Duyurular
Mahkumiyete Belirleyici Ölçüde Esas Alınan Tanıkların Duruşmada Dinlenmeyip Kollukta Alınan Beyanlarının Okunması İle Yetinilmesinin İhlal Olabileceği, Mahkumiyete Belirleyici Ölçüde Esas Alınan Tanıkların Duruşmada Dinlenmeyip Kollukta Alınan Beyanlarının Okunması İle Yetinilmesinin İhlal Olabileceği,tanıkların önceki beyanlarının okunması ile yetinilmesi
28.05.2022

Mahkumiyete Belirleyici Ölçüde Esas Alınan Tanıkların Duruşmada Dinlenmeyip Kollukta Alınan Beyanlarının Okunması İle Yetinilmesinin İhlal Olabileceği

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

TAHİR LAÇİN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/7011)

 

Karar Tarihi: 5/112015

R.G. Tarih ve Sayı: 15/1/2016-29594

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Alparslan ALTAN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

Raportör

:

Akif YILDIRIM

Başvurucu

:

Tahir LAÇİN

Vekilleri

:

Av. Faruk Nafiz ERTEKİN

 

 

Av. Keleş ÖZTÜRK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; başka bir davada yargılanan kişilerin kolluk beyanlarına dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulması, son savunmada müdafi yardımından yararlanılmasına imkân verilmemesi, zorunlu müdafi bulunmaksızın duruşma yapılması, yargılamanın sonucunun adil olmaması, derece mahkemesi kararlarının gerekçesiz olması ve yargılamanın makul sürede bitirilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 16/9/2013 tarihinde yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 15/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Bakanlığın yazılı görüşü 21/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur.

6. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 11/9/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 15/9/2015 tarihinde beyanlarını sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, 1/10/2004 tarihinde terör örgütüne üye olma suçlamasıyla gözaltına alınmış ve 5/10/2005 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesi alındıktan sonra yasa dışı Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) adlı örgütün üyesi olma suçundan Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanmıştır.

9. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 15/3/2005 tarihli ve E.2005/5190-62 sayılı iddianamesi ile başvurucu hakkında “silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışma, silahlı terör örgütüne üye olma” suçlarından kamu davası açılmıştır.

10. Başvurucu hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2005/91 sayılı dosyası kapsamında verilen karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 6/5/2009 tarihli ve E.2008/17004, K.2009/5508 sayılı ilamı ile bozulmuştur.

11. Bozma sonrasında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/8/2012 tarihli ve E.2009/275, K.2012/159 sayılı kararı ile başvurucunun “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını tağyir, tebdil veya ilgaya teşebbüs etmek” suçundan müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

12. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “…

Sanık Tahir LAÇİN’in [Başvurucu] yasadışı silahlı MLKP (Marksist Leninist Komünist Partisi) terör örgütünün askeri yapılanması olan FESK (Fakirlerin. Ezilenlerin Silahlı Kuvvetleri) içerisinde üst düzey konumda yönetici olduğu, Lübnan Ülkesinde bulunan Beka Vadisinde askeri eğitim gördüğü, örgüt içerisinde Erzincan-Tunceli kırsalı ile İstanbul İlinde şehir yapılanmasında silahlı faaliyet yürüttüğü, örgüte eleman kazandırdığı, örgüt içerisinde gerçek kimliğinin ortaya çıkmasını engellemek ve gizliliğini temin etmek maksadıyla Müslüm kod adını kullandığı, öncesinde yasadışı terör örgütü üyesi olmak suçundan dolayı İstanbul DGM’de yargılanarak eylemine uyan 765 sayılı TCK’nın 168/2. maddesi gereğince neticeten 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, iş bu dava nedeniyle 1996 yılı ile 2000 yılları arasında tutuklu kalıp 2000 yılında tahliye olduğu, sanığın yakalandığı tarihe kadar eylem ve faaliyetlerine devam ettiği, sanığın diğer örgütün üst düzey yönetici konumunda bulunan sanıklar N. Ş. ve M. Ç. ile birlikte hareket ederek örgüt evinde kullanılmak üzere diğer iki sanıkla birlikte kullanılmış ev eşyası satan tanıklar H. G. ve S. G.’den ikinci el ev eşyası aldığı, yine diğer iki sanıkla birlikte Eskişehir-Ankara karayolunun 30. kilometresinde giderken araç içerisinde yakalandıkları, sanık Tahir’in üzerinde hakkındaki adli ve cezai kovuşturmadan kurtulmak maksadıyla kendi resminin basılı olduğu E. A. sahte kimliğiyle yakalandığı hususu sübuta ermiştir.

Sanığın örgüte katılımından yakalandığı güne kadar iştirak etmiş olduğu ve gerçekleştirmiş olduğu sübuta eren eylemlerini, yasadışı silahlı MLKP terör örgütünün faaliyetleri çerçevesinde gerçekleştirmiş olup vahamet arzedici nitelikte olduğu, bu itibarla sanık Tahir LAÇİN’in üyesi bulunduğu yasadışı silahlı MLKP terör örgütünün amaç ve faaliyetleri doğrultusunda, cebir ve şiddet kullanmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya, bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs amacına yönelik olarak vahamet arz eden olayları gerçekleştirdiği, sanığın sübûtu kabul olunan eylemlerinin amaç suçun işlenmesi doğrultusundaki örgütsel bağlılık ile ülke genelindeki organik bütünlüğe göre, amacı gerçekleştirme tehlikesi yaratabilecek nitelikte olduğu belirlenerek sanığın eylemine uyan ve lehine olan 765 Sayılı TCK’nın 125. maddesine göre; "Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını tağyir, tebdil veya ilgaya teşebbüs etmek" suçundan mahkûmiyeti cihetine gidilmiştir.

Sanık Tahir LAÇİN soruşturma ve kovuşturma aşamasında mahkememizde alınan savunmasında atılı suçlamayı inkâr etmişse de sanık hakkında beyanda bulunan örgüt mensuplarının beyanlarında (A. A., Ş. G., A. H. B., O. N. O. ve C. K.) sanığın İstanbul ili ile Erzincan-Tunceli kırsalında faaliyet gösterdiğini ifade ettikleri, yine sanığın örgüte eleman kazandırdığı, yakalandığı tarihte örgütün üst düzey yöneticileri konumunda olan diğer sanıklar N. Ş. ve M. Ç. ile birlikte, E. A. adına düzenlenmiş sahte kimlikle yakalandığı hususu hep birlikte değerlendirildiğinde, sanığın atılı suçu işlediği kanaatine varılarak sanığın kendisini suçtan ve cezadan kurtarmaya yönelik savunmasına itibar edilmemiştir.

Yasadışı silahlı MLKP terör örgütü üyesi ve yöneticisi konumunda olan sanık Tahir LAÇİN’in örgütte bulunduğu süre içerisinde katılmış olduğu ve gerçekleştirmiş olduğu eylemlerin Mahkememizce değerlendirilmesinde;

- 18. 12.2002 tarihinde İstanbul İli Kadıköy İlçesi Söğütlüçeşme tren istasyonu üzerinde bulunan yaya üst geçidine, 19 ARALIK’IN HESABINI SORACAĞIZ – MLKP ibaresi yazılı üzerinde şüpheli paket bulunan pankart asma eylemine diğer örgüt mensuplarıyla birlikte iştirak ederek bombayı Müslüm kod adlı sanık Tahir LAÇİN’in hazırlayıp olay yerine getirdiği,

- 24. 01.2003 tarihinde İstanbul İli Eyüp İlçesi Rami Kuru Gıda Toptancılar sitesinde bulunan …bank Topçular Şubesinin silahla soyulması ve güvenlik görevlisinin silahının gasbedilmesi eylemine diğer örgüt mensuplarıyla birlikte maskeli ve silahlı olarak iştirak ettiği,

- 17. 03.2003 tarihinde İstanbul İli Maltepe İlçesi Cevizli Mahallesi Atilla Sok. No.9 sayılı yerdeki döviz bürosu sahiplerinden mağdurlar H. K., A. K. ve F. K.’ye ait para ve 3 adet tabancanın gasp edilmesi eylemine diğer örgüt mensuplarıyla birlikte iştirak ettiği hususu sübuta ermiştir.

Sanık Tahir LAÇİN her ne kadar bu eylemlere katılmadığını inkâr etmişse de iş bu ortak eylemlerden dolayı yargılanan A. A.’nın aşama beyanları ve yine A. A.’nın yargılandığı İstanbul (CMK.nun 250. maddesiyle yetkili) 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 04.05.2011 tarih ve 2003/213 Esas, 20184 Karar sayılı dava dosyasında da iş bu eylemlere ilişkin eylem evrakları ve dosyamızdaki evrakların birbirleriyle uyumluluk arzettiği, iş bu eylemlerin İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince dosyanın sanığı sanık A. A.’nın yönünden sübut kabul edilmiş olup ayrıca 17.03.2003 tarihinde Maltepe İlçesi … semtindeki mağdurlar K. kardeşlerden gasbedilen üç silahtan mağdur A. K.’den gasbedilen seri numaraları silinmeye çalışılmış 9 mm çaplı Belçika yapısı ruhsatlı tabancanın örgüte ait evde yapılan aramada ele geçirilmiş olması kül halinde değerlendirildiğinde, sanığın kendisini suçtan ve cezadan kurtarmak maksadıyla inkâra yönelik savunmasına itibar edilmemiştir.

…”

13. Temyiz üzerine Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/8/2012 tarihli kararı, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/7/2013 tarihli ve E.2013/4821, K.2013/10539 sayılı ilamı ile onanmıştır.

14. Başvurucu, onama kararını 3/9/2013 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir.

15. Bireysel başvuru 16/9/2013 tarihinde yapılmıştır.

B. İlgili Hukuk

16. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 146. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Türkiye Cumhuriyeti Teşkilâtı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs edenler, Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olur.”

17. 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Müdafi görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlem ve müdafilik görevinden yasaklanma” kenar başlıklı 151. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) 150 nci madde hükmüne göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir.

(2) Eğer yeni müdafi savunmasını hazırlamak için yeterli zaman olmadığını açıklarsa oturum ertelenir.

…”

18. 5271 sayılı Kanun’un “Sanığın savunma delillerinin toplanması istemi” kenar başlıklı 177. maddesi şöyledir:

“(1) Sanık, tanık veya bilirkişinin davetini veya savunma delillerinin toplanmasını istediğinde, bunların ilişkin olduğu olayları göstermek suretiyle bu husustaki dilekçesini duruşma gününden en az beş gün önce mahkeme başkanına veya hâkime verir.

(2) Bu dilekçe üzerine verilecek karar, kendisine derhâl bildirilir.

(3) Sanığın kabul edilen istemleri, Cumhuriyet savcısına da bildirilir.”

19. 5271 sayılı Kanun’un “Çağrılması reddedilen tanığın ve uzman kişinin doğrudan mahkemeye getirilmesi” kenar başlıklı 178. maddesi şöyledir:

“(1) Mahkeme başkanı veya hâkim, sanığın veya katılanın gösterdiği tanık veya uzman kişinin çağrılması hakkındaki dilekçeyi reddettiğinde, sanık veya katılan o kişileri mahkemeye getirebilir. Bu kişiler duruşmada dinlenir.”

20. 5271 sayılı Kanun’un “Tanık ve bilirkişinin naiple veya istinabe yoluyla dinlenmeleri” kenar başlıklı 180. maddesi şöyledir:

“(1) Hastalık veya malûllük veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle bir tanık veya bilirkişinin uzun ve önceden bilinmeyen bir zaman için duruşmada hazır bulunmasının olanaklı bulunmayacağı anlaşılırsa, mahkeme onun bir naiple veya istinabe yoluyla dinlenmesine karar verebilir.

(2) Bu hüküm, konutlarının yetkili mahkemenin yargı çevresi dışında bulunmasından dolayı getirilmesi zor olan tanık ve bilirkişinin dinlenmesinde de uygulanır.

(3) Davayı görmekte olan mahkeme, zorunluluk olmadıkça, büyükşehir belediye sınırları içerisinde bulunan şikâyetçi, katılan, sanık, müdafi veya vekil, tanık ve bilirkişilerin istinabe yoluyla dinlenmesine karar veremez.

(4) İstinabe olunan mahkeme, büyükşehir belediye sınırları içerisinde ise, ilgililer kendi yargı çevresinde bulunmasa da büyükşehir belediye sınırları içerisinde yerine getirilmesi gereken istinabe evrakını geri çevirmeksizin gereğini yapar.

(5) Yukarıdaki fıkralar içeriğine göre tanık veya bilirkişinin aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle dinlenebilmeleri olanağının varlığı hâlinde bu yöntem uygulanarak ifade alınır. Buna olanak verecek teknik donanımın kurulmasına ve kullanılmasına ilişkin esas ve usuller yönetmelikte gösterilir.”

21. 5271 sayılı Kanun’un “Doğrudan soru yöneltme ” kenar başlıklı 201. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(1) Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir.”

22. 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin ortaya konulması ve reddi” kenar başlıklı 206. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

“Cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii birlikte rıza gösterirlerse, tanığın dinlenmesinden veya başka herhangi bir delilin ortaya konulmasından vazgeçilebilir.”

23. 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunması zorunlu belge ve tutanaklar” kenar başlıklı 209. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Naip veya istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu tutanakları, naip veya istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade tutanakları ile muayene ve keşif tutanakları gibi delil olarak kullanılacak belgeler ve diğer yazılar, adlî sicil özetleri ve sanığın kişisel ve ekonomik durumuna ilişkin bilgilerin yer aldığı belgeler, duruşmada okunur.”

24. 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunmayacak belgeler” kenar başlıklı 210. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez.”

25. 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunmasıyla yetinilebilecek belgeler” kenar başlıklı 211. maddesi şöyledir:

“(1) a) Tanık veya sanığın suç ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş olur veya bulunduğu yer öğrenilemezse,

b) Tanık veya sanığın suç ortağının duruşmada hazır bulunması, hastalık, malûllük veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre için olanaklı değilse,

c) İfadesinin önem derecesi itibarıyla tanığın duruşmada hazır bulunması gerekli sayılmıyorsa,

Bu kişilerin dinlenmesi yerine, daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu belgeler okunabilir.

(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanık veya müdafii birinci fıkrada belirtilenlerin dışında kalan tutanakların okunmasına birlikte rıza gösterebilirler.”

26. 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı 217. maddesi şöyledir:

“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.

(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Mahkemenin 5/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 18/9/2013 tarihli ve 2013/7011 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

28. Başvurucu; son savunmasında avukat yardımından yararlanmasına imkân verilmediğini, duruşmanın zorunlu müdafi bulunmaksızın yapıldığını, temyiz incelemesinin duruşmasız olarak gerçekleştirildiğini, başka suçlardan başka dosyalarda yargılanan kişilerin kolluk beyanlarına dayanarak mahkûm edildiğini, bu tanıkları sorgulama imkânı bulamadığını, bozma ilamında belirtilen hususların bozma sonrasındaki yargılama aşamasında dikkate alınmadığını, atılı suçu nasıl işlediğine dair somut delil ortaya konulamamasına rağmen mahkûm edildiğini, yargılanması sırasında çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine uyulmadığını, yargılamasının uzun sürdüğünü, mahkeme kararlarının gerekçelerinin yeterli olmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; yargılamanın yenilenmesi ve tazminat taleplerinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Başvurucunun, Son Savunmasında Avukat Yardımından Yararlanmasına İmkan Verilmediği, Zorunlu Müdafi Bulunmaksızın Duruşma Yapıldığı İddiaları

29. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Adnan Oktar, B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 20).

30. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi şöyledir:

“(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;”

31. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendindeki düzenlemede isnat altında bulunan kişi, savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bu haklar; kendisini bizzat savunma, kendisinin seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafiye sahip olmak için gerekli mali olanaktan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması devlet tarafından talep edilemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983).

32. Müdafi, 5271 sayılı Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinde, şüpheli veya sanığın ceza yargılamasında savunmasını yapan avukat olarak tanımlanmaktadır. Şüpheli veya sanığın, müdafii aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma olanağına sahip olduğu hâllerde görev yapan müdafi, ihtiyari müdafi; görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafidir (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/1/2011 tarihli ve E.2011/10-182, K.2011/204 sayılı kararı).

33. Müdafi yardımından yararlanma hakkının adil yargılanma hakkı temelinde önemi, suç isnadı altında olan kişinin bu haktan yararlandırılması yönünde devletin pozitif bir yükümlülüğü olduğunun kabul edilmesidir. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi; Sözleşme’ye taraf devletleri, suç isnadı altındaki kişi müdafiye sahip olmak için gerekli mali olanaktan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse suç isnadı altındaki kişiyi resen atanacak bir müdafi yardımından yararlandırma yükümlülüğü altına sokmuştur (Kazım Albayrak, B. No: 2014/3836, 17/9/2014, § 31).

34. Bu bağlamda müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın; çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması, soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi, resmî bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması, tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmesi, davranışları nedeniyle hazır bulunması hâlinde duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokan sanığın yokluğunda duruşma yapılması ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması hâllerinde şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/1/2011 tarihli ve E.2011/10-182, K.2011/204 sayılı kararı).

35. 5271 sayılı Kanun’un 150. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse istemi hâlinde bir müdafi görevlendirilir. 5271 sayılı Kanun’un 151. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre sanığa atanan müdafi, duruşmaya gelmez veya duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapmak zorundadır.

36. Diğer yandan müdafi ile temsil edilme hakkı bakımından önemli olan, yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında başvurucunun müdafi yardımından etkili bir biçimde yararlanmış olmasıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İmbrioscia/İsviçre, B. No: 13972/88, 24/11/1993, § 41).

37. Somut olayda, yargılamanın 7/8/2012 tarihli 19. celsesinde başvurucunun tutuklu olarak duruşmada hazır bulunduğu ancak daha önceki celselerde görev yürüttüğü anlaşılan başvurucu müdafii Av. Keleş Öztürk’ün duruşmaya katılamadığı için mesleki mazeretinin kabulüne karar verildiği, başvurucunun da bir sonraki celsede yazılı savunma vereceğini beyan ettiği, 14/8/2012 tarihli 20. celsede başvurucunun duruşmada hazır edilememesi nedeniyle duruşmanın 28/8/2012 tarihine ertelendiği, 28/8/2012 tarihli 21. (hüküm) celsesinde ise başvurucunun tutuklu olarak duruşmada hazır edildiği ve esas hakkındaki savunması sorulduğunda avukatı olmadan savunma yapmak istemediğini ve son sözü sorulunca da talebi olmadığını belirttiği ve bu duruşmada başvurucuya zorunlu müdafi atanması için mahkemece herhangi bir işlem yapılmadan cezalandırıldığı görülmektedir.

38. Gerekçeli kararda bu hususta aşağıdaki ifadeler yer almıştır:

“Mahkememizce sanık müdafilerinin 02.11.2010 tarihinden itibaren esas hakkındaki savunmalarını hazırlamak için süre talepleri Mahkememizce her defasınca sanık lehine düşünülerek savunma hakkının kısıtlanmaması amacıyla kabul edilmiştir. Sanık müdafiinin oturumlara katılmayarak mazeret taleplerinin yargılamaya uzatmaya matuf olduğu, dosyanın geçirmiş olduğu safahat nazara alınarak yerinde bulunmaya mazeretin reddine karar verilmiştir.

Sanık Tahir LAÇİN müdafii de karar oturumundan önceki oturumlarda müteaddit defa esas hakkındaki savunmalarını yapmış, karar oturumunda da duruşmaya katılmamış, mazeret de bildirmemiştir.”

39. Başvuru dosyasının incelenmesinden, başvurucu ve müdafiinin, birçok celsede yazılı ve sözlü savunmada bulunduğu, bu hususun başvurucu tarafından da kabul edildiği tespit edilmiştir. Diğer yandan başvurucu müdafilerinin 2/11/2010 tarihinden itibaren esas hakkındaki savunmalarını hazırlamak için süre talepleri, derece mahkemesince başvurucu lehine düşünülerek savunma hakkının kısıtlanmaması amacıyla kabul edilmiştir. Sonuç olarak yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında, başvurucunun müdafi yardımından etkili bir biçimde yararlandığı anlaşılmıştır.

40. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemez olduğuna karar verilebileceği belirtilmiştir.

41. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen, son savunmasında avukat yardımından yararlanmasına imkân verilmediği, zorunlu müdafi bulunmaksızın duruşma yapıldığı iddiaları yönünden bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Duruşmalı Yargılama Hakkının İhlal Edildiği İddiası

42. Başvurucu, temyiz incelemesinin duruşmasız olarak gerçekleştirildiğini ileri sürmüştür.

43. Anayasa’nın 141. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir.”

44. Anayasa'nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinde herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu, “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında ise mahkemelerde duruşmaların herkese açık olduğu, duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlakın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hâllerde karar verilebileceği düzenlemelerine yer verilmiştir.

45. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise herkesin davasının, kamuya açık olarak görülmesini isteme hakkına sahip olduğu, kararın aleni verileceği ancak demokratik bir toplum içinde ahlak, kamu düzeni veya ulusal güvenlik yararına, küçüklerin çıkarları veya bir davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veyahut aleniyetin adil yargılamaya zarar verebileceği kimi özel durumlarda ve mahkemece bunun kaçınılmaz olarak değerlendirildiği ölçüde, duruşma salonunun tüm dava süresince veya kısmen, basına ve dinleyicilere kapatılabileceği hükme bağlanmıştır.

46. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi de Anayasa'nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir (Nevruz Bozkurt, B. No: 2013/664, 17/9/2013, § 32). Buna göre duruşmaların kamuya açık olarak yürütülmesine ilişkin gereklilik, adil yargılanma hakkının en önemli güvencelerinden biri olup temel gayesi; kişileri, kamu denetiminden uzak, kapalı kapılar ardında yürütülmekte olan gizli bir yargılama ve bunun doğuracağı endişelerden korumaktır. Dolayısıyla yargılamanın şeffaflığı, mahkemeye duyulması gereken güvenin pekişmesini sağlamak ve davaların adil bir şekilde görülmesini temin etmek bakımından önemlidir.

47. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı, adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfîliği önlemektir. Bu yönüyle hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından birisini oluşturur. Özellikle ceza davalarında yargılamanın duruşmalı ve aleni yapılması silahların eşitliği ilkesinin ve savunma haklarının güvencesini oluşturur (Nevruz Bozkurt, § 32).

48. Diğer taraftan duruşmaların teorik olarak kamuya açık olması yeterli olmayıp bunun uygulamaya yansıtılması da bu güvencenin sağlanması için gereklidir. Bu bakımdan, davanın tarafları dışında, başta basın olmak üzere duruşmayı izlemek isteyen kişilerin duruşmaya katılımlarının kolaylaştırılmasına yönelik bir takım tedbirler alınması devletin görevidir. Bu kapsamda kamunun, duruşmanın yeri ve tarihi ile ilgili olarak bilgi sahibi olabilmesi, bu bilgilerin gizli tutulmaması ve duruşmanın icra edileceği yerin fiilen erişime açık olması gereklidir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Riepan/Avusturya, B. No. 35115/97, 14/11/2000, § 29).

49. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre duruşma yapmamayı haklı gösteren istisnai durumlar olmadığı sürece ilk ve tek derece mahkemesinin huzurundaki yargılamalarda, Sözleşme'nin 6/1. maddesi uyarınca "açık duruşma hakkı" beraberinde "duruşma isteme hakkı"nı da getirir (Hakansson ve Sturesson/İsveç, B. No: 11855/85, 21/2/1990, § 64).

50. Ancak “duruşmalı yargılama hakkı” her türlü yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz. Özellikle ilk derece mahkemeleri önünde duruşmalı yargılama yapılıp karar verildikten sonra kanun yolu incelemesinin, tarafların iddia veya savunmaları yazılı olarak alındıktan sonra dosya üzerinden yapılması hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (Nevruz Bozkurt, § 32).

51. UYAP üzerinden yapılan incelemede dava dosyasının Derece Mahkemesinin önünde incelenmesi aşamasında duruşma yapıldığı, tarafların iddia ve savunmalarını ortaya koyabildikleri görülmüştür. Duruşmalı inceleme yapılması istemi, süresinden sonra yapıldığı için Yargıtay tarafından reddedilmiştir.

52. Açıklanan nedenlerle duruşmalı yargılama hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Tanık Sorgulama ve Makul Sürede Yargılanma Haklarının İhlal Edildiği İddiaları

53. Başvurucu; duruşmada dinlenmeyen tanık beyanlarına dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulması, hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısımlarının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Tanık Sorgulama Hakkı

54. Başvurucu; benzer suçlardan başka dosyalarda yargılanan kişilerin kolluk beyanlarına dayanılarak hakkında mahkûmiyet hükmü kurulduğunu, bu kişilerle yüzleştirilmediğini, bu kişilere soru soramadığını, bu kişilerin beyanlarının yasak sorgu yöntemleriyle alınıp alınmadığının araştırılmadığını, bu kişilerin Mahkemece beyanlarının yeniden alınmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir.

55. Bakanlık görüşünde, delillerin kabul edilmesi ve tartışılmasına ilişkin takdirin derece mahkemelerine ait olduğu ve bu mahkemelerce olguların ve hukukun değerlendirilmesinde yapılan yanlışlıkların Anayasa’da güvence altına alınan haklar ve özgürlükler ihlal edilmediği müddetçe bireysel başvuruya konu edilemeyeceği ifade edilmiştir. Bakanlık, konuya ilişkin AİHM kararlarını hatırlatarak mahkeme önünde tanıklık yapmayan kişilerin beyanları dosyaya girdiği takdirde bu kişilerin tanık olarak kabul edileceklerini, başvurucunun bu tanıklara soru soramamasının silahların eşitliği ilkesini ihlal edebileceğini belirtmiştir.

56. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa'da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

57. Bir ceza yargılamasında sanığın aleyhine olan tanıkları sorguya çekmek veya çektirmek, lehine olan tanıkların da aleyhine olan tanıklarla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında düzenlenmiştir. Bu nedenlerle başvurucunun, başka davalarda yargılanan ve kendisinin aleyhine beyanda bulunan sanıkların hiçbirinin İlk Derece Mahkemesi önünde dinlenmediği yönündeki iddiasının Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında değerlendirilmesi gerekir.

58. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:

“(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;”

59. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde ilk olarak sanığın iddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme hakkı güvence altına alınmıştır. Kovuşturma sırasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için kural olarak bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kural istinasız olmamakla birlikte eğer bir mahkûmiyet sadece veya belirleyici ölçüde, sanığın soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise sanığın hakları Sözleşme'nin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur (Atila Oğuz Boyalı, B. No: 2013/99, 20/3/2014, § 46).

60. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde ikinci olarak sanığın, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla “aynı koşullar altında” davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı güvence altına alınmıştır. Sanığa tanınan bu güvence, silahların eşitliği ilkesinin bir gereğidir. Tanıkların dinlenmek üzere çağırılmasının uygun olup olmadığının değerlendirmesi kural olarak derece mahkemelerinin takdir yetkisi dâhilindedir. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi, sanığın lehine olan bütün tanıkların çağrılmasını ve dinlenmesini gerektirmez. Bu düzenlemenin esas amacı, sanığın “aynı koşullar altında” ve “silahların eşitliği ilkesi”ne uygun olarak tanık dinletme talebinde bulunabilmesinin sağlanmasıdır. Dolayısıyla bir sanığın bazı tanıkları dinletemediğinden şikâyet etmesi yeterli olmayıp ayrıca bu tanıkların dinlenmesinin hangi nedenlerle önemli olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması için neden gerekli olduğunu açıklamak suretiyle tanık dinletme talebini desteklemesi gerekmektedir (Atila Oğuz Boyalı, § 47).

61. AİHM’e göre ulusal hukuktaki nitelemeye bakılmaksızın “tanık” kavramının Sözleşme kapsamında özerk bir anlamı vardır (Damir Sibgatullin/Rusya, B. No: 1413/05, 24/04/2012, § 45). Bu kavram, duruma göre suç ortaklarını (Trofimov/Rusya, B. No: 1111/02, 4/12/2008, § 37), mağdurları (Vladimir Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 97) ve bilirkişi tanıklarını (Doorson/Hollanda, B. No: 20524/92, 26/3/1996, §§ 81, 82) da kapsayabilir. Bu bakımdan, duruşmada ister okunsun ister okunmasın, ifadeleri mahkeme önünde bulunan ve mahkeme tarafından dikkate alınan kişiler, Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi bakımından tanık olarak kabul edilmektedir (Kostovski/Hollanda, B. No: 11454/85, 20/11/1989, § 40).

62. AİHM, yukarıda bahsi geçen ilkelere ek olarak Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve aynı maddenin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinin sanığa, aleyhte ifade veren tanığın beyanlarına veya tanık ifadesinin alındığı sırada ya da yargılamanın daha sonraki bir aşamasında itiraz imkânı tanınması gerektiğini kabul etmektedir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93…, 23/4/1997, § 51; Lüdi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992, § 49; Hümmer/Almanya, B. No: 26171/07, 19/07/2012, § 38).

63. Somut başvuruda, başvurucu hakkında 12/4/2003 tarihli kolluk ifadesinde başvurucunun örgüt yöneticisi olup İstanbul’daki yasa dışı silahlı örgüt MLKP’ye ait üç hücreden ikincisinin komutanı olduğu ve kuyumcuya yönelik silahlı gasp olayında da bizzat olay yerinde olduğu yönünde ifade veren A.A. isimli tanığın, daha sonra sanık olarak yargılandığı İstanbul 4 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.2003/213 sayılı dosyasının duruşmasında, başvurucu aleyhine kollukta verdiği ifadesinin işkence altında alındığını belirterek kolluk ifadesini reddettiği anlaşılmıştır.

64. İstanbul 4 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.2003/213 sayılı dosyasından tefrik edilerek yürütülen bir yargılamaya yönelik ihlal iddiaları, daha önce başka bir başvuru kapsamında Anayasa Mahkemesince değerlendirilmiştir (Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014). A.A.nın beyanları, o başvuruya konu kararda da mahkûmiyete esas alınmıştır. Tanık A.A. beyanında, bir döviz bürosu ile banka şubesinin yağmalanması olaylarıyla ilgili olarak her iki başvurucunun da aleyhinde isnatlarda bulunmuştur.

65. Anayasa Mahkemesi, tanık A.A.nın beyanlarının anılan başvuruya (B. No: 2012/543) konu kararda hükme esas alınmasına ilişkin olarak aşağıdaki değerlendirmelerde bulunmuştur:

“66. Başvurucunun gerçekleştirdiği kabul edilen 4. Eylem (2/7/2002 günü Beşiktaş İlçesi Kuruçeşme Cemil Topuzlu Parkına bomba konulması), 5. Eylem (16/7/2002 günü Beyoğlu ilçesi Taksim Gezi Parkına bomba konulması), 6. Eylem (2/9/2002 günü Beşiktaş ilçesi Çırağan Caddesi Ç. Taksi durağı önündeki çöp bidonuna bomba konulması), 7. Eylem (6/9/2002 tarihinde Şişli ilçesi, Okmeydanı Mahmut Şevket Paşa Mahallesindeki kıraathaneye bomba konulması) ve 9. Eylem (17/3/2003 günü Maltepe ilçesi Cevizli Mahallesinde Adem Köse ve Hakkı Köse'ye ait silahların yağmalanması) ile ilgili olarak sanık A. A.'nın emniyet beyanı, kullandığı hücre evinde ele geçirilen silahlar ve bu silahlara ait ekspertiz raporları ve tüm dosya kapsamı mahkumiyete esas alınmıştır.

67. Başvurucunun işlediği sabit görülen 8. Eylem (24/1/2003 günü Eyüp ilçesi Rami Kuru Gıda Toptancılar Sitesinde bulunan A. Topçular Şube Müdürlüğünün silahla yağma edilmesi) ile ilgili olarak, sanık A. A.'nın emniyet beyanı, banka çalışanları S. D. G., F. K. ve G. E. ile bankada müşteri olarak bulunan N. Y.'ın video kamera görüntülerinde elinde uzun namlulu kaleşnikof markalı silah bulunan şahsın sanık Sami Özbil olduğuna ilişkin beyanı ile yine sanık Sami Özbil'in bu beyanlarını doğrulayan babasının emniyetteki beyanı, sanık A. A.'nın kullandığı hücre evinde ele geçirilen silahlar ve bu silahlara ait ekspertiz raporları ve tüm dosya kapsamı mahkumiyete esas alınmıştır.

68. Başvurucunun işlediği kabul edilen 1., 2. ve 3. eylemlerin sübutunun, başvurucunun daha sonra kabul etmediği kolluk beyanına ve eylemlerle ilgisi belirtilmeksizin arama sonucunda ele geçirilen patlayıcı maddelere ve diğer malzemelere dayandırıldığı, 4., 5., 6., 7. ve 9. Eylemlerin ise diğer sanık A.A.'nın daha sonra içeriğini kabul etmediği, müdafi olmaksızın alınan gözaltı ifadelerine ve bu sanığın ikametinde ele geçirilen malzemelere dayandırıldığı görülmektedir. Başvurucunun iştirak ettiği kabul edilen 8. Eylem ile ilgili olarak yine diğer sanık A.A.'nın daha sonra içeriğini kabul etmediği kolluk beyanı yanında tanık ifadelerinin hükme esas alındığı görülmektedir.

 ….

72. Başvurucuya isnat edilen suç kapsamındaki eylemlere ilişkin değerlendirmede kendisinin ve diğer sanıkların gözaltında müdafi olmaksızın ve baskı altında verildiği iddia edilen beyanlarının delil olarak kabul edildiği görülmektedir.

73. Başvurucunun diğer deliller yanında müdafi olmaksızın alınan ve daha sonra mahkemede doğrulanmayan ifadesi doğrultusunda anılan eylemleri gerçekleştirmek suretiyle isnat edilen suçtan mahkûmiyetine karar verildiği, gözaltında iken alınan bu ifadelerin mahkûmiyet için belirleyici biçimde kanıt olarak kullanıldığı, sonraki aşamalarda sağlanan müdafi yardımı ve yargılama usulünün diğer güvencelerinin soruşturmanın başında başvurucunun savunma hakkına verilen zararı gideremediği görülmektedir.

74. Yargılama devam ettiği sırada yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun'un 148. maddesi, hâkim veya mahkeme önünde doğrulanmayan müdafi yardımı sağlanmadan alınan kolluk beyanları bakımından kovuşturma aşamasında savunmanın etkinliğini sağlayacak nitelikte ise de, ilk derece yargılamasında bu husus tartışılmamış ve temyiz aşamasında da bu eksiklik telafi edilememiştir.

75. Gözaltı aşamasında avukata erişim imkânı sağlanmaması ve bu sırada elde edilen ifadelerin mahkûmiyet kararına esas alınması bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmemesi sonucunu doğurmuştur.

76. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.”

66. Başvurucu hakkındaki gerekçeli karar incelendiğinde adı geçen tanığın (A.A.) beyanlarının dışında, mahkûmiyet hükmüne esas olarak başka dosyalarda sanık konumunda bulunan şahısların başvurucu aleyhine verdiği ifadelerin de delil olarak kabul edildiği görülmüştür. Ancak bu tutanak ve belgelerden sanık (başvurucu) aleyhine sonuç çıkarma (atılı suçlar ile başvurucu arasında bağ kurma) anılan sanık beyanlarıyla olmuştur. Söz konusu beyanlar ise soruşturma aşamasında polis nezdinde şüpheli sıfatı ile verilen beyanlardır. İlk Derece Mahkemesi, bu kişileri duruşmaya çağırarak dinlemek yerine, ifadelerinin dosyaya konulmasıyla yetinmiştir. Söz konusu şahısların birçoğu yargılandıkları mahkemelerde yaptıkları savunmalarda hazırlık beyanlarının baskı ve zorlama altında alındığını ileri sürerek bu beyanlarını kabul etmemişlerdir. Başvurucu aleyhinde beyanlarını sürdüren tanık A.H.B. ise pişmanlık yasasından yararlanmış ve cezasından indirim yapılmıştır.

67. Başvurucu, duruşmalar safahatında (kovuşturma evresinde) ve temyiz dilekçesinde, aleyhinde beyanda bulunan bu sanıkların duruşmada dinlenilmesi yönünde talep ve itirazlarını dile getirmiştir. İlk Derece Mahkemesi, bu talepleri gerekçesiz olarak reddetmiş; Yargıtay, başvurucunun temyiz dilekçesinde bildirdiği bu taleplerle ilgili bir değerlendirme yapmaksızın yerel mahkeme kararını onamış ve başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmü kesinleşmiştir.

68. 5271 sayılı Kanun’un 211. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ancak tanık veya sanığın suç ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş olur veya bulunduğu yer öğrenilemezse tanık veya sanığın suç ortağının duruşmada hazır bulunması; hastalık, malullük veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre için olanaklı değilse ve ifadesinin önem derecesi itibarıyla tanığın duruşmada hazır bulunması gerekli sayılmıyorsa bu kişilerin dinlenmesi yerine, daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu belgeler okunabilir. Aynı maddenin (2) numaralı fıkrasına göre ise birinci fıkrada belirtilenlerin dışında kalan tutanakların okunması ancak Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanık veya müdafiinin birlikte rıza göstermesi ile mümkündür (Ali Rıza Telek, B. No: 2013/2630, 30/12/2014, § 49).

69. Başka bir deyişle ancak Kanun’da açıkça sayılan istisnai hâllerde, hükme esas alınacak olan tanıkların daha önceki beyanlarının duruşmada okunması ile yetinilebilir. Kanun’da yazılı istisnai hâller dışında tanıkların önceki beyanlarının duruşmada okunması ile yetinilmesi ise ancak sanığın açık muvafakati ile mümkündür (Ali Rıza Telek, § 50).

70. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, hükme esas aldığı beyanların sahipleri olan tanıkların duruşmada dinlenmesi için hiçbir girişimde bulunmamıştır. Dolayısıyla bu tanıkların 5271 sayılı Kanun’un 211. maddesinin (1) numaralı fıkrasında sayılan ve duruşmada dinlenmesi yerine önceki beyanlarının okunması ile yetinilebilecek tanıklar olup olmadığı araştırılmamıştır. Bu beyanların önem dereceleri itibarıyla da duruşmada okunmakla yetinilecek beyanlardan olduğu da kabul edilmiş değildir. Dahası başvurucu veya müdafiince hükme esas alınan tanıkların beyanlarının duruşmada okunulmakla yetinilmesine rıza gösterilmemiş, bahsi geçen tanıkların duruşmada dinlenilmesi talep edilmiştir.

71. Öte yandan başvurucu ve müdafii, hükme esas alınan ifade tutanaklarını görme ve bu ifadelerin kanıt olarak kullanılmasına karşı çıkma imkânına sahip olmuş olsalar bile böyle bir imkân, başvurucunun tanıkları sorgulayabileceği ve sorgulatabileceği şekilde huzura gelmelerinin ve doğrudan dinlenmelerinin yerini alamaz (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/9/2003, § 95). Çünkü yargılama öncesindeki sorgulamalar öncelikli olarak iddia makamının savlarını desteklemek üzere yapılan bir bilgi/delil toplama işlemidir. Somut olayda tanık sorgulama imkânı, duruşmada dinlenmeyen ve yalnızca başka davaların soruşturma evrelerinde verdikleri ifadelerle yetinilen tanıkların beyanlarının, olayın aydınlatılması açısından ağırlıklarının çok ciddi (kilit mahiyetinde) olması nedeniyle hayati önemdedir.

72. Başvurucunun mahkûmiyetinde belirleyici olan bu ifadeler bir avukat huzurunda alınmamış; Mahkeme, itiraz konusu olan bu ifadelerin alınma biçimini ve koşullarını tespit etmeye yönelik herhangi bir adım da atmamıştır. Dolayısıyla tek delil olmamakla beraber başvurucunun aleyhine belirleyici delil olan ve başvuranın mahkûm edilmesini mümkün kılan söz konusu tanık ifadelerinin güvenilirliği ve doğruluğu hakkında ciddi kuşkular bulunduğuna dair başvurucu iddialarının yersiz olduğu söylenemez.

73. İlk Derece Mahkemesi belirleyici ölçüde başka davaların soruşturma evrelerinde dinlenen ve başvurucu ile yüzleşmesi olanağı olup olmadığı araştırılmamış olan sanıkların beyanlarına dayanarak başvurucunun cezalandırılmasına karar vermiştir (bkz. § 12). Mahkûmiyet büyük ölçüde başvurucunun soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı kimseler tarafından verilen ifadelere dayandırılmış olduğundan ve savunma haklarının korunması için hiçbir tedbir alınmadığından başvurucunun hakları Anayasa’nın 36. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmıştır.

74. Bu sebeplerle başvurucunun, aleyhinde beyanda bulunan tanığı sorguya çekme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

75. Başvurucunun gerekçeli karar hakkı ile ilgili iddialarının bir kısmı bu başlık altında değerlendirilerek ihlal kararı verildiğinden bu iddia yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.

b. Makul Sürede Yargılanma Hakkı

76. Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

77. Bakanlık tarafından, benzer nitelikteki başvurulara ilişkin daha önce bildirilmiş olan görüşlere atıfta bulunularak görüş sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir.

78. Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18) Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

79. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).

80. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında "silahlı terör örgütüne üye olma" suçunu işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suçlar 5237 sayılı Kanun’un ilgili maddesinde hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvencesi kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E., § 32).

81. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun gözaltına alındığı 1/10/2004’tür. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı; yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).

82. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 1/10/2004 tarihinde başvurucunun gözaltına alınarak 5/10/2004 tarihinde sorgusunun yapılmasından sonra tutuklandığı, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 15/3/2005 tarihli iddianamesi ile başvurucu ve diğer şüpheli hakkında açılan kamu davası sonunda Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince 28/8/2012 tarihinde verilen mahkûmiyet kararının, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/7/2013 tarihli ilamıyla onandığı anlaşılmıştır.

83. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B.E., §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40).

84. Başvuruya konu davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve yaklaşık dokuz yıldır devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

85. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

86. Başvurucu, yargılama makul sürede sonuçlandırılmadığı için 250.000 TL manevi, 10.278 TL maddi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

87. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

88. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık dokuz yıldır devam eden yargılama süresi dikkate alındığında yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 6.650 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

89. Başvurucu, uğradığı maddi zararların tazmin edilmesi talebinde de bulunmuştur. Başvurucu, uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamıştır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tazminat talebi arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmayan başvurucunun maddi tazminat talebi reddedilmelidir.

90. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesine ilişkin esaslar çerçevesinde adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

91. Tanık sorgulama hakkı yönünden tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmakta olup ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından hukuki yarar bulunduğundan yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

92. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1.  1. Son savunmasında avukat yardımından yararlanmasına imkân verilmediği, zorunlu müdafi bulunmaksızın duruşma yapıldığına ilişkin iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması,

2. Duruşmalı yargılama hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Tanık sorgulama ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

  1.  Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan tanık sorgulama ve makul sürede yargılanma haklarının İHLAL EDİLDİĞİNE,
  2.  Tanık sorgulama hakkı kapsamında tespit edilen ihlal yönünden, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,
  3.  Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmesi nedeniyle başvurucuya net 6.650 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
  4.  198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
  5.  Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına

5/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

TAHİR LAÇİN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/7011)

 

Karar Tarihi: 5/112015

R.G. Tarih ve Sayı: 15/1/2016-29594

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Alparslan ALTAN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

Raportör

:

Akif YILDIRIM

Başvurucu

:

Tahir LAÇİN

Vekilleri

:

Av. Faruk Nafiz ERTEKİN

 

 

Av. Keleş ÖZTÜRK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; başka bir davada yargılanan kişilerin kolluk beyanlarına dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulması, son savunmada müdafi yardımından yararlanılmasına imkân verilmemesi, zorunlu müdafi bulunmaksızın duruşma yapılması, yargılamanın sonucunun adil olmaması, derece mahkemesi kararlarının gerekçesiz olması ve yargılamanın makul sürede bitirilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 16/9/2013 tarihinde yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 15/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 19/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Bakanlığın yazılı görüşü 21/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur.

6. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 11/9/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 15/9/2015 tarihinde beyanlarını sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, 1/10/2004 tarihinde terör örgütüne üye olma suçlamasıyla gözaltına alınmış ve 5/10/2005 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesi alındıktan sonra yasa dışı Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) adlı örgütün üyesi olma suçundan Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanmıştır.

9. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 15/3/2005 tarihli ve E.2005/5190-62 sayılı iddianamesi ile başvurucu hakkında “silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışma, silahlı terör örgütüne üye olma” suçlarından kamu davası açılmıştır.

10. Başvurucu hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2005/91 sayılı dosyası kapsamında verilen karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 6/5/2009 tarihli ve E.2008/17004, K.2009/5508 sayılı ilamı ile bozulmuştur.

11. Bozma sonrasında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/8/2012 tarihli ve E.2009/275, K.2012/159 sayılı kararı ile başvurucunun “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını tağyir, tebdil veya ilgaya teşebbüs etmek” suçundan müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

12. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “…

Sanık Tahir LAÇİN’in [Başvurucu] yasadışı silahlı MLKP (Marksist Leninist Komünist Partisi) terör örgütünün askeri yapılanması olan FESK (Fakirlerin. Ezilenlerin Silahlı Kuvvetleri) içerisinde üst düzey konumda yönetici olduğu, Lübnan Ülkesinde bulunan Beka Vadisinde askeri eğitim gördüğü, örgüt içerisinde Erzincan-Tunceli kırsalı ile İstanbul İlinde şehir yapılanmasında silahlı faaliyet yürüttüğü, örgüte eleman kazandırdığı, örgüt içerisinde gerçek kimliğinin ortaya çıkmasını engellemek ve gizliliğini temin etmek maksadıyla Müslüm kod adını kullandığı, öncesinde yasadışı terör örgütü üyesi olmak suçundan dolayı İstanbul DGM’de yargılanarak eylemine uyan 765 sayılı TCK’nın 168/2. maddesi gereğince neticeten 12 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, iş bu dava nedeniyle 1996 yılı ile 2000 yılları arasında tutuklu kalıp 2000 yılında tahliye olduğu, sanığın yakalandığı tarihe kadar eylem ve faaliyetlerine devam ettiği, sanığın diğer örgütün üst düzey yönetici konumunda bulunan sanıklar N. Ş. ve M. Ç. ile birlikte hareket ederek örgüt evinde kullanılmak üzere diğer iki sanıkla birlikte kullanılmış ev eşyası satan tanıklar H. G. ve S. G.’den ikinci el ev eşyası aldığı, yine diğer iki sanıkla birlikte Eskişehir-Ankara karayolunun 30. kilometresinde giderken araç içerisinde yakalandıkları, sanık Tahir’in üzerinde hakkındaki adli ve cezai kovuşturmadan kurtulmak maksadıyla kendi resminin basılı olduğu E. A. sahte kimliğiyle yakalandığı hususu sübuta ermiştir.

Sanığın örgüte katılımından yakalandığı güne kadar iştirak etmiş olduğu ve gerçekleştirmiş olduğu sübuta eren eylemlerini, yasadışı silahlı MLKP terör örgütünün faaliyetleri çerçevesinde gerçekleştirmiş olup vahamet arzedici nitelikte olduğu, bu itibarla sanık Tahir LAÇİN’in üyesi bulunduğu yasadışı silahlı MLKP terör örgütünün amaç ve faaliyetleri doğrultusunda, cebir ve şiddet kullanmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya, bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs amacına yönelik olarak vahamet arz eden olayları gerçekleştirdiği, sanığın sübûtu kabul olunan eylemlerinin amaç suçun işlenmesi doğrultusundaki örgütsel bağlılık ile ülke genelindeki organik bütünlüğe göre, amacı gerçekleştirme tehlikesi yaratabilecek nitelikte olduğu belirlenerek sanığın eylemine uyan ve lehine olan 765 Sayılı TCK’nın 125. maddesine göre; "Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını tağyir, tebdil veya ilgaya teşebbüs etmek" suçundan mahkûmiyeti cihetine gidilmiştir.

Sanık Tahir LAÇİN soruşturma ve kovuşturma aşamasında mahkememizde alınan savunmasında atılı suçlamayı inkâr etmişse de sanık hakkında beyanda bulunan örgüt mensuplarının beyanlarında (A. A., Ş. G., A. H. B., O. N. O. ve C. K.) sanığın İstanbul ili ile Erzincan-Tunceli kırsalında faaliyet gösterdiğini ifade ettikleri, yine sanığın örgüte eleman kazandırdığı, yakalandığı tarihte örgütün üst düzey yöneticileri konumunda olan diğer sanıklar N. Ş. ve M. Ç. ile birlikte, E. A. adına düzenlenmiş sahte kimlikle yakalandığı hususu hep birlikte değerlendirildiğinde, sanığın atılı suçu işlediği kanaatine varılarak sanığın kendisini suçtan ve cezadan kurtarmaya yönelik savunmasına itibar edilmemiştir.

Yasadışı silahlı MLKP terör örgütü üyesi ve yöneticisi konumunda olan sanık Tahir LAÇİN’in örgütte bulunduğu süre içerisinde katılmış olduğu ve gerçekleştirmiş olduğu eylemlerin Mahkememizce değerlendirilmesinde;

- 18. 12.2002 tarihinde İstanbul İli Kadıköy İlçesi Söğütlüçeşme tren istasyonu üzerinde bulunan yaya üst geçidine, 19 ARALIK’IN HESABINI SORACAĞIZ – MLKP ibaresi yazılı üzerinde şüpheli paket bulunan pankart asma eylemine diğer örgüt mensuplarıyla birlikte iştirak ederek bombayı Müslüm kod adlı sanık Tahir LAÇİN’in hazırlayıp olay yerine getirdiği,

- 24. 01.2003 tarihinde İstanbul İli Eyüp İlçesi Rami Kuru Gıda Toptancılar sitesinde bulunan …bank Topçular Şubesinin silahla soyulması ve güvenlik görevlisinin silahının gasbedilmesi eylemine diğer örgüt mensuplarıyla birlikte maskeli ve silahlı olarak iştirak ettiği,

- 17. 03.2003 tarihinde İstanbul İli Maltepe İlçesi Cevizli Mahallesi Atilla Sok. No.9 sayılı yerdeki döviz bürosu sahiplerinden mağdurlar H. K., A. K. ve F. K.’ye ait para ve 3 adet tabancanın gasp edilmesi eylemine diğer örgüt mensuplarıyla birlikte iştirak ettiği hususu sübuta ermiştir.

Sanık Tahir LAÇİN her ne kadar bu eylemlere katılmadığını inkâr etmişse de iş bu ortak eylemlerden dolayı yargılanan A. A.’nın aşama beyanları ve yine A. A.’nın yargılandığı İstanbul (CMK.nun 250. maddesiyle yetkili) 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 04.05.2011 tarih ve 2003/213 Esas, 20184 Karar sayılı dava dosyasında da iş bu eylemlere ilişkin eylem evrakları ve dosyamızdaki evrakların birbirleriyle uyumluluk arzettiği, iş bu eylemlerin İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince dosyanın sanığı sanık A. A.’nın yönünden sübut kabul edilmiş olup ayrıca 17.03.2003 tarihinde Maltepe İlçesi … semtindeki mağdurlar K. kardeşlerden gasbedilen üç silahtan mağdur A. K.’den gasbedilen seri numaraları silinmeye çalışılmış 9 mm çaplı Belçika yapısı ruhsatlı tabancanın örgüte ait evde yapılan aramada ele geçirilmiş olması kül halinde değerlendirildiğinde, sanığın kendisini suçtan ve cezadan kurtarmak maksadıyla inkâra yönelik savunmasına itibar edilmemiştir.

…”

13. Temyiz üzerine Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/8/2012 tarihli kararı, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/7/2013 tarihli ve E.2013/4821, K.2013/10539 sayılı ilamı ile onanmıştır.

14. Başvurucu, onama kararını 3/9/2013 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir.

15. Bireysel başvuru 16/9/2013 tarihinde yapılmıştır.

B. İlgili Hukuk

16. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 146. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Türkiye Cumhuriyeti Teşkilâtı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs edenler, Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olur.”

17. 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Müdafi görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlem ve müdafilik görevinden yasaklanma” kenar başlıklı 151. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) 150 nci madde hükmüne göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir.

(2) Eğer yeni müdafi savunmasını hazırlamak için yeterli zaman olmadığını açıklarsa oturum ertelenir.

…”

18. 5271 sayılı Kanun’un “Sanığın savunma delillerinin toplanması istemi” kenar başlıklı 177. maddesi şöyledir:

“(1) Sanık, tanık veya bilirkişinin davetini veya savunma delillerinin toplanmasını istediğinde, bunların ilişkin olduğu olayları göstermek suretiyle bu husustaki dilekçesini duruşma gününden en az beş gün önce mahkeme başkanına veya hâkime verir.

(2) Bu dilekçe üzerine verilecek karar, kendisine derhâl bildirilir.

(3) Sanığın kabul edilen istemleri, Cumhuriyet savcısına da bildirilir.”

19. 5271 sayılı Kanun’un “Çağrılması reddedilen tanığın ve uzman kişinin doğrudan mahkemeye getirilmesi” kenar başlıklı 178. maddesi şöyledir:

“(1) Mahkeme başkanı veya hâkim, sanığın veya katılanın gösterdiği tanık veya uzman kişinin çağrılması hakkındaki dilekçeyi reddettiğinde, sanık veya katılan o kişileri mahkemeye getirebilir. Bu kişiler duruşmada dinlenir.”

20. 5271 sayılı Kanun’un “Tanık ve bilirkişinin naiple veya istinabe yoluyla dinlenmeleri” kenar başlıklı 180. maddesi şöyledir:

“(1) Hastalık veya malûllük veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle bir tanık veya bilirkişinin uzun ve önceden bilinmeyen bir zaman için duruşmada hazır bulunmasının olanaklı bulunmayacağı anlaşılırsa, mahkeme onun bir naiple veya istinabe yoluyla dinlenmesine karar verebilir.

(2) Bu hüküm, konutlarının yetkili mahkemenin yargı çevresi dışında bulunmasından dolayı getirilmesi zor olan tanık ve bilirkişinin dinlenmesinde de uygulanır.

(3) Davayı görmekte olan mahkeme, zorunluluk olmadıkça, büyükşehir belediye sınırları içerisinde bulunan şikâyetçi, katılan, sanık, müdafi veya vekil, tanık ve bilirkişilerin istinabe yoluyla dinlenmesine karar veremez.

(4) İstinabe olunan mahkeme, büyükşehir belediye sınırları içerisinde ise, ilgililer kendi yargı çevresinde bulunmasa da büyükşehir belediye sınırları içerisinde yerine getirilmesi gereken istinabe evrakını geri çevirmeksizin gereğini yapar.

(5) Yukarıdaki fıkralar içeriğine göre tanık veya bilirkişinin aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle dinlenebilmeleri olanağının varlığı hâlinde bu yöntem uygulanarak ifade alınır. Buna olanak verecek teknik donanımın kurulmasına ve kullanılmasına ilişkin esas ve usuller yönetmelikte gösterilir.”

21. 5271 sayılı Kanun’un “Doğrudan soru yöneltme ” kenar başlıklı 201. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(1) Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir.”

22. 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin ortaya konulması ve reddi” kenar başlıklı 206. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

“Cumhuriyet savcısı ile sanık veya müdafii birlikte rıza gösterirlerse, tanığın dinlenmesinden veya başka herhangi bir delilin ortaya konulmasından vazgeçilebilir.”

23. 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunması zorunlu belge ve tutanaklar” kenar başlıklı 209. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Naip veya istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu tutanakları, naip veya istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade tutanakları ile muayene ve keşif tutanakları gibi delil olarak kullanılacak belgeler ve diğer yazılar, adlî sicil özetleri ve sanığın kişisel ve ekonomik durumuna ilişkin bilgilerin yer aldığı belgeler, duruşmada okunur.”

24. 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunmayacak belgeler” kenar başlıklı 210. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise, bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez.”

25. 5271 sayılı Kanun’un “Duruşmada okunmasıyla yetinilebilecek belgeler” kenar başlıklı 211. maddesi şöyledir:

“(1) a) Tanık veya sanığın suç ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş olur veya bulunduğu yer öğrenilemezse,

b) Tanık veya sanığın suç ortağının duruşmada hazır bulunması, hastalık, malûllük veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre için olanaklı değilse,

c) İfadesinin önem derecesi itibarıyla tanığın duruşmada hazır bulunması gerekli sayılmıyorsa,

Bu kişilerin dinlenmesi yerine, daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu belgeler okunabilir.

(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanık veya müdafii birinci fıkrada belirtilenlerin dışında kalan tutanakların okunmasına birlikte rıza gösterebilirler.”

26. 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı 217. maddesi şöyledir:

“(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.

(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Mahkemenin 5/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 18/9/2013 tarihli ve 2013/7011 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

28. Başvurucu; son savunmasında avukat yardımından yararlanmasına imkân verilmediğini, duruşmanın zorunlu müdafi bulunmaksızın yapıldığını, temyiz incelemesinin duruşmasız olarak gerçekleştirildiğini, başka suçlardan başka dosyalarda yargılanan kişilerin kolluk beyanlarına dayanarak mahkûm edildiğini, bu tanıkları sorgulama imkânı bulamadığını, bozma ilamında belirtilen hususların bozma sonrasındaki yargılama aşamasında dikkate alınmadığını, atılı suçu nasıl işlediğine dair somut delil ortaya konulamamasına rağmen mahkûm edildiğini, yargılanması sırasında çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerine uyulmadığını, yargılamasının uzun sürdüğünü, mahkeme kararlarının gerekçelerinin yeterli olmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; yargılamanın yenilenmesi ve tazminat taleplerinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Başvurucunun, Son Savunmasında Avukat Yardımından Yararlanmasına İmkan Verilmediği, Zorunlu Müdafi Bulunmaksızın Duruşma Yapıldığı İddiaları

29. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Adnan Oktar, B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 20).

30. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi şöyledir:

“(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;”

31. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendindeki düzenlemede isnat altında bulunan kişi, savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bu haklar; kendisini bizzat savunma, kendisinin seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafiye sahip olmak için gerekli mali olanaktan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması devlet tarafından talep edilemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983).

32. Müdafi, 5271 sayılı Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinde, şüpheli veya sanığın ceza yargılamasında savunmasını yapan avukat olarak tanımlanmaktadır. Şüpheli veya sanığın, müdafii aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma olanağına sahip olduğu hâllerde görev yapan müdafi, ihtiyari müdafi; görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafidir (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/1/2011 tarihli ve E.2011/10-182, K.2011/204 sayılı kararı).

33. Müdafi yardımından yararlanma hakkının adil yargılanma hakkı temelinde önemi, suç isnadı altında olan kişinin bu haktan yararlandırılması yönünde devletin pozitif bir yükümlülüğü olduğunun kabul edilmesidir. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi; Sözleşme’ye taraf devletleri, suç isnadı altındaki kişi müdafiye sahip olmak için gerekli mali olanaktan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse suç isnadı altındaki kişiyi resen atanacak bir müdafi yardımından yararlandırma yükümlülüğü altına sokmuştur (Kazım Albayrak, B. No: 2014/3836, 17/9/2014, § 31).

34. Bu bağlamda müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın; çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması, soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi, resmî bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması, tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmesi, davranışları nedeniyle hazır bulunması hâlinde duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokan sanığın yokluğunda duruşma yapılması ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması hâllerinde şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/1/2011 tarihli ve E.2011/10-182, K.2011/204 sayılı kararı).

35. 5271 sayılı Kanun’un 150. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse istemi hâlinde bir müdafi görevlendirilir. 5271 sayılı Kanun’un 151. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre sanığa atanan müdafi, duruşmaya gelmez veya duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapmak zorundadır.

36. Diğer yandan müdafi ile temsil edilme hakkı bakımından önemli olan, yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında başvurucunun müdafi yardımından etkili bir biçimde yararlanmış olmasıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İmbrioscia/İsviçre, B. No: 13972/88, 24/11/1993, § 41).

37. Somut olayda, yargılamanın 7/8/2012 tarihli 19. celsesinde başvurucunun tutuklu olarak duruşmada hazır bulunduğu ancak daha önceki celselerde görev yürüttüğü anlaşılan başvurucu müdafii Av. Keleş Öztürk’ün duruşmaya katılamadığı için mesleki mazeretinin kabulüne karar verildiği, başvurucunun da bir sonraki celsede yazılı savunma vereceğini beyan ettiği, 14/8/2012 tarihli 20. celsede başvurucunun duruşmada hazır edilememesi nedeniyle duruşmanın 28/8/2012 tarihine ertelendiği, 28/8/2012 tarihli 21. (hüküm) celsesinde ise başvurucunun tutuklu olarak duruşmada hazır edildiği ve esas hakkındaki savunması sorulduğunda avukatı olmadan savunma yapmak istemediğini ve son sözü sorulunca da talebi olmadığını belirttiği ve bu duruşmada başvurucuya zorunlu müdafi atanması için mahkemece herhangi bir işlem yapılmadan cezalandırıldığı görülmektedir.

38. Gerekçeli kararda bu hususta aşağıdaki ifadeler yer almıştır:

“Mahkememizce sanık müdafilerinin 02.11.2010 tarihinden itibaren esas hakkındaki savunmalarını hazırlamak için süre talepleri Mahkememizce her defasınca sanık lehine düşünülerek savunma hakkının kısıtlanmaması amacıyla kabul edilmiştir. Sanık müdafiinin oturumlara katılmayarak mazeret taleplerinin yargılamaya uzatmaya matuf olduğu, dosyanın geçirmiş olduğu safahat nazara alınarak yerinde bulunmaya mazeretin reddine karar verilmiştir.

Sanık Tahir LAÇİN müdafii de karar oturumundan önceki oturumlarda müteaddit defa esas hakkındaki savunmalarını yapmış, karar oturumunda da duruşmaya katılmamış, mazeret de bildirmemiştir.”

39. Başvuru dosyasının incelenmesinden, başvurucu ve müdafiinin, birçok celsede yazılı ve sözlü savunmada bulunduğu, bu hususun başvurucu tarafından da kabul edildiği tespit edilmiştir. Diğer yandan başvurucu müdafilerinin 2/11/2010 tarihinden itibaren esas hakkındaki savunmalarını hazırlamak için süre talepleri, derece mahkemesince başvurucu lehine düşünülerek savunma hakkının kısıtlanmaması amacıyla kabul edilmiştir. Sonuç olarak yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında, başvurucunun müdafi yardımından etkili bir biçimde yararlandığı anlaşılmıştır.

40. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemez olduğuna karar verilebileceği belirtilmiştir.

41. Açıklanan nedenlerle başvurucu tarafından ileri sürülen, son savunmasında avukat yardımından yararlanmasına imkân verilmediği, zorunlu müdafi bulunmaksızın duruşma yapıldığı iddiaları yönünden bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Duruşmalı Yargılama Hakkının İhlal Edildiği İddiası

42. Başvurucu, temyiz incelemesinin duruşmasız olarak gerçekleştirildiğini ileri sürmüştür.

43. Anayasa’nın 141. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir.”

44. Anayasa'nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinde herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu, “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında ise mahkemelerde duruşmaların herkese açık olduğu, duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlakın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hâllerde karar verilebileceği düzenlemelerine yer verilmiştir.

45. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise herkesin davasının, kamuya açık olarak görülmesini isteme hakkına sahip olduğu, kararın aleni verileceği ancak demokratik bir toplum içinde ahlak, kamu düzeni veya ulusal güvenlik yararına, küçüklerin çıkarları veya bir davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veyahut aleniyetin adil yargılamaya zarar verebileceği kimi özel durumlarda ve mahkemece bunun kaçınılmaz olarak değerlendirildiği ölçüde, duruşma salonunun tüm dava süresince veya kısmen, basına ve dinleyicilere kapatılabileceği hükme bağlanmıştır.

46. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi de Anayasa'nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir (Nevruz Bozkurt, B. No: 2013/664, 17/9/2013, § 32). Buna göre duruşmaların kamuya açık olarak yürütülmesine ilişkin gereklilik, adil yargılanma hakkının en önemli güvencelerinden biri olup temel gayesi; kişileri, kamu denetiminden uzak, kapalı kapılar ardında yürütülmekte olan gizli bir yargılama ve bunun doğuracağı endişelerden korumaktır. Dolayısıyla yargılamanın şeffaflığı, mahkemeye duyulması gereken güvenin pekişmesini sağlamak ve davaların adil bir şekilde görülmesini temin etmek bakımından önemlidir.

47. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı, adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfîliği önlemektir. Bu yönüyle hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından birisini oluşturur. Özellikle ceza davalarında yargılamanın duruşmalı ve aleni yapılması silahların eşitliği ilkesinin ve savunma haklarının güvencesini oluşturur (Nevruz Bozkurt, § 32).

48. Diğer taraftan duruşmaların teorik olarak kamuya açık olması yeterli olmayıp bunun uygulamaya yansıtılması da bu güvencenin sağlanması için gereklidir. Bu bakımdan, davanın tarafları dışında, başta basın olmak üzere duruşmayı izlemek isteyen kişilerin duruşmaya katılımlarının kolaylaştırılmasına yönelik bir takım tedbirler alınması devletin görevidir. Bu kapsamda kamunun, duruşmanın yeri ve tarihi ile ilgili olarak bilgi sahibi olabilmesi, bu bilgilerin gizli tutulmaması ve duruşmanın icra edileceği yerin fiilen erişime açık olması gereklidir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Riepan/Avusturya, B. No. 35115/97, 14/11/2000, § 29).

49. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre duruşma yapmamayı haklı gösteren istisnai durumlar olmadığı sürece ilk ve tek derece mahkemesinin huzurundaki yargılamalarda, Sözleşme'nin 6/1. maddesi uyarınca "açık duruşma hakkı" beraberinde "duruşma isteme hakkı" da getirir (Hakansson ve Sturesson/İsveç, B. No: 11855/85, 21/2/1990, § 64).

50. Ancak “duruşmalı yargılama hakkı” her türlü yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz. Özellikle ilk derece mahkemeleri önünde duruşmalı yargılama yapılıp karar verildikten sonra kanun yolu incelemesinin, tarafların iddia veya savunmaları yazılı olarak alındıktan sonra dosya üzerinden yapılması hâlinde adil yargılanma hakkının ihlalinden söz edilemez (Nevruz Bozkurt, § 32).

51. UYAP üzerinden yapılan incelemede dava dosyasının Derece Mahkemesinin önünde incelenmesi aşamasında duruşma yapıldığı, tarafların iddia ve savunmalarını ortaya koyabildikleri görülmüştür. Duruşmalı inceleme yapılması istemi, süresinden sonra yapıldığı için Yargıtay tarafından reddedilmiştir.

52. Açıklanan nedenlerle duruşmalı yargılama hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Tanık Sorgulama ve Makul Sürede Yargılanma Haklarının İhlal Edildiği İddiaları

53. Başvurucu; duruşmada dinlenmeyen tanık beyanlarına dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulması, hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısımlarının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Tanık Sorgulama Hakkı

54. Başvurucu; benzer suçlardan başka dosyalarda yargılanan kişilerin kolluk beyanlarına dayanılarak hakkında mahkûmiyet hükmü kurulduğunu, bu kişilerle yüzleştirilmediğini, bu kişilere soru soramadığını, bu kişilerin beyanlarının yasak sorgu yöntemleriyle alınıp alınmadığının araştırılmadığını, bu kişilerin Mahkemece beyanlarının yeniden alınmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir.

55. Bakanlık görüşünde, delillerin kabul edilmesi ve tartışılmasına ilişkin takdirin derece mahkemelerine ait olduğu ve bu mahkemelerce olguların ve hukukun değerlendirilmesinde yapılan yanlışlıkların Anayasa’da güvence altına alınan haklar ve özgürlükler ihlal edilmediği müddetçe bireysel başvuruya konu edilemeyeceği ifade edilmiştir. Bakanlık, konuya ilişkin AİHM kararlarını hatırlatarak mahkeme önünde tanıklık yapmayan kişilerin beyanları dosyaya girdiği takdirde bu kişilerin tanık olarak kabul edileceklerini, başvurucunun bu tanıklara soru soramamasının silahların eşitliği ilkesini ihlal edebileceğini belirtmiştir.

56. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa'da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

57. Bir ceza yargılamasında sanığın aleyhine olan tanıkları sorguya çekmek veya çektirmek, lehine olan tanıkların da aleyhine olan tanıklarla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında düzenlenmiştir. Bu nedenlerle başvurucunun, başka davalarda yargılanan ve kendisinin aleyhine beyanda bulunan sanıkların hiçbirinin İlk Derece Mahkemesi önünde dinlenmediği yönündeki iddiasının Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi kapsamında değerlendirilmesi gerekir.

58. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:

“(3) Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;”

59. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde ilk olarak sanığın iddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme hakkı güvence altına alınmıştır. Kovuşturma sırasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için kural olarak bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kural istinasız olmamakla birlikte eğer bir mahkûmiyet sadece veya belirleyici ölçüde, sanığın soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise sanığın hakları Sözleşme'nin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur (Atila Oğuz Boyalı, B. No: 2013/99, 20/3/2014, § 46).

60. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde ikinci olarak sanığın, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla “aynı koşullar altında” davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı güvence altına alınmıştır. Sanığa tanınan bu güvence, silahların eşitliği ilkesinin bir gereğidir. Tanıkların dinlenmek üzere çağırılmasının uygun olup olmadığının değerlendirmesi kural olarak derece mahkemelerinin takdir yetkisi dâhilindedir. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi, sanığın lehine olan bütün tanıkların çağrılmasını ve dinlenmesini gerektirmez. Bu düzenlemenin esas amacı, sanığın “aynı koşullar altında” ve “silahların eşitliği ilkesi”ne uygun olarak tanık dinletme talebinde bulunabilmesinin sağlanmasıdır. Dolayısıyla bir sanığın bazı tanıkları dinletemediğinden şikâyet etmesi yeterli olmayıp ayrıca bu tanıkların dinlenmesinin hangi nedenlerle önemli olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması için neden gerekli olduğunu açıklamak suretiyle tanık dinletme talebini desteklemesi gerekmektedir (Atila Oğuz Boyalı, § 47).

61. AİHM’e göre ulusal hukuktaki nitelemeye bakılmaksızın “tanık” kavramının Sözleşme kapsamında özerk bir anlamı vardır (Damir Sibgatullin/Rusya, B. No: 1413/05, 24/04/2012, § 45). Bu kavram, duruma göre suç ortaklarını (Trofimov/Rusya, B. No: 1111/02, 4/12/2008, § 37), mağdurları (Vladimir Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 97) ve bilirkişi tanıklarını (Doorson/Hollanda, B. No: 20524/92, 26/3/1996, §§ 81, 82) da kapsayabilir. Bu bakımdan, duruşmada ister okunsun ister okunmasın, ifadeleri mahkeme önünde bulunan ve mahkeme tarafından dikkate alınan kişiler, Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi bakımından tanık olarak kabul edilmektedir (Kostovski/Hollanda, B. No: 11454/85, 20/11/1989, § 40).

62. AİHM, yukarıda bahsi geçen ilkelere ek olarak Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve aynı maddenin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinin sanığa, aleyhte ifade veren tanığın beyanlarına veya tanık ifadesinin alındığı sırada ya da yargılamanın daha sonraki bir aşamasında itiraz imkânı tanınması gerektiğini kabul etmektedir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93…, 23/4/1997, § 51; Lüdi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15/6/1992, § 49; Hümmer/Almanya, B. No: 26171/07, 19/07/2012, § 38).

63. Somut başvuruda, başvurucu hakkında 12/4/2003 tarihli kolluk ifadesinde başvurucunun örgüt yöneticisi olup İstanbul’daki yasa dışı silahlı örgüt MLKP’ye ait üç hücreden ikincisinin komutanı olduğu ve kuyumcuya yönelik silahlı gasp olayında da bizzat olay yerinde olduğu yönünde ifade veren A.A. isimli tanığın, daha sonra sanık olarak yargılandığı İstanbul 4 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.2003/213 sayılı dosyasının duruşmasında, başvurucu aleyhine kollukta verdiği ifadesinin işkence altında alındığını belirterek kolluk ifadesini reddettiği anlaşılmıştır.

64. İstanbul 4 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.2003/213 sayılı dosyasından tefrik edilerek yürütülen bir yargılamaya yönelik ihlal iddiaları, daha önce başka bir başvuru kapsamında Anayasa Mahkemesince değerlendirilmiştir (Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014). A.A.nın beyanları, o başvuruya konu kararda da mahkûmiyete esas alınmıştır. Tanık A.A. beyanında, bir döviz bürosu ile banka şubesinin yağmalanması olaylarıyla ilgili olarak her iki başvurucunun da aleyhinde isnatlarda bulunmuştur.

65. Anayasa Mahkemesi, tanık A.A.nın beyanlarının anılan başvuruya (B. No: 2012/543) konu kararda hükme esas alınmasına ilişkin olarak aşağıdaki değerlendirmelerde bulunmuştur:

“66. Başvurucunun gerçekleştirdiği kabul edilen 4. Eylem (2/7/2002 günü Beşiktaş İlçesi Kuruçeşme Cemil Topuzlu Parkına bomba konulması), 5. Eylem (16/7/2002 günü Beyoğlu ilçesi Taksim Gezi Parkına bomba konulması), 6. Eylem (2/9/2002 günü Beşiktaş ilçesi Çırağan Caddesi Ç. Taksi durağı önündeki çöp bidonuna bomba konulması), 7. Eylem (6/9/2002 tarihinde Şişli ilçesi, Okmeydanı Mahmut Şevket Paşa Mahallesindeki kıraathaneye bomba konulması) ve 9. Eylem (17/3/2003 günü Maltepe ilçesi Cevizli Mahallesinde Adem Köse ve Hakkı Köse'ye ait silahların yağmalanması) ile ilgili olarak sanık A. A.'nın emniyet beyanı, kullandığı hücre evinde ele geçirilen silahlar ve bu silahlara ait ekspertiz raporları ve tüm dosya kapsamı mahkumiyete esas alınmıştır.

67. Başvurucunun işlediği sabit görülen 8. Eylem (24/1/2003 günü Eyüp ilçesi Rami Kuru Gıda Toptancılar Sitesinde bulunan A. Topçular Şube Müdürlüğünün silahla yağma edilmesi) ile ilgili olarak, sanık A. A.'nın emniyet beyanı, banka çalışanları S. D. G., F. K. ve G. E. ile bankada müşteri olarak bulunan N. Y.'ın video kamera görüntülerinde elinde uzun namlulu kaleşnikof markalı silah bulunan şahsın sanık Sami Özbil olduğuna ilişkin beyanı ile yine sanık Sami Özbil'in bu beyanlarını doğrulayan babasının emniyetteki beyanı, sanık A. A.'nın kullandığı hücre evinde ele geçirilen silahlar ve bu silahlara ait ekspertiz raporları ve tüm dosya kapsamı mahkumiyete esas alınmıştır.

68. Başvurucunun işlediği kabul edilen 1., 2. ve 3. eylemlerin sübutunun, başvurucunun daha sonra kabul etmediği kolluk beyanına ve eylemlerle ilgisi belirtilmeksizin arama sonucunda ele geçirilen patlayıcı maddelere ve diğer malzemelere dayandırıldığı, 4., 5., 6., 7. ve 9. Eylemlerin ise diğer sanık A.A.'nın daha sonra içeriğini kabul etmediği, müdafi olmaksızın alınan gözaltı ifadelerine ve bu sanığın ikametinde ele geçirilen malzemelere dayandırıldığı görülmektedir. Başvurucunun iştirak ettiği kabul edilen 8. Eylem ile ilgili olarak yine diğer sanık A.A.'nın daha sonra içeriğini kabul etmediği kolluk beyanı yanında tanık ifadelerinin hükme esas alındığı görülmektedir.

 ….

72. Başvurucuya isnat edilen suç kapsamındaki eylemlere ilişkin değerlendirmede kendisinin ve diğer sanıkların gözaltında müdafi olmaksızın ve baskı altında verildiği iddia edilen beyanlarının delil olarak kabul edildiği görülmektedir.

73. Başvurucunun diğer deliller yanında müdafi olmaksızın alınan ve daha sonra mahkemede doğrulanmayan ifadesi doğrultusunda anılan eylemleri gerçekleştirmek suretiyle isnat edilen suçtan mahkûmiyetine karar verildiği, gözaltında iken alınan bu ifadelerin mahkûmiyet için belirleyici biçimde kanıt olarak kullanıldığı, sonraki aşamalarda sağlanan müdafi yardımı ve yargılama usulünün diğer güvencelerinin soruşturmanın başında başvurucunun savunma hakkına verilen zararı gideremediği görülmektedir.

74. Yargılama devam ettiği sırada yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun'un 148. maddesi, hâkim veya mahkeme önünde doğrulanmayan müdafi yardımı sağlanmadan alınan kolluk beyanları bakımından kovuşturma aşamasında savunmanın etkinliğini sağlayacak nitelikte ise de, ilk derece yargılamasında bu husus tartışılmamış ve temyiz aşamasında da bu eksiklik telafi edilememiştir.

75. Gözaltı aşamasında avukata erişim imkânı sağlanmaması ve bu sırada elde edilen ifadelerin mahkûmiyet kararına esas alınması bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmemesi sonucunu doğurmuştur.

76. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.”

66. Başvurucu hakkındaki gerekçeli karar incelendiğinde adı geçen tanığın (A.A.) beyanlarının dışında, mahkûmiyet hükmüne esas olarak başka dosyalarda sanık konumunda bulunan şahısların başvurucu aleyhine verdiği ifadelerin de delil olarak kabul edildiği görülmüştür. Ancak bu tutanak ve belgelerden sanık (başvurucu) aleyhine sonuç çıkarma (atılı suçlar ile başvurucu arasında bağ kurma) anılan sanık beyanlarıyla olmuştur. Söz konusu beyanlar ise soruşturma aşamasında polis nezdinde şüpheli sıfatı ile verilen beyanlardır. İlk Derece Mahkemesi, bu kişileri duruşmaya çağırarak dinlemek yerine, ifadelerinin dosyaya konulmasıyla yetinmiştir. Söz konusu şahısların birçoğu yargılandıkları mahkemelerde yaptıkları savunmalarda hazırlık beyanlarının baskı ve zorlama altında alındığını ileri sürerek bu beyanlarını kabul etmemişlerdir. Başvurucu aleyhinde beyanlarını sürdüren tanık A.H.B. ise pişmanlık yasasından yararlanmış ve cezasından indirim yapılmıştır.

67. Başvurucu, duruşmalar safahatında (kovuşturma evresinde) ve temyiz dilekçesinde, aleyhinde beyanda bulunan bu sanıkların duruşmada dinlenilmesi yönünde talep ve itirazlarını dile getirmiştir. İlk Derece Mahkemesi, bu talepleri gerekçesiz olarak reddetmiş; Yargıtay, başvurucunun temyiz dilekçesinde bildirdiği bu taleplerle ilgili bir değerlendirme yapmaksızın yerel mahkeme kararını onamış ve başvurucu hakkındaki mahkûmiyet hükmü kesinleşmiştir.

68. 5271 sayılı Kanun’un 211. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ancak tanık veya sanığın suç ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş olur veya bulunduğu yer öğrenilemezse tanık veya sanığın suç ortağının duruşmada hazır bulunması; hastalık, malullük veya giderilmesi olanağı bulunmayan başka bir nedenle belli olmayan bir süre için olanaklı değilse ve ifadesinin önem derecesi itibarıyla tanığın duruşmada hazır bulunması gerekli sayılmıyorsa bu kişilerin dinlenmesi yerine, daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş tutanaklar ile kendilerinin yazmış olduğu belgeler okunabilir. Aynı maddenin (2) numaralı fıkrasına göre ise birinci fıkrada belirtilenlerin dışında kalan tutanakların okunması ancak Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanık veya müdafiinin birlikte rıza göstermesi ile mümkündür (Ali Rıza Telek, B. No: 2013/2630, 30/12/2014, § 49).

69. Başka bir deyişle ancak Kanun’da açıkça sayılan istisnai hâllerde, hükme esas alınacak olan tanıkların daha önceki beyanlarının duruşmada okunması ile yetinilebilir. Kanun’da yazılı istisnai hâller dışında tanıkların önceki beyanlarının duruşmada okunması ile yetinilmesi ise ancak sanığın açık muvafakati ile mümkündür (Ali Rıza Telek, § 50).

70. Somut olayda İlk Derece Mahkemesi, hükme esas aldığı beyanların sahipleri olan tanıkların duruşmada dinlenmesi için hiçbir girişimde bulunmamıştır. Dolayısıyla bu tanıkların 5271 sayılı Kanun’un 211. maddesinin (1) numaralı fıkrasında sayılan ve duruşmada dinlenmesi yerine önceki beyanlarının okunması ile yetinilebilecek tanıklar olup olmadığı araştırılmamıştır. Bu beyanların önem dereceleri itibarıyla da duruşmada okunmakla yetinilecek beyanlardan olduğu da kabul edilmiş değildir. Dahası başvurucu veya müdafiince hükme esas alınan tanıkların beyanlarının duruşmada okunulmakla yetinilmesine rıza gösterilmemiş, bahsi geçen tanıkların duruşmada dinlenilmesi talep edilmiştir.

71. Öte yandan başvurucu ve müdafii, hükme esas alınan ifade tutanaklarını görme ve bu ifadelerin kanıt olarak kullanılmasına karşı çıkma imkânına sahip olmuş olsalar bile böyle bir imkân, başvurucunun tanıkları sorgulayabileceği ve sorgulatabileceği şekilde huzura gelmelerinin ve doğrudan dinlenmelerinin yerini alamaz (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/9/2003, § 95). Çünkü yargılama öncesindeki sorgulamalar öncelikli olarak iddia makamının savlarını desteklemek üzere yapılan bir bilgi/delil toplama işlemidir. Somut olayda tanık sorgulama imkânı, duruşmada dinlenmeyen ve yalnızca başka davaların soruşturma evrelerinde verdikleri ifadelerle yetinilen tanıkların beyanlarının, olayın aydınlatılması açısından ağırlıklarının çok ciddi (kilit mahiyetinde) olması nedeniyle hayati önemdedir.

72. Başvurucunun mahkûmiyetinde belirleyici olan bu ifadeler bir avukat huzurunda alınmamış; Mahkeme, itiraz konusu olan bu ifadelerin alınma biçimini ve koşullarını tespit etmeye yönelik herhangi bir adım da atmamıştır. Dolayısıyla tek delil olmamakla beraber başvurucunun aleyhine belirleyici delil olan ve başvuranın mahkûm edilmesini mümkün kılan söz konusu tanık ifadelerinin güvenilirliği ve doğruluğu hakkında ciddi kuşkular bulunduğuna dair başvurucu iddialarının yersiz olduğu söylenemez.

73. İlk Derece Mahkemesi belirleyici ölçüde başka davaların soruşturma evrelerinde dinlenen ve başvurucu ile yüzleşmesi olanağı olup olmadığı araştırılmamış olan sanıkların beyanlarına dayanarak başvurucunun cezalandırılmasına karar vermiştir (bkz. § 12). Mahkûmiyet büyük ölçüde başvurucunun soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı kimseler tarafından verilen ifadelere dayandırılmış olduğundan ve savunma haklarının korunması için hiçbir tedbir alınmadığından başvurucunun hakları Anayasa’nın 36. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmıştır.

74. Bu sebeplerle başvurucunun, aleyhinde beyanda bulunan tanığı sorguya çekme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

75. Başvurucunun gerekçeli karar hakkı ile ilgili iddialarının bir kısmı bu başlık altında değerlendirilerek ihlal kararı verildiğinden bu iddia yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.

b. Makul Sürede Yargılanma Hakkı

76. Başvurucu, hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmanın makul süre içinde sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

77. Bakanlık tarafından, benzer nitelikteki başvurulara ilişkin daha önce bildirilmiş olan görüşlere atıfta bulunularak görüş sunulmasına gerek görülmediği bildirilmiştir.

78. Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18) Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

79. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).

80. Anayasa’nın 36. ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkının kapsamına girer (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında "silahlı terör örgütüne üye olma" suçunu işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suçlar 5237 sayılı Kanun’un ilgili maddesinde hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvencesi kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E., § 32).

81. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun gözaltına alındığı 1/10/2004’tür. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih, suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı; yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).

82. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 1/10/2004 tarihinde başvurucunun gözaltına alınarak 5/10/2004 tarihinde sorgusunun yapılmasından sonra tutuklandığı, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 15/3/2005 tarihli iddianamesi ile başvurucu ve diğer şüpheli hakkında açılan kamu davası sonunda Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince 28/8/2012 tarihinde verilen mahkûmiyet kararının, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/7/2013 tarihli ilamıyla onandığı anlaşılmıştır.

83. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B.E., §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40).

84. Başvuruya konu davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve yaklaşık dokuz yıldır devam eden yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

85. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

86. Başvurucu, yargılama makul sürede sonuçlandırılmadığı için 250.000 TL manevi, 10.278 TL maddi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

87. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

88. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık dokuz yıldır devam eden yargılama süresi dikkate alındığında yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 6.650 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

89. Başvurucu, uğradığı maddi zararların tazmin edilmesi talebinde de bulunmuştur. Başvurucu, uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamıştır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tazminat talebi arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmayan başvurucunun maddi tazminat talebi reddedilmelidir.

90. Başvurucu, delillerin değerlendirilmesine ilişkin esaslar çerçevesinde adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

91. Tanık sorgulama hakkı yönünden tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmakta olup ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından hukuki yarar bulunduğundan yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

92. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Son savunmasında avukat yardımından yararlanmasına imkân verilmediği, zorunlu müdafi bulunmaksızın duruşma yapıldığına ilişkin iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması,

2. Duruşmalı yargılama hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Tanık sorgulama ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan tanık sorgulama ve makul sürede yargılanma haklarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Tanık sorgulama hakkı kapsamında tespit edilen ihlal yönünden, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla yeniden yargılama yapılmak üzere kararın ilgili Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

D. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmesi nedeniyle başvurucuya net 6.650 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNEtazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına

5/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.