TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
DENİZ BAYKAL BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/7521) |
|
Karar Tarihi: 4/12/2013 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
|
|
Alparslan ALTAN |
|
|
Serdar ÖZGÜLDÜR |
|
|
|
|
|
Recep KÖMÜRCÜ |
|
|
Engin YILDIRIM |
|
|
Murat AZAKLI |
|
|
Deniz BAYKAL |
|
|
Av. Mirat ÇATAK |
1. Başvurucu, Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesinde aleyhine açılan tazminat davasında, siyasi parti mitinginde söylediği ve ifade özgürlüğü kapsamında olan söylemlerin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu kabul edilerek manevi tazminata hükmedilmesinin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
2. Başvuru, 9/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 2/12/2013 tarihinde, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
A. Olaylar
4. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:
5. Başvurucu, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı iken 28/2/2009 tarihinde Sinop ilinde yapılan siyasi parti mitingi sırasında bir konuşma yapmıştır.
6. Başvurucu aleyhine, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada, anılan siyasi parti mitinginde kullanılan söylemlerin kişilik haklarına tecavüz niteliğinde olduğu iddia edilerek manevi tazminat talep edilmiştir.
7. Mahkemece, 7/7/2009 tarih ve E.2009/86, K.2009/229 sayılı kararla “Sevgili Sinoplular, içimden geçen şu: bak sen iktidar olmuşsun ama adam olamamışsın. Sen iktidar olmuşsun ama adam olamamışsın. Değerli arkadaşlarım, bu iyi bir üslup değil, bu üslup maganda üslubu, maganda üslubu. Bu üslup, Başbakan üslubu değil, Başbakan bu konuları bıraksın. Bildiği konulara girsin, onları konuşsun, onları tartışalım… Şimdi diyor ki, ‘bizim işimiz hizmet, gücümüz millet’ diyor. Şimdiki son lafı bu. Ben sana onu söyleyeyim. Senin işin hizmet, gücün de millet değil, senin işin talan, gücün yalan dolan, adın da Recep Tayyip Erdoğan”, şeklindeki söylemlerin küçük düşürücü ve davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne ve 10.000 TL manevi tazminatın başvurucudan tahsiline karar verilmiştir.
8. Temyiz üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 10/6/2010 tarih ve E.2009/11798, K.2010/6936 sayılı kararıyla; “dava konusu sözlerin söylendiği toplantıda yapılan konuşma bir bütün olarak incelendiğinde; bir muhalefet partisinin genel başkanı olan davalının seçim toplantısında; davacının başbakan olarak görev aldığı hükümetin iş ve eylemlerine yönelik eleştiriler yönelttiği, bu konudaki düşünce ve görüşlerini açıkladığı, genel başkanı olduğu siyasi parti ve kendisi hakkında eleştirilerde bulunan davacının, kişilik haklarına yönelik olmayan sert eleştirilerde bulunduğu, siyasi bir kişilik olan davacının, hakkında yapılan sert eleştirilere katlanması gerektiği, konuşmanın tümünün eleştiri sınırları içinde kaldığı anlaşılmaktadır. Yerel mahkemece açıklanan olgular gözetilerek, istemin tümden reddedilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle, davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir”, şeklinde gerekçe belirtilerek, hüküm bozulmuştur.
9. Bozma kararı sonrası Mahkemece, 9/11/2010 tarih ve E.2010/411, K.2010/322 sayılı ilamla başvurucunun miting sırasındaki ifadelerinin sert eleştiri niteliğinde olmayıp, kişilik haklarına saldırı niteliği taşıdığı gerekçesiyle önceki kararda direnilmesine ve 10.000 TL manevi tazminatın başvurucudan tahsiline karar verilmiştir.
10. Temyiz üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 8/6/2011 tarih ve E.2011/4-188, K.2011/393 sayılı ilamla başvurucunun ifadelerinin davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu ve manevi tazminattan sorumlu tutulması gerektiği, direnme kararının yerinde olduğu, ancak manevi tazminatın miktarına yönelik olarak Özel Daire tarafından inceleme yapılmadığı gerekçesiyle direnme uygun bulunduğundan manevi tazminat miktarına yönelik olarak temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Yargıtay 4. Hukuk Dairesine gönderilmesine karar vermiştir.
11. Karar düzeltme istemi, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 4/4/2012 tarih ve E.2012/4-126, K.2012/281 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
12. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 14/6/2012 tarih ve E.2012/6050, K.2012/10402 sayılı kararıyla; başvurucunun ifadelerinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararıyla eleştiri sınırlarını aşarak davacının kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği kabul edilmiş ise de hükmedilen manevi tazminat miktarının fazla olduğu gerekçesiyle, daha alt düzeyde manevi tazminat takdir edilmek üzere hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
13. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonunda, 4/6/2013 tarih ve E.2013/32, K.2013/360 sayılı ilamla, başvurucunun söylemlerinin Başbakan’ın kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne ve 5.000 TL manevi tazminatın başvurucudan tahsiline karar verilmiştir.
14. Karar, başvurucu vekilinin yüzüne karşı verilmiş, 11/6/2013 tarihinde gerekçeli karar yazılmış, 31/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş ve temyiz yoluna başvurulmaksızın 10/9/2013 tarihinde kesinleştiği Mahkeme kararına yazılmıştır.
B. İlgili Hukuk
15. 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 58. maddesi şöyledir:
“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.
16. Mahkemenin 4/12/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 9/10/2013 tarih ve 2013/7521 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
17. Başvurucu, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı olduğu dönemde Sinop ilinde yapılan siyasi miting sırasında Başbakan'a karşı eleştiri mahiyetindeki ve ifade özgürlüğü kapsamındaki söylemlerinin, aleyhine açılan davada Başbakan'ın kişililik haklarına hakaret niteliğinde olduğu kabul edilerek manevi tazminata karar verildiğini, seçimler öncesi siyasi arenada yapılan karşılıklı söylemlerin kişilik haklarının ihlali olarak kabul edilemeyeceğini, sert ve acımasız eleştirilere de katlanılması gerektiğini, benzer olaylar ve Başbakan tarafından yapılan kişilik haklarına saldırı niteliğindeki ifadelere dayalı davalarda ret kararları verildiğini, Başbakan aleyhine kullandığı sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından kişilik haklarına saldırı konusunda verilen karar kesinleştiğinden ve Yargıtay 4. Hukuk Dairesi kararına uyularak tazminat miktarı yönünden yeni bir karar verildiği için hükmün temyizinde hukuki yarar görmediğini, bu nedenle de temyiz yoluna başvurmadığını belirterek, Anayasa’nın 26., 36. ve 37. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yargılamanın yenilenmesini talep etmiştir.
B. Değerlendirme
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
20. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.”
21. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün “Başvuru süresi ve mazeret” başlıklı 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği ve buna ilişkin kararın kesinleştiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.”
23. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır.
24. Bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği, başvurucunun, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarını öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtları zamanında bu mercilere sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz.
25. Başvuru yollarının tüketilmesi ilkesi, hukuk sisteminde öngörülen usul kurallarına riayet edilmesini gerektirir. Zira, başvuru yollarının tüketilmesi için usule ilişkin koşullara ve sürelere uymak gerekir. Başvurucunun hukuk yollarını tüketmeye çalıştığı, ancak kendi ihmali nedeniyle usul gerekliliklerini yerine getiremediği hallerde başvuru, hukuk yolları tüketilmediği için reddedilir.
26. Başvuru konusu olayda, başvurucu, siyasi miting sırasında Başbakan'a karşı eleştiri mahiyetindeki ve ifade özgürlüğü kapsamındaki söylemlerinin, aleyhine açılan davada Başbakan'ın kişililik haklarına hakaret niteliğinde olduğu kabul edilerek manevi tazminata karar verildiğini belirterek, anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
27. Başvurucu aleyhine Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava sonunda başvurucunun tazminat ödemesine karar verilmiş, temyiz üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince, başvurucunun söylemlerinin ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı gerekçesiyle hüküm bozulmuştur. Mahkemece bozma kararına direnilmesi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca direnme kararı yerinde bulunularak, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin bozma kararı kaldırılmış, tazminatın miktarı yönünden değerlendirme yapılması için dosya Yargıtay 4. Hukuk Dairesine gönderilmiştir. Karar düzeltme talebi de Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca reddedilmiştir.
28. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, tazminatın miktarı açısından hükmün bozulmasına karar vermiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak, başvurucunun ifadelerinin Başbakan’ın kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Başvurucu bu kararın temyizinde hukuki yarar görmediği için temyiz yoluna başvurmamış ve bireysel başvuru hakkını kullanmıştır.
29. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nin içtihadına göre, genel bir kural olarak başvurucu, dava konusuyla ilgili ulusal içtihada göre yapacağı bir temyiz başvurusunun başarısız olacağını ispat ederse, başvurucunun iç hukuk yollarını tüketmiş olduğu kabul edilecektir (bkz. Kleyn ve Diğerleri/Hollanda, B.No: 39343/98, 6/5/2003, § 156).
30. Temyiz mahkemesinin yakın zamanda vermiş olduğu ve başvurucunun davasına da uygulanacak nitelikteki bir karar varsa ve temyiz mahkemesinin bu kararını değiştirmesi ihtimal dâhilinde görünmüyorsa başvurucu, iç hukuk yollarını tüketmiş sayılacaktır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Salah Sheek/Hollanda, B.No: 1948/04, 23/5/2007, § 121).
31. Yukarıda belirtildiği üzere Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulması için olağan kanun yollarının tüketilmesi gerekir. Ancak somut olayda başvurucu açısından temyiz yoluna başvurulması, tüketilmesi gerekli bir yol olarak kabul edilemez. Zira aynı karara yönelik olarak temyiz mercileri kararlarını vermişler ve derece Mahkemesince de temyiz mercilerinin verdikleri karar doğrultusunda hüküm kurulmuştur. Bu anlamda Mahkemece verilen son karara karşı temyiz yolu, etkili bir başvuru yolu olarak kabul edilemez ve Mahkemece verilen son karara karşı temyiz yoluna başvurulmadan yapılan bu başvuru, olağan kanun yoluna başvurulmadığı için başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez nitelikte değerlendirilemez. Zira, başvurucu Mahkemece verilen ilk karara yönelik olarak, olayın şartları dâhilinde, olağan kanun yollarını tüketmek için kendisinden beklenen her şeyi yapmıştır. Bu aşamadan sonra başvurucudan derece Mahkemesince verilen son karara yönelik olarak da temyiz yoluna başvurmasını beklemek, bireysel başvuru hakkının kullanılması önünde orantısız bir engel oluşturabilir.
32. Öte yandan, bireysel başvurunun ön şartlarından birisi de 30 günlük süre kuralıdır. Süre, başvurunun her aşamasında dikkate alınması gereken bir usul hükmüdür.
33. Yukarıda belirtildiği üzere, 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrasında, bireysel başvurunun, başvuru yolları açık olan kararlar için bu yolların tüketildiği, başvuru yolu bulunmayan kararlar için ise “ihlalin öğrenildiği” tarihten itibaren 30 gün içinde yapılması gerektiği belirtildiği hâlde, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrasında “başvuru yollarının tüketildiği ve buna ilişkin kararın kesinleştiği” tarihten itibaren 30 gün içinde bireysel başvuru yapılması gerektiği düzenlenmiştir. Görüldüğü üzere İçtüzük’te, ihlale neden olduğu iddia edilen kararın öğrenilmesi ile birlikte hükmün kesinleşmiş olması şartı da aranmaktadır.
34. Hukuk davalarında olağan kanun yolları temyiz ve karar düzeltme yoludur. Karar düzeltme yolu kapalı, temyiz yolu açık olan bir hükmün kesinleşmesi, temyiz istemi sonunda verilen ret kararıyla veya temyiz yoluna başvurulmamışsa mahkemece verilen kararın tebliğinden itibaren temyiz başvuru süresinin sonunda gerçekleşir. Temyiz yolu açık olan ve hukuki yarar görülmediği için temyiz yoluna başvurulmayan bireysel başvurularda 30 günlük başvuru süresinin hangi tarihten itibaren başlayacağı hususunun açıklığa kavuşturulması gerekir.
35. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 35. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre, “Uluslararası Hukukun genel olarak kabul edilen prensiplerine göre, ancak iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ve kesin karardan itibaren altı aylık süre içinde Mahkeme’ye başvurulabilir.” Altı ay kuralının amacı, hukukun güvenliğini artırmak ve AİHS uyarınca benzer konuların ortaya çıktığı davaların, makul süre içerisinde görülmesini sağlamak, ayrıca yetkili makamları ve diğer ilgili kişileri, uzayan süre boyunca belirsizlik altında kalmaktan korumaktır (bkz. Bulut ve Yavuz/Türkiye, B.No. 73065/01, 28/5/2002).
36. AİHM’e yapılan başvurulara ilişkin olarak, mevcut iç hukuk yolu bulunmaması veya etkin olmadıkları sonucuna varılması durumunda, altı aylık süre, şikâyette bulunulan olay tarihinden itibaren işlemeye başlar. Başvurucuların önce bir iç hukuk yoluna başvurdukları, ancak bu başvuru yolunu etkisiz kılacak koşulların daha sonra farkına varacakları veya varmaları gereken özel koşullar bulunabilir. Böyle bir durumda, altı aylık süre, başvuranın bu koşulların farkına vardığı veya varması gereken tarihten itibaren hesaplanabilir (bkz. Hazar ve Diğerleri/Türkiye, B. No. 62566/00, 10/1/2002).
37. Görüldüğü üzere AİHM, Sözleşme’nin 35. maddesinin (1) numaralı fıkrasında düzenlenen altı aylık başvuru süresini, yalnızca hükmün kesinleşmesinden değil, etkin olmadığı düşünülen başvuru yollarına gidilmediği takdirde, ihlale neden olduğu ileri sürülen karar veya olayın öğrenilmesinden itibaren başlatmaktadır.
38. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün yukarıda anılan maddesinde, bireysel başvuru süresinin başlangıcına ilişkin olarak “başvuru yollarının tüketildiği ve buna ilişkin kararın kesinleştiği” tarihten söz edilmekte ise de bu ibarenin ihlale neden olduğu ileri sürülen nihai kararın öğrenildiği tarih olarak anlaşılması gerekir. Temyiz yolu açık olan bir hükme yönelik olarak, etkili görmedikleri veya hukuki yararları olmadığı için bu yola başvurmayan başvurucular, Mahkemece verilen kararı öğrendikleri tarihte ihlale neden olduğunu ileri sürdükleri kararı öğrenmiş olup, temyiz yoluna başvurmayarak, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkını kullanmışlarsa, buna ilişkin süreye riayet etmeleri beklenir. Her ne kadar derece mahkemesi kararı, temyiz başvuru süresi sonunda kesinleşmekte ise de başvurucular bu yola başvurmadığında, Mahkemece verilen kararın tebliği ile ihlale neden olduğunu ileri sürdükleri kararı öğrendiklerine göre, bu tarihten itibaren 30 gün içinde başvuruda bulunmaları gerekir. Temyiz yolunu etkili bir yol olarak görmeyen başvurucular bireysel başvuruda bulunma yolunu tercih etmişlerse bireysel başvuruya ilişkin süreye riayet etmelidirler (B. No: 2013/1936, 17/9/2013, § 23).
39. Başvuruda bulunmak için hükmün kesinleşmesi şartı, başvuru yollarının tüketilmesi anlamında değerlendirilmelidir. Ancak başvurucular, etkili yol olarak görmedikleri temyiz yoluna başvurmamışlarsa, mahkemece verilen kararın öğrenilmesinden itibaren 30 gün içinde bireysel başvuruda bulunulması gerekir.
40. Başvuru konusu olayda başvurucu, siyasi miting sırasında Başbakan'a karşı eleştiri mahiyetindeki ve ifade özgürlüğü kapsamındaki söylemlerinin, aleyhine açılan davada Başbakan'ın kişilik haklarına hakaret niteliğinde olduğu kabul edilerek manevi tazminata karar verilmesinin anayasal haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
41. Başvurucu aleyhine Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava sonunda 4/6/2013 tarih ve E.2013/32, K.2013/360 sayılı kararla davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Anılan karar 31/7/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, temyiz yoluna başvurulmasında hukuki yarar görmediği için bu yola başvurmadığı halde, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 30 günlük başvuru süresinin geçmesinden sonra 9/10/2013 tarihinde başvuruda bulunmuştur. Dolayısıyla başvuruda süre aşımı bulunduğu sonucuna varılmaktadır.
42. Açıklanan nedenlerle, ihlale neden olduğu iddia edilen karara ilişkin olarak otuz gün geçtikten sonra yapılan başvurunun, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “süre aşımı” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Başvurunun, “süre aşımı” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, 4/12/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.