Duyurular
Kanuna Aykırılıkların Yargılamanın Bütünü Yönünden Adil Yargılanma Hakkını İhlal Eder Nitelikte Olduğu, Kanuna Aykırılıkların Yargılamanın Bütünü Yönünden Adil Yargılanma Hakkını İhlal Eder Nitelikte Olduğu
28.05.2022

Kanuna Aykırılıkların Yargılamanın Bütünü Yönünden Adil Yargılanma Hakkını İhlal Eder Nitelikte Olduğu

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MÜSLÜM TURFAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2516)

 

Karar Tarihi: 18/11/2015

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Akif YILDIRIM

Başvurucu

:

Müslüm TURFAN

Vekili

:

Av. İbrahim ERGÜN

 

  • BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, işkence sonucu elde edilen delillere dayanılarak mahkûmiyete karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 1/4/2013 tarihinde İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 18/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Bakanlığın yazılı görüşü 13/2/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur.

6. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 2/12/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne beyanlarını 24/3/2015 tarihinde sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP sisteminden temin edilen ek bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, "yasadışı silahlı örgüte üye olmak" suçunu işlediği iddiasıyla 12/11/1998 tarihinde gözaltına alınmış; 15/11/1998 tarihinde tutuklanmış ve 13/4/2001 tarihinde serbest bırakılmıştır.

9. Gözaltına alındığı tarihte düzenlenen adli tıp raporuna göre başvurucunun vücudunda herhangi bir darp izine rastlanmamıştır. Gözaltı süresi sonunda Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen raporda başvurucunun gözaltı sırasında dayak, basınçlı soğuk su tutma, cinsel organına baskı yapma ve psikolojik işkenceye maruz kalma iddialarına yer verilmiş ve vücudunda kısmen iyileşmiş sıyrık ve kabuklu yaraların olduğu tespit edilmiştir. Başvurucuya beş günlük iş göremezlik raporu verilmiştir. Başvurucu, 15/11/1998 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği ifadede, gözaltında iken işkence altında ifade verdiğini beyan etmiştir.

10. Başvurucu hakkında 24/11/1998 tarihli iddianame ile yasa dışı silahlı örgüte üye olmak suçlamasıyla İstanbul 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde E.1998/382 sayılı dava açılmıştır.

11. Başvurucu, işkenceye uğradığı iddiasını 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesindeki yargılamada dile getirmiş ve Mahkeme konunun araştırılması amacıyla 12/7/1999 tarihinde Savcılığa ihbarda bulunmuştur.

12. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 4/7/2000 tarihli ve 2000/36731 sayılı iddianame ile başvurucuya işkence yaptığı iddia edilen kamu görevlileri hakkında İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır.

13. Mahkeme tarafından 30/9/2004 tarihli ve E.2000/203, K.2004/306 sayılı kararla kamu görevlileri hakkında beraat kararı verilmiştir. Anılan karar Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 24/4/2006 tarihli ve E.2005/2802, K.2006/3712 sayılı kararıyla bozulmuştur. Bozma gerekçesi şöyledir:

“Dosyadaki bilgi ve belgelere göre; yasadışı örgüt üyesi olmak suçundan gözaltına alınan müteakiben de sevkedildiklerinde verilen doktor raporlarında, mağdur Dinçer E.’nin gözündeki darp izi dışında bedenlerinde herhangi bir darp ve cebir asarı bulunmadığı bildirilen tüm mağdurların, daha sonra gözaltından çıkarıldıklarında ise şikayetleriyle uyumlu bilgiler içeren 15.11.1998 tarihli hekim raporlarından hayati tehlikeye maruz kalmaksızın mağdur Dinçer E.’nin 3 gün, diğer mağdurlar Ahmet T. ile Müslim Turfan’ın [Başvurucu]5’er gün mutad iştigallerinden kalacak şekilde yaralandıklarının belirlenmiş olması ve bu yaralanmalarının da 15.11.1998 tarihinden yaklaşık 3-6 gün önce meydana geldiğinin, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalında görevli üç öğretim üyesi tarafından verilen 5.7.1999 tarihli raporda açıklanması karşısında, gözaltında bulundukları sırada mağdurlara işkence yapıldığının kanıtlanmasına göre, mağdurların sorgularına katılan ve polis memuru olan sanıkların hangisinin hangi mağdura yönelik eylemde bulunduklarının ayrı ayrı ve açıkça belirlenerek atılı suçtan mahkumiyetleri yerine dosya içeriğine uymayan bir gerekçeyle yazılı şekilde beraat kararı verilmesi,

Bozmayı gerektirmiş katılanlar vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepden dolayı (BOZULMASINA), 26.4.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.”

14. İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 6/12/2006 tarihli ve E.2000/229, K.2006/274 sayılı kararıyla kamu görevlilerine isnat edilen suça ilişkin davanın, zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmiştir.

15. Bu arada İstanbul 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 28/11/2011 tarihli ve E.1998/382, K.2001/338 sayılı kararıyla 21/12/2000 tarihli ve 4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun'un 169. maddesi gereğince başvurucu hakkındaki kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine karar verilmiştir.

16. Başvurucu hakkında verilen erteleme kararının temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 28/5/2002 tarihli ve E.2002/436, K.2002/1184 sayılı ilamı ile “Sanıkların faaliyetlerinin yoğunluğu ve çeşitliliği, kod adı ve sanık Servet'in sahte kimlik kullanması, semt komitesinde yer almaları, evlerinde ele geçirilen doküman malzemeler, sahte kimlik ve sair belgeler ile diğer sanıkların beyanları ve tüm dosya kapsamına göre TCK.nun 168/2.maddesi ile cezalandırılmaları yerine, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm tesis” edildiği gerekçesiyle karar bozulmuştur.

17. Bu arada başvurucu ve diğer sanık A.T., gözaltı sırasında polis karakolunda işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını ve şikâyetlerini sunmak için etkili bir başvuru yolunun bulunmadığını belirterek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 3. ve 13. maddelerinin; kararın işkence altında alınan ifadelere dayandığını ve ilk soruşturma sırasında avukat tarafından temsil edilmediklerini, bu sebeple Sözleşme’nin 6. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) 25/10/2002 tarihinde başvurmuşlardır. Başvurucu, kamu görevlileri yönünden düşme kararı verilen (mağdur sıfatıyla yer aldığı) yargılama ile hakkında “yasa dışı örgüt üyesi olmak” suçundan yürütülen yargılamayı başvuru konusu yapmıştır.

18. İstanbul 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi 21/1/2004 tarihli ve E.2002/206, K.2004/3 sayılı ilamıyla Yargıtayın bozma kararına uyarak başvurucunun 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.

19. Temyiz üzerine İstanbul 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 21/1/2004 tarihli kararı, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 1/7/2004 tarihli ve E.2004/2658 sayılı ilamı ile “Müslüm Turfan'a kolluk görevlilerinin kötü muamelede bulundukları iddiasıyla açılan davanın akıbeti beklenmeden hüküm tesis” edildiği gerekçesiyle yeniden bozulmuştur.

20. 16/6/2004 tarihli ve 5190 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesi ile Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev ve yetkilerine son verilmiş; aynı Kanun'un geçici 2. maddesi gereğince başvurucu hakkındaki yargılama, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir.

21. Bu arada, yapılan başvuru hakkında AİHM, 15/12/2009 tarihinde Sözleşme'nin 3, 6/1 ve 6/3-c maddelerinin ihlal edildiğine karar vermiştir. İlgili kararın özet çevirisinde; başvurucunun 12/11/1998 tarihinde sahte kimlik bulundurması nedeniyle evinde yakalandığı ve yasa dışı örgüt üyesi olmak suçlamasıyla gözaltına alındığı, gözaltına alınmadan önce alınan sağlık raporunda başvurucunun vücudunda herhangi bir darp ve cebir izine rastlanılmadığı belirtilmiştir. Anılan kararda ayrıca AİHM, başvurucuların mağdur oldukları eylemleri savcılığın işkence olarak nitelendirdiğini belirterek Sözleşme'nin 3. maddesinin esas bakımından ihlal edildiğini, Ağır Ceza Mahkemesinin dosyanın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle yargılamaya son vermesi nedeniyle de Sözleşme'nin 3. maddesinin usul açısından ihlal edildiğini belirtmiştir. AİHM, başvurucu hakkında Devlet Güvenlik Mahkemesinde yürütülen yargılamada, gözaltı sırasında baskı altında alındığı ileri sürülen başvurucu ifadesinin, başvurucuların mağduriyetine dayanak oluşturan unsurlardan biri olduğunu tespit etmiştir. Buna dayanarak AİHM, Sözleşme’nin 6/1 ve 6/3-c maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

22. Başvurucuya yönelik işkence iddialarıyla ilgili yürütülen yargılamanın sonucunu bekletici mesele yapan İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi 13/10/2010 tarihli ve E.2004/258, K.2010/296 sayılı kararı ile başvurucu ve sanık S. P.nin her birinin 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:

 “DELİLLER VE GEREKÇE:

 Sanık Müslüm Turfan yönünden:

Dizi 12 Kira kontratosu

Dizi 15 Yakalama ve zaptetme tutanağı,

Dizi 18 Eşya tespit tutanağı,

Dizi 37 Yasemin Derman'ın emniyet ve savcılık ifadesi.

Dizi 47 ifadeli yüzleştirme tutanağı (Sanıklar birbirlerini teşhis etmişler.),

Dizi 57 tutanak,

Adlı rapor. (5 gün iş ve güçten kalacak şekilde darp cebir izi vardır.),

İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/229 Esas sayılı kararı ve AİHM’in 1413/03 başvuru numaralı 15 Aralık 2009 tarihli kararı,

….

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE :

Yukarıda özetlenen sanık anlatımları ve tüm dosya kapsamından;

Sanıklardan Müslüm Turfan'ın Bursa'da tanıdığı, Fatma Hoca tarafından 03 Kasım 1997 tarihinde Susurluk mitingine götürüldüğü, Cemal kod olan tanıtan kişi tarafından İstanbul'a çağırıldığı, burada bir süre Şirinevler’de daha sonra Esenyurt’taki örgüt evinde kaldığı, evinin masraflarının Ali Haydar kod tarafından karşılandığı, evinde zaman zaman toplantılar yapıldığı, ve bir süre Dinçer E. ve Yasemin D.'nin de kaldığı, Esenyurt’ta yazılama ve bildiri dağıtma,afiş yapıştırma eylemlerine katıldığı, 31 Ekim 1998 tarihinde Seka işçilerinin gösterisine katılıp slogan attığı, evinde örgüte ait dokümanlar ve sahte nüfus cüzdanı ve afişlerin bulunduğu,

Sanıklar MÜSLÜM TURFAN ve S. P.’nin işkence gördüğü ileri sürülmüş olması karşısında bu sanıkların polis ifadeleri delil olarak kabul edilmeyip, dosyadaki diğer delillerden yakalama tutanakları, sanık S. P.’de ele geçen sahte kimlik, buna ait ekspertiz raporu, Ahmet T., Dinçer E. hakkında daha önce verilen ve Yargıtayca kesinleşen karar ve Sanıklar hakkında anlatımda bulunan şahısların beyanları, teşhis tutanakları ve diğer deliller birlikte değerlendirildiğinde,

Sanıkların yasadışı EKİM isimli silahlı terör örgütünün üyesi oldukları anlaşıldığından sanıkların kastları, bunun toplumda doğuracağı tehlikede dikkate alınarak eylemine uyan ve lehe olan 5237 Sayılı TCK ' nun 314/2 maddesi, 3713 sayılı yasanın 5.maddesi gereğince cezalandırılmalarına karar verilerek aşağıdaki şekilde hükmü kurmak gerekmiştir.”

23. Temyiz üzerine İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/10/2010 tarihli kararı, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/1/2013 tarihli ve E.2012/8766. K.2013/235 tarihli ilamı ile onanmıştır.

24. Onama kararı 27/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

25. Başvurucu 1/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

26. 5190 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Devlet güvenlik mahkemeleri ve Devlet güvenlik mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılıklarının yetki ve görevleri sona erer.”

27. 5190 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesi şöyledir:

“Bu Kanunun yayımı tarihinde görev ve yetkileri sona eren Devlet güvenlik mahkemelerinde ve Devlet güvenlik mahkemeleri Cumhuriyet Başsavcılıklarında mevcut dava ve soruşturma dosyaları ayrıca bir karar verilmesine gerek kalmaksızın durumlarına, mahiyetlerine ve kanun hükümlerine göre, bulundukları aşamadan itibaren yargılama ve soruşturmaya devam edilmek üzere görevli ve yetkili ağır ceza mahkemelerine ve bu mahkemelerin bulundukları illerin Cumhuriyet Başsavcılıklarına devredilir.

Bu Kanun kapsamına girmeyen suçlar nedeniyle;

a) Hazırlık soruşturma safhasında bulunan dosyalar hakkında ilgili Cumhuriyet Başsavcılıklarınca,

b) Son soruşturma safhasında bulunan dosyalar hakkında ağır ceza mahkemelerince dosya üzerinden,

Kanun hükümlerine göre gerekli kararlar verilmek suretiyle, dosyalar görevli ve yetkili Cumhuriyet Başsavcılıklarına veya mahkemelere gönderilir.”

28. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “İfade ve sorgunun tarzı” kenar başlıklı 147. maddesi şöyledir:

“(1) Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:

c) Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceği, kendisine bildirilir. Müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilir.”

29. 5271 sayılı Kanun’un “İfade alma ve sorguda yasak usuller” kenar başlıklı 148. maddesi şöyledir:

“(1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.

(3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez.

(4) Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”

30. 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı 217. maddesi şöyledir:

“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.

(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”

31. 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 138. maddesi şöyledir:

“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi'de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.”

32. 1412 sayılı mülga Kanun’un 94. maddesi şöyledir:

"Bir suç işlemek veya buna iştirak veyahut yataklık etmek şüphesi altında bulunan kimsenin evi ile ona ait sair mahallerde aranma yapılabileceği gibi gerek üzeri ve gerek eşyası dahi aranabilir.

Bu arama şüphe altında bulunan kimsenin yakalanması maksadiyle yapılabileceği gibi sübut delillerinin meydana çıkarılması umulan hallerde dahi yapılabilir."

33. 1412 sayılı mülga Kanun’un 97. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

 "Hakim veya Cumhuriyet Müddeiumumisi hazır olmaksızın süknada veya iş görmeğe mahsus mahaller ile kapalı yerlerde aramada bulunabilmek için o mahal ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur."

34. Yüce Divanın 19/12/2012 tarihli ve E.2011/1, K.2012/1 sayılı kararında konuya ilişkin şu ifadelere yer verilmiştir:

 "…Çağdaş hukuk sistemlerinde, hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında hükme esas alınıp alınamayacağı hususunda iki ayrı görüş bulunmaktadır. Bunlardan birincisine göre, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasındaki kamu yararı ile kişinin hukuka aykırı olarak delil toplanması sırasında ihlal edilen hakkının dengelenmesi, kamu yararının ağır basması hâlinde hukuka aykırı olarak toplanmış olan delillerin hükme esas alınması, aksi hâlde bunların hükme esas alınmaması gerekir. İkinci görüşe göre ise delillerin hukuka aykırı olarak toplanması sırasında kişilerin temel hak ve hürriyetlerinin ihlal edilip edilmediği, maddi gerçeğin araştırılmasındaki kamu yararının ağırlığı dikkate alınmaksızın elde edilen hukuka aykırı deliller hükme esas alınmamalıdır.

 Anayasa'nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında, "Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular delil olarak değerlendirilemez."; 5271 sayılı Kanun'un 217. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, "Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir" denilmiştir. Aynı Kanun'un 206. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ortaya konulması istenilen bir delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması hâlinde reddolunacağı; 230. maddesinde (1) numaralı fıkrasında ise mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtileceği, bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterileceği kurala bağlanmıştır. Söz konusu kurallar dikkate alındığında, hukukumuzda toplanmaları sırasında kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilip edilmediğine bakılmaksızın hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında kullanılması yasaklanarak ikinci görüşün benimsendiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte doktrinde ve kimi Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında belirtildiği üzere, delillerin toplanması için yapılan işlemlerin geçerliliğini etkilemeyen şekle ilişkin basit usul hatalarının bu kapsamda değerlendirilmemesi gerekir."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

35. Mahkemenin 18/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 1/4/2013 tarihli ve 2013/2516 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

36. Başvurucu, diğer sanıkların kolluk tarafından işkenceyle ve avukatlarının katılımı sağlanmaksızın alınan ifadelerinin kendisi aleyhine delil kabul edildiğini, kendisinin işkence sonucu verdiği ifadelerinin de mahkûmiyete esas alındığını, bu hususun AİHM’in kendisi hakkında verdiği ihlal kararı (B. No: 1413/03, 15/12/2009) ile de sabit olduğunu, hukuka aykırı yolla elde edilen delillere dayanılarak mahkûm edildiğini, yargılamasının uzun sürdüğünü belirterek Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; yargılamanın yenilenmesi ve tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

37. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası

38. Başvurucu; diğer sanıkların, kolluk tarafından işkenceyle ve avukatın katılımı sağlanmaksızın alınan ifadelerinin kendisi aleyhine delil kabul edilerek kanuna aykırı bir şekilde hükme esas alındığını, diğer delillerin de soruşturma evresinde işkence altında alınan beyanlar doğrultusunda oluşturulmuş tutanaklar olduğunu ve bu şekilde adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

39. Bakanlık görüş yazısında, sunulan delillerin kabul edilebilir olup olmadığına karar verme usulünü düzenleyen ve hangi delillerin kabul edilebilir ve hangilerinin kabul edilemez olduğunu belirleyen bir kuralın bulunmadığını; AİHM’in, delillerin elde edilme yöntemi de dâhil, yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığı sorusuna cevap aradığını, zorlama, baskı ve tuzak gibi yargılamayı lekeyebilecek nitelikli ve kaynaklı olması hâlinde hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin adil yargılama standartlarına uymadığını, kişinin ikrarının işkence veya kötü muamele sonucu elde edilmesi hâlinde bu durumun yargılamayı adil olmaktan çıkardığını, somut olayda işkence gördüğü ileri süren sanıkların kolluk ifadelerinin delil olarak kabul edilmediğini belirtmiştir.

40. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde başvuru formunda belirttiği iddiaları tekrarlamıştır.

41. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

42. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fırkası şöyledir:

1. Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. ...

43. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia, savunma ve adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

44. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada sunulan delilin geçerli olup olmadığını ve delil sunma ve inceleme yöntemlerinin yasaya uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).

45. Anayasa'nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında, kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği açıkça hükme bağlanmıştır.

46. Ancak bu yönüyle Anayasa Mahkemesinin görevi, belirli delil unsurlarının kanuna uygun şekilde elde edilip edilmediklerini tespit etmekten ziyade bu türden "kanuna aykırılığın" Anayasa'da korunan başka bir hakkın ihlali ile sonuçlanıp sonuçlanmadığını ve bu "kanuna aykırılığın" bir bütün olarak yargılamanın adil olup olmamasına etkisini incelemektir (Yaşar Yılmaz, B. No: 2013/6183, 19/11/2014, § 46; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ramanauskas/Litvanya [BD], B. No: 74420/01, 5/2/2008, § 52). Bu yapılırken delillerin elde edildiği koşulların, onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurup doğurmadığının dikkate alınması gereklidir (Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 61).

47. Adil yargılanma hakkı kapsamında güvence altına alınan hakların etkili bir şekilde korunması gereklidir. Bu itibarla işkence ve kötü muamele yasağına aykırı eylemler sonucunda elde edilen delillerin kullanılması da yargılamanın adilliğine yönelik ciddi sorunlar ortaya çıkarır. Zira işkence ve kötü muamele sonucunda elde edilen delillerin kabul edilebilirliğine karar verilmesi, mutlak surette yasaklanan işkence ve kötü muameleye yönelik bir tolerans olarak değerlendirilme ve bu noktada ilgili kamu görevlerinin bu yöntemlere başvurmalarını teşvik gibi sonuçlar doğurabilir (Güllüzar Erman, § 64; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gafgen/Almanya, B. No: 22978/05, 1/6/2010, § 178).

48. Özetle, hüküm kurulurken işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ile toplanan delillere dayanılması, hakkaniyete uygun yargılama hakkı ile bağdaşmamaktadır. Öte yandan ikrar içeren ifadelerin müdafi huzurunda alınmış olması da önemli olup müdafiin hazır bulunmadığı ifadelerin hükme esas alınabilmesi için kovuşturma aşamasında bu ifadelerin baskı altında alınıp alınmadığını kontrol edecek yeterli mekanizmaların mevcut olup olmadığı hususu önem kazanmaktadır (Güllüzar Erman, §§ 65, 67).

49. Ayrıca ikrarın kişinin hür iradesine dayalı olup olmadığının, kovuşturma aşamasında, çelişmeli bir usulle yargılama makamı tarafından irdelenip değerlendirilmiş olması da gereklidir. Dahası özellikle sanığın soruşturma aşamasındaki ikrarını, kötü muamele veya işkence altında verdiğini belirterek hâkim önünde reddetmesi hâlinde işin esasına geçilmeksizin öncelikle bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekli olup aksi yöndeki uygulamalar, hakkaniyete uygun yargılama hakkı bakımından önemli eksiklik oluşturur (Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).

50. Başvurucunun gözaltına alınırken ve emniyette tutulduğu sırada manevi baskı ve işkenceye uğradığı Adli Tıp Kurumu raporuyla Yargıtay 8. Ceza Dairesi kararındaki gerekçeyle ve AİHM kararıyla maddi bir vakıa hâlini almıştır. İlk Derece Mahkemesi de başvurucu ve sanık S.P.nin ifadelerini "işkence gördüklerini ileri sürdükleri için" delil olarak kabul etmediğini vurgulamıştır (bkz. § 23; gerekçeli karar, s. 6)

51. Başvurucu, polisler tarafından düzenlenen "kendisini ve bazı kişileri suçlayıcı ifadeler içeren" tutanakları imzalamak zorunda kaldığını ifade etmiş; soruşturma evresinden itibaren bu beyanların kendisine ait olmadığını belirtip itiraz etmiştir. İfadede isimleri geçen diğer sanıklar da ifadedeki suçlamaları kabul etmemişlerdir. Gerekçeli karar incelendiğinde bu beyanlara dayalı olarak tanzim edilmiş tutanakların delil olarak kullanıldığı görülmektedir.

52. Gerekçeli kararda delil olarak gösterilen “eşya tespit tutanağı”, başvurucunun eşyalarının ev sahibine teslimine ilişkindir. “Yüzleştirme tutanağı”, başvurucunun işkence gördüğü dönemde tanzim edilmiş, müdafii olmaksızın düzenlenmiş, başvurucu ile diğer sanıkların birbirlerini tanıdıklarına ilişkin bilgileri içerir bir belgedir. Delil olarak sıralanan ve dizi 57’de olduğu belirtilen belge, adli raporda belirtilen bilgilerin doğru olmadığına ilişkin kolluk tarafından tanzim edilmiş bir tutanaktır. A.T. ve D.E. hakkında daha önce verilen ve Yargıtayca kesinleşen karar ise AİHM tarafından (bkz. § 21) A.T. ve başvurucunun, müdafii hazır olmaksızın savunmalarının alındığı ve işkence yasağının ihlal edildiği gerekçeleriyle hak ihlali tespit edilmiş ve yenilenmesi gerektiği belirtilen bir yargılamaya ilişkin karardır.

53. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 1/7/2004 tarihli ve E.2004/2658 sayılı bozma ilamında“Müslüm Turfan'a kolluk görevlilerinin kötü muamelede bulundukları iddiasıyla açılan davanın akıbeti beklenmeden hüküm tesis” edildiği gerekçesi yer almaktadır. Diğer bir ifadeyle Yargıtay, mahkûmiyet hükmüne dayanak yapılan yüzleştirme, yer gösterme gibi belgeleri hükmün onanması için yeterli görmemiş; kötü muamele iddiasına ilişkin davanın sonucunun beklenilmesinin yargılamanın sonucunu etkileyeceğine vurgu yapmıştır.

54. 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesinin (3) numaralı fıkrasına göre müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz. Gerekçeli kararda başvurucunun aleyhinde delil olarak gösterilen Y.D.ye ait olan ve müdafii olmaksızın alınmış ifadeler ise muhatabınca kovuşturma evresinde reddedilmiş ve korkudan imzalamak zorunda kalındığı ifade edilen beyanlardır. Son olarak yakalama ve zapt etme tutanağı ise başvurucunun evinde icra edilen aramada örgüte ait dokümanlar, sahte nüfus cüzdanı ve afişlerin ele geçirildiğine ilişkindir. Aramada, başvurucu dışında yer gösteren sıfatıyla sanık D.E. de hazır bulunmuş; kanunda belirtilen, işlem tanıkları hazır olmaksızın arama icra edilmiştir. Her iki sanık da anılan tutanağı imzalamıştır.

55. Başvurucu hakkındaki yargılama; arama esnasında elde edilen “eşyalar”, başvurucunun işkence gördüğü döneme ilişkin olarak müdafii olmaksızın alınmış beyanlara dayalı olarak tanzim edilmiş “tutanaklar” ve kollukça müdafii olmaksızın alınan diğer sanıklarca doğrulanmamış “beyanları” üzerine bina edilmiştir. İlk derece Mahkemesinin mahkûmiyet gerekçesi incelendiğinde başvurucu aleyhinde beyanda bulunan diğer sanık beyanları, teşhis tutanakları ve aramada ele geçirilen deliller mahkûmiyete esas alınmıştır. “Diğer sanık beyanları” olarak hükme esas alınan ifadelerin bir kısmının AİHM tarafından (bkz. § 21) işkence altında alındığının belirlendiği, diğer kısmının ise sanıklar tarafından Mahkeme huzurunda doğrulanmadığı ve müdafi hazır olmaksızın soruşturma evresinde alınmış beyanlar olduğu görülmektedir (bkz. §§ 51, 53, 55). Adli aramaya ilişkin tutanak ise kovuşturma evresinde işkence altında imzalandığı gerekçesiyle sanıklarca kabul edilmemiştir. Kaldı ki adli arama da usulüne uygun yapılmamıştır.

56. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten mahkemeye ait olmakla birlikte somut olayda, mahkûmiyete esas alınan delillerdeki hukuka aykırılıkların bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği, delillerin elde edildiği koşulların, onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurduğu ve mahkeme huzurunda sanıklar tarafından doğrulanmayan beyanlara ilişkin "kanuna aykırılıkların" yargılamanın bütünü yönünden adil yargılanma hakkını ihlal eder nitelikte olduğu kanaatine varılmıştır.

57. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına adil yargılanma hakkını ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Makul Sürede Yargılanma Hakkı

58. Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

59. Bakanlık tarafından, benzer nitelikteki başvurulara ilişkin daha önce bildirilmiş olan görüşlere atıfta bulunularak görüş sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir.

60. Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

61. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).

62. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda başvurucu hakkında " terör örgütüne üye olma" suçunu işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suçlar 5237 sayılı Kanun’un ilgili maddesinde hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E., § 32).

63. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi bir takım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun gözaltına alındığı 12/11/1998’dir. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).

64. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 12/11/1998 tarihinde başvurucunun gözaltına alınarak 15/11/1998 tarihinde tutuklandığı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 24/11/1998 tarihli iddianamesi ile başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında açılan kamu davası sonunda İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesince 13/10/2010 tarihinde verilen mahkûmiyet kararının, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/1/2013 tarihli ilamıyla onandığı anlaşılmıştır.

65. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B.E., §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40).

66. Başvuruya konu davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği, başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve yaklaşık on dört yıldır devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

67. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

68. Başvurucu, yargılama makul sürede sonuçlandırılmadığı için 30.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasanın Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

70. Başvurucunun tarafı olduğu, uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık on dört yıldır devam eden yargılama süresi nazara alındığında yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 14.950 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

71. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesine ilişkin esaslar çerçevesinde adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası ile yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

72. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı yönünden tespit edilen ihlal, bir mahkeme kararından kaynaklanmakta olup ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından hukuki yarar bulunduğundan yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

73. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Başvurucunun,

1. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı yönünden, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

D. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmesi nedeniyle başvurucuya net 14.950 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına

18/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MÜSLÜM TURFAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2516)

 

Karar Tarihi: 18/11/2015

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Akif YILDIRIM

Başvurucu

:

Müslüm TURFAN

Vekili

:

Av. İbrahim ERGÜN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, işkence sonucu elde edilen delillere dayanılarak mahkûmiyete karar verilmesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 1/4/2013 tarihinde İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 18/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Bakanlığın yazılı görüşü 13/2/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur.

6. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 2/12/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne beyanlarını 24/3/2015 tarihinde sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP sisteminden temin edilen ek bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, "yasadışı silahlı örgüte üye olmak" suçunu işlediği iddiasıyla 12/11/1998 tarihinde gözaltına alınmış; 15/11/1998 tarihinde tutuklanmış ve 13/4/2001 tarihinde serbest bırakılmıştır.

9. Gözaltına alındığı tarihte düzenlenen adli tıp raporuna göre başvurucunun vücudunda herhangi bir darp izine rastlanmamıştır. Gözaltı süresi sonunda Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen raporda başvurucunun gözaltı sırasında dayak, basınçlı soğuk su tutma, cinsel organına baskı yapma ve psikolojik işkenceye maruz kalma iddialarına yer verilmiş ve vücudunda kısmen iyileşmiş sıyrık ve kabuklu yaraların olduğu tespit edilmiştir. Başvurucuya beş günlük iş göremezlik raporu verilmiştir. Başvurucu, 15/11/1998 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği ifadede, gözaltında iken işkence altında ifade verdiğini beyan etmiştir.

10. Başvurucu hakkında 24/11/1998 tarihli iddianame ile yasa dışı silahlı örgüte üye olmak suçlamasıyla İstanbul 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde E.1998/382 sayılı dava açılmıştır.

11. Başvurucu, işkenceye uğradığı iddiasını 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesindeki yargılamada dile getirmiş ve Mahkeme konunun araştırılması amacıyla 12/7/1999 tarihinde Savcılığa ihbarda bulunmuştur.

12. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 4/7/2000 tarihli ve 2000/36731 sayılı iddianame ile başvurucuya işkence yaptığı iddia edilen kamu görevlileri hakkında İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır.

13. Mahkeme tarafından 30/9/2004 tarihli ve E.2000/203, K.2004/306 sayılı kararla kamu görevlileri hakkında beraat kararı verilmiştir. Anılan karar Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 24/4/2006 tarihli ve E.2005/2802, K.2006/3712 sayılı kararıyla bozulmuştur. Bozma gerekçesi şöyledir:

“Dosyadaki bilgi ve belgelere göre; yasadışı örgüt üyesi olmak suçundan gözaltına alınan müteakiben de sevkedildiklerinde verilen doktor raporlarında, mağdur Dinçer E.’nin gözündeki darp izi dışında bedenlerinde herhangi bir darp ve cebir asarı bulunmadığı bildirilen tüm mağdurların, daha sonra gözaltından çıkarıldıklarında ise şikayetleriyle uyumlu bilgiler içeren 15.11.1998 tarihli hekim raporlarından hayati tehlikeye maruz kalmaksızın mağdur Dinçer E.’nin 3 gün, diğer mağdurlar Ahmet T. ile Müslim Turfan’ın [Başvurucu]5’er gün mutad iştigallerinden kalacak şekilde yaralandıklarının belirlenmiş olması ve bu yaralanmalarının da 15.11.1998 tarihinden yaklaşık 3-6 gün önce meydana geldiğinin, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalında görevli üç öğretim üyesi tarafından verilen 5.7.1999 tarihli raporda açıklanması karşısında, gözaltında bulundukları sırada mağdurlara işkence yapıldığının kanıtlanmasına göre, mağdurların sorgularına katılan ve polis memuru olan sanıkların hangisinin hangi mağdura yönelik eylemde bulunduklarının ayrı ayrı ve açıkça belirlenerek atılı suçtan mahkumiyetleri yerine dosya içeriğine uymayan bir gerekçeyle yazılı şekilde beraat kararı verilmesi,

Bozmayı gerektirmiş katılanlar vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepden dolayı (BOZULMASINA), 26.4.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.”

14. İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 6/12/2006 tarihli ve E.2000/229, K.2006/274 sayılı kararıyla kamu görevlilerine isnat edilen suça ilişkin davanın, zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmiştir.

15. Bu arada İstanbul 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 28/11/2011 tarihli ve E.1998/382, K.2001/338 sayılı kararıyla 21/12/2000 tarihli ve 4616 sayılı 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun'un 169. maddesi gereğince başvurucu hakkındaki kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine karar verilmiştir.

16. Başvurucu hakkında verilen erteleme kararının temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 28/5/2002 tarihli ve E.2002/436, K.2002/1184 sayılı ilamı ile “Sanıkların faaliyetlerinin yoğunluğu ve çeşitliliği, kod adı ve sanık Servet'in sahte kimlik kullanması, semt komitesinde yer almaları, evlerinde ele geçirilen doküman malzemeler, sahte kimlik ve sair belgeler ile diğer sanıkların beyanları ve tüm dosya kapsamına göre TCK.nun 168/2.maddesi ile cezalandırılmaları yerine, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm tesis” edildiği gerekçesiyle karar bozulmuştur.

17. Bu arada başvurucu ve diğer sanık A.T., gözaltı sırasında polis karakolunda işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını ve şikâyetlerini sunmak için etkili bir başvuru yolunun bulunmadığını belirterek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 3. ve 13. maddelerinin; kararın işkence altında alınan ifadelere dayandığını ve ilk soruşturma sırasında avukat tarafından temsil edilmediklerini, bu sebeple Sözleşme’nin 6. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) 25/10/2002 tarihinde başvurmuşlardır. Başvurucu, kamu görevlileri yönünden düşme kararı verilen (mağdur sıfatıyla yer aldığı) yargılama ile hakkında “yasa dışı örgüt üyesi olmak” suçundan yürütülen yargılamayı başvuru konusu yapmıştır.

18. İstanbul 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi 21/1/2004 tarihli ve E.2002/206, K.2004/3 sayılı ilamıyla Yargıtayın bozma kararına uyarak başvurucunun 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.

19. Temyiz üzerine İstanbul 3 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 21/1/2004 tarihli kararı, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 1/7/2004 tarihli ve E.2004/2658 sayılı ilamı ile Müslüm Turfan'a kolluk görevlilerinin kötü muamelede bulundukları iddiasıyla açılan davanın akıbeti beklenmeden hüküm tesis” edildiği gerekçesiyle yeniden bozulmuştur.

20. 16/6/2004 tarihli ve 5190 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesi ile Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev ve yetkilerine son verilmiş; aynı Kanun'un geçici 2. maddesi gereğince başvurucu hakkındaki yargılama, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir.

21. Bu arada, yapılan başvuru hakkında AİHM, 15/12/2009 tarihinde Sözleşme'nin 3, 6/1 ve 6/3-c maddelerinin ihlal edildiğine karar vermiştir. İlgili kararın özet çevirisinde; başvurucunun 12/11/1998 tarihinde sahte kimlik bulundurması nedeniyle evinde yakalandığı ve yasa dışı örgüt üyesi olmak suçlamasıyla gözaltına alındığı, gözaltına alınmadan önce alınan sağlık raporunda başvurucunun vücudunda herhangi bir darp ve cebir izine rastlanılmadığı belirtilmiştir. Anılan kararda ayrıca AİHM, başvurucuların mağdur oldukları eylemleri savcılığın işkence olarak nitelendirdiğini belirterek Sözleşme'nin 3. maddesinin esas bakımından ihlal edildiğini, Ağır Ceza Mahkemesinin dosyanın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle yargılamaya son vermesi nedeniyle de Sözleşme'nin 3. maddesinin usul açısından ihlal edildiğini belirtmiştir. AİHM, başvurucu hakkında Devlet Güvenlik Mahkemesinde yürütülen yargılamada, gözaltı sırasında baskı altında alındığı ileri sürülen başvurucu ifadesinin, başvurucuların mağduriyetine dayanak oluşturan unsurlardan biri olduğunu tespit etmiştir. Buna dayanarak AİHM, Sözleşme’nin 6/1 ve 6/3-c maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

22. Başvurucuya yönelik işkence iddialarıyla ilgili yürütülen yargılamanın sonucunu bekletici mesele yapan İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi 13/10/2010 tarihli ve E.2004/258, K.2010/296 sayılı kararı ile başvurucu ve sanık S. P.nin her birinin 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:

 “DELİLLER VE GEREKÇE:

 Sanık Müslüm Turfan yönünden:

Dizi 12 Kira kontratosu

Dizi 15 Yakalama ve zaptetme tutanağı,

Dizi 18 Eşya tespit tutanağı,

Dizi 37 Yasemin Derman'ın emniyet ve savcılık ifadesi.

Dizi 47 ifadeli yüzleştirme tutanağı (Sanıklar birbirlerini teşhis etmişler.),

Dizi 57 tutanak,

Adlı rapor. (5 gün iş ve güçten kalacak şekilde darp cebir izi vardır.),

İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/229 Esas sayılı kararı ve AİHM’in 1413/03 başvuru numaralı 15 Aralık 2009 tarihli kararı,

….

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE :

Yukarıda özetlenen sanık anlatımları ve tüm dosya kapsamından;

Sanıklardan Müslüm Turfan'ın Bursa'da tanıdığı, Fatma Hoca tarafından 03 Kasım 1997 tarihinde Susurluk mitingine götürüldüğü, Cemal kod olan tanıtan kişi tarafından İstanbul'a çağırıldığı, burada bir süre Şirinevler’de daha sonra Esenyurt’taki örgüt evinde kaldığı, evinin masraflarının Ali Haydar kod tarafından karşılandığı, evinde zaman zaman toplantılar yapıldığı, ve bir süre Dinçer E. ve Yasemin D.'nin de kaldığı, Esenyurt’ta yazılama ve bildiri dağıtma,afiş yapıştırma eylemlerine katıldığı, 31 Ekim 1998 tarihinde Seka işçilerinin gösterisine katılıp slogan attığı, evinde örgüte ait dokümanlar ve sahte nüfus cüzdanı ve afişlerin bulunduğu,

Sanıklar MÜSLÜM TURFAN ve S. P.’nin işkence gördüğü ileri sürülmüş olması karşısında bu sanıkların polis ifadeleri delil olarak kabul edilmeyip, dosyadaki diğer delillerden yakalama tutanakları, sanık S. P.’de ele geçen sahte kimlik, buna ait ekspertiz raporu, Ahmet T., Dinçer E. hakkında daha önce verilen ve Yargıtayca kesinleşen karar ve Sanıklar hakkında anlatımda bulunan şahısların beyanları, teşhis tutanakları ve diğer deliller birlikte değerlendirildiğinde,

Sanıkların yasadışı EKİM isimli silahlı terör örgütünün üyesi oldukları anlaşıldığından sanıkların kastları, bunun toplumda doğuracağı tehlikede dikkate alınarak eylemine uyan ve lehe olan 5237 Sayılı TCK ' nun 314/2 maddesi, 3713 sayılı yasanın 5.maddesi gereğince cezalandırılmalarına karar verilerek aşağıdaki şekilde hükmü kurmak gerekmiştir.”

23. Temyiz üzerine İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/10/2010 tarihli kararı, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/1/2013 tarihli ve E.2012/8766. K.2013/235 tarihli ilamı ile onanmıştır.

24. Onama kararı 27/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

25. Başvurucu 1/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

26. 5190 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Devlet güvenlik mahkemeleri ve Devlet güvenlik mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılıklarının yetki ve görevleri sona erer.”

27. 5190 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesi şöyledir:

“Bu Kanunun yayımı tarihinde görev ve yetkileri sona eren Devlet güvenlik mahkemelerinde ve Devlet güvenlik mahkemeleri Cumhuriyet Başsavcılıklarında mevcut dava ve soruşturma dosyaları ayrıca bir karar verilmesine gerek kalmaksızın durumlarına, mahiyetlerine ve kanun hükümlerine göre, bulundukları aşamadan itibaren yargılama ve soruşturmaya devam edilmek üzere görevli ve yetkili ağır ceza mahkemelerine ve bu mahkemelerin bulundukları illerin Cumhuriyet Başsavcılıklarına devredilir.

Bu Kanun kapsamına girmeyen suçlar nedeniyle;

a) Hazırlık soruşturma safhasında bulunan dosyalar hakkında ilgili Cumhuriyet Başsavcılıklarınca,

b) Son soruşturma safhasında bulunan dosyalar hakkında ağır ceza mahkemelerince dosya üzerinden,

Kanun hükümlerine göre gerekli kararlar verilmek suretiyle, dosyalar görevli ve yetkili Cumhuriyet Başsavcılıklarına veya mahkemelere gönderilir.”

28. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “İfade ve sorgunun tarzı” kenar başlıklı 147. maddesi şöyledir:

“(1) Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:

c) Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceği, kendisine bildirilir. Müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilir.”

29. 5271 sayılı Kanun’un “İfade alma ve sorguda yasak usuller” kenar başlıklı 148. maddesi şöyledir:

“(1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.

(3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez.

(4) Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”

30. 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı 217. maddesi şöyledir:

“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.

(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”

31. 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 138. maddesi şöyledir:

“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi'de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.”

32. 1412 sayılı mülga Kanun’un 94. maddesi şöyledir:

"Bir suç işlemek veya buna iştirak veyahut yataklık etmek şüphesi altında bulunan kimsenin evi ile ona ait sair mahallerde aranma yapılabileceği gibi gerek üzeri ve gerek eşyası dahi aranabilir.

Bu arama şüphe altında bulunan kimsenin yakalanması maksadiyle yapılabileceği gibi sübut delillerinin meydana çıkarılması umulan hallerde dahi yapılabilir."

33. 1412 sayılı mülga Kanun’un 97. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

 "Hakim veya Cumhuriyet Müddeiumumisi hazır olmaksızın süknada veya iş görmeğe mahsus mahaller ile kapalı yerlerde aramada bulunabilmek için o mahal ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur."

34. Yüce Divanın 19/12/2012 tarihli ve E.2011/1, K.2012/1 sayılı kararında konuya ilişkin şu ifadelere yer verilmiştir:

 "…Çağdaş hukuk sistemlerinde, hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında hükme esas alınıp alınamayacağı hususunda iki ayrı görüş bulunmaktadır. Bunlardan birincisine göre, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasındaki kamu yararı ile kişinin hukuka aykırı olarak delil toplanması sırasında ihlal edilen hakkının dengelenmesi, kamu yararının ağır basması hâlinde hukuka aykırı olarak toplanmış olan delillerin hükme esas alınması, aksi hâlde bunların hükme esas alınmaması gerekir. İkinci görüşe göre ise delillerin hukuka aykırı olarak toplanması sırasında kişilerin temel hak ve hürriyetlerinin ihlal edilip edilmediği, maddi gerçeğin araştırılmasındaki kamu yararının ağırlığı dikkate alınmaksızın elde edilen hukuka aykırı deliller hükme esas alınmamalıdır.

 Anayasa'nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında, "Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular delil olarak değerlendirilemez."; 5271 sayılı Kanun'un 217. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, "Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir" denilmiştir. Aynı Kanun'un 206. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ortaya konulması istenilen bir delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması hâlinde reddolunacağı; 230. maddesinde (1) numaralı fıkrasında ise mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtileceği, bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterileceği kurala bağlanmıştır. Söz konusu kurallar dikkate alındığında, hukukumuzda toplanmaları sırasında kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilip edilmediğine bakılmaksızın hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında kullanılması yasaklanarak ikinci görüşün benimsendiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte doktrinde ve kimi Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında belirtildiği üzere, delillerin toplanması için yapılan işlemlerin geçerliliğini etkilemeyen şekle ilişkin basit usul hatalarının bu kapsamda değerlendirilmemesi gerekir."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

35. Mahkemenin 18/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 1/4/2013 tarihli ve 2013/2516 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

36. Başvurucu, diğer sanıkların kolluk tarafından işkenceyle ve avukatlarının katılımı sağlanmaksızın alınan ifadelerinin kendisi aleyhine delil kabul edildiğini, kendisinin işkence sonucu verdiği ifadelerinin de mahkûmiyete esas alındığını, bu hususun AİHM’in kendisi hakkında verdiği ihlal kararı (B. No: 1413/03, 15/12/2009) ile de sabit olduğunu, hukuka aykırı yolla elde edilen delillere dayanılarak mahkûm edildiğini, yargılamasının uzun sürdüğünü belirterek Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; yargılamanın yenilenmesi ve tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

37. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası

38. Başvurucu; diğer sanıkların, kolluk tarafından işkenceyle ve avukatın katılımı sağlanmaksızın alınan ifadelerinin kendisi aleyhine delil kabul edilerek kanuna aykırı bir şekilde hükme esas alındığını, diğer delillerin de soruşturma evresinde işkence altında alınan beyanlar doğrultusunda oluşturulmuş tutanaklar olduğunu ve bu şekilde adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

39. Bakanlık görüş yazısında, sunulan delillerin kabul edilebilir olup olmadığına karar verme usulünü düzenleyen ve hangi delillerin kabul edilebilir ve hangilerinin kabul edilemez olduğunu belirleyen bir kuralın bulunmadığını; AİHM’in, delillerin elde edilme yöntemi de dâhil, yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığı sorusuna cevap aradığını, zorlama, baskı ve tuzak gibi yargılamayı lekeyebilecek nitelikli ve kaynaklı olması hâlinde hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin adil yargılama standartlarına uymadığını, kişinin ikrarının işkence veya kötü muamele sonucu elde edilmesi hâlinde bu durumun yargılamayı adil olmaktan çıkardığını, somut olayda işkence gördüğü ileri süren sanıkların kolluk ifadelerinin delil olarak kabul edilmediğini belirtmiştir.

40. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde başvuru formunda belirttiği iddiaları tekrarlamıştır.

41. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

42. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fırkası şöyledir:

1. Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. ...

43. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia, savunma ve adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

44. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada sunulan delilin geçerli olup olmadığını ve delil sunma ve inceleme yöntemlerinin yasaya uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).

45. Anayasa'nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında, kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği açıkça hükme bağlanmıştır.

46. Ancak bu yönüyle Anayasa Mahkemesinin görevi, belirli delil unsurlarının kanuna uygun şekilde elde edilip edilmediklerini tespit etmekten ziyade bu türden "kanuna aykırılığın" Anayasa'da korunan başka bir hakkın ihlali ile sonuçlanıp sonuçlanmadığını ve bu "kanuna aykırılığın" bir bütün olarak yargılamanın adil olup olmamasına etkisini incelemektir (Yaşar Yılmaz, B. No: 2013/6183, 19/11/2014, § 46; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ramanauskas/Litvanya [BD], B. No: 74420/01, 5/2/2008, § 52). Bu yapılırken delillerin elde edildiği koşulların, onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurup doğurmadığının dikkate alınması gereklidir (Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 61).

47. Adil yargılanma hakkı kapsamında güvence altına alınan hakların etkili bir şekilde korunması gereklidir. Bu itibarla işkence ve kötü muamele yasağına aykırı eylemler sonucunda elde edilen delillerin kullanılması da yargılamanın adilliğine yönelik ciddi sorunlar ortaya çıkarır. Zira işkence ve kötü muamele sonucunda elde edilen delillerin kabul edilebilirliğine karar verilmesi, mutlak surette yasaklanan işkence ve kötü muameleye yönelik bir tolerans olarak değerlendirilme ve bu noktada ilgili kamu görevlerinin bu yöntemlere başvurmalarını teşvik gibi sonuçlar doğurabilir (Güllüzar Erman, § 64; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gafgen/Almanya, B. No: 22978/05, 1/6/2010, § 178).

48. Özetle, hüküm kurulurken işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ile toplanan delillere dayanılması, hakkaniyete uygun yargılama hakkı ile bağdaşmamaktadır. Öte yandan ikrar içeren ifadelerin müdafi huzurunda alınmış olması da önemli olup müdafiin hazır bulunmadığı ifadelerin hükme esas alınabilmesi için kovuşturma aşamasında bu ifadelerin baskı altında alınıp alınmadığını kontrol edecek yeterli mekanizmaların mevcut olup olmadığı hususu önem kazanmaktadır (Güllüzar Erman, §§ 65, 67).

49. Ayrıca ikrarın kişinin hür iradesine dayalı olup olmadığının, kovuşturma aşamasında, çelişmeli bir usulle yargılama makamı tarafından irdelenip değerlendirilmiş olması da gereklidir. Dahası özellikle sanığın soruşturma aşamasındaki ikrarını, kötü muamele veya işkence altında verdiğini belirterek hâkim önünde reddetmesi hâlinde işin esasına geçilmeksizin öncelikle bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekli olup aksi yöndeki uygulamalar, hakkaniyete uygun yargılama hakkı bakımından önemli eksiklik oluşturur (Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).

50. Başvurucunun gözaltına alınırken ve emniyette tutulduğu sırada manevi baskı ve işkenceye uğradığı Adli Tıp Kurumu raporuyla Yargıtay 8. Ceza Dairesi kararındaki gerekçeyle ve AİHM kararıyla maddi bir vakıa hâlini almıştır. İlk Derece Mahkemesi de başvurucu ve sanık S.P.nin ifadelerini "işkence gördüklerini ileri sürdükleri için" delil olarak kabul etmediğini vurgulamıştır (bkz. § 23; gerekçeli karar, s. 6)

51. Başvurucu, polisler tarafından düzenlenen "kendisini ve bazı kişileri suçlayıcı ifadeler içeren" tutanakları imzalamak zorunda kaldığını ifade etmiş; soruşturma evresinden itibaren bu beyanların kendisine ait olmadığını belirtip itiraz etmiştir. İfadede isimleri geçen diğer sanıklar da ifadedeki suçlamaları kabul etmemişlerdir. Gerekçeli karar incelendiğinde bu beyanlara dayalı olarak tanzim edilmiş tutanakların delil olarak kullanıldığı görülmektedir.

52. Gerekçeli kararda delil olarak gösterilen “eşya tespit tutanağı”, başvurucunun eşyalarının ev sahibine teslimine ilişkindir. “Yüzleştirme tutanağı”, başvurucunun işkence gördüğü dönemde tanzim edilmiş, müdafii olmaksızın düzenlenmiş, başvurucu ile diğer sanıkların birbirlerini tanıdıklarına ilişkin bilgileri içerir bir belgedir. Delil olarak sıralanan ve dizi 57’de olduğu belirtilen belge, adli raporda belirtilen bilgilerin doğru olmadığına ilişkin kolluk tarafından tanzim edilmiş bir tutanaktır. A.T. ve D.E. hakkında daha önce verilen ve Yargıtayca kesinleşen karar ise AİHM tarafından (bkz. § 21) A.T. ve başvurucunun, müdafii hazır olmaksızın savunmalarının alındığı ve işkence yasağının ihlal edildiği gerekçeleriyle hak ihlali tespit edilmiş ve yenilenmesi gerektiği belirtilen bir yargılamaya ilişkin karardır.

53. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 1/7/2004 tarihli ve E.2004/2658 sayılı bozma ilamındaMüslüm Turfan'a kolluk görevlilerinin kötü muamelede bulundukları iddiasıyla açılan davanın akıbeti beklenmeden hüküm tesis” edildiği gerekçesi yer almaktadır. Diğer bir ifadeyle Yargıtay, mahkûmiyet hükmüne dayanak yapılan yüzleştirme, yer gösterme gibi belgeleri hükmün onanması için yeterli görmemiş; kötü muamele iddiasına ilişkin davanın sonucunun beklenilmesinin yargılamanın sonucunu etkileyeceğine vurgu yapmıştır.

54. 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesinin (3) numaralı fıkrasına göre müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz. Gerekçeli kararda başvurucunun aleyhinde delil olarak gösterilen Y.D.ye ait olan ve müdafii olmaksızın alınmış ifadeler ise muhatabınca kovuşturma evresinde reddedilmiş ve korkudan imzalamak zorunda kalındığı ifade edilen beyanlardır. Son olarak yakalama ve zapt etme tutanağı ise başvurucunun evinde icra edilen aramada örgüte ait dokümanlar, sahte nüfus cüzdanı ve afişlerin ele geçirildiğine ilişkindir. Aramada, başvurucu dışında yer gösteren sıfatıyla sanık D.E. de hazır bulunmuş; kanunda belirtilen, işlem tanıkları hazır olmaksızın arama icra edilmiştir. Her iki sanık da anılan tutanağı imzalamıştır.

55. Başvurucu hakkındaki yargılama; arama esnasında elde edilen “eşyalar”, başvurucunun işkence gördüğü döneme ilişkin olarak müdafii olmaksızın alınmış beyanlara dayalı olarak tanzim edilmiş “tutanaklar” ve kollukça müdafii olmaksızın alınan diğer sanıklarca doğrulanmamış “beyanları” üzerine bina edilmiştir. İlk derece Mahkemesinin mahkûmiyet gerekçesi incelendiğinde başvurucu aleyhinde beyanda bulunan diğer sanık beyanları, teşhis tutanakları ve aramada ele geçirilen deliller mahkûmiyete esas alınmıştır. “Diğer sanık beyanları” olarak hükme esas alınan ifadelerin bir kısmının AİHM tarafından (bkz. § 21) işkence altında alındığının belirlendiği, diğer kısmının ise sanıklar tarafından Mahkeme huzurunda doğrulanmadığı ve müdafi hazır olmaksızın soruşturma evresinde alınmış beyanlar olduğu görülmektedir (bkz. §§ 51, 53, 55). Adli aramaya ilişkin tutanak ise kovuşturma evresinde işkence altında imzalandığı gerekçesiyle sanıklarca kabul edilmemiştir. Kaldı ki adli arama da usulüne uygun yapılmamıştır.

56. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten mahkemeye ait olmakla birlikte somut olayda, mahkûmiyete esas alınan delillerdeki hukuka aykırılıkların bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği, delillerin elde edildiği koşulların, onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurduğu ve mahkeme huzurunda sanıklar tarafından doğrulanmayan beyanlara ilişkin "kanuna aykırılıkların" yargılamanın bütünü yönünden adil yargılanma hakkını ihlal eder nitelikte olduğu kanaatine varılmıştır.

57. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına adil yargılanma hakkını ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Makul Sürede Yargılanma Hakkı

58. Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

59. Bakanlık tarafından, benzer nitelikteki başvurulara ilişkin daha önce bildirilmiş olan görüşlere atıfta bulunularak görüş sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir.

60. Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

61. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).

62. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda başvurucu hakkında " terör örgütüne üye olma" suçunu işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suçlar 5237 sayılı Kanun’un ilgili maddesinde hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E., § 32).

63. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi bir takım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun gözaltına alındığı 12/11/1998’dir. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).

64. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 12/11/1998 tarihinde başvurucunun gözaltına alınarak 15/11/1998 tarihinde tutuklandığı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 24/11/1998 tarihli iddianamesi ile başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında açılan kamu davası sonunda İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesince 13/10/2010 tarihinde verilen mahkûmiyet kararının, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/1/2013 tarihli ilamıyla onandığı anlaşılmıştır.

65. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B.E., §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40).

66. Başvuruya konu davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği, başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve yaklaşık on dört yıldır devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

67. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

68. Başvurucu, yargılama makul sürede sonuçlandırılmadığı için 30.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasanın Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

70. Başvurucunun tarafı olduğu, uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık on dört yıldır devam eden yargılama süresi nazara alındığında yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 14.950 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

71. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesine ilişkin esaslar çerçevesinde adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası ile yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

72. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı yönünden tespit edilen ihlal, bir mahkeme kararından kaynaklanmakta olup ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından hukuki yarar bulunduğundan yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

73. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Başvurucunun,

1. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkı yönünden, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

D. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmesi nedeniyle başvurucuya net 14.950 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına

18/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.