
BASINA VE KAMUOYUNA
Somaspor ile Bursaspor arasında oynanan futbol müsabakasında Kürt siyasetinin ve kadın mücadelesinin önemli isimlerinden Leyla Zana’ya yönelik gerçekleştirilen hakaretleri, yalnızca münferit bir taraftar tepkisi olarak değil; erkek egemen sistemin ve ırkçı kodların birleştiği organize bir saldırı olarak görüyoruz.
Leyla Zana; 1987 yılında İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi’nin kurucuları arasında yer almış, TBMM bünyesinde milletvekilliği görevi yürütmüş, toplumun büyük kesimi tarafından sahiplenilen, yaklaşık 40 yıllık siyasi yaşamı boyınca Kürt ve Kadın siyasetinin sembol isimlerinden biri olmuştur.
Somut olayda; futbol kamuoyuyla herhangi bir güncel tartışması bulunmayan, müsabaka ile hiçbir ilgisi olmayan Leyla Zana’nın hedef alınması; söz konusu tezahüratların kişisel değil, kimlik ve aidiyet temelli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Sokakta, evde ve siyasette karşılaştığımız erkek şiddeti, bugün tribünleri kendisine korunaklı bir alan olarak seçmiştir. Kadınları kamusal alandan ve siyasetten dışlamaya çalışan "erkek egemen akıl", küfür ve hakareti bir tahakküm aracı olarak kullanmaktadır.
Bu durum sadece siyasi bir karşıtlık içermemekte; doğrudan hem bir kadının iradesini, kimliğini ve onurunu hedef almakta, hem de Kürt halkının varlığına, özgürlük mücadelesine kolektif hafızasına ve kadınların büyük bedellerle oluşturduğu direniş geleneğine bir saldırı niteliği taşımaktadır.
Bursaspor ile başlayan daha sonra Ankaragücü ve Rizespor gibi takımların taraftarı ile devam eden ırkçı saldırılar göstermektedir ki bu pratikler sistematik, bilinçli ve planlı linç politikalarının bir parçasıdır.
Bursaspor taraftar gruplarının uzun süredir Kürt kimliğine yönelik nefret söylemleriyle anıldığı; bu söylemlerin münferit değil süreklilik arz eden bir pratik olduğu kamuoyunun malumudur. Nitekim 05.03.2023 tarihinde Atatürk Spor Kompleksi Matlı Stadyumu’nda oynanan Bursaspor – Amedspor müsabakasında; “Beyaz Toros” ve “Yeşil” kod adlı şahsa ait görsellerin tribünlere taşındığı, Kürt halkını hedef alan tehditkâr ve aşağılayıcı mesajların üretildiği hatırlanmalıdır. Bu pratikler, toplumsal hafızada derin yaralar bırakmış dönemlerin sembollerinin bilinçli biçimde yeniden dolaşıma sokulduğunu göstermektedir.
Olay sonrası Bursaspor Kulübü tarafından yapılan açıklamaların; açık ve net bir kınama içermediği, hatta gerçeğe aykırı biçimde tezahüratların tekrar etmediği yönünde ifadeler barındırdığı görülmektedir. Bu yaklaşım, benzer fiillerin yaptırımsız kalacağı yönünde cesaretlendirici bir etki yaratmaktadır.
Öte yandan; Futbol Disiplin Talimatı yalnızca fiilin gerçekleşmesini değil, bu fiiller karşısında resen harekete geçilmesini de zorunlu kılmaktadır. Müsabaka hakemleri, temsilciler, kulüp yetkilileri ve Türkiye Futbol Federasyonu; ırkçı ve cinsiyetçi tezahüratlar karşısında aktif müdahale ve önleme yükümlülüğü altındadır. Somut olayda tezahüratların açık, toplu ve canlı yayınlara yansımış olmasına rağmen; uyarı, anons, oyunun durdurulması veya derhal disiplin sürecinin işletilmesi yoluna gidilmemesi, pozitif yükümlülüğün ihlali niteliğindedir.
Ülkemizde toplumsal barış tartışmalarının yeniden gündeme geldiği bir dönemde, bu tür söylemlerin futbol gibi kamusal etkisi son derece yüksek bir alanda üretilmesi; barışı ve birlikte yaşam iradesini doğrudan hedef almakta, sporun birleştirici işleviyle açıkça çelişmektedir.
Spor alanlarını kadınlar ve toplumun tüm kesimleri için güvensiz hale getiren bu nefret iklimi kabul edilemez. Bu saldırı, ülkede barışa, demokrasiye ve kadın özgürlüğüne dönük olan saldırıların da devamı niteliğindedir.
Sayın Zana nezdinde yapılan bu saldırılarda, hem etnik kökene dayalı bir ırkçılık hem de kadını aşağılayan bir cinsiyetçilik iç içe geçmiştir. Biz hukukçular, bu çoklu ayrımcılık biçimine karşı kadınların özgürleşme mücadelesinin yanındayız. Kadın özgürlük mücadelesi halkların özgürlük mücadelesine, barışın ve demokratik toplumun inşasına her zaman öncülük etmiştir. Kadın özgürlükçü anlayışı evde, sokakta, adliyede, kapatılma mekanlarında, kurumlarda, siyasette nasıl ki inşa etmeye çalışıyorsak spor alanlarında da bu çizgiyi inşa etmek için özgürlükçü hukuk perspektifi ile hareket etmeye devam edeceğiz.
Geçtiğimiz gün Adalet Bakanı ile Gençlik ve Spor Bakanı tarafından, Leyla Zana’ya karşı ırkçı ve cinsiyetçi tezahüratlarda bulunan Bursaspor taraftarları hakkında adli makamlar, bakanlık ve TFF olarak hukuki süreç başlatıldığı kamuoyuna açıklanmıştır. Yapılan açıklamaları önemli buluyoruz ancak bu konuda açıklama yapılması ve süreç başlatılması yeterli değildir. Başlatılan bu süreçlerin kamuoyundaki tepkilerin üzerinden zaman geçtikten sonra atıl kalmaması gerekmektedir. Bu kapsamda ÖHD Kadın Komisyonu olarak ta hem savcılık nezdinde suç duyurusunda bulunduğumuzu, hem de TFF bünyesinde hukuki başvuruda bulunduğumuzu ve başlatılan süreci kadın hukukçular olarak takip edeceğimizi kamuoyu ile paylaşmaktayız.
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği olarak;
TFF’yi ve adli makamları; ırkçılığı ayrımcılığı, nefreti, şiddeti içeren ve toplumsal cinsiyet eşitliğine aykırı bu saldırılar karşısında etkin bir soruşturma yürütmeye çağırıyoruz.
Kadınların iradesine ve onuruna yönelik hiçbir saldırı karşısında sessiz kalmayacağımızı, nefretin ve şiddetin her türlüsüne karşı yargısal sürecin takipçisi olmaya devam edeceğimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz.
ÖHD GENEL MERKEZİ