Duyurular
Yargı Makamlarının Hatalı Yönlendirmesi Hâlinde Oluşan Hukuki Belirsizliğin Başvurucular Aleyhine Yorumlanamayacağı, Yargı Makamlarının Hatalı Yönlendirmesi Hâlinde Oluşan Hukuki Belirsizliğin Başvurucular Aleyhine Yorumlanamayacağı
26.05.2022

Yargı Makamlarının Hatalı Yönlendirmesi Hâlinde Oluşan Hukuki Belirsizliğin Başvurucular Aleyhine Yorumlanamayacağı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MUSTAFA NİHAT BEHRAMOĞLU VE GÜNEŞ BASIM YAYIM ORGANİZASYON VE TİCARET LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/11961)

 

Karar Tarihi: 11/6/2018

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Recep KAPLAN

Başvurucular

:

1. Mustafa Nihat BEHRAMOĞLU

 

 

2. Güneş Basım Yayım Organizasyon ve Ticaret LTD. ŞTİ.

Vekilleri

:

Av. Özlem ŞEN ABAY

 

 

Av. Özgür Murat BÜYÜK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir siyasetçiye yönelik açıklamaları nedeniyle gazeteci olan başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/7/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Birinci başvurucu Mustafa Nihat Behramoğlu (Bu karardaki başvurucu ibaresiyle aksi belirtilmedikçe birinci başvurucu Mustafa Nihat Behramoğlu kastedilmektedir.) Nihat Behram adıyla tanınmakta olup kamuoyu tarafından bilinen bir şair, yazar ve gazetecidir. Başvurucu; olay tarihinde, ikinci başvurucunun sahibi olduğu günlük Sol gazetesinde (gazete) köşe yazıları yazmaktadır.

A. Arka Plan Bilgisi

10. Ankara'da Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Ormanı olarak bilinen bölgeden Anadolu Bulvarı'nı Konya Yolu'na bağlayacak şekilde yol geçirilmesine ilişkin tartışmalar 1990'lı yılların başında başlamıştır. Konuyla ilgili olarak Ankara Büyükşehir Belediyesi (Belediye) ve ODTÜ yönetiminin karşı karşıya geldiği uzun yıllar süren dava süreçleri yaşanmıştır.

11. 2013 yılında bu konudaki tartışmalar yeniden alevlenmiştir. 2013 yılı yaz aylarında yaşanan ve kamuoyunda"Gezi Parkı olayları" olarak bilinen sürecin de etkisiyle ODTÜ Ormanı olarak bilinen bölgeden geçecek yol çalışmasına karşı çıkan bazı gruplar, siyasi parti temsilcileri, öğrenciler ve akademisyenler tarafından Ağustos 2013 tarihinden itibaren konuyla ilgili etkinlikler düzenlenmeye ve gösteriler yapılmaya başlanmıştır. Bu gösteriler zaman zaman şiddet eylemlerine dönüşmüş ve güvenlik güçleri ile protestocular arasında ciddi çatışmalar yaşanmıştır.

12. Konuyla ilgili olarak ODTÜ tarafından "Orta Doğu Teknik Üniversitesi Rektörlüğü'nün Anadolu Bulvarı'nın Devamı Olan Yol Hakkında Açıklaması" başlığı altında 3/9/2013 tarihinde yapılan ve Belediye ile ODTÜ arasındaki ihtilaflı hususların geçmişine dair bilgiler içeren açıklamada şu hususlara yer verilmiştir:

i.Anadolu Bulvarı ve devamı olan yol, Belediye tarafından onaylanan “Ankara Nazım Planı 1990”da yer almış ve Anadolu Bulvarı bu plan uyarınca 1987 ile1988 yıllarında inşa edilmiştir. ODTÜ, Anadolu Bulvarı’nın devamı olan bu yolun kısmen arazisinden geçmesini kabul etmiş ve yolun ODTÜ arazisinin doğu sınır bölgesinden geçeceği kabul edildiğinden 1980’lerden sonra yola ayrılan bölgede ağaçlandırma yapmamıştır. Yola ayrılan arazinin bir kısmı daha sonra ilgili makamlarca I. derece doğal sit alanı olarak belirlenmiştir. Bu sit alanı kararı nedeniyle Anadolu Bulvarı’nın devamı olan yolun statüsü Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ve Ankara Tabiat Varlıklarını Koruma Komisyonunun görüşlerine ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının onayına tabidir. Anadolu Bulvarı’nın devamı olan yolun yapımı sırasında ODTÜ arazisi içinde yaklaşık 3.000 ağacın yol yapımından etkilenmesi söz konusudur. Bu konu da ODTÜ mensuplarının, öğrencilerinin, mezunlarının ve doğasever Ankaralıların tepkisine neden olmaktadır.

ii. Yukarıda bahsedilen yol planlamasından farklı olarak Belediye tarafından 2007 tarihinde “Ankara Nazım Planı 2023” önerisine eklenen ikinci bir yol daha vardır. Bu ikinci yol, ODTÜ Kampüsünü ikiye bölecek bir hemzemin yol olarak tasarlanmıştır. ODTÜ, bu yol önerisine itiraz etmiş ve dava açmıştır. Dava ODTÜ lehine sonuçlanmış ve bu ikinci yol önerisi iptal edilmiştir. ODTÜ, bu yolu ancak tünel olarak yapılması hâlinde kabul edilebileceğini ifade etmiştir.

13. Nihayet 18/10/2013 tarihinde Belediye ekipleri, ODTÜ Ormanı olarak bilinen bölgeden geçecek yol çalışması için güvenlik güçleri eşliğinde çalışma başlatmışlardır. Konuyla ilgili olarak Belediye tarafından 19/10/2013 tarihinde yapılanaçıklamada, yol çalışmalarıyla ilgili gerekli izinlerin alındığı ve çalışmalara ilişkin yasal bir engel bulunmadığı ifade edilmiştir.

14. ODTÜ tarafından 19/10/2013 tarihinde "18 Ekim 2013 Cuma Gecesi ODTÜ Yerleşkesine Yapılan Müdahale ile İlgili Rektörlük Açıklaması" başlığı altında yapılan açıklamada ise yol çalışmalarıyla ilgili yasal süreçler henüz tamamlanmamasına rağmen Belediye görevlilerinin ve iş makinelerinin izinsiz olarak ODTÜ yerleşkesine girdiği belirtilmiş, bu tutumun kabul edilemez bulunduğu ve kınandığı ifade edilmiştir.

15. Ciddi toplumsal olaylar yaşanmasına neden olan ve kamuoyunda, siyaset dünyasında ve medyada uzun süren tartışmalara konu olan yol çalışmaları tamamlanarak ODTÜ yolu adıyla da bilinen 1071 Malazgirt Bulvarı 25/2/2014 tarihinde hizmete açılmıştır.

B. Başvuru Konusu Olay

16. Başvurucu tarafından gazetenin 27/10/2013 tarihli nüshasında "Vızzzz gelir" başlıklı bir yazı kaleme alınmıştır. Oldukça kısa olan ve sadece bir paragraftan oluşan yazının ilgili kısımları şu şekildedir:

"...Şuna bak yolsuzluk şampiyonu Gökçek'in yol yapma bahanesi ile ODTÜ ormanına yönelik hayat düşmanı saldırısını Hacı Bozdağ orman kanuncusu ruhu ile savunup eklemiş, her hizmetin çevreye dokunan bir yanı vardır..."

17. Olayların yaşandığı tarihte Ankara Büyükşehir Belediye başkanı olan İbrahim Melih Gökçek (davacı) söz konusu yazıda geçen "yolsuzluk şampiyonu" şeklindeki ifadelerin kişilik haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle manevi tazminat davası açmıştır.

18. Davayı gören Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesi aşağıdaki gerekçelerle temyiz yolu açık olmak üzere davanın kısmen kabulüne karar vermiş ve başvurucuları 1.250 TL manevi tazminat ödemeye mahkûm etmiştir:

"..27/10/2013 tarihli yazıda Büyükşehir Belediye Başkanı olan davalı hakkında ... ifadelerine yer verildiği , sarf edilen sözlerin katlanılması gayrikabil nitelikte olup, eleştiri sınırlarını aştığı, öz ile biçim arasındaki dengenin muhafaza edilmediği, davacının kişilik haklarını ihlal eder nitelikte olduğu ve dolayısıyla manevi tazinatın koşullarının oluştuğu anlaşıldığından tarafların mali ve içtimai durumları ve gazetenin tirajı da nazara alınarak davanın kısmen kabulüne kısmen reddine karar verilmesi yönünde mahkememizde tam ve sağlam bir vicdani kanaat hasıl olmuş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur..."

19. İlk derece mahkemesinin temyiz yolu açık olmak üzere verdiği bu karara karşı başvurucuların yaptığı başvuru, Yargıtayca 13/5/2015 tarihinde temyize konu olan tutarın Kanun'da öngörülen düzeye ulaşmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Red kararı başvuruculara 17/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

20. Başvurucular 20/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

21. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı 49. maddesi şöyledir:

“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de,bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

B. Uluslararası Hukuk

22. İfade özgürlüğünün demokratik toplumdaki önemi, ifade özgürlüğü ve itibarın korunmasını isteme hakkı arasındaki ilişki ve siyasetçilerin itibar haklarının korunmasıyla ilgili uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği bir karar için Koray Çalışkan (B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23) kararına bakılabilir.

23. Öte yandan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün altını birçok kez çizmiştir. AİHM'e göre basının -görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak- kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. AİHM, basının böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkı eklendiğini hatırlatmıştır. AİHM’e göre bu görevi olmasa basın, vazgeçilmez kamusal “gözetleyici” (watchdog) rolünü oynayamaz (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59, 62;Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004, § 71; Von Hannover/Almanya (No. 2) [BD]B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 102).

 24. AİHM, Radio France/Fransa (B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37) kararında basın özgürlüğünün kapsamının demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini belirtmiştir:

"Mahkeme "görev ve sorumluluklar"ın, ifade özgürlüğünün doğasından kaynaklandığını yineler. 10. madde tarafından kamusal yararlara ilişkin meselelerin aktarılması içingazetecilere sağlanan güvencenin şartı, gazetecilik etiğine uygun olarakonların kesin ve güvenilir bilgi sağlamak konusunda iyi niyet sahibi olmalarıdır (örneğin bkz.Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç, § 65;Colombani ve diğerleri/FransaB. No: 51279/99,25/06/2002, §65). Ne var ki basın özgürlüğü belli dereceye kadar abartmaya hatta kışkırtmaya (provocation) izin verir (bkz. özellikle, Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç, § 59)..."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

25. Mahkemenin 11/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

26. Başvurucular; bir siyasetçiye yönelik eleştiri mahiyetindeki paylaşımlarından dolayı aleyhlerine tazminata hükmedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün, bilirkişi incelemesi yapılması yönündeki taleplerinin reddi ile davada aleyhlerine karar verilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

27. Bakanlık görüşünde;

 i. Anayasa Mahkemesi ve AİHM'in konuya ilişkin içtihatlarından hareketle, somut başvuruda değerlendirilmesi gereken hususun başvurucunun ifade özgürlüğü ile müştekinin şeref ve itibar hakkı arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediği olduğunu,

 ii. Siyasal bir rolü olan kişilere karşı yöneltilen eleştirinin kabul edilebilir sınırlarının sıradan bir kişiye göre daha geniş olduğunu ancak AİHM'in bir kişinin kamu tarafından tanınan bir kişi olması veya kamusal bir tartışma bağlamında eleştirilmiş olması hâlinde bile özel hayatına saygı gösterilmesi ve özel hayatının korunması konusunda meşru bir beklentisinin olduğunu kabul ettiğini,

 iii. Öte yandan kişinin “belli bir olay temelinde, somut argümanlar kullanılarak ve belli bir disiplin çerçevesinde” eleştirilmesi ile “hiçbir somut argüman ve illiyet unsuru bulunmaksızın hakaret içeren söz ve eylemlere muhatap olması” arasındaki ayırımı sağlıklı oluşturmak gerektiğini, bu ayırım oluşturulurken uygulayıcıların kullanacakları temel ölçütlerin “somut, rasyonel, ölçülebilir ve denetlenebilir” olmasına özen göstermek gerektiğini, toplumda hâkim olan örf, gelenek, ahlak, estetik gibi değer yargılarının da bu ölçme ve değerlendirme mekanizmasında dikkate alınması gerektiğini,

 iv. Bir söz veya davranışın “bağlamı” önemli olmakla birlikte “toplumdaki karşılığı”nın da hukuki yorum ve değerlendirmelerde gözönünde bulundurulması gerektiğini; bu ayrım doğru bir şekilde yapılmaz ise sosyal ve siyasal hayatta hiçbir karşılığı bulunmayan, kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aşan, hakarete varan ifadelerin hukuki koruma şemsiyesi altında meşruiyet kazanma tehlikesi bulunduğunu,

 v. Siyasal hayatta rol alan kişilere yöneltilen eleştiri daha geniş olmakla birlikte bu durumun eleştiri sınırlarını aşarak hakaret içeren söz ve ifadelerin kullanılabileceği şeklinde asla yorumlanamayacağını, dolayısıyla siyasetçilerin veya kamuoyu önünde daha fazla olan tanınmış ve meşhur kişilerin kişisel şeref ve itibar haklarını yok edecek veya anlamsız kılacak söz veya davranışların adil denge kurulurken ifade özgürlüğü bağlamında daha fazla korumayı hak edeceği şeklinde kesin bir kanaatin ön yargılı bir değerlendirme olacağını,

 vi. Anayasa Mahkemesinin;

 - Nilgün Halloran (B. No: 2012/1184, 16/7/2014) başvurusunda, başvurucunun “aşağılık duygularının yansısı” şeklinde hakaret içeren elektronik ileti göndermesi nedeniyle derece mahkemesince tazminata mahkûm edilmesini,

 - Emin Aydın (B. No: 2013/2602, 23/1/2014) başvurusunda ise gazeteci olan başvurucuya bir ilin ilçe emniyet müdürünü kastederek “ucuz olmak” şeklinde kaleme aldığı köşe yazısı nedeniyle verilen adli para cezasını ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararını ifade özgürlüğüne ölçüsüz bir müdahale olarak değerlendirmediğini,

 vii. AİHM'in de;

 - Pakdemirli/Türkiye (B. No: 35839/97, 22/2/2005) başvurusunda başvurucu tarafından kullanılan bazı kelimelerin (yalancı, iftiracı, Çankaya'nın şişmanı, dar kafalı, lastikleri patlasın, öbür dünyaya gidince Allah affetmez), siyasi bir eleştiri olmaktan çok bir hakaret ve beddua tufanı olduğunu belirttiğini; polemik gibi görünen ve belli ölçüde asılsız bir kişisel saldırı içeren bu sözlerin siyasi bir tartışma içindeki bir görüş kapsamında çözümlenebilmesinin zor olduğunu ifade ettiğini,

 - Jalbă/Romanya (B. No: 43912/10, 18/2/2014) kararında bir kamu görevlisinin itibarının yeterince korunmamış olması nedeniyle ihlal kararı verdiğini,

 - Janowski/Polonya ([BD], B. No: 25716/94, 21/01/1999) kararında bir gazetecinin hakaret nedeniyle cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal etmediğine karar verdiğini,

 viii. başvuruya konu ifadelerin o dönemde kamuoyunun ciddi manada ilgisini çeken ve üzerinde birçok tartışma yaşanan bir olay kapsamında kullanıldığını; bu kapsamda bu ifadelerin kullanılış biçiminin, hedeflenen gayenin, olayın gelişiminin ve tarafların tutumunun da dikkate alınmasının yerinde olacağını;

 ix. yazıdaki ifadelerin o tarihte gündemde olan toplumsal tartışmaya ve bu tartışmaya katkı sağlamak amacıyla kaleme alındığı belirtilen yazıya katkı sağlayıp sağlamadığının, görüşün açıklanması için kullanılmasının gerekli olup olmadığının ve siyasi dahi olsa üçüncü şahısların kişilik haklarının tecavüzü niteliğinde bulunup bulunmadığı hususlarının Anayasa Mahkemesince değerlendirilmesinin uygun olacağını,

 x. ayrıca mevcut başvuruda şikâyete konu yaptırım kararının orantılılık açısından da incelenmesi gerektiğini ifade etmiştir.

28. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında esas olarak başvuru formunda ileri sürdükleri iddiaları tekrar etmişlerdir. Başvurucular ayrıca, bazı AİHM kararlarından örnekler sunarak Bakanlığın yarışan haklar arasında önceliğin şeref ve itibarın korunmasına verilmesi gerektiği ve kendi aleyhlerine hükmedilen tazminatın orantılı görülebileceği yönündeki değerlendirmelerine katılmadıklarını ifade etmişlerdir.

B. Değerlendirme

29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının Anayasa'nın 26. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

30. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

31. Somut başvuruda, ilk derece mahkemesince verilen kararda başvurulabilecek kanun yolunun hatalı gösterilmesi nedeniyle başvurucunun temyiz başvurusu reddedilmiştir. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında; ilk derece mahkemelerinin bir davanın taraflarını kanun yoluna ilişkin meselelerde hatalı yönlendirmesi hâlinde oluşan hukuki belirsizliğin onların aleyhine yorumlanamayacağına karar vermiştir (Temyiz sürelerinin hatalı gösterilmesine ilişkin başvurular yönünden bkz. Aktif Elektrik Müh. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2012/855, 26/6/2014, §§ 28-50; Kommersan Kombassan Mermer Maden İşletmeleri Sanayi ve Ticaret A.Ş. ve diğerleri, B. No: 2013/7114, 20/1/2016, §§ 30-57). Bu nedenle somut başvuru bakımından etkili olmayan temyiz yoluna başvuru konusunda başvurucu ilk derece mahkemesi kararı nedeniyle yanılgıya düşmüş olduğundan başvurunun süresinde yapıldığının kabulü gerekir.

32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

33. Köşe yazısında kullanılan ifadeler nedeniyle başvurucuların 1.250 TL tazminat ödemesine karar verilmiştir. Söz konusu Mahkeme kararı ile başvurucuların ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale yapılmıştır.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

34. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

35. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenmiş olan kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma,demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

36. 6098 sayılı Kanun’un “Sorumluluk” kenar başlıklı 49. maddesinin “kanunla sınırlama” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

37. Başvurucuların tazminat ödemeye mahkûm edilmesine ilişkin kararın "başkalarının şöhret veya haklarının korunması"na yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii.Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük

(1) Genel İlkeler

(a) Demokratik Toplum Düzeninin Gerekleri Kavramı

38. Anayasa Mahkemesi "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Buna göre temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, toplumsal bir ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 51; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51). Derece mahkemelerinin böyle bir ihtiyacın bulunup bulunmadığını değerlendirmede belirli bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir.

(b) Ölçülülük

39. Öte yandan temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın -demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte olmakla birlikte- temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının da incelenmesi gerekir(AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007; Kamuran Reşit Bekir [GK], B. No: 2013/3614, 8/4/2015, § 63; Bekir Coşkun §§ 53, 54; ölçülülük ilkesine ilişkin açıklamalar için ayrıca bkz. Tansel Çölaşan, §§ 54, 55;Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72). Bu sebeple mevcut başvuruda hükmedilen tazminatın davacının maruz kaldığı düşünülen zararıyla makul bir ölçülülük ilişkisi içinde olması gerekir.

(c) Basın Özgürlüğü

40. Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü ile onun özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde yer alan basın özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunudaha önce pek çok kez ifade etmiştir (Mehmet Ali Aydın, § 69; Bekir Coşkun, §§ 34-36). Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerli ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, §§ 34-36). Basın özgürlüğünün kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ve bunlara ilişkin bir kanaat oluşturması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63).

(d)İfade Özgürlüğünün Kapsamı

41.Öte yandan Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrası, ifade özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama getirmemiştir. İfade özgürlüğü; siyasi, sanatsal, akademik veya ticari düşünce ve kanaat açıklamaları gibi her türlü ifadeyi kapsamına almaktadır (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 37; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 40). Bu itibarla bir gazetede yer alan köşe yazısında yer alan bilgiler başkaları açısından “değersiz” veya “yararsız” görülse bile kişilerin subjektif değerlendirmelerinden bağımsız olarak ifade özgürlüğünün korumasındadır.

(e) Basının Ödev ve Sorumlulukları

42. Demokratik bir toplumda basına, siyasetçileri ve kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı tanınmış olmakla birlikte Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri tamamen sınırsız bir ifade özgürlüğünü garanti etmemiştir. Anayasa'nın 12. maddesinin "Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder." biçimindeki ikinci fıkrası, kişilerin sahip oldukları temel hak ve hürriyetleri kullanırken ödev ve sorumluluklarına da gönderme yapmaktadır. 26. maddenin ikinci fıkrasında yer alan sınırlamalara uyma yükümlülüğü, ifade özgürlüğünün kullanımına basın için de geçerli olan bazı "görev ve sorumluluklar" getirmektedir (Basının görev ve sorumluluklarına ilişkin bkz. Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 46; Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 89; R.V.Y. A.Ş., B. No: 2013/1429, 14/10/2015, § 35; Fatih Taş [GK], B. No: 2013/1461, 12/11/2014, § 67; Önder Balıkçı, § 43).

43. Bu görev ve sorumluluklar "başkalarının şöhret ve hakları"nın zarar görme ihtimalinin bulunduğu ve özellikle adı verilen bir şahsın itibarının söz konusu olduğu durumlarda özel önem arz eder (Orhan Pala, § 47). Basın özgürlüğü; ilgililerin meslek ahlakına saygı göstermelerini, doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etmelerini zorunlu kılmaktadır. Kötü niyetli olarak gerçeğin çarpıtılması kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aşabilir. Dolayısıyla haber verme görevi zorunlu olarak ödev ve sorumluluklar ile basın kuruluşlarının kendiliğinden uymaları gereken sınırlar içermektedir (Orhan Pala, § 48; Medya Gündem Dijital Yayıncılık Ticaret A.Ş. [GK], B. No: 2013/2623, 11/11/2015, §§ 42, 43; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 53, 54; İlhan Cihaner (2), §§ 60, 61).

44. Söz konusu sorumlulukların kapsamı, başvurucunun koşullarına ve ifade özgürlüğünü kullandığı vasıtalara göre değişir. Anayasa Mahkemesi basın özgürlüğüne yapılan müdahalelerin "demokratik bir toplumda gerekli" olup olmadığını incelerken meselenin bu yönünü görmezden gelmeyecektir.

(f) Bireyin Şeref ve İtibarının Korunması

45. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda basının uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), § 44). Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemekle ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun, § 45; Önder Balıkçı, § 44). Buna ilave olarak Anayasa Mahkemesi siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda olduğunu ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğunu her zaman vurgulamıştır (Siyasetçilerle ilgili olarak bkz. Ergün Poyraz (2), § 58; kamusal yetki kullanan görevlilerle ilgili olarak bkz. Nilgün Halloran, § 45; tanınan bir Cumhuriyet başsavcısı ile ilgili olarak bkz. İlhan Cihaner (2), § 82; tanınan ve siyasete hazırlanan bir kamu görevlisi ile ilgili olarak bkz. Önder Balıkçı, § 42).

46. Anayasa Mahkemesi mevcut başvuruya benzer başvurularda, aleyhine tazminata hükmedilmesi nedeniyle başvurucunun müdahale edilen ifade özgürlüğü ile başvurucunun konuşmasındaki iddialar ve ifadeler nedeniyle davacının müdahale edilen şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirir (Nilgün Halloran, § 27; İlhan Cihaner (2), § 49). Bu, soyut bir değerlendirme değildir.

(g) Çatışan Haklar Arasında Dengeleme

47. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterlerden bazıları şu şekilde sayılabilir:

1- Yayında kamu yararı bulunup bulunmadığı, genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı

2- Toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığı

3- Haber veya makalenin yayımlanma şartları

4- Haber veya makalenin konusu, bunlarda kullanılan ifadelerin türü, yayının içeriği, şekli ve sonuçları

5- Habere yönelik kısıtlamaların niteliği ve kapsamı

6- Haberde yer alan ifadelerin kim tarafından dile getirildiği

7- Hedef alınan kişinin kim olduğu, ünlülük derecesi ile ilgili kişinin önceki davranışları

8- Kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığı

48. Anayasa Mahkemesi başvurunun koşullarına göre bazıları yukarıda sayılan kriterlerin gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğini denetler (Nilgün Halloran, § 41; Ergün Poyraz (2), § 56; Kadir Sağdıç, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73). Bunun için başvurucu tarafından yazılan yazının -yayımlandığı bağlamdan kopartılmaksızın- olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45).

(h) İfade Özgürlüğüne Yapılan Müdahalenin Gerekçesi

49. Başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, derece mahkemelerinin müdahaleye neden olan kararlarında dayandıkları gerekçelerin ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik toplum düzeninin gerekleri”ne ve “ölçülülük” ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan § 56; Ahmet Temiz (6), B. No: 2014/10213, 1/2/2017, § 36). İfade özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler Anayasa'nın 26. maddesini ihlal edecektir.

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

50. Başvuruya konu yazıda ele alınan konu, ODTÜ Ormanı'nda bulunan arazi içinden çok sayıda yetişmiş ağacın kesilmesi suretiyle gerçekleştirilecek olan bir yol çalışmasına ilişkin olup bu konunun kamusal çıkarları ilgilendiren meseleler arasında olduğu ve yazının çerçevesinin baskın bir şekilde kamusal meseleler alanında kaldığı açıktır.

51. Diğer taraftan başvuruya konu yazının konusu oluşturan olay, tarafların yaşamının diğer bireylere kapalı ve mahrem alanına ilişkin olmayıp siyasi alanda yer almaktadır. Gerçekten de ODTÜ Ormanı olarak bilinen bölgeden yol geçirilmesine ilişkin çalışmalar basında ve kamuoyunda geniş yankı bulmuş, bu mesele üzerine haftalar süren bir tartışma süreci yaşanmıştır. Anılan çalışmalar siyasi aktörler, köşe yazarları, akademisyenler gibi çok farklı toplum kesimlerince farklı açılardan değerlendirilmiş; lehte ve aleyhte değerlendirmelere konu olmuştur.

52. Bu çerçevede kamuoyunda yoğun bir şekilde tartışılmakta olan bir konuya ilişkin olarak yazılan yazının kamusal faydası yüksek bir tartışmaya katkı sunduğunda kuşku bulunmamaktadır. Başka bir ifadeyle başvurucunun dava konusu yazıda kendi bakış açısından Türkiye'de gündemde olan ve bu yönüyle kamunun bu konudaki fikir ve bilgileri alma hakkının da önemli olduğu bir icraatı eleştirmesinin genel olarak kamu yararını ilgilendiren bir meseleyle ilgili olduğu konusunda şüphe yoktur. Öte yandan başvuru konusu yazı, yol çalışmasına ilişkin tartışmaların devam ettiği ve konunun güncelliğini koruduğu bir tarihte yazılmıştır.

53. Eldeki başvurunun çözümlenmesinde gözönünde tutulması gereken bir diğer husus hem başvurucu hem de davacının toplumsal konumlarıdır. Bir yanda gazeteci kimliğine sahip ve görüşleri yaygın kitleler tarafından takip edilen başvurucu, diğer yanda ise tanınmış bir siyasetçi olan ve olay tarihinde Ankara Büyükşehir Belediye başkanı sıfatına sahip davacı bulunmaktadır. Bu çerçevede kamuoyunca bilinen bir siyasetçi olarak davacının icraatlarının gazeteci kimliğiyle siyasi meseleler üzerinde yazılar yazan başvurucunun sıkı ve yakın denetimi altında olması tabiidir.

54. Bu sebeple eldeki başvuruya konu olayda davacıya yönelik olarak kullanılan sözlerin onu incittiği söylense bile Ankara Büyükşehir Belediye başkanı ve tanınmış bir siyasetçi olan davacının üstelik çokça tartışılan bir icraatla ilgili olarak kendisine yönelik eleştirilere sıradan insanlara göre daha fazla hoşgörü göstermesi gerekir.

55. Başvurucunun, tazminat ödemesine neden olan yazısında kullandığı "yolsuzluk şampiyonu" ifadesiyle davacıyı sert bir şekilde eleştirdiği kabul edilebilir. Bununla birlikte ilk olarak bu tür başvurularda basının yerine geçip belli bir durumda kullanılacak haber yapma şeklinin ne olacağını belirlemek yargı mercilerinin görevi değildir. İkinci olarak ise basın özgürlüğünün -demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak- bir dereceye kadar abartıya ve provoke etmeye izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir (Benzer değerlendirmeler için bkz. Ali Kıdık,B. No: 2014/5552, 26/10/2017, § 77).

56. Öte yandan ilk derece mahkemesi kararında başvuruya konu yazının yayımlanmasının davacının hayatına kayda değer bir etkisinin olduğu gösterilmemiştir. Yazının davacının özel hayatı ile ilgisinin olmadığı, kaba hakaret içermediği ve keyfî kişisel saldırı boyutuna da ulaşmadığı gözetildiğinde geriye başvurucunun yazıyı yazarken kullandığı polemik içeren agresif usulü kalmaktadır. Bu noktada ifade özgürlüğünün sadece haber ve fikirlerin içeriğini korumadığı, haber ve fikirlerin iletilme usulünü de koruduğu gözetilmelidir (Benzer değerlendirmeler için bkz. Ali Kıdık, § 78).

57. İlk derece mahkemesi, başvurucunun yazısındaki sözlerin davacının şeref ve itibarına karşı hangi surette saldırı oluşturduğu ve tazminat ödemeyi gerektiği hususunda yeterli bir değerlendirme yapmaksızın yazının bir bütün olarak katlanılamaz nitelikte olduğu, yazıda eleştiri sınırlarının aşıldığı, öz ile biçim arasındaki dengenin muhafaza edilmediği ve yazının davacının kişilik haklarını ihlal eder nitelikte olduğu sonucuna ulaşmıştır.

58. İlk derece mahkemesi; başvurucunun yazısının yazıldığı koşulları, davacının siyasi kimliğini, yazıya konu olan meselenin kamusal niteliğini, kamuoyunda bu konuda süregelen bir tartışma olduğunu ve halkın kamusal meselelere ilişkin bilgi alma hakkını dikkate almadan başvurucuları tazminat ödemeye mahkûm etmiştir.

59. Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında ilk derece mahkemesinin davacının şeref ve itibar hakkını koruma amacının demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rol de gözetildiğinde başvurucuların Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri kapsamındaki ifade ve basın özgürlüğü haklarına uygulanan sınırlamaların haklı çıkarılması için yeterli olmadığı ve daha ağır basan bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelmediği kanaatine ulaşılmıştır. İlk derece mahkemesince ifade ve basın özgürlüğünün korunması ile özel hayatın bir unsuru olan şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir denge kurulmamıştır. Bu kapsamda ilk derece mahkemesince, başvurucular aleyhine hükmedilen tazminat kararı için gösterilen gerekçeler ilgili ve yeterli kabul edilemez.

60. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinin birinci fıkralarında güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

61. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

1. Genel İlkeler

62. 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasına göre esas inceleme kapsamında, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve varsa ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı belirlenmektedir. Aynı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile İçtüzük'ün 79. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ise ihlal kararı verilmesi hâlinde, gerekli görüldüğü takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Buna göre ihlal sonucuna varıldığında ilgili temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verilmesinin yanında “ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi”, diğer bir ifadeyle “ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedil[mesi]” de gerekir.

63. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir.

64. Bununla birlikte 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilirken idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Bkz. Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 57).

65. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır.

66. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir.

67. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesiyle işaret edilen yeniden yargılama kavramı, ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan belli yönlerden farklılık taşımaktadır. Kuşkusuz ki Anayasa Mahkemesinin yeniden yargılamaya hükmettiği durumlarda da derece mahkemesi kesin hükme bağlanmış bir uyuşmazlığı yeniden ele almaktadır. Bu yönüyle ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi müessesesi ile Anayasa Mahkemesince yeniden yargılamaya hükmedilmesi arasında bir farklılık bulunmamaktadır. Ancak Anayasa Mahkemesinin, tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hallerde, ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hallerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür.

68. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi, kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır. Bu çerçevede ihlal, yargılama sırasında gerçekleştirilen usule ilişkin bir işlemden veya yerine getirilmeyen usuli bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu usul işleminin, hak ihlalini giderecek şekilde yeniden (veya daha önce hiç yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap etmektedir. Buna karşılık ihlalin, idari işlem veya eylemin kendisinden ya da (derece mahkemesince yapılan veya yapılmayan usul işlemlerinden değil de) derece mahkemesi kararının sonucundan kaynaklandığının Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edildiği hallerde derece mahkemesinin, usule dair herhangi bir işlem yapmadan doğrudan mümkün olduğunca dosya üzerinden önceki kararının aksi yönünde karar vererek ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırması gerekir.

2. İlkelerin Olaya Uygulanması

69. Başvurucular; ihlalin tespiti ile birlikte yeniden yargılama yapılmasını ve her biri için ayrı ayrı 10.000 TL maddi 5.000 TL manevi olmak üzere toplam 30.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.

70. Başvurucuların, ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

71. Anayasa Mahkemesi köşe yazısında kullanılan ifadeler nedeniyle başvurucuların 1.250 TL tazminat ödemesine karar verilmesinin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun düşmediği ve bu nedenle başvurucuların ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

72. Bu durumda ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

73. Diğer taraftan somut olay bağlamında yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi ihlale yol açan yargılama sürecine muhatap olan başvurucuların bu sürede uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Üstelik ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verilmekle birlikte başvurucunun muhatap olduğu yargısal süreç devam etmektedir. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için ifade ve basın özgürlüklerinin ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve yeniden yargılama suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara müştereken net 4.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

74. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

75. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 26. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan ifade özgürlüğü ile Anayasa'nın 28. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan basın özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2013/461, K.2014/307) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvuruculara müştereken net 4.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 226,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/6/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.