Duyurular
Tanıklıktan Çekinme Hakkını Kullanan Tanığın Önceki Beyanları Hükme Esas Alınamaz, Tanıklıktan Çekinme Hakkını Kullanan Tanığın Önceki Beyanları Hükme Esas Alınamaz,tanıklıktan çekinme,tanıklıktan çekilme
20.05.2022

Tanıklıktan Çekinme Hakkını Kullanan Tanığın Önceki Beyanları Hükme Esas Alınamaz

Ceza Genel Kurulu 2013/255 E. , 2014/180 K.
SON SÖZÜN SANIĞA VE MÜDAFİİNE VERİLMEMESİ
SAVUNMA HAKKININ KISITLANMASI
TANIKLIKTAN ÇEKİNME
SUÇSUZLUK KARİNESİ
ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR İLKESİ
1982 ANAYASASI (2709) Madde 36
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 2
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 45
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 210
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 216
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 226
TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 31
TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 33
TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 59
TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 449
CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNU (MÜLGA) (1412) Madde 47
CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNU (MÜLGA) (1412) Madde 101
CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNU (MÜLGA) (1412) Madde 150
CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNU (MÜLGA) (1412) Madde 247
"İçtihat Metni"
Kasten öldürme suçundan sanık İ.. Ç..’ın 765 sayılı TCK’nun 449/1, 59, 31 ve 33. maddeleri uyarınca
30 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Osmaniye Ağır Ceza Mahkemesince verilen 17.01.2006
gün ve 80-3 sayılı re’sen temyize tâbi olan hükmün, sanık müdafii tarafından da temyiz edilmesi
üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 27.06.2007 gün ve 7197-5238 sayı ile;
“Olay günü maktulun evinde ölü olarak bulunduğu, 24.03.2004 tarihli ölü muayene tutanağına göre
saat 22.00–23.00 arasında ölmüş olabileceğinin belirtildiği, tanık beyanlarına göre muhtemelen ölüm
saatinde sanığın kardeşleri ile birlikte işlettiği lokantada ve tanık Suat'ın büfesinde olduğu, saat 23.00
civarında maktulün eve gelen çocuklarının cesedi bulduğu, yengeleri olan tanık Dursel'e haber
verdikleri, tanık Dursel'in, ilk bakışta maktulün düştüğünü sanması üzerine sanığın çalıştığı lokantaya
telefon açtığı, sanığın kardeşi Abdullah'a eve gelmelerini söylediği, bu sırada lokantada olan sanığın da
ölüm olayından bu şekilde haberdar olduğu, sanığın aşamalardaki inkâra yönelik savunmalarına,
savunmayı doğrulayan tanık beyanlarına, fenni kanıtlara, sanığın oğlu olan 8 yaşındaki tanık Halil ...'ın
27.06.2005 tarihli keşifte tanıklıktan çekildiği, önceki beyanlarının birbirleriyle çelişkili olduğu, olayın
görgü tanığı olmadığı gibi maktulün tırnak arası svaplarından alınan numunenin, sanık ve maktulden
başka üçüncü bir kişiye ait olduğunun belirlendiği, sanığın eşi olan maktulü öldürdüğüne dair
mahkûmiyetine yetecek kesin ve inandırıcı delil de olmadığı anlaşılmakla beraatına karar verilmesi
gerekirken yetersiz gerekçelerle mahkûmiyetine karar verilmesi...” isabetsizliğinden bozulmasına karar
verilmiştir. Yerel mahkemece 29.11.2007 gün ve 96-248 sayı ile direnilmesi üzerine dosyayı inceleyen
Ceza Genel Kurulunca 17.02.2009 gün ve 172-26 sayı ile;
"Resmi nikâhlı eşi S.. Ç..’ı kasten öldürme suçundan sanık İ.. Ç..’ın, mahkûmiyetine karar verilen
05/03/2021 18:04 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 1

YARGITAY BAŞKANLIĞI
somut olayda çözümü gereken uyuşmazlık, sanığın atılı suçu işleyip işlemediği noktasında
toplanmaktadır.
Uyuşmazlık konusu değerlendirilmeden önce, direnme kararının usulüne uygun olarak verilip
verilmediğinin saptanması gerekir.
İncelenen dosya içeriğine göre;
Bozmadan sonra sanık ve katılana usulüne uygun olarak davetiye tebliğ edilmiş, sanık 30.10.2007
tarihli oturuma katılarak müdafii huzurunda bozma ilamına uyulmasını talep etmiştir. Oturum
C.Savcısının dosyayı inceleyip mütalaa beyanı için 29.11.2009 tarihine ertelenmiştir.
Bu oturuma sanık katılmamış, sanık müdafii ve katılan vekili iştirak etmiştir. Mahkeme önce sanık
müdafiine, sonra katılan vekiline, en son da C.Savcısına bozma konusunda diyeceklerini sorarak bozma
ilamına direnilmesine ara karar şeklinde karar vermiş, sonra da kimseye söz vermeden duruşmayı
bitirerek direnme hükmü kurmuştur.
1412 sayılı CYUY’nın 251. maddesine paralel bir düzenleme getiren 5271 sayılı CYY’nın 'Delillerin
tartışılması' başlıklı 216. maddesinde; '(1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla
katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.
(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin
açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya
vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.
(3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir' hükmü bulunmaktadır. Bu maddenin birinci
fıkrasında ortaya konulan kanıtlarla ilgili tartışmada hazır bulunan taraflara hangi sıraya göre söz
verileceği, ikinci fıkrada taraflara tanınan karşılıklı cevap hakkı düzenlenmiş, son fıkrada da son sözün
sanığa verileceği kuralı getirilmiş bulunmaktadır.
Savunma hakkı Anayasamızın 36. maddesinde güvence altına alınarak, herkesin meşru vasıta ve
yollardan yararlanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma
hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Sanık bu hakkını bizzat kullanabileceği gibi müdafii ile de
kullanabilir. Nitekim ülkemizin de kabul ettiği İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin adil yargılanma
hakkının asgari koşullarını gösteren 6. maddesinin 3/c bendinde; sanığın, müdafii tayin etme yetkisi ile
belirli koşullarda müdafiiden ücretsiz yararlanabilme hakkı bulunduğu belirtilmiştir. Bu açıdan, savunma
hakkı 'meşru bir yol', müdafii de savunma hakkının kullanılması bakımından 'meşru bir araçtır'.
5271 sayılı CYY’nın 2/1-c maddesinde; şüpheli veya sanığın ceza yargılamasında savun-masını yapan
avukat olarak tanımlanan müdafii, ceza yargılamasını yürüten makamlar önünde şüpheli veya sanığın
savunulması görevini üstlenen ve bazı niteliklere sahip olması gereken şüp¬heli veya sanığın
yardımcısıdır (Center/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. bası, Beta Yayınları, İstanbul, 2008, s.159,
Öztürk/Erdem, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. bası, Seçkin Yayınları, Ankara, 2006, s.310-
311).
1412 sayılı CYUY kişisel savunmada kural olarak ihtiyari müdafiilik sistemini benimsemiş, sınırlı bazı
hallerde ise kişilerin kendilerini yeterince savunamayacakları ve kamusal bir kurum olan savunmanın
zaafa uğrayacağı kabulünden hareketle zorunlu müdafiilik sistemini getirmiştir. 5271 sayılı CYY ise
zorunlu müdafiilik sistemini, istisna olmaktan çıkararak adeta kural haline getirecek derecede
genişletmiştir. Bu Yasaya göre; müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın, çocuk, kendini
savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması (150/2. md.), soruşturma veya kovuşturma
konusu suçun cezasının alt sınırının 5 yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi (150/3. md.), resmi bir
05/03/2021 18:04 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 2

YARGITAY BAŞKANLIĞI
kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması (74/2.
md.), tutuklama talebiyle mahkemeye sevkedilmesi (101/3. md.), davranışları nedeniyle hazır
bulunması halinde duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokan sanığın yokluğunda
duruşma yapılması (204/1. md.) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması (247/3. md.) hallerinde
müdafii görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.
Aynı Yasanın, 147. maddesinde; şüphelinin müdafii seçme hakkının bulunduğu, onun hukukî
yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceğini kendisine
bildirilmesi gerektiği, 148. maddesinde; müdafii hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifadenin, hâkim
veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamayacağı,
149. maddesinde; şüphelinin, soruşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin
yardımından yararlanabileceği, avukatın şüpheli ile görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında
olma ve hukukî yardımda bulunma hakkının engellenemeyeceği ve kısıtlanamayacağı, 153.
maddesinde; müdafiin, soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebileceği ve istediği belgelerin bir
örneğini harçsız olarak alabileceği, şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve şüphelinin
hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adlî işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında kısıtlama
yapılamayacağı, 154. maddesinde; şüphelinin vekâletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve
konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebileceği hükme bağlanmıştır.
Öte yandan CYY’nın suç niteliğinin değişmesi durumunda ek savunma hakkı verilmesine ilişkin 226.
maddesinin 4. fıkrasında, ek savunma hakkına ilişkin yazılı bildirimlerin varsa müdafie yapılacağı
belirtildikten sonra 'müdafii sanığa tanınan haklardan onun gibi yararlanır' hükmü getirilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığın yokluğunda ya da yanında, duruşmada onu temsil eden müdafiine 'son söz hakkı' verileceğine
ilişkin açık bir usul kuralı, gerek 1412 sayılı CYUY’nda gerekse 5271 sayılı CYY’nda yer almamaktadır.
Ancak ceza yargılaması yasasının her konuyu ayrıntısıyla düzen-lemesi beklenmemelidir. Bu nedenle
usûl yasalarının düzenlemediği alanlar kişi hak ve özgürlüklerine aykırı olmamak ve yasanın ruhuna
uygun olmak koşuluyla yorum ve kıyasla doldurulabilmektedir.
5271 sayılı CYY’nın 226/4. maddesinde ek savunma hakkının verilmesi konusunda, müdafiin sanığa
tanınan haklardan onun gibi yararlanmasına ilişkin getirilen kuralın, olayımızda da kıyasen uygulanma
olanağı bulunmaktadır. Bunun sonucu olarak ta CYY’nın 216/3. maddesi uyarınca sanığın oturumda
hazır bulunmaması halinde hükümden önce son sözün, hazır bulunan müdafie verilmesi zorunludur.
Savunma hakkı ile yakından ilgili bulunan bu zorunluluğa uyulmaması yasaya mutlak aykırılık
oluşturmaktadır. Ceza yargılamasında sanığın en önemli hakkı savunma hakkı olup, bu hak hiçbir
şekilde kısıtlanamaz.
Bu itibarla, sanığın hazır bulunmadığı son oturumda C.Savcısının beyanının tespitinden sonra hazır
bulunan sanık müdafiine son sözün verilmemesi savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup, yerel
mahkeme direnme hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin, belirtilen usul yanılgısı nedeniyle
bozulmasına karar verilmelidir" gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan Osmaniye 1. Ağır Ceza Mahkemesince 17.11.2009 gün ve 136-227 sayı ile; sanığın yine
765 sayılı TCK’nun 449/1, 59, 31 ve 33. maddeleri uyarınca 30 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına
karar verilmiş, re'sen temyize tâbi olan bu hükmün sanık müdafii tarafından da temyiz edilmesi üzerine
dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 30.12.2011 gün ve 3895–8720 sayı ile;
“1-) 17.11.2009 olan karar tarihinin gerekçeli karar başlığında 29.11.2007 olarak gösterilmesi
05/03/2021 18:04 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 3

YARGITAY BAŞKANLIĞI
mahallince düzeltilmesi mümkün yazım hatası olarak görülmüştür.
2-) Olay günü, maktulün evinde ölü olarak bulunduğu, 24.03.2004 tarihli ölü muayene tutanağına göre
tahminen 5 ile 7 saat önce yani saat 21.00-22.00 sıralarında ölmüş olabileceğinin belirtildiği, tanık
beyanlarına göre muhtemelen ölüm saatinde sanığın kardeşleri ile birlikte işlettiği lokantada ve tanık
Suat'ın büfesinde olduğu, saat: 23.00 civarında maktulün eve gelen çocuklarının cesedi bulduğu,
yengeleri olan tanık Durnel'e haber verdikleri, tanık Durnel'in ilk bakışta maktulün düştüğünü sanması
üzerine sanığın çalıştığı lokantaya telefon açtığı, sanığın kardeşi Abdullah'a eve gelmelerini söylediği, bu
sırada lokantada olan sanığın da ölüm olayından, bu şekilde haberdar olduğu Dairemizin 28/06/2007
günlü bozma kararımızda açıklandığı gibi, sanığın olay anında işyerinde çalıştığı konusunda yaptığı
savunma tanıklarca doğrulandığı, öldürülenle sanığın ortak çocukları olan küçük tanık Halil ..'in
anlatımlarına tek başına başka bir anlatımla diğer delillerle desteklenmeden itibar edilemeyeceği,
esasen bu tanığın açıklamalarının çelişkili bulunduğu gibi tanık Sebile.. yanında iken ifadesinin tespit
edildiği, öldürülenin tırnak aralarında yer alan dokuların muhtemelen boğuşma sırasında oluşup üçüncü
kişiye ait olduğu, sanıkla bir ilgisinin bulunmadığı, öldürülenin aile dışı gizli ilişkilerinin bulunduğunun
ifade edildiği, böylece sanığın atılı suçu işlediği konusu büyük ölçüde kuşkulu kaldığı, kuşkudan sanık
yararlanır ilkesi gereğince beraatine karar vermek gerekirken yazılı şekilde mahkumiyetine karar
verilmesi,” isabetsizliğinden bozulmuştur.
Yerel mahkemece 29.03.2012 gün ve 65-58 sayı ile ;
"Mahkememiz önceki kararlarında Halil ...'ın sanığı suçlayan ifadelerinin neden hükme esas alınması
gerektiğini gerekçeleriyle ortaya koymuştur. Olay tarihinde 8 yaşında bulunan maktule ve sanığın
müşterek çocukları Halil .. 24.03.2004 tarihinde saat 19:25 sıralarında olaydan yaklaşık 21 saat sonra
alınan beyanında annesini Duygu ablasının sevgilisinin öldürdüğünü söylemiş, bu yönde araştırmalar
yapıldıktan sonra bunun gerçek olmadığı kesin olarak ortaya konulduğunda polisler tarafından tanık
Halil ...'ın 02.04.2004 tarihinde ek ifadesi alınmış, yine 03.04.2004 tarihinde Cumhuriyet Savcılığında
ifadesi alınmış, hem 02.04.2004 tarihli beyanında hem de 03.04.2004 tarihli beyanında annesini sanık
olan babasının öldürdüğünü söylediği görülmüştür. Tanık Halil ... mahkemedeki beyanında hiçbir şey
görmediğini söylemiş, keşifte ise tanıklıktan çekilmiştir. Mahkememizin ilk hükmünde de belirtildiği gibi
olay tarihinde 8 yaşında olan Halil . olaydan 21 saat sonra alınan ifadesinde 'Duygu ablamın sevgilisi
öldürdü' yalanını kimler söyletmiştir. Bunu irdelemek gerekmektedir. Gerçekten de yaşı itibari ile böyle
bir yalanı uydurması ve kurgulaması mümkün olmayan tanığa ifadesi ezberletilmiş, tahkikat yanlış yöne
sevk edilmiştir. Tahkikatın yanlış yöne sevk edilmesi sonucunda İ.. Ç.. başlangıçta şüpheliler listesinden
çıkmış, mağdur konumunda görülmüştür. Halil ..'ın ilk ifadesi sonucunda yapılan araştırmada ifadenin
doğru olmadığı ortaya çıkınca olayı gördüğüne dair beyanda bulunan tanık Halil ... polisler tarafından
yeniden dinlenilmiş, olayı tüm ayrıntılarıyla anlatmış, babasının annesini öldürdüğünü söylemiştir. Tanık
Cumhuriyet Savcılığında da babasının annesini öldürdüğünü anlatmıştır. Bu aşamada da Emniyet
Müdürlüğüne 30.03.2004 tarihinde isminin Halil Ü... olduğunu söyleyen bir şahıs tarafından İlyas ...
isimli kişinin maktuleyi öldürdüğü ihbarı yapılmış, bu yönde de polisler araştırmalar yapmışlar ve
tahkikat bilinçli olarak yanlış yönlere sanıktan başka kişilere yönlendirilmiştir. Tanık Halil ...'ın
duruşmada hiçbir şey görmediğini söylediği, keşifte de tanıklıktan çekildiği görülmektedir. Tanığın
çelişkili beyanlarda bulunduğu sabittir. Ancak bu çelişkilerin hangi sebeplere dayalı olduğu tartışılmalı
beyanlarının tamamını yok saymak yerine olaya uygun düşen beyanları değerlendirilmelidir. Tanığın
yaşı itibari ile görmediği bir olayı kurgulaması ve anlatması beklenemez. Ancak yönlendirme
05/03/2021 18:04 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 4

YARGITAY BAŞKANLIĞI
yapıldığında yapılan yönlendirmeye uygun olarak beyanda bulunması düşünülebilir. Olayımızda da
tanığın ilk alınan ifadesinin açık açık yönlendirildiği ve tahkikatın yanlış yöne sevk edilmek istendiği
görülmektedir. Poliste alınan ikinci ifadesinde ve Cumhuriyet Savcılığında alınan ifadesinde tanık olayı
bütün çıplaklığıyla anlatmıştır. Tanığın beyanını doğrulayan mahkememizin ilk hükmünde tartışılan
deliller de mevcuttur. Maktulenin evde kanlar içinde yatarken bulunması üzerine polis ve ambulans
aranmaksızın aile büyükleri aranmış, onların olay yerine gelmeleri sağlanmış, deliller karartılmıştır.
Maktulenin tırnak arasından alınan svapları da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Resmi bir sıfatı
olmayan aile dostu Mehmet.. çağrıldığı halde ambulans ve polise haber verilmemesi düşündürücüdür.
Mehmet..'ın da olayı başından beri yanlış yöne sevk ettiği ve beyanlarının doğru olmadığı sabittir.
Maktulenin düşüp kafasını vurduğu ya da halının kaydığı şeklinde bildirimlerde bulunulmuş, resmi sağlık
görevlileri yanıltılmak istenmiştir. Maktulenin bulunduğu yere gelen görevliler maktulenin öldüğünü olay
yerinde tespit etmişler ancak hayata döndürebilmek amacıyla maktuleyi ambulansa almışlardır.
Buradan maktuleyi hastaneye götürmüşler, üzerini soyduklarında bıçak darbelerini görmüşler,
öldürüldüğünü söylediklerinde maktulenin akrabaları hastaneden kaçışmışlardır.Maktulenin eşi olan
sanık hastaneye hiç gitmemiş, cenazeye dahi katılmamıştır. Sanığın akrabalarının bu tür garip
davranışlar sergilemelerinin arkasında yatan gerçeğin Halil ...'ın ifadesinde belirtildiği gibi maktuleyi
sanığın öldürülmesi olduğu anlaşılmaktadır. Tanık Halil.. ...'ın davanın bütün aşamalarında beyanlarının
akrabaları tarafından yönlendirilmeye çalışıldığı 8 yaşındaki çocuğa önce Duygu ablamın sevgilisi
öldürdü senaryo ezberletildiği, daha sonra duruşmada hiçbir şey görmediğine dair beyanda
bulunmasının sağlandığı, kesif mahallinde de mahkememizin ara kararında belirtilmemiş olmasına
rağmen naip hakim tarafından dinlenilmek istenildiğinde yaşı itibariyle tanıklıktan çekilmenin anlamını
bilemeyecek durumda olan çocuğun hata yapıp ağzından bir söz kaçırır düşüncesiyle tanıklıktan
çekilmesinin sağlandığı görülmektedir. Mahkememizce tanığın beyanları çelişkili olsa da yukarıda
belirtilen gerekçelere nazaran babasının öldürdüğüne dair beyanlarına itibar etmek gerektiği kanaatine
varılmıştır" gerekçesiyle direnilerek sanığın önceki hükümdeki gibi cezalandırılmasına hükmolunmuştur.
Re’sen temyize tâbi olan bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya,
Yargıtay C.Başsavcılığının 01.03.2013 gün ve 179042 sayılı “onama” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay
Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle
karara bağlanmıştır.
Sanığın resmi nikahlı eşini kasten öldürme suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda,
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken
uyuşmazlık; sanığın atılı suçu işleyip işlemediği noktasında toplanmakta ise de, öncelikle maktûle ve
sanığın müşterek çocuğu olan, soruşturma ve kovuşturma aşamasında önce çekinme hakkını
kullanmayan ancak daha sonra yapılan keşifte tanıklıktan çekinme hakkını kullanan tanık Halil ..’ın
önceki beyanlarının hükme esas alınıp alınamayacağının belirlenmesi gerekmektedir.
Maktûle ve sanığın müşterek çocuğu olan, soruşturma ve kovuşturma aşamasında önce çekinme
hakkını kullanmayan ancak daha sonra yapılan keşifte tanıklıktan çekinme hakkını kullanan tanık Halil
M..’ın önceki beyanlarının hükme esas alınıp alınamayacağına ilişkin önsorunun değerlendirilmesinde:
İncelenen dosya kapsamından;
Olay gecesi saat 00.15 sıralarında polise yapılan bir ihbar üzerine maktulün öldürülmesine ilişkin olarak
soruşturmaya başlanıldığı, olaya ilişkin bilgisi olan diğer kişilerle birlikte maktûle ve sanığın ortak
05/03/2021 18:04 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 5

YARGITAY BAŞKANLIĞI
çocukları olan 1996 doğumlu Halil ..'ın da kolluk tarafından olaydan bir gün sonra 24.03.2004 tarihinde
ifade sahibi sıfatıyla beyanının alındığı, tanığın bu beyanında annesini aile dostları olan Mehmet .. isimli
şahsın kızı Duygu'nun sevgilisinin öldürdüğünü söylediği, bu beyan üzerine tespit edilen kişilerin
02.04.2004 günü saat 18.35 sıralarında emniyette tanık Halil ...'e teşhis ettirildiği, kendisine gösterilen
kişiler arasında annesini öldüren kişinin olmadığını ve gerçeği anlatacağını beyan etmesi üzerine aynı
gün 21.00 sıralarında yine ifade sahibi olarak ek ifadesinin alındığı, Cumhuriyet savcısı tarafından da
03.04.2004 günü çekinme hakkı hatırlatılmak suretiyle tanık olarak ifadesinin tespit edildiği, tanık Halil
..'in annesini babası olan sanığın öldürdüğüne ilişkin anlatımda bulunduğu,
Kovuşturma aşamasında mahkeme huzurunda 02.06.2004 tarihinde tanıklıktan çekinme hakkının
hatırlatılmasına karşın tanık sıfatıyla ifade verdiği, naip hakim vasıtasıyla 27.06.2005 tarihinde yapılan
keşifte ise kendisine hatırlatılması üzerine çekinme hakkını kullanarak tanıklık yapmayacağını beyan
ettiği,
Yerel mahkemece; “olayın tek görgü tanığı olan Halil ... keşif sırasında tanıklık yapmayacağını beyan
etmiş ise de, tanık daha önce emniyet müdürlüğü, C.savcılığı ve ağır ceza mahkemesi huzurunda tanık
olarak ifade vermiştir. Bu tanık mahkemede beyanda bulunmuş olduğundan 5271 sayılı CMK’nın 210/2
ve 1412 sayılı CMUK’nın 245. maddesindeki tanığın beyanının hükme esas alınmayacağına ilişkin
düzenlemenin bir anlamı bulunmamaktadır. Tanık mahkemede çekinme hakkını kullanmadığına göre
beyanlarının hükme esas alınabileceği kanaatine varılmıştır” gerekçesiyle tanık Halil ..'in beyanının
hükme esas alındığı,
Anlaşılmaktadır.
Tanık Halil ..'ın soruşturma aşamasındaki tanıklığı 1412 sayılı CMUK'nun yürürlüğü zamanında başlayıp
kovuşturma aşamasında 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra da
devam etmiş olması nedeniyle ön soruna ilişkin uyuşmazlık her iki kanun yönünden de ele alınmalıdır.
Tanıklıktan çekinme 1412 sayılı CMUK’nun 47. maddesinde; "Aşağıdaki kimseler şahitlikten
çekinebilirler:
1 - Maznunun nişanlısı,
2 - Evlilik bağı kalmasa bile karısı veya kocası,
3 - Maznunun nesepten veya sebepten usul ve füruu yahut üçüncü dereceye kadar (Bu derece dahil)
nesepten veya kendisiyle sıhriyet hasıl olan evlilik bağı kalmasa bile ikinci dereceye kadar (bu derece
dahil) sebepten civar hısımları ve maznun ile aralarında evlatlık bağı bulunanlar.
Yukarda yazılı kimselere dinlenmezden evvel şahitlikten çekinmek hakları olduğu bildirilir. Bu hakkı
istimalden vazgeçenler dinlenirken dahi vazgeçmelerini geri alabilirler",
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nun 45. maddesinde ise;
"(1) Aşağıdaki kimseler tanıklıktan çekinebilir:
a) Şüpheli veya sanığın nişanlısı.
b) Evlilik bağı kalmasa bile şüpheli veya sanığın eşi.
c) Şüpheli veya sanığın kan hısımlığından veya kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyu.
d) Şüpheli veya sanığın üçüncü derece dahil kan veya ikinci derece dahil kayın hısımları.
e) Şüpheli veya sanıkla aralarında evlâtlık bağı bulunanlar.
(2) Yaş küçüklüğü, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı nedeniyle tanıklıktan çekinmenin önemini
anlayabilecek durumda olmayanlar, kanunî temsilcilerinin rızalarıyla tanık olarak dinlenebilirler. Kanunî
temsilci şüpheli veya sanık ise, bu kişilerin çekinmeleri konusunda karar veremez.
05/03/2021 18:04 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 6

YARGITAY BAŞKANLIĞI
(3) Tanıklıktan çekinebilecek olan kimselere, dinlenmeden önce tanıklıktan çekinebilecekleri bildirilir. Bu
kimseler, dinlenirken de her zaman tanıklıktan çekinebilirler" biçiminde düzenlenmiştir. Benzer şekilde
düzenlenmiş olan maddeler arasındaki tek farklılık 5271 sayılı CMK'nun 45/2. maddesinde getirilen, yaş
küçüklüğü, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı nedeniyle tanıklıktan çekinmenin önemini anlayabilecek
durumda olmayanların, kanunî temsilcilerinin rızalarıyla tanık olarak dinlenebilecekleri yönündeki
hükümdür.
Başlangıçta tanıklıktan çekinme hakkını kullanmayan tanıkların daha sonra kovuşturma aşamasında
tanıklıktan çekinme haklarını kullanmaları 1412 sayılı CMUK'nun "Şahitlikten çekinme hakkını sonradan
kullanan şahidin ifadesi" başlıklı 245. maddesinde; "Duruşmadan önce dinlenipte ilk defa olarak
duruşma esnasında şahitlik etmekten çekinmek hakkını kullanan şahidin yazılı ifadesi dahi okunmaz"
şeklinde düzenlemiş iken 5271 sayılı CMK'nun "Duruşmada okunmayacak belgeler" başlıklı 210.
maddesinin ikinci fıkrasında; "Tanıklıktan çekinebilecek olan kişi, duruşmada tanıklıktan çekindiğinde,
önceki ifadesine ilişkin tutanak okunamaz" biçiminde düzenlenmiş, aynı kanunun 217. maddesinin
birinci fıkrasının ilk cümlesinde; "Hakim kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış
delillere dayandırabilir” ve "Duruşmada okunması zorunlu belge ve tutanaklar" başlıklı 209. maddesinin
ilk fıkrasında; "Naip veya istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu tutanakları, naip veya
istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifade tutanakları ile muayene ve keşif tutanakları gibi delil olarak
kullanılacak belgeler ve diğer yazılar, adlî sicil özetleri ve sanığın kişisel ve ekonomik durumuna ilişkin
bilgilerin yer aldığı belgeler, duruşmada okunur" hükümleri getirilmiştir. Böylece 5271 sayılı Kanunun
210. maddesi uyarınca tanıklıktan çekinme hakkı olmasına karşın daha önce bu hakkını kullanmayan
bir tanık duruşmada tanıklıktan çekindiğinde önceki ifadesine ilişkin tutanaklar da okunamayacak, 217.
maddenin birinci fıkrasındaki hüküm uyarınca, hakim kararını duruşmaya getirilmiş ve huzurunda
tartışılmış delillere dayandırabileceği için tanığın daha önceki aşamada tanıklıktan çekinme hakkını
kullanmayarak verdiği beyanlar hükme esas alınamayacaktır.
Bu açıklamalar ışığında önsoruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;
Gerek 1412 sayılı CMUK'nun 47, gerekse 5271 sayılı CMK'nun 45. maddeleri uyarınca tanıklıktan
çekinme hakkı bulunan, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı ve kovuşturma aşamasında
mahkeme huzurunda tanıklıktan çekinme hakkını kullanmayarak tanıklık yapan, ancak duruşmanın
devamı niteliğindeki keşifte tanıklıktan çekinme hakkını kullanan, maktûle ve sanığın ortak çocukları
1996 doğumlu Halil...'ın tanıklıktan çekinmiş olması nedeniyle önceki beyanlarının 5271 sayılı CMK'nun
210 ve 217. maddeleri uyarınca hükme esas alınmasının mümkün olmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, tanık Halil ..'ın beyanlarını hükme esas alan yerel mahkeme uygulamasında isabet
bulunmamaktadır.
Önsoruna ilişkin olarak çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Başkanı;
"Maktule ve sanığın müşterek çocukları olan tanık Halil .., mahkemede dinlendiği sırada o sırada
yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 47. maddesine göre usulüne uygun biçimde çekinme hakkının
hatırlatılmasına rağmen bu hakkını kullanmamıştır.
Tanığın mahkeme huzurunda ilk kez ifade verdiği sırada tanıklıktan çekinmiş olması halinde 1412 sayılı
CMUK'nun 245 ve 5271 sayılı CMK'nun 210/2 maddelerinin açık anlatımı karşısında, soruşturma
aşamasında verdiği ifadeler okunamayacak dolayısıyla da 5271 sayılı CMK’nun 217/1. maddesi uyarınca
bu beyanlar duruşmaya getirilmediği ve tartışılmadığı için hükme esas olamayacaktır.
Ancak olayımızda farklı bir durum olarak, tanık önce mahkeme huzurunda kendisine tanıklıktan
05/03/2021 18:04 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 7

YARGITAY BAŞKANLIĞI
çekinme hakkı hatırlatılmasına karşın tanıklıktan çekinmeyerek tanıklık yapmış ve önceki ifadeleri de
duruşmada okunmuştur. Bu aşamadan sonra keşif sırasında tanıklıktan çekinmesi, eski beyanlarının
hükme esas alınamayacağı anlamına gelmemelidir. Çünkü önceki beyanları zaten tarafların tartışması
için duruşmada okunmuş yani mahkemenin önüne getirilmiştir. Buna göre artık bu beyanların 5271
sayılı CMK'nun 217/1 maddesi gereğince hükme esas alınmasında kanuni bir engel bulunmamaktadır.
Öte yandan 5271 sayılı CMK’nun 45/3. maddesindeki; 'Tanıklıktan çekinebilecek olan kimselere,
dinlenmeden önce tanıklıktan çekinebilecekleri bildirilir. Bu kimseler, dinlenirken de her zaman
tanıklıktan çekinebilirler' ifadesi beyanların alındığı sırada da çekinmenin mümkün olduğunu, ancak
dinlenme bittikten sonra çekinmenin sözkonusu olmayacağına işaret etmektedir. Somut olayda tanık
zaten önceki aşamada ve mahkeme huzurunda bildiklerini anlatıp tanıklık yaptığı için keşifte
dinlenilmesi zorunluluğu da bulunmamaktadır.
Aksinin kabulü halinde tanıklıktan çekinme hakkı bulunup da bu hakkını kullanmayıp tanıklık yapan
kişilerin hükmün kesinleşmesine kadar her zaman mahkemeye gelerek tanıklıktan çekinme haklarını
kullanmak istediklerini beyan etmeleri ve böylece önceki beyanların hükme esas alınamaması ihtimali
doğabilecektir.
Bu nedenle, kovuşturma aşamasında önce çekinme hakkını kullanmayan tanığın daha sonra çekinme
hakkını kullanması halinde önceki beyanlarının hükme esas alınabileceğine karar verilmelidir"
düşüncesiyle,
Önsoruna ilişkin çoğunluk görüşüne katılmayan beş Genel Kurul Üyesi de; benzer düşüncelerle tanığın
beyanının hükme esas alınabileceği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
Önsoruna ilişkin çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesinin, karşı oy düşüncesine ise esasa
ilişkin uyuşmazlığın altında yer verilmiştir.
Tanık Halil ..'ın beyanlarının hükme esas alınmaması gerektiğine karar verilmiş olması nedeniyle bu
beyanlar dışındaki deliller gözönüne alınarak sanığın olay tarihinde resmi nikâhlı eşini öldürüp
öldürmediği, yani suçun sübutuna ilişkin uyuşmazlığın değerlendirilmesine gelince:
İncelenen dosya kapsamından;
1960 doğumlu olan sanık ile 1970 doğumlu olan maktulenin 14 yıllık evli oldukları ve bu evlilikten Reha
.., Zeliha .., Halil .. ve Nermin .. isimli müşterek 4 çocuklarının bulunduğu,
23.03.2004 günü saat 22.00 sıralarında maktulenin Adil .. isimli komşularına süt almak için gönderdiği
çocuğu Reha ..’nin eve gelerek kapıyı çaldığı, salonun ışıklarının yanmasına ve zile basmasına rağmen
kapıyı açan kimsenin olmadığı, bunun üzerine Reha ..’nin yakında bulunan amcalarının eşleri olan
Durnel ve Asiye'ye annesini sorduğu, maktuleden haberlerinin olmadığını söylemeleri üzerine yarım
saat kadar orada oyalandıktan sonra Asiye isimli yengesinde bulunan kardeşi Zeliha ..'u da alarak
tekrar evlerine geldiği, çocuk odasının ışıklarının yandığını gördükleri, zile basmalarına rağmen kapı
açılmayınca bir sopa ile demir dış kapının kilidini itmek suretiyle açarak içeriye girdikleri, içeride holde
anneleri maktuleyi çamaşır makinesinin önünde yatar vaziyette gördükleri, bağırmaları üzerine oturma
odasında uyuyan kardeşleri Halil .. ve Nermin., Reha ..'nin koşarak bu durumu yengelerine haber
verdiği, onların da saat 23.00 sıralarında sanığın ve kardeşlerinin işlettiği Osmaniye ili Musa .. Bulvarı
üzerinde sebze hali yakınlarında bulunan Güney .. telefon ederek sanık ve kardeşlerine olayı “yengem
düşmüş” şeklinde ilettikleri, sanık ve yanındaki arkadaşı Mehmet ..’ın eve geldikleri, ancak bu
aşamadan sonra 112 acil servise Mehmet.. tarafından saat 23.13' te haber verildiği, saat 23.16'da acil
servis ekibi geldiğinde olay yerinin aşırı şekilde kalabalık olduğu, maktulenin nefes almadığını tespit
05/03/2021 18:04 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 8

YARGITAY BAŞKANLIĞI
etmelerine rağmen vücudunun sıcak olması nedeniyle müdahale etmeye çalıştıkları, olay yerinde
yetersiz ışık bulunmasından maktuleyi ambulansa taşıyarak müdahale ettikleri ve saat 23.26'da
Osmaniye Devlet Hastanesi acil servisine ulaştırdıkları, sanığın bu sırada hastaneye gelmeyerek evde
kaldığı, maktuleye müdahale etmek için üzerindeki eşyalar çıkartıldığında bıçaklanarak öldürüldüğünün
ortaya çıktığı, maktulenin öldürüldüğünün anlaşılmasından sonra hastaneye gelen yakınlarının da
hemen oradan ayrıldıkları, maktuleyi morga indirmek için yakınlarından kimsenin bulunamamasının
hastane personeli tarafından da garip karşılandığı,
Polise bu aşamadan sonra 00.15 sıralarında haber verildiği, saat 00.20 sıralarında kolluğun olay yerine
geldiği, bu aşamada maktulenin ve sanığın tırnak arası svaplarının alındığı, olay yerinin fotoğraflarının
çekildiği,
Olaydan bir gün sonra ifade sahibi olarak ifadesi alınan sanığın, olayla bir ilgisinin bulunmadığını beyan
ettiği, yine olayla ilgili maktule ve sanığın müşterek çocukları ile aile çevresinden kişilerin beyanlarının
alındığı, ancak faile ulaşılması açısından soruşturmada yol alınamadığı,
Sanık ve maktulenin ortak çocukları Halil..'in 24.03.2004 tarihinde alınan ilk ifadesinde, aile dostları
Mehmet .. isimli kişinin kızı Duygu’nun sevgilisinin annesini öldürdüğünü söylemesi üzerine
soruşturmanın bu yöne doğru derinleştirildiği,
Kolluk tarafından yapılan araştırma sonucu tespit edilen Duygu’nun erkek arkadaşının teşhis için
02.04.2004 tarihinde sanık ve maktulenin çocukları Halil .., Reha .. ve Zeliha ..’a gösterildiğinde teşhis
edemedikleri, ancak bu aşamada Halil ...'in gerçeği anlatacağını beyan etmesi üzerine ifadesinin
alındığı, annesini olay gecesi babasının öldürdüğünü ayrıntılı olarak anlattığı, bir sonraki gün
Cumhuriyet savcısı huzurunda da bu beyanını tekrarladığı,
Ölü muayene ve otopsi tutanağında; ölümün inceleme saatinden 5-7 saat önce yani 21.00-22.00
sıralarında gerçekleştiğinin belirtildiği,
Adana Adli Tıp Şube Müdürlüğü Morg İhtisas Dairesinin otopsi raporunda; maktulenin vücudunda 8
adet kesici delici alet yarasının mevcut olduğu, bu yaraların 4 adedinin her birinin müstakilen öldürücü
nitelikte oldukları, kullanılan aletin bir kenarının keskin diğer kenarının künt olduğu, ölümün kesici delici
alet yaralanmasına bağlı iç organ ve büyük damar yaralanmasından gelişen iç ve dış kanama sonucu
meydana gelmiş olduğunun bildirildiği,
Ankara Polis Kriminal Laboratuarının 04.05.2004 günlü raporunda; maktulenin sağ el baş ve işaret
parmağı tırnak aralarından alındığı belirtilen kan örneğinin maktule ve sanıktan farklı bir erkek şahsa
ait olduğu, maktulenin el serçe parmağı tırnak arasından alındığı belirtilen svap örneği üzerinde
bulunan kan örneğinde maktuleye ait olduğu belirtilen kan örneği, maktulenin sağ el baş ve işaret
parmağı tırnak arasından alındığı belirtilen tırnak arası svabı üzerinde bulunan kan örneğinde erkek
karaktere ait genotiplerin karışık olarak bulunduğu, sanığın tırnak arası svaplarında herhangi bir
bulguya ulaşılamadığı tespitinin yapıldığı,
Ankara Kriminal Polis Laboratuarının 22.04.2004 tarihli raporunda; sanığın tanık Halil M..nin beyanı
üzerine evde gardrobundan el konulan ve olay sırasında giydiği iddia edilen bir adet koyu gri takım
elbise, bir adet gri ve kirli beyaz kareli gömlek üzerinde herhangi bir biyolojik bulguya rastlanmadığının
belirtildiği,
Ankara Polis Kriminal Laboratuarının 07.05.2004 tarihli raporunda da; olay yerinden toplanan 3b no ile
işaretlenmiş bir sigara izmaritine bulaşmış tükürük örneğinin maktuleye ait olduğu, 3a nolu sigara
izmaritine ait tükürük örneğinin maktule ile sanıktan farklı bir erkek şahsa ait olduğunun tespit edildiği,
05/03/2021 18:04 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 9

YARGITAY BAŞKANLIĞI
Maktulenin erkek kardeşi olan katılan E.. G..'in; olay sonrası Osmaniye iline geldiğinde kız kardeşi olan
maktule Serap'ın eşi ve aile yakınlarının olaya çok ilgisiz kaldıklarını, cenazeyi almak için hastaneye
dahi uğramadıklarını, sanık yakınlarının kız kardeşi Serap'ın öldürülmesinden memnuniyet duyar bir hal
ve tavır sergilediklerini, sanık ile aile yakınlarından şüphelendiğini beyan ettiği,
Tanık Zeliha .. ..'ın; okuldan çıkıp saat 17.30 sıralarından eve geldiğinde annesinin evde olduğunu,
annesinin ağabeyi Reha ..'yi süt almak amacıyla Adil isimli komşularının evine gönderdiğini, kendisinin
de annesinden izin alarak Asiye yengelerine gittiğini, daha sonra ağabeyinin de oraya geldiğini ve "eve
gittim kapının ziline bastım kapıyı açan olmadı, her halde annem evde yok, biraz bekleyelim gideriz"
dediğini, saat 23.00 sıralarında ağabeyi ile birlikte evlerine gittiklerini, eve vardıklarında kendilerinin
yatak odasının lambasının yanar vaziyette olduğunu, bunun üzerine annelerinin evde olduğunu
düşünerek tekrar zile bastıklarını, kapıyı açan olmayınca bir tahta çubuk vasıtasıyla dış demir kapıyı
açarak içeriye girdiklerini, koridorda annesinin çamaşır makinesinin yanında sırt üstü yatar vaziyette
gördüklerini, önce annesinin kayıp düştüğünü zannederek yaklaştığını, hareket etmediğini görünce
ağabeyinin Durnel isimli yengesine haber vermek üzere evden ayrıldığını, kendisinin de telefon ile Sibel
isimli yengesini aradığını, Durnel yengesi ile Sibel yengesinin eve geldiklerini, daha sonra Durnel
yengesinin çocuk odasının penceresini açarak amcası Mehmet'e bağırarak çağırdığını, bu sırada oturma
odasında yatan kardeşlerinin uyandığını, kendisinin evden dışarı çıkarak Mehmet ve Ahmet amcasını
çağırdığını ve geri döndüğünü, kendisinin babasının iş yerini aradığını ve telefona çıkan amcasına
“annem düşmüş, çabuk eve gelin” dediğini, daha sonra babası ile arkadaşı Mehmet ...'ın eve
geldiklerini, Mehmet ...'ın annesinin bileğini tutup yokladığını ve ambulans gelmesini beklediğini, ayrıca
yine ambulansa telefon ettiğini, babasının iş yerinden eve geldiğinde "ne oldu burada" diye sorduğunu
ifade etttiği,
Tanık Reha .. ..'ın; olay günü akşam saat 19.00 sıralarında annesinin kendisini süt almak için
gönderdiğini, saat 22.00 sıralarında eve giderek zile bastığını, salonun ışıklarının yanmasına rağmen
kapıyı açan olmadığını, kapıyı zorladığını açamadığını, Durnel ve Asiye yengesinden sorduğunda
annesinden haberlerinin olmadığını söylediklerini, yengelerinde yarım saat kalarak kardeşi Zeliha ile
birlikte tekrar evlerine gittiklerini, bu sırada çocuk odasının ışığının yanmakta olduğunu, tekrar zile
bastıklarını, kapı açılmayınca eline bir sopa alarak demir dış kapıyı açtığını, içeri girdiğinde holde
çamaşır makinesinin önünde annesini kanlar içinde yerde yatar vaziyette gördüğünü, bağırması üzerine
oturma odasında uyuyan kardeşleri Nermin ve Halil'in uyandıklarını, koşarak Durnel yengesine haber
verdiğini, onun da koşarak evlerine geldiğini, lokantaya babasına telefon açtığını, sonra ambulansın
gelerek annesini götürdüğünü söylediği,
Tanık Durnel ..'ın; saatin tam olarak kaç olduğunu hatırlamadığı bir sırada Reha..'nin gelip annesini
sorduğunu, kendisinin “annen bizde yok Asiye yengene bak” diye söylediğini, aradan belli bir süre
geçtikten sonra yine Reha ..'nin “yenge" diye çağırdığını, balkona çıktığında “yenge koş annem düşmüş,
yerde yatıyor" dediğini ve kendisinin maktulenin evine gittiğini, eve girdiğinde maktulenin kızı
Zeliha’nın annesinin başında ağlarken gördüğünü, Serap diye seslendiğini ve yüzüne hafiften
vurduğunu, bayıldığını sanarak ayıltmak istediğini, ancak ayılmadığını, kaldırdığında kafasının altında
birikmiş kanı gördüğünü, yanağında da yara izi olduğunu, fakat boynundaki kesi izini fark etmediğini,
direk pencereye koşarak kendi evlerine doğru “koşun koşun Serap'a bir şeyler olmuş” diye seslendiğini,
tekrar geri dönerek lokantayı telefonla aradığını, eşinin kardeşi Abdullah'a da “koşun Serap'a bir şeyler
olmuş” dediğini, bu sırada Serap'ın evine hamile eltisi Sibel'in de geldiğini, ondan sonra diğer
05/03/2021 18:04 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 10

YARGITAY BAŞKANLIĞI
akrabalarının da olayı duyduğunu, bir anda olay yerinin kalabalık olduğunu, bu sırada eltilerinden
Güngör'ün ambulansı aradığını, ambulanstan önce olay yerine sanık İsa ile Mehmet 'ın geldiğini,
Mehmet ..'ın Serap'ın kolunu yokladığını ve İsa'ya "dışarı çık" dediğini, daha sonrada Mehmet ..'ın
elindeki telefon ile birilerini aradığını, ondan sonra ambulansın geldiğini, hemşirenin maktuleye iğne
vurduğunu ve kalp masajı yaptıklarını, ambulansla hastaneye götürdüklerini, hastaneye giderken sanık
İsa'nın eşi ile gelmediğini, Mehmet ..'ın otosu ile kendisinin de hastaneye gittiğini, hastanede Serap'ı
acile aldıklarında Mehmet ..'ın Serap'ın bıçaklanarak öldüğü haberini kendilerine verdiğini dile getirdiği,
Tanık Mehmet ..'ın; sanıkla ailece samimi olduğunu, olay günü saat 21.00'de balık pazarının
köşesindeki tekel bayiine geldiğini, tekel büfesinde sanıkla birlikte Adil .. ile öğretmen Mithat ..'un da
bulunduğunu, saat 22.00 sıralarında İsa ile birlikte tekrar Güney Restorana gittiklerini ve içki içtiklerini,
saat 23.30 sıralarında lokantanın telefonunun çaldığını, telefona Abdullah'ın çıktığını, kendisine işaret
ederek "İsa'nın evine çabuk gidin" dediğini, İsa ile birlikte kendisine ait araba ile gittiklerini, olay yerine
vardıklarında İsa'nın evinde Durnel, anneleri ile diğer gelinlerin evin içerisini doldurduklarını gördüğünü,
maktuleye baktığında nabzının atmadığını, elini başının altına soktuğunda elinin kan olduğunu, bu
sırada içeri giren İsa'nın eşini bu şekilde görmemesi için dışarı çıkardığını, 112 acil servisi aradığını ve
ambulansın geldiğini, maktuleyi ambulansa taşıdıklarını, burada müdahale edildiğini ve hastaneye
götürüldüğünü, eve geldiğinde İsa'nın dışarıda kasanın üzerinde oturur vaziyette olduğunu, herhangi
bir tepki yada panik durumunda olmadığını, kendilerine eşi ile ilgili bir şey sormadığını, gayet sakin
olduğunu belirttiği,
1990 doğumlu olan tanık Eyüp ..'ün; maktulenin evinde olay sonrası bulunduğu bir sırada Durnel,
Asiye, Sibel ve bir kısım kadınların aralarında olayı yorumlarken içlerinden bir tanesinin bu olayı "ya
kocası İsa'nın ya da Mehmet ..'ın yapmış olabileceğini" söylediğini, ancak yüzlerine bakmadığı için
hangisinin bu şekilde bir söz söylediğini bilmediğini, evde aile ortamında konuşurken maktulenin küçük
kızı Zeliha'nın Sebile ..'e olayı kimin yaptığını bildiğini, ancak söylemesi halinde babasının kendisini
döveceğini söylerken duyduğunu beyan ettiği,
Tanık Sebile ..'in; tanık Eyüp'ün bu beyanlarını doğrulamadığı,
Sanık ile aynı lokantayı işleten kardeşleri Abdullah ve Cumali ..'ın; olay günü sanığın saat 20.30- 21.00
sıralarında “çay içmeye gidiyorum” diyerek tekel büfesi işleten arkadaşı Suat'ın yanına gittiğini, saat
22.00 sıralarında sanık ve Mehmet ..'ın tekrar restorana geldiklerini ve içki içmeye başladıklarını, daha
sonra Durnel’in telefonla aradığını, "yetiş Serap'a bir şeyler oldu" dediğini, sanığa “evde bir problem var
her halde hemen gitmen gerek” denildiğini ve saat 23.00 sıralarında sanığın Mehmet .. ile restorandan
ayrıldığını, saat 23.15 sıralarında da Mehmet ...'ın tekrar iş yerini arayarak “galiba Serap öldü” dediğini
ifade ettikleri,
Sanık ve kardeşlerinin çalıştırdığı lokantada garson olarak çalışan tanık Bayram 'ın; sanığın saat 21.00-
21.30 sıralarına kadar iş yerinde takıldığını, sonra fırını kapatarak gittiğini, nereye gittiğini bilmediğini,
saat 22.30 sıralarında da iş yerinin telefonun çaldığını, Abdullah'ın telefona baktığını sonra “ağabey
kapatıyoruz (İsa'nın hanımını kast ederek) yengem merdivenlerden düşmüş gideceğiz” dediğini
söylediği,
Tanık Hüseyin..'ün; sanık ve kardeşlerinin işlettiği restoranda komi olarak çalıştığını, olay günü sanığın
restorandan kaçta ayrıldığını tam olarak bilemediğini, fakat ayrıldıktan 1 saat kadar sonra yanında
Mehmet .. ile birlikte iş yerine geri döndüğünü, kendilerine yemek için servis açtığını, müşterinin az
olması sebebi ile o gün işten saat 23.05 sıralarında ayrıldığını dile getirdiği,
05/03/2021 18:04 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 11

YARGITAY BAŞKANLIĞI
Tanık Adem ..'in; sanık ve kardeşlerinin işlettiği restoranda 14 yıldır garson olarak çalıştığını, olay günü
sanığın 20.30 sıralarında fırını kapattığını ve iş yerinden Mehmet .. ile birlikte ayrıldıklarını, saat 22.00-
22.30 sıralarında iş yerine tekrar geri döndüklerini beyan ettiği,
Tanık Murat ..'ın; olay günü akşam saatlerinde sanığın çalıştırdığı restorana yemek yemeye gittiğini,
saat 20.30 sıralarında sanığın lokantanın fırın kısmında çalışırken gördüğünü, daha sonra sanığın
lokantadan ayrıldığını ve saat 22.30 sıralarında tekrar bir arkadaşı ile döndüğünü belirttiği,
Tanık Suat ..'ın; sanığın 20.50 sıralarında motosikleti ile işlettiği tekel bayiine geldiğini, 22.15
sıralarında Mehmet .. ile tekel bayiinden ayrılarak motosikletiyle gittiğini, sanıkta herhangi bir
olumsuzluk gözlemlemediğini ifade ettiği,
Tanıklar Fatih .. ve Adil ..'nun; Suat ..'ın çalıştırdığı tekel büfesinde sanığı gördüklerini, sanığın tekel
büfesine saat 19.50'de geldiğini ve saat 22.15'te ayrıldığını, sanık, Suat .. ve Mehmet .. ile hep beraber
bulunduklarını beyan ettikleri,
Tanıklar ambulans şoförü Hasan . ve hemşire Jale ..'un; olay akşamı doktor Hüseyin .. ..ile saat 23.20
sıralarında olay yerine gittiklerini, içeride loş bir ışık ve bayanların olduğunu, evin dışında da bir sürü
erkek bulunduğunu, doktorun ilk muayenesinde bayanın öldüğünün anlaşıldığını, vücut sıcaklığından
dolayı belki kurtarır mıyız düşüncesiyle ambulansa aldıklarını, Mehmet ..’ın da olay yerinde olduğunu,
haber alınca olay yerine varmalarının 4-5 dk sürdüğünü, bugüne kadar birçok adli olaya gittiklerine,
adli olaylarda ya polisten önce ya da polisle birlikte olay yerine gittiklerini, bu olayda ise kendilerine
haber verilmeden herkesin olaydan haberdar olduğunu ve bu nedenle olay yerinin kalabalık olduğunu,
bayanın bıçakla öldürüldüğünü duyan yakınlarının hastaneden hemen kaybolduklarını, bayanı morga
indirmek için bile kimseyi bulamadıklarını, bayanın kocasını gerek olay yerinde gerekse hastanede
görmediklerini söyledikleri,
Sanığın aşamalarda özetle; eşini öldürmediğini, kimin öldürdüğünü de bilmediğini savunduğu,
Anlaşılmaktadır.
Amacı somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili
cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek
olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden birisi de, insan haklarına dayalı,
demokratik rejimle yönetilen ülkelerin hukuk sistemlerinde bulunması gereken, öğreti ve uygulamada;
"suçsuzluk" ya da "masumiyet karinesi" şeklinde, Latincede ise "in dubio pro reo" olarak ifade edilen
"şüpheden sanık yararlanır" ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar
verilebilmesi açısından gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlak
surette sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava
konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği ya da gerçekleştiriliş
şekli hususunda herhangi bir şüphe belirmesi halinde uygulanabileceği gibi, suç niteliğinin belirlenmesi
bakımından da geçerlidir. Ceza mahkûmiyeti, herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata
dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemeli, toplanan delillerin bir
kısmına dayanılıp, diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata
dayanmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en
önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Maktulenin evinde çocukları tarafından bulunduktan sonra hemen ambulansa değil de sanığa ve
kardeşlerine haber verilmesi, ambulansa olaydan çok sonra haber verilmesi, sanığın olayın haber
05/03/2021 18:04 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 12

YARGITAY BAŞKANLIĞI
verilmesinden sonra eve geldiğinde maktule ile ilgilenmemesi, maktule hastaneye götürülürken sanığın
gitmeyerek evde kalması, maktulenin öldürüldüğünün anlaşılması üzerine hastanede bulunan
yakınlarının hemen oradan ayrılması, hastaneden dönen kişilere sanığın maktule hakkında herhangi bir
şey sormaması, tüm bu gelişmelerden sonra çok geç bir saatte kolluğa olayın bildirilmesi gibi hususlar
göz önüne alındığında sanığın maktuleyi öldürdüğü yönünde şüphe oluşmakta ise de, olay gecesi
maktulenin öldürüldüğü saat olan 21.00-22.00 sıralarında sanığın eve geldiğine ilişkin herhangi bir
tanık beyanının olmaması, aksine belirtilen saatlerde sanığın Suat ..'a ait tekel büfesinde arkadaşlarıyla
birlikte olduğuna dair tanık beyanlarının bulunması, maktulenin tırnak arası svaplarındaki kan örneğinin
sanıktan farklı bir erkek şahsa ait olduğunun belirlenmesi, yine evden alınan sigara izmaritlerindeki
tükürüğün sanıktan başka bir erkek şahsa ait olduğunun tespit edilmesi, sanığın olay günü giydiği
elbise üzerinde herhangi bir biyolojik bulgunun olmaması ve sanığın aşamalarda istikrarlı olarak suçu
işlemediği yolundaki savunması karşısında, sanığın atılı suçu işlediği şüphe boyutunda kaldığından
"şüpheden sanık yararlanır" ilkesi gereğince sanığın beraatine karar verilmesi gerekirken, yerel
mahkemece mahkumiyetine karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün sanığın beraatine karar verilmesi gerekirken
mahkumiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Genel Kurul Üyesi; "sanığın mahkumiyetine karar verilmesinde bir
isabetsizlik bulunmadığından yerel mahkeme direnme hükmünün onanması gerektiği" düşüncesiyle
karşıoy kullanmıştır.
Genel Kurul Üyesi O.K.. ise; "Olayın tek tanığı ve maktule ile sanığın müşterek çocukları 1996 doğumlu
Halil ...ifade verdiği sırada şahadetten çekinme hakkı hatırlatılırken kanuni temsilcisi bulunmamış ise de
ifade verme tarihinde yürürlükte bulunan 1412 sayılı Yasa’nın 47. maddesinde böyle bir zorunluluk
yoktu, bu zorunluluk, ifade tarihinden sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı Yasa’nın 45/2. fıkrası ile
getirilmiş olup usul hükümleri geriye yürütülemeyeceğinden tanığın ifade sırasında kanuni temsilcisinin
bulunmaması bir eksiklik olarak görülemez.
Tanık küçüğün Cumhuriyet savcılığı ve duruşma aşamasında verdiği ifade sırasında şahadetten çekinme
hakkı hatırlatılmış olmasına rağmen çekinmemiş keşif sırasında şahadetten çekindiğini söylemiştir.
Keşif sırasında alınan ifade önceki ifadeye destek mahiyetindedir. Duruşmada tanıklıktan çekinmedikten
sonra artık bu hakkını kullanamaz. Keşif yapılmasa da tanık ifade verdikten sonra ertesi gün gelip
benim ifademi geçerli saymayın ben şahitlikten çekiliyorum deseydi verilen ifadeyi yok mu sayacaktık?
1412 sayılı CMK'nun 47/2. fıkrasında 'yukarıda yazılı kimselere dinlenmezden evvel tanıklıktan
çekinme hakları olduğu bildirilir. Bu hakkı istimalden vazgeçenler dinlenirken dahi vazgeçmelerini geri
alabilirler' denmiş olmasına göre şahadetten çekinen tanık daha sonra şahadetten çekilmeyeceğini
söylerse dinlenebilir. Kanun koyucu şahadetten çekinen kimsenin dinlenebileceğini belirtirken
tanıklıktan çekinmeyen ve ifade veren kimsenin daha sonra çekinebileceğine dair bir hüküm
getirmemiştir. 1412 sayılı CMUK'nun 245. madde de görüleceği üzere 'duruşmadan önce dinlenip de ilk
defa olarak duruşma esnasında tanıklık etmekten çekinmek hakkını kullanan tanığın yazılı ifadesi dahi
okunamaz' dendiği de gözetildiğinde tanık duruşmada şahadetten çekinmemiş ise artık çekinme hakkını
kullanamaz.
1412 sayılı CMUK'nun 243. maddesinin muadili olan 5271 sayılı Yasa'nın 210. maddenin de uygulanma
olanağı yoktur. Bu maddenin uygulanması için delil bir tanığın şahsi malumatına dayanılmış olması
gerekir. Aşağıda izah edildiği üzere vakıanın delili sadece bu tanığın ifadesi değildir.
05/03/2021 18:04 Yargıtay Bilgi İşlem Merkezi Müdürlüğü Tarafından Oluşturulmuştur. Sayfa 13

YARGITAY BAŞKANLIĞI
İzah edilen nedenlerle küçük tanığın ifadesi delil değerlendirilmesinde nazara alınmalıdır.
Hükmün esasına gelince sanığın aşağıda belirttiğim deliller karşısında mahkumiyet kararı verilmesi
ancak sanığa tahrik hükümlerinin uygulanması gerektiği görüşündeyim.
1-Öncelikle küçük tanık Mert’in 02/04/2004 ve 03/04/2004 tarihli ifadelerinde annesi ile babasının
tartıştığını, annesinin babasına” bıktım artık senden” dediğini, babasının dışarı çıktığını, tekrar gelerek
annesini öldürdüğünü söylemesi,
2-Tanık Eyüp ..ün verdiği ifadede Sebile ..'e maktule ile sanığın kızları Zeliha'nın olayı kimin yaptığını
bildiğini ancak söylerse babasının kızacağını söylediğini ve bunu Sebile'den duyduğunu söylemesi,
3-Maktulenin çamaşır makinası yanında bulunmasına rağmen merdivenden düştü, halıda kaydı, başını
çarptı gibi ifadeler kullanılması,
4-Sanığın, maktule hastaneye kaldırıldığı sırada, maktulenin yanında gitmemesi ve yakınlarının
hastanede bıçakla öldürülmüş denmesi üzerine hastaneden ayrılarak maktuleyi hastanede bırakmaları,
sanığın cenazeye dahi gelmemesinin hayatın olağan akışına uygun bulunmaması,
5- Maktulenin bir başkasıyla ilişkide bulunduğu iddiası,
6-Maktule evde bulunduğunda polis ve ambulansa geç haber verilmesi,
7-Sanığın ölüm saatinde çalıştığı işyerinden geçici olarak ayrılması,
8-Küçük tanık Mert’in baskı nedeniyle psikolojik tedavi görmesi,
İzah edilen nedenlerle sanığın mahkumiyetinin doğru olduğu ancak, maktulenin bir başka kişiyle ilişkili
olması ve kavga sırasında bıktım artık senden demesi karşısında haksız tahrik hükümlerinin
uygulanması gerektiği düşüncesiyle çoğunluğun kararına katılmıyorum" görüşüyle önsoruna ilişkin
karşıoy, esasa ilişkin olarak ise farklı düşünceyle direnme hükmünün bozulması yönünde oy
kullanmıştır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Osmaniye 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 29.03.2012 gün ve 65–58 sayılı direnme hükmünün sanığın
beraatine karar verilmesi gerekirken mahkumiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2-Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 15.04.2014
günü yapılan müzakerede her iki uyuşmazlık yönünden de oyçokluğuyla karar verildi.