10. YARGI PAKETİ İLE CEZA VE GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA KANUN' DA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER HAKKINDA
Teklif metninin infaza dair düzenlemeleri özetle aşağıdaki şekildedir:
Haklarında ikinci kez mükerrirlere özgü verilen hapis cezalarında hükümlü hakkında koşullu salıverilme, denetimli serbestlik ve açık ceza infaz kurumuna ayrılma hakkı verilecektir. Bu hükümlülerin koşullu salıverilme yasağı kaldırılacak olup, iyi halli olan ve cezasının 3/4’ünü infaz eden hükümlüler koşullu salıverilebilecektir.
Kamuoyunda 31 Temmuz Yasası olarak bilinen 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un Geçici 10. maddesi ile ilgili bir düzenlemeye teklifte yer verilmemiştir.
5275 sayılı Kanunun denetimli serbestliği düzenleyen 105/A maddesine kalıcı bir değişiklik getirileceği; buna göre, maddenin yürürlükten tarihten sonra işlenen suçlar yönünden uygulanmak kaydıyla, az ceza alan hükümlülerin de 5 günden az olmamak üzere ceza infaz kurumlarına gitmesi gerekeceği anlaşılmaktadır. Maktu denetimli serbestlik süresi 1 yıl olmaya devam edecektir, ancak her hükümlü ceza miktarına göre belirli bir süreyi cezaevinde geçirecektir. Teklifte bu süre, hükümlünün koşullu salıverilmesi için infazı gereken sürenin 1/10’u olarak belirlenmiştir.
Özel infaz usulleri ile ilgili olarak; gece ve haftasonu infazda azami toplam ceza sınırı artırıldığı gibi, hükümlünün durumuna göre gündüz infaz usulü de öngörülmektedir. Haftasonu veya geceleyin infazın kapsamı; kasıtlı suçlarda toplam 3 yıla, taksirle öldürme suçu hariç taksirle işlenen suçlarda toplam 5 yıla çıkarılmaktadır. Konutta infaz usulü ile ilgili olarak ise; kadın, çocuk veya 65 yaşını bitirmiş hükümlüler bakımından toplam 3 yıl, 70 yaşını bitirmiş kişiler yönünden toplam 4 yıl, 75 yaşını bitirmiş kişiler yönünden toplam 5 yıl, 80 yaşını bitirmiş kişiler yönünden toplam 6 yıl hapis cezasının konutta infazına karar verilebilecektir. Bu süreler; doğurduğu tarihten itibaren altı ay geçen, ancak 1 yıl 6 ayı geçmeyen kadın hükümlüler yönünden toplam 5 yıl olarak düzenlenmektedir. Ağır hastalık ve engellilik nedeniyle konutta infaz usulünün kapsamı ise oldukça fazla genişletilmektedir. Buna göre; adli para cezası infaz sürecinde hapis cezasına çevrilen hükümlüler ile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum olanlar hariç hasta veya engelli olmaları nedeniyle cezaevinde tek başına yaşamını sürdüremeyeceği 5275 sayılı İnfaz Kanunu m.16/3’de düzenlenen usule göre tespit edilen hükümlüler hakkında konutta infaz kararı verilebilecektir. Hükümlünün sağlık durumu birer yıllık sürelerle denetlenecek, iyileşmesi halinde konutta infaz kararı kaldırılacaktır. Ayrıca hükümlü, denetimli serbestlik müdürlüğü ve bulunduğu yer kolluk makamı tarafından izlenecektir. Bu durumda olan hükümlünün toplam cezası 10 yılın üzerinde ise, elektronik cihaz yoluyla takip edilecektir. Hükümlü yükümlülük ihlali yaparsa, konutta infaz kararı kaldırılacaktır. Cezanın özel infaz usulüne göre çektirilmesine karar verilenler hakkında denetimli serbestlik tedbiri yasağı kaldırılmaktadır. Son olarak; denetimli serbestlikte iken yükümlülüklerini ihlal eden veya 105/A maddesinin 7. fıkrasında belirtildiği üzere denetimli serbestlikte iken kasıtlı ve alt sınırı 1 yıl veya daha fazla olan suç işleyip de hakkında kamu davası açılması sebebiyle açık cezaevine gönderilen hükümlüler, m.110/3 ve 4’de düzenlenen ağır hastalık, engellilik, doğum sebepleri dışında, özel infaz usullerinden faydalanamayacaklardır.
Çocuk hükümlülerin cezalarının infazına önce çocuk kapalı ceza infaz kurumlarında başlanması, iyi hal değerlendirmesine göre daha sonra çocuk eğitimevlerine gönderilmeleri öngörülmektedir. Kasıtlı suçlarda 3 yıl, taksirli suçlarda ise 5 yıl veya daha az ceza alan çocuklar doğrudan eğitimevlerinde kalabilecektir.
Uygun şartları taşıyan bazı çocuk tutukluların da eğitimevlerinde barındırılabileceği, ancak güvenlik nedeniyle riskli görülenlerin hariç tutulacağı belirtilmektedir. Tehlikeli olduğu, delil karartma tehlikesi bulunduğu değerlendirilen, soruşturmanın veya kovuşturmanın amacını veya tutukevinin güvenliğini tehlikeye düşüren veya suçun tekrarına imkan verecek davranışlarda bulunan çocuk tutuklular hariç olmak üzere, üst sınırı onbeş yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren suçlarda çocuk tutuklular, idare ve gözlem kurulunun kararı ve infaz hakiminin onayıyla çocuk eğitimevlerinde barındırılabilecektir. Çocuk eğitimevlerinde barındırılma şartlarını kaybeden çocuk tutuklular, idare ve gözlem kurulu kararıyla kapalı ceza infaz kurumlarına gönderileceklerdir.
Teklif Metninde İnfaz Düzenlemelerine Dair Eleştiriler:
Bir sanık hakkında ikinci defa mükerrirlere özgü infaz rejimine hükmedilmesi için, sanığın suç kaydının çok ya da kabarık olması veya suçu meslek haline getirmesi gerekmektedir. Bu tür hükümlülerin bile ceza infazları hakkında iyileştirme yapılmasına rağmen; 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanununda düzenlene ve bir türlü açıklığa kavuşturulamayan " örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suç”, "irtibat", “örgüt mensubu”, “örgüt mensubu suçlu”, “iltisak” gibi belirsiz kavramlarla mahkum edilen hükümlülerin infazında; AİHM' in 07.12.2021 Tarihli ve 14606/18 başvuru numaralı kararı, 15669/20 Yalçınkaya/Türkiye Kararı, Demirtaş/Türkiye Kararı, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesinin Mukadder Alakuş başvurusu üzerine 26.07.2022 tarihli görüşü ve Venedik Komisyonun 15.03.2016 Tarihli Raporu incelendiğinde; Silahlı örgüt suçlarını düzenleyen TCK 314. Maddesinin tatbiki için süreklilik, çeşitlilik, yoğunluk ve organik bağ şeklinde kıstaslara başvurulmasını kanunu öngörülebilir ve erişilebilir hale getirmediğini şeklindeki değerlendirmeler de birlikte düşünüldüğünde koşullu salıverilme oranın helen ¾ gibi yüksek bir oranda olması hakkaniyet ölçülerine uygun olmadığı açıktır.
İnfaz Kanunu Geçici 10. Maddesinin; İnfaz Kanunu m.99 gereği cezaların toplanması ile 1+3, 1+5 veya 3+5 sürelik denetim serbestlik sürelerinin bir yıla inme durumları, kanunun kapsamının dar tutulması veya özellikle örgütlü suçların kapsam dışında bırakılması, TCK ve İnfaz Kanunun kanun sistematiği gereği suç tarihinin esas alınması yerine ilamın kesinleşme tarihinin esas alınması ile hükümlünün infaz kurumunda olma şartı birlikte değerlendirildiğinde kanunilik problemi olduğu ve değişiklik yapılması gerektiği anlaşılmaktadır.
İnfaz Kanunu m.103/3 Fıkrasında değişiklik teklifi ile hasta mahpus sorunu çözülememektedir. Evvela ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum olanların istisna tutulması doğrudan AY M.17' ye "Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Yaşama hakkı, bütün hakların temelidir. Savaş, sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde dahi durdurulamaz, yok edilemez." aykırılık taşımaktadır. Bu mahpusların cezalarının İnfaz Kanunu 25/1-ı fıkrası gereği ertelenme yasağı da bulunmaktadır. Hal böyle olunca ağır veya ölüm döşeğinde olan hasta mahpusun infaz kanunu m.110/3' ten yararlandırılmaması; AY m.17 gereği yaşam hakkı ihlali anlamına gelecektir. Kaldı ki mahpus tedavi olması halinde cezasının bakiye kalan kısmını tekrardan infaz kurumunda geçireceği ve elektronik kelepçe ile takip edileceği de düşünüldüğünde bu mahpusların kapsam dışında bırakılması kamu vicdanının kabul etmeyeceği, insani ve hukuki değerlendirmelerden ziyade siyasi saiklerle kapsam dışına bırakıldıkları anlaşılmaktadır.
İnfaz kanunu m.110/3' e dair teklif metninde yer alan " toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen " şeklinde bir kıstasın kanun metininde yer almaması gerekmektedir. Öncelikle toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlikenin kim veya hangi kurumlar tarafından tespit edileceği konusunda bir belirlemenin olmaması, kavramların uygulamada somut vakadan ziyade soyut ve siyasi saiklerle değerlendirilmesi ile uygulama birliğinin sağlanamaması, hali hazırda bu kıstas hakkında kolluk kuvvetlerine yazılan bir müzekkere ile tespit edilmesi, ağır hasta olan bir mahpusun toplum güvenliğini zedeleme ihtimalinin olmaması, ev hapsinde olan mahpusun toplum güvenliği veya kişilere karşı suç sayılacak bir eylemenin olması halinde infaz hakimi kararı ile ceza infaz kurumuna gönderilebileceği de birlikte düşünüldüğünde bu kıstasa uygulamada birlik sağlama ve kanun uygulayıcılarının keyfi veya siyasi saiklerle davranmaması amacıyla kanunda yer verilmemelidir.
Son olarak İnfaz Kanunu m. 110/2' de yapılacak nispeten olumlu değişikliklerden yine aynı kanunun m. 110/9-a sebebiyle örgütlü suçların istisna tutulması kabul edilemez bir durumdur. Yukarıda da izah ettiğimiz üzere örgütlü suçlardaki hali hazırdaki kanunilik sorunu ile ileri yaştaki mahpusların ve çocukların ceza infazlarının insani bir ortamda yapılması taleplerinin görmezden gelindiğini ve infazda ayrımcılık uygulamalarına devam edildiğini görmekteyiz.
Teklif Metninde İnfaz Düzenlemelerine Dair Öneriler:
İnfazda eşitlik sağlamak amacıyla öncelikle 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunun infaza dair 17. Maddesinin tamamen mülgası gerekmektedir. Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun birinci maddesine “Bu Kanunun amacı, ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin usûl ve esasları düzenlemektir” bakıldığında ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazının 5275 Sayılı Yasada genel olarak düzenlediğini vurgulamıştır. Örgütlü suçlarda hükmedilen ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazının aynı kanunun 107/4. Maddesinde düzenlediği anlaşılmaktadır. 3713 Sayılı Yasa Kapsamında olan örgütlerin hele ki ülkemizde bir türlü açıklığa kavuşturulamayan " örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suç”, "irtibat", “örgüt mensubu”, “örgüt mensubu suçlu”, “iltisak” gibi kavramların Türk Ceza Kanunu, Ceza İnfaz Kanunu ile Terörle Mücadele Kanunu hükümlerinde çelişkisiz ve birbiri ile uyumlu hale getirilmediği yine “örgüte yardım” ve “örgüt adına suç işleme” kavramlarının öngörülebilir, belirli ve bilinir şekilde düzenlenmediği ve AİHM' in 07.12.2021 Tarihli ve 14606/18 başvuru numaralı kararı, 15669/20 Yalçınkaya/Türkiye Kararı, Demirtaş/Türkiye Kararı, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesinin Mukadder Alakuş başvurusu üzerine 26.07.2022 tarihli görüşü ve Venedik Komisyonun 15.03.2016 Tarihli Raporu incelendiğinde; Silahlı örgüt suçlarını düzenleyen TCK 314. Maddesinin tatbiki için süreklilik, çeşitlilik, yoğunluk ve organik bağ şeklinde kıstaslara başvurulmasını kanunu öngörülebilir ve erişilebilir hale getirmediğini şeklindeki değerlendirmeler de birlikte düşünüldüğünde koşullu salıverilme oranın ¾ olması hakkaniyet ölçülerine uygun olmadığı ve hükümlülerin mağdur edildiği anlaşılmaktadır.
Mevcut yasa hükmünde; 3713 Sayılı Kanun kapsamında tutuklu veya hükümlü iken firar veya ayaklanma suçundan mahkûm edilmiş bulunanlar ile disiplin cezası olarak üç defa hücre hapsi cezası almış olanlar bu disiplin cezaları kaldırılmış olsa bile şartla salıverilmeden yararlanamazlar. (3713 Sayılı Kanun m.17/2). Hücre cezalarının toplamında hükümlünün ceza infaz kurumlarında geçirdiği tüm hüküm ve tutukluluk süresi dikkate alınır. Özetle hükümlü hakkında cezaevinde geçen tüm süreler boyunca üç hücre cezası verilmesi halinde hücre cezaları infaz edilse bile koşullu salıvermeden yararlanamaz. Hükümlünü infazına veya tutukluluğuna ara verilse bile yine de ceza infaz kurumunda verilen toplam hücre cezaları esas alınır. Adi örgütlü suçlarda ise hücreye koyma cezası 5275 sayılı kanunun 44 üncü maddenin ikinci fıkrasındaki hâllerde altı ay, üçüncü fıkrasındaki hâllerde bir yıl geçince hükümlü iyi halli sayılarak koşullu salıvermesine engel bir hali kalmamaktadır. (5275 Sayılı Kanun m. 48/4-f.) Ancak hükümlü 3713 Sayılı Kanun kapsamında işlenen suçlardan aldığı üç hücre cezasının infazını tamamlarsa ve 5275 Sayılı Kanunun m. 48’ de belirtilen süreleri geçirse bile yine de koşullu salıvermeden yararlandırılmamaktadır. 5275 Sayılı Yasanın m.107/6 Fıkrası uyarınca “Koşullu salıverilen hükümlünün tâbi tutulacağı denetim süresi, yukarıdaki fıkralara göre infaz kurumunda geçirilmesi gereken süre kadardır. Ancak süreli hapislerde hakederek tahliye tarihini geçemez.” Hükümlünün denetim süresi koşullu salıverilme süresi kadar olduğu sabittir. Bu durumda 3713 Sayılı Yasa kapsamında müebbet hapis cezasının infazında koşullu salıverilme süresi otuz yıl ve denetim süresi yada bi hakkın tahliye tarihide koşullu salıverilme tarihinden sonra otuz yıldır. Hal böyle olunca infaz kurumunda kaldığı otuz yıl boyunca üç adet hücre cezası olması halinde koşullu salıverilmeyeceğinden bi hakkın tahliye tarihine kadar yani toplamda altmış yıl ceza infaz kurumunda kalacaktır. Başka bir anlatımda hükümlü sırf üç ve daha fazla hücre cezası için artı otuz yıl ceza infaz kurumunda kalma durumu olduğu için 3713 Sayılı Yasanın m. 17/2 Fıkrasının ceza infaz mantığına ve adalet ilkelerinin hiçbirine uygun düşmediğinden yürürlükten kaldırılmalıdır.
3713 Sayılı yasa kapsamında işlenen suçlarda ise tekerrür halinde verilen cezanın tamamı ceza infaz kurumunda infaz edilir ve hükümlü koşullu salıverilmez. 3713 Sayılı Kanun 17/3 “…Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar, hükümlerinin kesinleşme tarihinden sonra bu Kanunun kapsamına giren bir suçu işlemeleri halinde, şartla salıverilmeden yararlanamazlar…” maddesinde 5275 Sayılı Yasanın 108/2 maddesinin tekerrür nedeniyle koşullu salıverme süresine eklenecek miktarın tekerrüre esas alınan cezanın en ağırından fazla olamayacağı hükmünün aksine ve tekerrürde koşullu salıverme için esas alınan 2/3 oranından ziyade hükümlünü bi-hakkın tahliye tarihine kadar ceza infaz kurumunda cezasının infazının yapılacağı düzenlenmiştir. Bir örnek vermek gerekirse 3713 Sayılı Kanunda tanımlanan bir suçtan verilen ve kesinleşen bir yıllık bir cezadan sonra tekrardan bu kanun kapsamında işlenen bir suçtan dolayı yirmi yıllık bir ceza verilmesi halinde; Yirmi yıllık cezada koşullu salıverme söz konusu olmayacak ve hükümlü cezanın tamamını kapalı ceza infaz kurumunda geçirecektir. Halbuki 5275 Sayılı İnfaz Kanunun 108/2 Md. gereği yirmi yıllık cezanın koşullu salıvermesi ¾ oranında on beş yıl olarak belirlendikten sonra tekerrür nedeniyle koşullu salıverme süresine eklenecek miktarın tekerrüre esas alınan cezanın en ağırından fazla olamayacağı şartı nedeniyle bir yıl daha eklenmeli ve koşullu salıverme süresi on altı yıl olarak hesaplanmalıydı. Bir başka örnekte ise hükümlü daha öncesinde 3713 Sayılı Kanunun m. 7 kapsamında propaganda nedeniyle on aylık kesinleşen bir süreli cezasının olması ve kesinleşme tarihinden sonra başka bir fiili nedeniyle 3713 Sayılı yasa kapsamında müebbet hapis cezasının infazında; yürürlükte ve mülgası istenilen m.17/3 fıkrası gereği hükümlü koşullu salıverilmeyecek ve bi hakkın, yani koşullu salıverilme süresi kadar olan artı otuz yıl daha kapalı ceza infaz kurumunda kalacaktır. İş bu nedenlerle herhangi bir mantık ve vicdan ölçütüne sahip olmayan bu fıkranın (m.17/3) mülgası gerekmektedir.
AİHM Einhorn – Fransa, Vinter/İngiltere, Öcalan/Türkiye, Hayati Kaytan, Emin Gurban, Civan Boltan Kararlarında özetle; Başvurucuların, ömürleri boyunca cezaevinde kalmak zorunda oluşları nedeniyle durumlarının Sözleşme’nin 3. maddesinde düzenlenen işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve ceza yasağına aykırılık teşkil ettiğini ortaya koymaktadır. İş bu nedenle 3713 Sayılı Yasanın 17/Son fıkrasının mülgası gerekmektedir.
2. İkinci defa mükerrir olan suçlarda bile koşullu salıverilme, denetimli serbestlik ve açık ceza infaz kurumuna ayrılma hakkı tanınırken bir bütün olarak koşullu salıverilmeyi yasaklayan İnfaz Kanunu 107/16 ve ile Geçici 2. Maddesinin mülgası gerekmektedir.
3. 31 Temmuz Yasasının suç ayrımı gözetmeksizin, ceza hukuk mantığına da aykırı olmayacak ve suç tarihinin esas alacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.
4. İnfaz kanunu m. 110/3' te ceza miktarına ve türüne bakılmaksızın maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik ya da kocama nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyeceği veya tedavisinin tam yada gerekli şekilde yapılamayacağı tespit edilenlerin cezasının konutunda çektirilmesi amaçlanmalıdır. Kanunda "toplum güvenliği" şeklindeki soyut kıstaslara yer verilmemelidir. Ayrıca infaz kanunu m. 16' da da bu teklife paralel olarak değişiklik yapılmalıdır. Bu kapsamda hükümlünün hayatı için kesin tehlike yerine makul veya yeterli bir tehlikenin olması bile cezanın konutta infazı için yeterli sayılmalıdır. Yaşam hakkının korunması gereken en üst haklardan birinin olması, Ceza İnfaz Kurumlarında her sene onlarca cenazenin çıkması, ölümcül hastalıkların tedavi aşamasında değil de ölüme yakın bir evrede ATK' nın infaz kurumunda kalamaz raporu vermesi, hükümlünün hastalığı çok ilerlemesi sebebiyle salıverildikten kısa bir süre sonra vefat etmesi, başta kanser olmak üzere diğer ölümcül hastalıklarda kanunda yer alan infaz kanunu m. 16' da yer alan “ Kesinlik” ibaresi sebebi ile Adli Tıp Kurumunun hükümlü hakkında “Cezaevinde Kalabilir” şeklinde raporlar düzenlemesi, ağır hastalıklara dair ağır tedavilerin hapishane ortamında yapılamasının olanaksız olması, hükümlülerin hastanelerde her zaman tedavi ulaşamaması, hapishanelerde hijyen sorunu, infaz kurumlarının çoğunun ilçelerde bulunması sebebiyle tam teşekküllü devlet hastanelerinde uzak olması, tehlikelilik kavramının soyut kalması, ağır hasta olan bir hükümlünün nasıl ve ne şekilde toplum için tehlike oluşturabileceğinin açıklanmaması, AİHM ve AYM’ nin bu konuda verdikleri ihlal kararları ve daha sayılabilecek bir çok sebeple 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 16 maddesinin ikinci fıkrasında da bu teklife paralele olarak değişiklik yapılmalıdır.
İnfaz Kanunu m. 110/2' de yapılacak nispeten olumlu değişikliklerden yine aynı kanunun m. 110/9-a sebebiyle örgütlü suçların istisna tutulması uygulamasından vazgeçilerek düzenleme yapılmalıdır. Bu nedenle İnfaz Kanunu m. 110/9-a fıkrasının mülgası gerekmektedir.
BASINA VE KAMUOYUNA
Hukuk Devleti İlkesine Aykırı ve Eşitlikten Uzak Bir Düzenleme
“10. Yargı Paketi” olarak düzenlenen yasa teklifi, TBMM gündemine getirilmiş bulunmaktadır. Birçok alanda düzenlemeler içeren bu paket, en temel sorunlardan biri olan siyasi mahpuslara yönelik eşitsiz ve ayrımcı uygulamaları görmezden gelmeye devam etmektedir.
Eşitlik İlkesine Ve Ayrımcılık Yasağına Aykırı Bir Yasa Teklifi
Anayasa'nın 10. maddesi açıkça tüm yurttaşların kanun önünde eşit olduğunu belirtmektedir. Aynı şekilde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gibi uluslararası belgeler de eşitlik ve ayrımcılık yasağı ilkesini temel norm olarak kabul etmektedir. Ancak bu yasa teklifi, tıpkı önceki infaz düzenlemelerinde olduğu gibi, siyasi mahpusları kapsam dışı bırakarak açık bir şekilde eşitlik ilkesini ihlal etmektedir. İnfaz indirimlerinden yalnızca belirli suç tipleri yararlanabilirken, aynı koşullarda tutulan siyasi mahpuslar bu düzenlemelerden faydalandırılmamaktadır. Bu durum, hukuki güvenliğe ve öngörülebilirliğe zarar verdiği gibi, ceza hukukunun temel ilkeleriyle de bağdaşmamaktadır.
Siyasi mahpusların sistematik bir şekilde düzenleme dışında bırakılması ayrımcılık yasağının doğrudan ihlalidir. Bir kimsenin hapishane koşullarında ya da infaz rejiminde, işlediği suçun siyasi niteliği nedeniyle farklı muameleye tabi tutulması, hukuk devleti ilkesini zedelemekte, adaletin tarafsızlığı ilkesini anlamsızlaştırmaktadır.
İdari ve Gözlem Kurulları Üzerinden Derinleşen Keyfiyet
10. Yargı Paketi; infaz sürecinde mahpusların haklarını korumayı hedeflemek yerine, İdare ve Gözlem Kurulları gibi denetim organlarının yetkilerini artırarak keyfiyeti daha da derinleştirme riski taşımaktadır. Halihazırda bu kurulların kararları, özellikle siyasi mahpuslar açısından; hukuk güvenliğinden uzak, öngörülemez ve keyfi uygulamalara zemin oluşturmaktadır. Mahpusların tahliyeleri, soyut değerlendirmelere dayanan 'iyi hal' kararları ile engellenmekte; disiplin cezaları bahane edilerek özgürlük hakları ihlal edilmektedir. 10. Yargı Paketi bu haliyle mevcut yapısal sorunların giderimine değil derinleşmesine sebep olacaktır.
İyi hal değerlendirmeleri, cezaların infazı sürecinde bir teşvik mekanizması olarak görülse de, uygulamada özellikle siyasi mahpuslar bakımından bir cezalandırma aracına dönüşmüş durumdadır. Keyfi disiplin cezalarıyla mahpusların iyi halleri sistematik biçimde yok sayılmakta; objektiflikten uzak, siyasi saiklerle şekillenen kararlarla özgürlük hakkı gasp edilmektedir. Bu uygulamalar yalnızca eşitlik ilkesine değil, aynı zamanda insan onuruna da aykırıdır.
Umut Hakkı'nın Yok Sayılması
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi; umut hakkını, yani mahpusun bir gün serbest kalabileceğine dair meşru beklentiye sahip olma hakkını, insan onurunun ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirmektedir. Umut hakkına ilişkin ihlal oluşturan yasal düzenlemelerde herhangi bir değişikliğe gidilmediği gibi, bu mahpuslara hiçbir yasal gerekçe sunulmadan uygulanan ayrımcı uygulamalara devam edilmektedir. Hasta mahpuslara ilişkin düzenleme yapılırken ağırlaştırılmış müebbet hapis ile tutulan mahpusların kapsam dışı bırakılması hukukun üstünlüğünün ve insan onurunun sistematik biçimde ihlal edildiği görülmektedir. Sürekli olarak infaz indirimi ve erken tahliye düzenlemelerinin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan mahpusları dışlaması, kişilerin hapishaneden hiç çıkamayacakları yönündeki algıyı pekiştirmekte, dolayısıyla da umut hakkını fiilen ortadan kaldırmaktadır. Bu durum, yalnızca bireysel değil, toplumsal adaleti de zedelemektedir.
Demokratik Toplum ve Hukukun Üstünlüğü ile Çelişen Uygulamalar
Türkiye'de barışçıl çözüm yollarının önünü açmak, toplumun tüm kesimlerinin eşit yurttaşlık temelinde bir arada yaşamasını sağlamak ve hukukun üstünlüğünü yeniden inşa etmek için, başta hapishaneler olmak üzere tüm devlet kurumlarında insan haklarına saygılı bir reform süreci başlatılması beklentimizi tekrardan ifade etmek gerekir.
Sayın Abdullah Öcalan 27 Şubat 2025 tarihinde yaptığı çağrıda belirttiği ‘demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınması’ konusundaki sözleri ile ısrarlı ve kararlı çözüm iradesini ortaya koymaktadır. Sayın Öcalan’a yönelik ağırlaştırılmış tecrit uygulaması, yalnızca bireysel bir hak ihlali değil; Türkiye’nin demokratik geleceği ve barış süreci açısından da ciddi bir engel oluşturmaktadır. Bu çağrının karşılık bulabilmesi, İmralı tecrit sisteminin kaldırılması ve Sayın Öcalan’ın toplumsal barışa katkı sunabileceği koşulların yaratılmasıyla mümkündür.
Türkiye’de toplumsal barışın yeniden tesisi için umutların filizlendiği bir dönemde, siyasi mahpuslara yönelik ayrımcı infaz politikalarının sürdürülmesi, barış ve demokratik çözüm iradesiyle açıkça çelişmektedir. Bu sürecinin sürdürülebilirliği, sadece silahların susmasıyla değil, aynı zamanda toplumsal adaletin tesis edilmesiyle mümkündür. Bu bağlamda, siyasi mahpusların eşit yurttaşlık haklarından ve hukuki güvencelerden yararlanamaması, geçmişte yaşanan ağır hak ihlallerini sürdürmekte ve barışa olan toplumsal inancı zayıflatmaktadır. Toplumu iyileştirmek için atılacak en anlamlı adımlardan biri, siyasi mahpuslara yönelik bu adaletsizliğin ortadan kaldırılması olacaktır.
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği olarak buradan çağrımızdır:
10. Yargı Paketi'nde siyasi mahpuslara yönelik bu sistematik ayrımcılığa derhal son verilmeli; infaz rejimi düzenlemeleri tüm mahpuslar için eşitlik ilkesine uygun biçimde gerçekleştirilmelidir. Ceza adaleti sistemi, toplumun tüm kesimlerine karşı adil ve kapsayıcı olmak zorundadır. Hapishaneler, adaletin askıya alındığı yerler olamaz.
Siyasi kimliği, düşüncesi ya da muhalif duruşu nedeniyle cezalandırılan ve infaz rejiminde ayrımcılığa maruz kalan herkes için adalet istiyoruz.
Adaleti, eşitliği ve insan onurunu savunmaktan vazgeçmeyeceğiz.
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği