Duyurular
Erişilebilir Olan Nihai Kararın En Geç Üç Ay İçinde İlgilileri Tarafından Bilindiği ve Gerekçesinin Öğrenildiği Kabul Edilmelidir, Erişilebilir Olan Nihai Kararın En Geç Üç Ay İçinde İlgilileri Tarafından Bilindiği ve Gerekçesinin Öğrenildiği Kabul Edilmelidir
26.05.2022

Erişilebilir Olan Nihai Kararın En Geç Üç Ay İçinde İlgilileri Tarafından Bilindiği ve Gerekçesinin Öğrenildiği Kabul Edilmelidir




 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 
 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

A. C. VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/1827)

 

Karar Tarihi: 25/2/2016

R.G. Tarih ve Sayı: 23/3/2016 - 29662

 
 
 
 


 

GENEL KURUL

KARAR

 GİZLİLİK TALEBİ KABUL

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Burhan ÜSTÜN

Başkanvekili

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serruh KALELİ

   

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

   

Recep KÖMÜRCÜ

   

Alparslan ALTAN

   

Hicabi DURSUN

   

Celal Mümtaz AKINCI

   

Erdal TERCAN

   

Muammer TOPAL

   

M. Emin KUZ

   

Hasan Tahsin GÖKCAN

   

Kadir ÖZKAYA

   

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Akif YILDIRIM

Başvurucular

:

1. A. C.

   

2. S. M. Ö.

   

3. A. C.

   

4. C. Y.

   

5. Y. Y.

   

6. N. E.

   

7. M. Ç.

   

8. H. A.

   

9. E. D.

   

10. M. R. Y.

   

11. B. C.

   

12. Ş. D.

   

13. D. Y.

   

14. N. A.

   

15. İ. E.

   

16. M. S. A.

Vekili

:

Av. Zahir SOĞANDA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; azami gözaltı sürelerinin aşılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, gözaltında yasak sorgu yöntemleriyle elde edilen delillerin mahkûmiyete esas alınması ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 1/3/2013 tarihinde Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 

4. Bölüm Başkanı tarafından 30/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 30/12/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 9/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 26/1/2015 tarihinde ibraz etmiştir.

7. Birinci Bölüm tarafından 4/2/2016 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar 

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: 

9. Başvurucular "Hizbullah silahlı terör örgütü üyesi olma" suçlamasıyla 25/1/2000 ile 8/2/2000 tarihleri arasında muhtelif zamanlarda gözaltına alınmış; bir kısmı gözaltı sonrasında serbest bırakılmış, bazıları tutuklanmış ve ardından tahliye edilmiştir. 

10. Van Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığının 27/3/2000 tarihli ve E.2000/71 sayılı iddianamesi ile başvurucular hakkında “Hizbullah isimli silahlı terör örgütü üyesi olma” suçlamasıyla kamu davası açılmıştır.

11. Van 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/1/2011 tarihli ve E.2000/82, K.2011/5 sayılı kararı ile başvurucuların atılı suçtan hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Derece Mahkemesi kararının ilgili bölümleri şöyledir: 

 “...

 D E L İ L L E R:

 1) Yakalama ve gözaltına alma tutanakları,

 2) Ev arama, el koyma ve teslim tutanağı,

 3) Doküman inceleme,

 4) Silah ve mühimmat yakalama tutanağı,

 5) Silah ve mühimmat inceleme ve teslim tutanağı,

 6) İmha raporu,

 7)Emniyet Hizbullah operasyonla ilgili bilgiler,

 8) Teşhis tutanakları,

 9) Tanık Beyanları, 

 10) Sanıkların örgüte vermiş oldukları özgeçmiş raporları,

 11) Sanıkların aşama beyanları.

 

 Savunmalar:

 ...

Şu hale göre; anılan suçlardan kamu davası açıldığını kabul etmek mümkün olmadığına göre zamanaşımına uğrayan bu suçlar da gözetilerek sanıkların örgüt üyeliği suçu yönünden 765 sayılı TCK'nın hükümlerinin lehe olduğunu kabul hukuken mümkün değildir ve tüm sanıklar yönüyle 5237 sayılı TCK'nın 314/2. maddesinin lehe olduğu kabul edilerek hüküm tesis edilmiştir.

Yargıtay 9 CD’nin; 2006/8280 Esas ve 2007/1486 Karar sayılı ve 26.02.2007 tarihli ilamında, 5237 Sayılı TCK'nun etkin pişmanlığa ilişkin 221. maddesinin amaç, kapsam ve gerekçesi birlikte nazara alındığında kolluk ifadelerini daha sonra değiştirip geri alan sanıkların etkin pişmanlıklarından söz edilemeyeceği bu nedenle maddede aranan şartların bulunmadığından cezadan indirim yapılamayacağına hükmetmiştir. Anılan bu içtihat uyarınca alındığında kolluk ifadelerini daha sonra değiştirip geri alan sanıkların etkin pişmanlıklarından söz edilemeyeceğinden sanıklar hakkında etkin pişmanlık hükümler uygulanmadığı gibi koşulları oluşmadığından 4959 sayılı Yasa hükümleri de uygulanmamıştır.

Somut olayda ilgili suç tanımında belirlenen cezaların, alt ve üst sınırı arasında ceza tayin edilirken, 5237 Sayılı TCK'nun 61. maddesinde gösterilen ölçütler dikkate alınmıştır. Bu bağlamda suçun işleniş biçimi, suç konusunun önem ve değeri, sanıkların amaç ve saiki gözetilmiş, aynı Kanun'un 3/1. maddesindeki “suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur” şeklindeki hüküm de gözetilmek suretiyle cezalar, diğer sanıklar yönüyle takdiren alt sınırdan uzaklaşılarak tayin edilirken, Hizbullah silahlı terör örgütünün Muş’da yapılanmasını oluşturan, çok sayıda insanı örgüte kazandıran, bizzat örgüt tarafından işkence görmelerine ve Adana C. Başsavcılığı tarafından düzenlenen iddianamede mağdur olarak gösterilmelerine rağmen terör örgütünden af dilemek suretiyle Muş’daki yapılanmayı dağıtmayıp tekrar örgütsel faaliyetlerine devam eden sanıklar [A.C.] ve [M.S.A.]’ın asgari hadden uzaklaşılarak cezalandırılmalarına karar vermek gerekmiş ve oluşan bu vicdani kanı ile cezalandırılmalarına dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur."

12. Başvurucular hakkındaki hüküm, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 20/12/2012 tarihli ve E.2012/7970, K.2010/15259 sayılı ilamıyla onanmıştır. İlamın ilgili kısmı şöyledir:

"Yapılan yargılama sonunda toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanıkların suçunun sübutu kabul, olay niteliğine ve kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin edilmiş, cezayı azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, sanıklar A.I., E. A. ve R. A. hakkında 4959 sayılı Kanun hükümleri uygulanmış, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanıklar müdafilerinin temyiz dilekçeleri ile duruşmalı inceleme sırasında sanıklar [A.C.] ve [M.S.A.] müdafilerinin ileri sürdüğü ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükümlerin ONANMASINA, 20.12.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi."

13. Başvurucular 28/2/2013 tarihinde nihai karardan haberdar olmuştur.

14. Başvurucular 1/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

15. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 314. maddesinin (2)numaralı fıkrası, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 5. maddesinin birinci fıkrası.

IV.İNCELEME VE GEREKÇE

16. Mahkemenin 25/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü: 

A. Başvurucuların İddiaları

17. Başvurucular; yargılamanın uzun sürdüğünü, azami gözaltı sürelerinin aşıldığını, altı ile sekiz gün arasında değişen sürelerde gözaltında kaldıklarını, yasak sorgu usullerinin kullanılması sonucu delil elde edildiğini, işkence sonucu elde edilen bu beyanların hükme esas alındığını, müdafi olmaksızın alınan beyanların delil olarak kullanıldığını, hukuka uygun olarak elde edilmeyen deliller ve ilgilisi tarafından verilmeyen, bilirkişilerce incelemesi yapılmayan öz geçmiş raporları esas alınarak haklarında mahkûmiyet hükmü kurulduğunu, eksik araştırma ve soruşturma yapıldığını, etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmadığını, zamanaşımı hükümlerinin dikkate alınmadığını, bazı dinî gruplarda meşru toplululuk inancıyla bulunmanın suç teşkil etmediğini, 2000 yılı öncesindeki yargılamaların gözetilmediğini, daha önce hazırlanan ifadelerin kollukta zorla imzalattırıldığını belirterek Anayasa’nın 17., 19., 24., 36., 37., 38. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; infazın ertelenmesi, yeniden yargılanma ve tazminat talebinde bulunmuşlardır. 

B. Değerlendirme

18. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı ve adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Başvurunun Süresinde Yapılıp Yapılmadığına İlişkin İnceleme

19. Bakanlık görüş yazısında, başvurucular A.C. ve M.S.A. yönünden başvurunun Yargıtay ilamının tefhim edildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılmadığı belirtilmiştir. 

20. Başvurucular, anılan kararın içeriğini tebliğ suretiyle öğrendiklerini beyan etmişlerdir.

21. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. Haklı bir mazereti nedeniyle süresi içinde başvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren onbeş gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen delillerle birlikte başvurabilirler…"

22. İçtüzük'ün "Başvuru süresi ve mazeret" kenar başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir."

23. Bireysel başvurunun ön şartlarından biri de otuz günlük süre kuralıdır. Sürenin, başvurunun her aşamasında dikkate alınması gerekir (Deniz Baykal, B. No: 2013/7521, 4/12/2013, § 32).

24. Bireysel başvurunun süre koşuluna bağlanmasıyla başvuruculara bireysel başvuruda bulunmak için imkân tanımanın yanında hukuki belirlilik de sağlanmaktadır. Dolayısıyla dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi -bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça- hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırı değildir (Remzi Durmaz, B. No: 2013/1718, 2/10/2013, § 27).

25. Bireysel başvuruların, 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile İçtüzük'ün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekmektedir. Anılan düzenlemelerde, başvuru yolu öngörülen durumlarda bireysel başvuru süresinin başlangıcına ilişkin olarak "başvuru yollarının tüketildiği" tarihten söz edilmekte ise de haberdar olunmayan bir hususta başvuru yapılamayacağı dikkate alınarak bu ibarenin "nihai kararın gerekçesinin öğrenildiği" tarih olarak anlaşılması gerekir. Bu öğrenme somut olayın özelliklerine göre farklı şekillerde gerçekleşebilir.

26. Bireysel başvuru süresi bakımından "nihai kararın gerekçesinin tebliği", öğrenme şekillerinden biridir (Mehmet Ali Kurtuldu, B. No: 2013/5504, 28/5/2014, § 27). Ancak öğrenme, gerekçeli kararın tebliği ile sınırlı olarak gerçekleşmez; başka şekillerde de öğrenme söz konusu olabilir. Bu kapsamda nihai kararın gerekçesinin "dosyadan suret alınması" gibi hâllerde öğrenilmesi de mümkündür. Başvurucuların nihai kararın gerekçesini" öğrendiklerini beyan ettikleri tarih" de bireysel başvuru süresinin başlangıcı olarak ele alınabilir (bkz. İlyas Türedi, B. No: 2013/1267, 13/6/2013, §§ 21-22).

27.Diğer yandan nihai kararın gerekçesi öğrenilmemiş olmakla birlikte sonucunun öğrenildiği durumlar da söz konusu olabilir. Böyle bir durumda sonucu öğrenilen nihai kararın gerekçesine derece mahkemesinden kesin olarak erişilebilmesi mümkün ise bireysel başvuru süresinin sonucun öğrenildiği tarihten itibaren başlatılması gerekir. Bu kapsamda bir ceza mahkûmiyetine ilişkin nihai kararın sonucunun infaz aşamasında "yakalama", "müddetname veya çağrı kağıdının ya da ödeme emrinin tebliği" suretiyle öğrenildiği durumlarda başvurucular, nihai kararın sonucundan haberdar olmakta ve nihai karar gerekçesini kesin olarak öğrenme olanağına sahip bulunmaktadırlar (Aydın Selçuk, B. No: 2014/3194, 20/11/2014, § 24; Özgür Çapkın, B. No: 2014/2546, 30/12/2014, § 24; Halil Aslan, B. No: 2014/3038, 10/12/2014, § 38). 

28. Nihai kararın gerekçesinin bir şekilde öğrenilemediği veya nihai kararın sonucunun öğrenilip gerekçesinin kesin olarak öğrenilme imkânının elde edilemediği hâllerde başvuru süresinin hangi tarihten itibaren başlayacağının da belirlenmesi gerekir. Aksi hâlde sınırsız bir başvuru süresi söz konusu olabilecektir. Bu kapsamda bireysel başvuru süresinin başlangıç tarihinin tespitinde, başvurucuların özen yükümlülükleri ile mahkemeye erişim haklarının aşırı sınırlanmaması hususları birlikte dikkate alınmalıdır.

29.Başvurucuların bireysel başvuruda bulunmak için dava ve başvurularını takip etmek için gerekli özeni gösterme yükümlülükleri vardır. Bu yükümlülük kapsamında ilk derece mahkemesine ulaşan nihai kararın gerekçesini öğrenme konusunda gerekli özeni gösterme sorumluluğu başvuruculara aittir. Diğer bir ifadeyle başvurucular veya vekillerinin ilk derece mahkemesine ulaşan kararın bir örneğini almak için özenli davrandıklarını kanıtlamaları gerekir (benzer yöndeki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları için bkz. Ölmez/Türkiye (k.k.), B. No: 39464/98, 1/2/2005; Refik Alpaya ve İbrahim Dağılma/Türkiye (k.k.), B. No: 34384/08, 12/3/2013, § 16).

30. Mevzuatta, Yargıtay ceza dairelerinin kararlarının taraflara tebliğine ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Ceza yargılamasında nihai kararın tebliğ edilmediği durumlarda kararın derece mahkemesine ulaşmasından ve böylece gerekçesinin erişilebilir olmasından sonra, özen yükümlülüğü kapsamında makul bir süre içinde bireysel başvuru yapmak isteyen ilgililerden karara erişmeleri ve karar gerekçesini öğrenmeleri beklenir. Bu kapsamda erişilebilir olan nihai kararın en geç üç ay içinde ilgilileri tarafından bilindiği ve gerekçesinin öğrenildiği kabul edilmelidir. Aksi tespit edilmediği sürece bireysel başvuru için Kanun'da öngörülen otuz günlük başvuru süresi, en geç anılan üç aylık sürenin sona ermesinden itibaren başlayacaktır. 

31. Somut olayda Yargıtay 9. Ceza Dairesi temyiz incelemesini, başvurucular A. C. ve M.S.A. yönünden duruşmalı; diğer başvurucular yönünden duruşmasız olarak yapmıştır. Başvurucuların tümünün vekili olan Av. Zahir Soğanda ilk duruşmaya katılmış, sonraki karar duruşmasına ise onun yetkilendirdiği avukat katılmıştır. Onama ilamı 20/12/2012 tarihinde yetkili kılınan avukata tefhim edilmiştir. UYAP sisteminden yapılan araştırmada Yargıtay ilamının en geç 28/1/2013 tarihinde Mahkemeye ulaştığı görülmüştür. Diğer bir ifadeyle başvurucuların ve müdafilerinin tefhim edilen nihai kararın içeriğine erişme imkânını en geç 28/1/2013 tarihinde elde ettikleri anlaşılmıştır.

32. Başvurucuların özen yükümlülükleri kapsamında 28/2/2013 tarihinde kararın içeriğini öğrendikleri ve 1/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulundukları görüldüğünden bireysel başvurunun süresi içinde yapıldığı anlaşılmıştır.

b. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

33. Başvurucular azami gözaltı sürelerinin aşıldığını, altı ile sekiz gün arasında değişen sürelerde gözaltında kaldıklarını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

34. 6216 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler." 

35. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkemenin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde Mahkemenin yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).

36. Somut olayda başvurucular 25/1/2000 ile 8/2/2000 tarihleri arasında muhtelif zamanlarda gözaltına alınmış, sonrasında tutuklanmış veya salıverilmişlerdir. Bu belirlemelere göre başvurucuların anılan şikâyetleri 25/1/2000 ile 8/2/2000 tarihleri arasında gerçekleştirilen işlemlere ilişkin olup bu tarihlerin, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten önceye ait olması nedeniyle başvurunun bu kısmı hakkında zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmesi gerekir.

b. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

37. Başvurucular; yasak sorgu usullerinin kullanıldığını, beyanlarının kollukta işkence ve kötü muaemele sonucu elde edildiğini belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen “işkence ve kötü muamele yasağı” ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

38. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

39. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

40. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81). 

41. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

42. Ancak etkili bir soruşturmanın başlayabilmesi için işkence ve kötü muamele konusundaki iddialar öncelikle uygun delillerle desteklenmelidir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, B. No: 15473/89, 22/9/1993, § 30). İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü makul şüpheden uzak kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 161; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 121). Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir soruşturma yükümlülüğün gerekliliğinden bahsedilebilir.

43. Diğer yandan Anayasa Mahkemesinin, başvurucunun yerine geçerek genel ve soyut iddialardan hareketle resen her konuda hukuka uygunluğu denetleme ve temel hakların ihlal edildiğini tespit etme yükümlülüğü bulunmamaktadır (Sami Özbil, B. No: 2013/543, 15/10/2014, § 50).

44. Somut olayda başvurucular, kollukta işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını belirterek soyut açıklamalarla haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; iddia ettikleri hak ihlalini incelemeye imkân verecek biçimde yeterli derecede ciddi ve tutarlı karinelerle de temellendirme yapmamışlardır. Başvurucuların iddialarını bir doktor raporu veya kötü muamele gördüklerine dair makul bir açıklamayı destekleyen bir kanıt unsuruna ya da delil başlangıcına dayandırmadıkları da görülmektedir. Öte yandan başvurucuların, yasa gereği zorunlu olarak düzenlenen doktor raporlarına itiraz ettiklerine veya başka bir doktor tarafından muayene edilmeyi istediklerine dair bir kanıt da sunulmamıştır. Başvurucuların işkence ve kötü muamele iddialarını soyut olarak dile getirdikleri, gözaltı sırasında meydana geldiğini iddia ettikleri olaylar hakkında hiçbir ayrıntılı bilgi iletmedikleri ve şikâyetlerine konu ettikleri olayların gerçekleştiğini iddia ettikleri 2000 yılından itibaren aradan geçen zaman içinde ilgililer hakkında ihbar/şikâyet girişiminde bulunduklarına dair delil sunmadıkları anlaşılmaktadır. 

45. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Yargılanmanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia

46. Başvurucular; ilgilisi tarafından verilmeyen öz geçmiş raporları esas alınarak haklarında mahkûmiyet hükmü kurulduğunu, eksik araştırma ve soruşturma yapıldığını, bazı dinî gruplarda meşru toplululuk inancıyla bulunmanın suç teşkil etmediğini ileri sürmüşlerdir.

47. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. 

48. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları açık keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

49. Somut olayda Derece Mahkemesinin esas hakkında karar verirken yakalama ve gözaltına alma tutanaklarına, ev arama, el koyma ve teslim tutanağına, ele geçirilen dokümanların incelenmesinden elde edilen bulgulara, silah ve mühimmat yakalama tutanağına, silah ve mühimmat inceleme ve teslim tutanağına, Hizbullah operasyonlarıyla ilgili emniyetteki bilgilere, teşhis tutanaklarına, tanık beyanlarına, örgüte verilen öz geçmiş raporlarına ve dosya kapsamındaki sanıkların aşama beyanlarına dayandığı görülmüştür. Temyiz üzerine Derece Mahkemesinin kararı, delilleri takdir ve gerekçeleri gösterilmek suretiyle kurulan hüküm usul ve kanuna uygun olduğundan Yargıtayca onanmıştır.

50. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucuların iddiaları incelendiğinde iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu görülmektedir. 

51. Diğer taraftan başvurucular, zamanaşımı süresi dolmasına rağmen haklarındaki davanın düşürülmediğini, etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmadığını ve 2000 yılı öncesindeki yargılamaların gözetilmediğini iddia etmişlerdir. Mahkemenin kabulüne göre başvuruculara atılı suçun tarihinin 25/1/2000 öncesi olduğu, etkin pişmanlık ve zamanaşımı hükümlerinin değerlendirildiği, bu kapsamda bazı sanıklar yönünden düşme ve beraat kararları verildiği, bu değerlendirmelere göre kararın onanıp kesinleştirildiği, Derece Mahkemelerinin kararlarında bariz takdir hatası ile açık keyfîlik bulunmadığı görülmüştür.

52. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. 

ii. Yargılamada Kullanılan Delillere İlişkin İddialar 

53. Başvurucular, öz geçmiş raporlarının bilirkişilerce incelemesi yapılmadan haklarında mahkûmiyet kararı verildiğini, müdafi olmaksızın ve kötü muamele sonucu alınan beyanların delil olarak kullanıldığını ileri sürmüşlerdir.

54. Başvurucuların kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdükleri hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğini başvuru dilekçesine eklemesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 20).

55. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvuruculara ait olmasına rağmen başvurucular, soyut şekilde birtakım iddialar ileri sürmüş olup hangi tarihte, hangi sebeplerle ve hangi hususlara ilişkin olarak bilirkişi incelemesi talebinde bulunduklarına veya hangi tarihli beyanların mahkûmiyet hükmüne esas alındığına dair Anayasa Mahkemesine bir bilgi ya da delil sunmamışlardır.

56. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının kanıtlanamamış olması nedeniyle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. 

iii. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

57. Başvurucular, haklarında yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

58. Başvurucular, haklarında yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

59. Bakanlık tarafından benzer nitelikteki başvurulara ilişkin daha önce bildirilmiş olan görüşlere atıfta bulunularak görüş sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir.

60. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

61. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41–45). 

62. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda, başvurucular hakkında “terör örgütüne üye olma” suçunu işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucular hakkında isnat olunan suçlar 5237 sayılı Kanun’un ilgili maddesinde hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvencesi kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E., § 32).

63. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, Van Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun gözaltına alındığı 25/1/2000-8/2/2000 tarihleridir. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih; suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).

64. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde Van Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 25/1/2000-8/2/2000 tarihlerinde başvurucuların gözaltına alındığı, bir kısmının sonra tutuklandığı, yargılamanın konusunun devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı oluşan silahlı terör örgütü üyeliği olduğu, ayrı ayrı on iddianame ile açılmış ve kırk sekiz sanığı kapsayan birleştirilmiş davanın yargılaması sonunda Van 3. Ağır Ceza Mahkemesince 13/1/2011 tarihinde verilen mahkûmiyet kararının Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 20/12/2012 tarihli ilamıyla onandığı anlaşılmıştır.

65. Başvuruya konu davada yer alan sanık sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında, somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve yaklaşık on üç yılda tamamlanan yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

66. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

67. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

68. Başvurucular 50.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

69. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

70. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında, davada yargılanan sanık sayısı da nazara alınarak başvuruculara ayrı ayrı net 4.475 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

71. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

72. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kamuya açık belgelerde başvurucuların kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,

B. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

 2. İşkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

 3. Yargılanmanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

 4. Yargılamada kullanılan delillere ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

 5. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Başvuruculara ayrı ayrı net 4.475 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

25/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.