının kaldırılmasını talep ettiğini” beyan etti.
Sanık müdafii Av. Özkan Yücel söz aldı. YÜCEL beyanında “Duruşma savcısının kulaklık takmasına ve telefonuyla ilgilenmesine vurgu yaparak bu durumun yargılama pratiğine uygun düşmediğini” beyan etti.
Bunun üzerine duruşma savcısı Av. Özkan YÜCEL’e hitaben “Ne yapacağımı size mi soracağım ben” dedi.
Sanık müdafii Av. Özkan Yücel söz aldı. YÜCEL beyanında “Ben neredeyse yarım saattir bakıyorum telefon sürekli elinizde, karşınızda bir hukukçu var, sizin de bir Cumhuriyet Savcısı olarak bu davaya yeterli ilgiyi ve özeni göstermeniz gerekir.” dedi
Duruşma savcısı Av. Özkan YÜCEL’e hitaben “Bunu sizden mi öğreneceğim?” dedi.
Sanık müdafii Av. Özkan Yücel söz aldı. YÜCEL beyanında “CMK md.188’in duruşmada hazır bulunması gereken kişiler arasında Cumhuriyet Savcılarını da saydığını, yalnızca fiziken değil yargılamanın ruhuna ve diyalektiğine uygun bir şekilde ruhen de aklen de duruşma salonunda olması gerektiğini” beyan etti.
Av. Özkan Yücel beyanının devamında “müvekkilinin örgütten talimat aldığının iddia edildiğini, dosyanın içerisinde talimatı gösteren bir şey olmadığını, Yok ama müvekkilim söyledi, bir örgütten talimat almış, bir örgütün işini yapmış, müvekkilinin eyleminin arkasında başka bir örgütten alınmış talimat aramaya gerek olmadığını ancak eğer mahkeme heyeti deprem bölgesine yardım ettiyse bu iddianameyi mahkeme huzuruna getiren anlayış ile örgüt üyesi olacaklarını ve örgüte yardım ettiklerini çünkü örgütün deprem sırasında elden gelen bütün çabanın gösterilmesi konusunda sosyal medya üzerinden bir talimat verdiğini, bu kadar saçmalık olmayacağını, bir şey söylemek istediklerinde sosyal medya taraması yapamayacaklarını, savcılığın soruşturma evresinde bu iddianın dayanağı yoktur, ifade özgürlüğüdür diyebileceğini, mahkemenin iddianamenin kabulü aşamasında yeterli delil olmadığından iddianameyi kabul etmeyebileceğini ancak denilmediğini, o yüzden yargı bağımsızlığı konusunda konuşmak zorunda kaldıklarını, yargılamanın siyasi bir takım direktifler doğrultusunda mahkeme önüne getirildiğini, soruşturmaların başlamasının Süleyman SOYLU'nun bir televizyon açıklaması sonrasında savcıların harekete geçmesi ile gerçekleştiğini, kimyasal silah kullanılma iddiası varken Cumhuriyet Savcılarının görevi bunun araştırmak ve soruşturmak olduğunu, Cumhuriyet Savcılarının burada harekete geçmeleri gerekirken Aryen TURAN soruşturmalıydınız dediğini, bunun örgüte yardım etmek olmayacağını, müvekkilinin kimyasal silah kullanıldı demediğini, kullanıldığına ilişkin iddialar soruşturulmamıştır demediğini, Türkiye'deki bir çok hukuksuzluğa işaret ettiğini, bu sözleri barosuna söylediğini çünkü baronun Avukatlık Kanunu’nun 76 ve 95 maddesi gereğince bunlar ile mücadele etmek ile yükümlü bir örgüt olduğunu” beyan etti.
Mi̇lli Savunma Bakanlığı vekili Av.Hati̇ce ERDEN söz aldı. ERDEN beyanında “Katılma talepleri olduğunu” beyan etti.
Cumhuriyet Savcısı mütalaa için süre talep etti.
Sanık müdafii Av. Türkan ASLAN AĞAÇ söz aldı. ASLAN AĞAÇ beyanında “soruşturma aşamasından itibaren savcılığın yürüttüğü soruşturma tarzının hem hukuka hem de etik kurallara aykırı olduğunu, mahkemede bulunan iddia makamının da etik kurallara aykırı şekilde bir mütalaada bulunduğunu, böylesi bir iddianamede adli kontrolün devamı ve katılma talebinin kabulüne yönelik bir mütalaa hem hukuka hem de etik kurallara aykırı olduğunu, Milli Savunma Bakanlığı’nın katılma talebini neye dayandırdığını, zararının ne olduğunu meslektaşından öğrenmek istediğini, Milli Savunma Bakanlığı’nın davaya katılması yönünde savcılığın talebini gerekçelendirmesi gerektiğini, mahkemenin önüne gelen iddianameyi ne adına kabul ettiğini anlamadığını, Anayasanın ikinci maddesi ülkemizin bir hukuk devleti olduğunu söylediğini, iddianameni CMK'nın 170. Maddesi ve CMK'nın 174. Maddesindeki hangi unsurlarını taşıdığını varsayarak mahkemenin kabul ettiğini anlamadığını, kendisinin dosyanın 18. Ağır Ceza Mahkemesi’ne geldiğinde iddianameyi reddedeceğini düşündüğünü, o nedenle adli kontrol tedbirinin de daha tensip tutanağı hazırlanmadan dosyaya girmesi için çaba sarf ettiğini, TCK md 26 gereğince bir hakkın kullanımının bir soruşturmaya konu edilemeyeceği, davaya konu edilemeyeceğini ve cezalandırılamayacağını, suçta ve cezada kanunilik ilkesi gereğince mahkemenin iddianameyi kabul kararını anlamadığını, mahkemenin adli kontrol talebinin kaldırılmasına yönelik dilekçeyi reddettiğini ama kendini gerekçe yazmak zorunda hissetmediğini, keyfiliğin hakim olduğu, hukuk devleti ilkesinin bir kenara bırakıldığı bir yargı süreci yaşandığını, savcının esas hakkındaki mütalaa için neden süre istediğini anlamadığını, çok rahat esas hakkında mütalaa verilebileceğini ve aynı şekilde kendilerinin de savunmaya hazır olduklarını, ifade özgürlüğünü değerlendirme gereği duymadığını, örgütün yapmış olduğu açıklama ile müvekkilinin konuşması arasında nasıl bir nedensellik bağı kurulduğunu iddianamenin anlatmadığını, örgütün yaptığı açıklamaları her seferinde bir araya getirip legal zeminde bu açıklamaları yapanları terörist ilan edecek olursak ülkede normal insan kalmayacağını, çok kolay bir şekilde siyasal iktidarın muhalif olan tüm kesimleri terörist olmak ile suçladığını ve yargının da buna çanak tuttuğunu, yargının hukuk devleti ilkesine bağlılığı noktasında yerini sağlam tutmuş olsaydı, siyasal iktidarlar bu kadar rahat insanları terörist olmak ile öteki olmak ile suçlayamayacağını, ifade özgürlüğünü kullanan insanların ya da kurumların örgütün yapmış olduğu açıklamalar ile özdeş kılınmaması gerektiğine dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları olduğunu, ortada bir iddia var ise devlet kurumlarının tamamının bu iddialara cevap vermesi gerektiğini, demokratik hukuk devletinde kurumların kamuoyunun merak ettiği konulara yönelttiği soruları cevaplıyor olması gerektiğini, ortada bir suç yok iken mahkemenin iddianameyi kabul etmiş olması ve bir avukatın haftanın iki günü imza atıyor olma halini hukuka uygun görmesini hukuken anlamakta zorluk çektiğini” beyan etti.
Sanık müdafii Av. Özkan Yücel söz aldı. YÜCEL beyanında “Milli Savunma Bakanlığının mağdur sıfatı olmadığını, katılma yönündeki talebin kabulünün mümkün olmadığını, adli kontrol devam edebilmesi için önce ortada tutuklama koşullarının olması gerektiğini, adli kontrolün ulufe dağıtır gibi bir şey olmadığını, savcılığın hem adli kontrolün devamı yönündeki talebi hem de katılma yönündeki talebinin hukuka aykırı olduğunu ve her ikisinin de reddinin gerektiğini” beyan etti.
Sanık müdafii Av. Emel SELANİK söz aldı. SELANİK“Adli kontrol kararının devamına dair neye istinaden mütalaa duyduklarını anlamadığını, gerekçe duymadıklarını, Cumhuriyet Savcının gerekçesini söylerse biraz daha sağlıklı ilerleyeceklerini” beyan etti.
Saat 12.09’da heyet kararı düşünmek için duruşma salonundan ayrıldı.
Bu esnada Cumhuriyet Savcısının kulaklık takarak telefonla konuştuğu gözlemlendi.
Saat 12.19’da heyet tekrar duruşma salonuna geldi.
Saat 12.23’te karar açıklandı. Ses sistemindeki sorundan kaynaklı kararı duymakta güçlük çekildi. Mütalaa için süre verildi. Milli Savunma Bakanlığı’nın katılma talebi reddedildi. Av. Aryen Turan hakkında daha önce verilmiş olan adli kontrol kararları kaldırıldı.
Duruşma 7 Haziran 2023 saat 10.00’a ertelendi.
ÖZGÜRLÜK İÇİN HUKUKÇULAR DERNEĞİ İZMİR ŞUBESİ