Duyurular
Hukuka Aykırı Deliller ile Köşeye Sıkıştırılan Şüphelinin İkrar Mahiyetindeki Beyanı Özgür İrade Ürünü Değildir, Hukuka Aykırı Deliller ile Köşeye Sıkıştırılan Şüphelinin İkrar Mahiyetindeki Beyanı Özgür İrade Ürünü Değildir ,sahte rakı kararı,hukuku aykırı arama ikrar,hukuka aykırı arama suç kabulü,hukuka aykırı arama nedeniyle ikrar,hukuka aykırı arama nedeniyle suç kabulü
20.05.2022

Hukuka Aykırı Deliller ile Köşeye Sıkıştırılan Şüphelinin İkrar Mahiyetindeki Beyanı Özgür İrade Ürünü Değildir

T.C. 

YARGITAY 

CEZA GENEL KURULU 

E. 2009/7-160 

K. 2009/264 

T. 17.11.2009 

• HUKUKA AYKIRI ARAMA ( Elde Edilen Delillerin Türk Ceza  Yargılaması Hukuku Sisteminde Dikkate Alınamayacağı - Elde Edilen  Maddi Kanıt İle Buna İlişkin Düzenlenen Tutanağın Hükme Esas Alınamayacağı ) 

• GECİKMEDE SAKINCA BULUNMA HALİ ( Söz Edebilmek İçin İlgilinin  Hakime Başvurup Karar Aldıktan Sonra Tedbiri Uygulamak İstemesi  Halinde O Tedbirin Uygulanamaz Duruma Düşmesi ya da Uygulanması  Halinde Dahi Beklenen Faydayı Vermemesi Söz Konusu Olması  Gerektiği ) 

• HUKUKA AYKIRI BİÇİMDE ELDE EDİLEN KANITLAR ( Türk Ceza  Yargılaması Hukuku Sisteminde Dikkate Alınamayacağı - Elde Edilen  Maddi Kanıt İle Buna İlişkin Düzenlenen Tutanağın Hükme Esas  Alınamayacağı ) 

• ARAMA İŞLEMİ ( Yapıldığı Tarihteki Yasal Düzenlemelere Göre Arama  Ancak Hakim Kararıyla Mümkün Olduğu - C. Savcıları İle Onun  Yardımcısı Sıfatıyla Emirlerini Yerine Getirmekle Görevli Kolluğun  Arama Emri Yetkisi İstisnai Olup Bu Yetkinin Doğması İçin Bir Ön Koşul  Olarak Gecikmesinde Sakınca Umulan Halin Gerçekleşmesi Gerektiği ) 

1412/m.97, 254/

5271/m.119, 217/

ÖZET : Soruşturma ve kovuşturma işlemleri, gerçekleştirildiği tarihte  yürürlükte bulunan usul kurallarına uygun olmalıdır. Arama işleminin yapıldığı  tarihteki yasal düzenlemelere göre, arama ancak hakim kararıyla  mümkündür. Cumhuriyet Savcıları ile onun yardımcısı sıfatıyla emirlerini  yerine getirmekle görevli kolluğun arama emri yetkisi istisnai olup, bu yetkinin  doğması için bir ön koşul olarak, gecikmesinde sakınca umulan halin  gerçekleşmesi gerekir. Gecikmede sakınca bulunduğundan söz edebilmek  için de, ilgilinin hakime başvurup karar aldıktan sonra tedbiri uygulamak 

istemesi halinde o tedbirin uygulanamaz duruma düşmesi ya da uygulanması halinde dahi beklenen faydayı vermemesi söz konusu olmalıdır. 

Hukuka aykırı biçimde elde edilen deliller, Türk Ceza Yargılaması Hukuku  sisteminde dikkate alınamayacağından, sanığın işyerinde hukuka aykırı  olarak gerçekleştirilen arama işleminde elde edilen maddi kanıt ile buna  ilişkin düzenlenen tutanağın, hükme esas alınması olanaksızdır. 

DAVA : Sanığın 4733 sayılı Yasa'nın 8/1. maddesi gereğince 3 yıl hapis ve  459.708.000 TL ağır para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin ( Kadıköy  Dördüncü Asliye Ceza Mahkemesi )'nce verilen 07.09.2004 gün ve 131-796  sayılı hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay  C.Başsavcılığı'nın 06.06.2005 günlü yazısıyla 5320 sayılı Yasa'nın 8.  maddesi uyarınca iade edilmiş, 

( Kadıköy Dördüncü Asliye Ceza Mahkemesi )'nce 25.10.2005 gün ve 636- 932 sayı ile; yeni yasaların sanık lehine hükümler getirmediği kabul edilerek,  hükümdeki ağır para cezasının adli para cezasına dönüştürülmesi ve  miktarının da 458 YTL olarak belirlenmesi suretiyle, sanığın yine aynı şekilde  cezalandırılmasına karar verilmiştir. 

Sanık müdafii tarafından temyiz edilen bu hüküm ise, dosyayı inceleyen  Yargıtay 7. Ceza Dairesi'nce 19.03.2009 gün ve 2006/8913-4357 sayı ile; 

"... K... Y... Caddesi G... Sokak içerisinde 12 sayılı yerin giriş katında sahte  rakı imalatı yapan bir şahıs bulunduğunun ihbar edilmesi üzerine belirtilen  adreste yapılan aramada, birinin yarısı, diğerinin tamamı dolu iki adet 750  litrelik varil İçinde saf alkol, bir adet rakı ve votka şişelerinin kapaklarını  sabitlemede kullanılan yaylı üç kollu elektrikli makine, kapakları düzeltmede  kullanılan elektrikli ve motorlu makineler, varille bağlantılı şekilde musluklar  ve bunlara bağlı hortumlarla birlikte birbirlerine aktarmada kullanılan motorlu  makine, 12 adet 30 litre kapasiteli boş bidon, 1850 adet boş rakı şişesi tespit  edilip zaptedilmiş, bunun üzerine sanık hakkında kamu davası açılmış olup,  yapılan yargılama sonunda mahkumiyet hükmü kurulmuştur. 

Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 29.11.2005 gün 2005/7-144 esas 2005/150  sayılı kararında da belirtildiği gibi; 

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 20. maddesinin ikinci fıkrasında: '  Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hakim kararı  olmadıkça; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan  merdin emri bulunmadıkça, kimsenin üstü, özel kağıtları ve eşyası aranamaz  ve bunlara el konulamaz' denilmektedir.

Yine Anayasa'nın 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun'la değişik konut  dokunulmazlığı başlıklı 21. maddesine göre Kimsenin konutuna  dokunulamaz. Milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel  sağlık ve genel ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin  korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre  verilmiş hakim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak  gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin  yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin konutuna girilemez, arama yapılamaz ve  buradaki eşyaya el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde  görevli hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını el koymadan itibaren  kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.' 

Anayasa'nın 38. maddesine 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun'la eklenen  5. fıkrası da "Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul  edilemez' hükmünü içermektedir. 

Olay tarihinde yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK'nm 97. maddesine göre  " Aramaya karar vermek salahiyeti hakimindir. Ancak tehirinde mazarrat  umulan hallerde Cumhuriyet Savcıları ve Savcıların muavini sıfatıyla  emirlerini icraya memur olan zabıta memurları arama yapabilirler. 

Hakim veya Cumhuriyet Savcısı hazır olmaksızın süknada veya iş görmeğe  mahsus mahaller ile kapalı yerlerde aramada bulunabilmek için o mahal  İhtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur. 

Yukarıdaki fıkrada gösterilen takayyüt 96. maddenin ikinci fıkrasında yazılı  mahallere şamil değildir' hükmü, anılan Yasa'nın 254. maddesine 3842 sayılı  Kanun'la eklenen 2. fıkrasında ise "Soruşturma ve kovuşturma organlarının  hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz' amir hükmü  mevcuttur. 

Yine bu konuda arama işlemi sırasında yürürlükte bulunan Adli ve Önleme  Aramaları Yönetmeliği'nin 5. maddesinde 'Adli arama, bir suç işlemek veya  buna iştirak veyahut yataklık etmek makul şüphesi altında bulunan kimsenin,  saklananın, şüphelinin, sanığın veya hükümlünün yakalanması ve suçun iz,  eser, emare veya delillerinin elde edilmesi için bir kimsenin, özel hayatının  ve aile hayatının gizliliğinin sınırlandırılarak konutunda, etrafı çevrili d 'ığer  mahallerinde, üzerinde, özel kağıtlarında, eşyasında, aracında Ceza  Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlara göre yapılan araştırma  işlemidir' kuralı, aynı Yönetmeliğin 7. maddesinde ise "Adli aramaya karar  vermek yetkisi hakimindir. Kolluk, arama kararı alınması için makul şüphe  sebeplerini belirten ayrıntılı ve gerekçeli bir rapor hazırlar ve Cumhuriyet  Savcısına başvurur. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet  Savcısının yazılı emri veya bu emrin alınamadığı hallerde ise kolluk amirinin  yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kağıtları, eşyası ve aracı 

aranamaz, konutuna girilemez ve buradaki eşyaya ei konulamaz. Cumhuriyet  Başsavcılıklarınca, arama ile ilgili kararları vermek üzere, yirmidört saat  süreyle bir nöbetçi Cumhuriyet Savcısı görevlendirilir. Yetkili merciin yazılı  emri yirmidört saat içinde görevli hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını el  koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma  kendiliğinden kalkar' hükümleri yer almaktadır. 

Yine suç tarihi itibariyle yürürlükte olan 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet  Kanunu'nun 2. maddesinin 3. fıkrasının VIII. bendinde "Ceza Muhakemeleri  Usulü Kanunu ile diğer kanunlarda, zabıta tarafından suç delillerinin tesbiti  veya suç faillerinin yakalanması maksadiyie yapılacak aramalar için, ... Yetkili  amir tarafından verilecek sözlü emirler derhal yerine getirilir', anılan Yasa'nın  9. maddesinin 2. fıkrasında ise polis, kamu düzenini ve anayasal hak ve  özgürlükleri korumak bakımından zorunlu ve gecikmesinde sakınca bulunan  hallerde, il sınırları içinde valinin, iiçe sınırları içinde kaymakamın, somut olay  ve gereksinimler için her seferinde yeniden vereceği emirle: ... sayılan  eylemlerle ilgili kişileri ele geçirmek amacıyla, kişilerin üstlerini, araçlarını ve  eşyasını arar, suç unsuru gördüklerine el koyar, evrakıyla birlikte adalete  teslim eder. 

Vali ve kaymakamın arama ve el koymaya ilişkin emri yazıyla verilir. İvedi  durumlarda sözlü olarak verilen emrin en kısa zamanda yazı ile  doğrulanacağı hükme bağlanmıştır. 

Görüldüğü gibi 2559 sayılı PVSK'nın anılan 9. maddesinin henüz 03.10.2001  tarihli Anayasa değişikliğine paralel olarak 4771 sayılı Kanun'la  değiştirilmeden önceki haliyle bile ' suç delillerinin tespiti veya suç faillerinin  yakalanması maksadıyla yapılacak aramalar için, maddede tek tek sayılan  yer ve şartlarda, vali veya kaymakamın yazılı emri ile; ivedi durumlarda sözlü  olarak verilen emrin en kısa zamanda yazı ile doğrulanması şartıyla polisin,  ancak kişilerin üstlerini, araçlarını ve eşyasını arayabileceği' düzenlenmiştir. 

Kaldı ki 2559 sayılı PVSK'nın anılan 9. maddesi de 03.08.2002 tarih ve 4771  sayılı Kanun'la değiştirilerek Anayasa'nın 21 ve CMUK'nın 97. maddeleriyle  uyumlu hale getirilmiştir. 

Hukuk devleti, Anayasa Mahkemesi'nin pek çok kararında vurguladığı gibi  bütün faaliyetlerinde hukukun egemen olduğu devlettir. Bu bağlamda devlet;  vatandaşına her an gözaltına alınabileceği, sorgulanabileceği, evinde,  işyerinde arama yapılabileceği endişesini yaşatmamalıdır. Aksine, güvenlik  içerisinde özgür ve onurlu bir yaşam sunmayı amaçlamalıdır. ( 7. C.D.  20.06.2005 gün /e 2003/3539 E-2005/8098 sayılı kararı ) 

Buna göre somut olay değerlendirildiğinde; alınan ihbar üzerine suç tarihinde  yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK'nın 97. maddesi uyarınca hakimden 

alınacak arama kararı ile ya da gecikmesinde sakınca varsa bu husus  belirtilerek yetkili merciin yazılı veya sözlü arama emri He sanığın işyerinde (  deposunda ) arama yapılması gerekirken, üçe merkezinde, gecikmesinde ne  gibi sakınca olduğu da belirtilmeden, hakim kararı da olmaksızın hukuka  aykırı bir şekilde arama sonucu elde edilen delile dayanılarak sanığın  mahkumiyetine karar verilmesi, 

Kabule göre de; 

Ele geçirilen maddelerin sahte rakı olup olmadığı kimyasal yönden araştırılıp  bilirkişi raporu alınmadan sadece zabıt mümzilerinin beyanına dayanılarak  eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi..." isabetsizliklerinden  oyçokluğuyla bozulmuştur. 

Daire Üyesi Orhan Koçak; "Sanığın haklarının ihlal edilmesi halinde, suçun  topluma verdiği zarar ile devlet görevlilerinin sanığa ait hakları ihlal  etmelerinden doğan kişisel ve toplumsal zarar karşılaştırılarak sanığın  topluma verdiği zarar daha fazla ise hukuka aykırı olarak elde edilen deliller  yargılamada delil olarak kullanılmalı, aksi takdirde değerlendirme dışı  bırakılmalıdır. 

İnsan haklarını korumak amacıyla yasaya konulan kanuna aykırı elde edilen  delillerin, delil olarak kabul edilemeyeceği hükmü hukuk devleti ilkesinin diğer  iki unsuru olan adaleti ve hukuki güvenliği gerçekleştirmeyi engellememelidir.  Doktrin ( Bahri Öztürk, Yenisey, Delil Yasakları, sh. 44-45 ) ve Yargıtay Genel  Kurul Kararları ( 15.03.2005 gün ve 2005/10-15/29, 26.06.2007 gün ve  2007/7-147/159 sayılı kararları ) ve İnsan Hakları Mahkemesi kararları da bu  doğrultuda görüş belirtiyor. İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyma  zorunluluğu milletlerarası anlaşmalarla kabul edildiğinden Anayasa'nın 90  /son fıkrası uyarınca da bu kurallar en üstün kural olduğundan İnsan Hakları  Mahkemesinin kabul ettiği ölçülülük ilkesini gözetmek zorundayız. 

Somut olayımızda da güvenlik görevlilerinin depoda yaptığı arama sonucu  sahte rakı imalatı ile İlgili aletler ve alkol ele geçmiştir. Yapılan aramalardaki  usulsüzlük He sanığın hakları mı daha çok ihlal ediliyor, yoksa ürettiği sahte  rakılarla birçok insanın ölmesine sebebiyet vererek toplumsal zarar mı daha  çok İhlal edilmiş oluyor? Yaşam hakkı, konut dokunulmazlığından daha üstün  bir hak olduğundan, o hak lehine karar verilerek ele geçen deliller delil olarak  değerlendirilmelidir. Kaldı ki sanığın arama yapılırken birtakım haklarının ihlal  edildiğine ilişkin bir yakınması da olmamıştır. 

Kabule göre yapılan bozma da yerinde değildir. Zira işyerinde aletler, boş  rakı şişeleri ve bol miktarda alkol yakalanmıştır.

İzah edilen nedenlerle sayın çoğunluğun bozma düşüncelerine katılmıyorum.  Sanığın ifadesinde depo sahibi olarak belirtildiği Cengiz dinlenilerek  sonucuna göre karar verilmesi gerektiği" görüşüyle karşı oy kullanmıştır. 

Yargıtay C.Başsavcılığı'nca 29.06.2009 gün ve 221255 sayı ile; 

"... İstanbul K... K... Y... 12 sayılı yerin giriş katında sahte rakı imal eden bir  şahsın bulunduğunun İhbarı üzerine bu yerin polis tarafından gözetlendiği,  bu sırada içeriye giren şahsın bir saat kadar kaldığı ve çıkmadığı anlaşılınca  kapı zilinin polis tarafından çalındığı ve kapıyı sanığın açtığında içeriden  kuvvetli bir şekilde alkol kokusunun geldiği, aramada sahte rakı imalatına  yarayan eşyalar, imalde kullanılan alkol, boş rakı şişeleri bulunması  sonucunda tutanak tanzim edildiği, ay m gün poliste alınan ifadesinde  kendisinin nakliye işi yaptığını, daha önceleri bir defa sahte rakı pazarlamak,  üç defa sahte rakı imal etmek ve piyasaya sürmek suçlarından yakalandığını,  bulunduğu yerin şu anda cezaevinde olan Cengiz isimli şahsa ait olduğunu,  bu şahsın burada sahte rakı imal ettiğim, kendisinin de talebi halinde  birahaneler önünden toplamış olduğu boş şişeleri buraya aracıyla taşımasını  yaptığını, olay günü de daha önceden bu şahsa bırakmış olduğu bidonları  almaya geldiğini, bu esnada görevlilerce yakalandığını', savcılık ifadesinde  ise "Su pazarladığını, olay yerine su bıraktığını, o sırada polislerin geldiğini",  duruşmada ise" Su pazarlamacılığı yaptığını, Cengiz'e su verdiğini, boş su  bidonlarını almaya geldiğinde tesadüfen polislerin geldiğini' ifade etmiştir. 

Yapılan araştırmada Cengiz diye bir kişinin sanığın belirttiği cezaevinde  tutuklu bulunmadığı anlaşılmıştır. 

Adli sicil kayıtlarının incelemesinde sanığın sahte rakı bulundurmak  suçundan ceza kararnamesi ile cezalandırıldığı, polis kayıtlarında ise, sahte  rakı pazarlamak, sahte rakı İmal edip piyasaya sürmek suçlarından giriş  kayıtları olduğu tespit edilmiştir. 

Sanık beyanları ve olay tutanakları incelendiğinde; sanığın bir anahtar  olmadan depoya girmesinin mümkün olmadığı düşünüldüğünde, maddi  olaya göre olay tutanağı ve ihbar He olay yerine gelindiğinde şahsın içeriye  girdiği, bir saat çıkmayınca kapı zilinin polis tarafından çalınması sonucu  kapıyı açtığı ve ilk ifadesinde boş şişeleri taşıdığını da belirtmesi, ifadesinde  bahsi geçen Cengiz İsimli şahsın bulunmadığı da dikkate alındığında sanığın  tevilli ikrarının bulunduğu kabul edilmelidir. 

Bu itibarla olay yerinde bulunan depoda hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen  arama işleminin hukuka aykırı olduğu ve arama sonunda ele geçirilen delilin  hükme esas alınmayacağı konusunda Yargıtay Özel Dairesi ile Yargıtay  Cumhuriyet Başsavcılığı arasında görüş farklılığı bulunmadığı, ancak hukuka 

aykırı aramada elde edilen maddi delil dışındaki diğer delillerin, yani telefon 

ihbarı ile sanığın tevilli ikrarının somut olayda mahkumiyet için yeterli olup  olmadığının Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 144-150 esas karar sayılı İlamı  ışığında tartışılması gerekmektedir. 

Sanığın tevilli ikrarı özgür idaresine dayalıdır. Beyanının ciddiyetini ve  doğacak sonuçlarını bilmektedir, tevilli ikrarı diğer delillerle ve emarelerle  desteklenmektedir. 

Sanığın tevilli ikrarının delil değeri evvelce sahte rakı imalinden mahkumiyetinin ve yakalanmasının bulunması ve depoya kendinde mevcut  bulunan anahtarla girmesi, zili çalan polislere kapıyı kendisinin açması,  içerideki rakı imalinde kullanılan aletlere, şiddetli alkol kokusunu görmemesi  ve bilmemesinin mümkün olmaması nedenleri ile delil değeri taşımaktadır. 

Bu tespitler birlikte değerlendirildiğinde, ihbar üzerine başlatılan soruşturma  sürecinde sanığın ihbarla uyumlu tevilli ikrarı karşısında sanığın sahte rakı  imal etmek suçunun sübuta erdiği anlaşılmıştır... "gerekçeleriyle itiraz yasa  yoluna başvurularak, Yargıtay 7. Ceza Dairesi'nin 19.03.2009 tarih ve 8913- 

4357 sayılı kararının kaldırılarak yerel mahkeme hükmünün onanmasına  karar verilmesi talep olunmuştur. 

Dosya Yargıtay 1. Başkanlığı'na gönderilmekle, Ceza Genel Kurulu'nca  değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır: 

KARAR : Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nca çözümlenmesi gereken  uyuşmazlık, hukuka aykırı aramada elde edilen maddi kanıtlar dışındaki diğer  kanıtların mahkumiyet için yeterli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir. 

Yerel mahkemece, sanığın sahte rakı imal etmek suçunun sabit olduğu kabul  edilerek, cezalandırılmasına karar verilmiş, Özel Daire'ce "hüküm hukuka  aykırı bir şekilde arama sonucu elde edilen kanıta dayanılarak sanığın  mahkumiyetine karar verilmesinin isabetsiz olduğu, kabule göre de ele  geçirilen maddelerin sahte rakı olup olmadığının kimyasal yönden araştırılıp  bilirkişi raporu alınmadan sadece zabıt mümzilerinin beyanına dayanılarak  eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi" isabetsizliklerinden  oyçokluğuyla bozulmuştur. 

Yargıtay C.Başsavcılığı'nca arama işleminin hukuka aykırı olduğu ve arama  sonunda ele geçirilen kanıtın hükme esas alınmayacağı kabul edilmekle  birlikte, ihbar üzerine başlatılan soruşturma sürecinde sanığın ihbarla uyumlu  tevilli ikrarı karşısında sanığın sahte rakı imal etmek suçunun sübuta erdiği,  gerekçeleriyle itiraz yasa yoluna başvurulmuştur. 

Esas itibariyle, soruşturma ve kovuşturma işlemleri, gerçekleştirildiği tarihte  yürürlükte bulunan usul kurallarına uygun olmalıdır. Bu bakımdan, somut 

olaydaki aramanın hukuka uygun olup olmadığı hususu, işlemin  gerçekleştirildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümler gözetilmek suretiyle  saptanmalıdır. 

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 20. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte  bulunan ikinci fıkrasında: "Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre  verilmiş hakim kararı olmadıkça; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de  kanunla yetkili kılınan merciin emri bulunmadıkça, kimsenin üstü, özel  kağıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz" denilmektedir. 

Yine arama işleminin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 1412 sayılı Ceza  Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 97. maddesinde: "Aramaya karar vermek  salahiyeti hakimindir. Ancak tehirinde mazarrat umulan hallerde Cumhuriyet  Savcıları ve Savcıların muavini sıfatiyle emirlerini icraya memur olan zabıta  memurları arama yapabilirler" hükmü yer almaktadır. 

2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu'nun arama işleminin  yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 2. maddesinde ise; Ceza Muhakemeleri  Usulü Kanunu ile diğer kanunlarda, zabıta tarafından suç delillerinin tespiti  veya suç faillerinin yakalanması maksadıyla yapılacak aramalar için, yetkili  amir tarafından verilecek sözlü emirlerin derhal yerine getirileceği  belirtilmektedir. Ancak, gecikmede sakınca bulunması nedeniyle kolluğun  arama yetkisinin doğması halinde yapılacak uygulamaya ilişkin olan bu  hüküm, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun, aramanın  koşulları ile yöntemini düzenleyen ve arama kararı veya emri vermeye yetkili  mercileri belirleyen hükümlerini ortadan kaldıran veya değiştiren bir  düzenleme niteliğinde kabul edilemez. 

Arama işlemi sırasında yürürlükte bulunan Adli ve Önleme Aramaları  Yönetmeliği'nin 5. maddesinde; "Adli arama, bir suç işlemek veya buna iştirak  veyahut yataklık etmek makul şüphesi altında bulunan kimsenin, saklananın,  şüphelinin, sanığın veya hükümlünün yakalanması ve suçun iz, eser, emare  veya delillerinin elde edilmesi için bir kimsenin, özel hayatının ve aile  hayatının gizliliğinin sınırlandırılarak konutunda, etrafı çevrili diğer  mahallerinde, üzerinde, özel kağıtlarında, eşyasında, aracında Ceza  Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlara göre yapılan araştırma  işlemidir" şeklinde tanımlanmış, adli aramalara karar ve emir verme yetkisi  başlıklı Yönetmeliğin 7. maddesinde ise; "Adli aramaya karar vermek yetkisi  hakimindir. Kolluk, arama kararı alınması için makul şüphe sebeplerini  belirten ayrıntılı ve gerekçeli bir rapor hazırlar ve Cumhuriyet savcısına  başvurur. 

Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri  veya bu emrin alınamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri 

bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kağıtları, eşyası ve aracı aranamaz,  konutuna girilemez ve buradaki eşyaya el konulamaz. 

Cumhuriyet Başsavcılıklarınca, arama ile ilgili kararları vermek üzere, yirmi  dört saat süreyle bir nöbetçi Cumhuriyet savcısı görevlendirilir. 

Yetkili merciin yazılı emri yirmidört saat içinde görevli hakimin onayına  sunulur. Hakim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar;  aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar" hükmüne yer verilmiştir. 

Görüldüğü gibi, arama işleminin yapıldığı tarihteki yasal düzenlemelere göre,  arama ancak hakim kararıyla mümkündür. C.Savcıları ile onun yardımcısı  sıfatıyla emirlerini yerine getirmekle görevli kolluğun arama emri yetkisi  istisnai olup, bu yetkinin doğması için bir ön koşul olarak, gecikmesinde  sakınca umulan halin gerçekleşmesi gerekir. Gecikmede sakınca  bulunduğundan söz edebilmek için de, ilgilinin hakime başvurup karar  aldıktan sonra tedbiri uygulamak istemesi halinde o tedbirin uygulanamaz  duruma düşmesi ya da uygulanması halinde dahi beklenen faydayı  vermemesi söz konusu olmalıdır. 

Somut olayda şüphelinin işyeri olduğu iddia edilen yerde, sahte rakı imal  edildiğinin ihbarı üzerine, hakim kararı alınmaksızın, yapılan aramada birinin  yarısı, diğerinin tamamı dolu iki adet 750 litrelik varil içinde saf alkol, bir adet  rakı ve votka şişelerinin kapaklarını sabitlemede kullanılan yaylı üç kollu  elektrikli makine, kapakları düzeltmede kullanılan elektrikli ve motorlu  makineler, varille bağlantılı şekilde musluklar ve bunlara bağlı hortumlarla  birlikte birbirlerine aktarmada kullanılan motorlu makine, 12 adet 30 litre  kapasiteli boş bidon, 1850 adet boş rakı şişesi tespit edilip zaptedilmiş ise  de, düzenlenen tutanakta gecikmede sakınca bulunduğuna ilişkin hiçbir  belirlemeye yer verilmediği gibi, dosya içeriğinde de, gerçekleştirilen arama  için hakim kararı alınmasının gecikme yaratacağını ve bunun da sakınca  doğuracağını düşündürecek bir belge ve bilgi de bulunmamaktadır.  Dolayısıyla, kolluğun arama konusundaki istisnai yetkisinin doğabilmesi için  gereken yasal koşullar oluşmadan gerçekleştirdiği arama işleminin hukuka  aykırı olduğu anlaşılmaktadır. 

Somut olaydaki hukuka aykırılığı bu şekilde saptadıktan sonra, hukuka aykırı  biçimde elde edilen kanıtın ceza yargılamasında kullanılıp kullanılamayacağı  sorununu inceleyecek olursak; 

Ceza yargılaması hukukumuzda delillerle ilgili geçerli ilke, "delil serbestisi"  prensibidir. Bu nedenle, ceza yargılaması hukukunda, medeni yargılama  hukukundan farklı olarak, her şey kanıt olarak kabul edilebilmektedir. Öte  yandan, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 254. maddesinin  birinci fıkrasında; "Mahkeme irat ve ikame edilen delilleri, duruşmadan ve 

tahkikattan edineceği kanaate göre takdir eder" denilmekle, yargılama  sürecinde sunulan ve toplanan kanıtlardan çıkarım yapılması yargıçların  takdirine bırakılmıştır. Ancak hem "delil serbestisi" hem de "delillerin  yargıçların kanaatine göre takdir edilmesi" ilkelerinin belli sınırları  bulunmaktadır. Bunlardan biri de, mahkemenin, ancak hukukun izin verdiği  yöntemlerle elde edilen delilleri dikkate alabilecek olmasıdır. Başka bir  deyişle, hukuk düzeninin yasakladığı yöntemlerle toplanan kanıtlar  mahkemece dikkate alınamazlar. Temel hak ve hürriyetlere yasadışı  müdahale suretiyle elde edilen delillerin davalarda hükme esas alınmasının  hukuka aykırı sayılması ise, çağdaş hukuk sistemlerinin bazılarında yargısal  ilkeler, kimilerinde de pozitif hukuk normları sayesinde mümkün  olabilmektedir. 

Bu konuda mukayeseli hukuk incelendiğinde ana hatlarıyla iki eğilim veya  sistem göze çarpmaktadır. 

Bunlardan ilki Anglo-Amerikan ceza adalet sistemi olup, bu sistemde, hukuka  aykırı yöntemlerle elde edilen kanıtlar, hukuka aykırılığın boyutuna  bakılmaksızın değerlendirme yasağı kapsamındadır. Mutlak değerlendirme  yasağının benimsendiği bu sistemde, hukuka aykırılığın boyutu ile herhangi  bir temel hak veya özgürlüğü zedeleyip zedelemediği önemli olmadığı gibi,  delil elde edilirken, yapılan hukuka aykırılık nedeniyle sanığın hangi hakkının  ihlal edildiği ile de ilgilenilmez. Hukuka aykırı yollarla elde edilmiş bir kanıt  varsa, artık o kanıt kullanılamaz. Bu sisteme yöneltilen en büyük eleştiri,  kolluğu disipline etmeyi amaçlayan bu uygulamanın, adalet sistemini  kilitleyebileceği ve toplumun adalet duygusunu inciten sonuçların ortaya  çıkmasına yol açabileceğidir. 

İkinci sistem ise, nisbi değerlendirme yasağını öngören ve Kara Avrupası'nda  egemen olan sistemdir. Bu sistemde, ihlal edilen kuralın koruduğu hukuki  değerden yola çıkılmak suretiyle, yalnızca temel haklar ihlal edilerek elde  edilen kanıtların değerlendirilemeyeceği, yasanın mutlak aykırılık olarak  öngördüğü ihlaller dışındaki aykırılıkların ise yasak kapsamında bulunup  bulunmadığının, her somut olayda hakim tarafından değerlendirileceği kabul  edilmektedir. 

Bu konuda birçok teori ileri sürülmüş, bu teorik yaklaşımlar, hakların  dengelenmesi, hakların karşılaştırılması, değerlerin tartımı şeklinde  adlandırılmıştır. Kara Avrupası sisteminde, korunan değerler ile ihlal edilen  değerlerin birbiriyle kıyaslanması suretiyle gerçeği bulmadaki toplumsal çıkar  ile ihlal edilen yargılama kuralının etkilediği hak veya yarar karşılaştırılarak,  bu kanıtın hükme esas alınıp alınamayacağının belirlenmesi gerektiği  yaklaşımı baskın görüş olarak kabul edilmiştir. ( Centel/Zafer, Ceza  Muhakemesi, 6. Baskı, Sh. 654 vd. )

Bu konuyla ilgili olarak ülkemizdeki duruma gelince; 

Duraksamadan belirtmek gerekir ki, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü  Kanunu ile getirilen yargılama sisteminde eskiden bu yana pozitif hukuk  normu olarak bazı kanıt yasakları da mevcuttur. Tanıklıktan ve yeminden  çekinme hakkını kullanmış bulunanların önceden verdikleri ifadelerin  duruşmada okunamayacağı ( CYUY m. 47 vd., 245 ), dolayısıyla bu  açıklamaların yapılmamış varsayılması gerektiği ve kararda bunlara  dayanılamayacağı yolundaki ilke bunlardan biridir. Ancak bu münferit  hükümlere karşın, 1992 yılına kadar kanıt yasakları konusu CYUY'de genel  bir ilke biçiminde düzenlenmemiştir. Konuyu düzenleyen açık bir pozitif hukuk  normu mevcut olmadığından, bu tarihten önceki süreçte mahkemeler,  içtihadı ilkelerle hukuka aykırı kanıtlar konusunda çözüm geliştirmişlerdir.  Örneğin; Askeri Yargıtay 2. Dairesi 26.04.1973 tarihli bir kararında  "...kanuna, ahlaka ve genel adaba aykırı surette toplanan delilleri, hakim,  telakki etmekten kaçınmak zorundadır" görüşüne yer vermiştir. 

Ancak, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası'nda 18.11.1992 gün ve  3842 sayılı Yasa ile değişiklik yapılarak Yasa'ya iki önemli hüküm eklenmiştir.  Bunlardan ilki, Yasa'nın 135/a maddesidir. Yasa'nın 135. maddesinde ifade  alma ve sorguya çekmenin yöntemi düzenlenmiş, 135/a maddesinde ise,  ifade ve açıklamaların özgür iradeye dayanması gerektiği belirtildikten sonra,  bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma,  aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi  iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahalelerin yapılamayacağı, yasaya aykırı  menfaat vaat edilemeyeceği belirtilerek, bu ve benzeri uygulamalar yasak  sorgu yöntemleri olarak sayılmış, ayrıca "bu yasak yöntemlerle elde edilen  ifadelerin rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemeyeceği" hükme  bağlanmıştır. Konumuzu ilgilendiren asıl değişiklik ise CYUY'nin 254.  maddesine eklenen ikinci fıkradaki; "soruşturma ve kovuşturma organlarının  hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınmaz" emredici  kuralıdır. Delil yasakları ile ilgili genel ve kapsayıcı nitelikteki bu ilke uyarınca,  hükme esas alınması mümkün bulunmayan deliller, "hukuka aykırı biçimde  elde edilen deliller"dir. Nitekim, Ceza Genel Kurulu'nun 08.04.2003 gün ve  30-98 sayılı kararında; suç örgütü ile ilgili soruşturmada telefon  konuşmalarının hakim kararı olmaksızın dinlendiği ve kayda alındığına işaret  edilmek suretiyle, "...1412 sayılı CYUY'nin 254. maddesinin açık hükmü  uyarınca, hukuka uygun olarak elde edildiği saptanamayan bu ses  kayıtlarının kanıt olarak hükme esas alınamayacağı" belirtilmiştir. 

Öğretide de, 

Centel/Zafer; "1412 sayılı Yasa'da, delil ayrımı yapılmaksızın ve hukuka  aykırılığın boyutuna bakılmaksızın, tüm hukuka aykırı delillerin,  değerlendirme dışı bırakılması emredilmiştir. O halde yasa koyucu Anglo-

Amerikan sistemini benimseyerek, tüm hukuka aykırı deliller için mutlak bir  değerlendirme yasağı kabul etmeyi tercih etmiştir." şeklindeki açıklamalarla,  1412 sayılı CYUY'nin 254/2. maddesinde mutlak değerlendirme yasağının  öngörüldüğünü belirtmişlerdir. ( CENTEL, Nur/ZAFER, Hamide; Ceza  Muhakemesi Hukuku, 6. Bası, sh. 697 vd. ) 

Aynı şekilde Çınar; "...bunun anlamı hiçbir biçimde hukuka aykırı kanıtın  hükme etki edemeyeceği, yok sayılacağıdır. Hukuka aykırı kanıtların dolaylı  ya da bir başka deyişle uzak etkisi de kabul edilemez. Yani zehirli ağacın  meyvesi de zehirli olur, çünkü CYUY'nin 254/2. maddesi, hukuka aykırı  kanıtlar ve bu kanıtlar aracılığıyla elde edilen diğer kanıtlar ayrımı yapmadan  hepsini hukuka aykırı kanıtlar kapsamına alarak bunların yargılamada  değerlendirilemeyeceğini öngörmüştür" ( ÇINAR/A.Rıza; Hukuka Aykırı  Kanıtlar, TBB Dergisi, Sayı 55, sh. 41 vd. ) 

Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Öztürk ise; "Anglo-Amerikan Hukukunda  zehirli ağacın meyveleri olarak anılan delil yasaklarının uzak ( dolaylı ) etkisi  tartışmalı bir konudur, konu Almanya'da da tartışmalıdır. Eski CMK 254'e  3842 sayılı Kanun'la ithal edilen ve "hukuka aykırı şekilde elde edilen  delillerin hükme esas alınamayacağını" mutlak bir şekilde öngören  düzenleme karşısında delil yasaklarının uzak ( dolaylı ) etkisi meselesi Türk  Ceza Muhakemesi Hukuku bakımından da halledilmiş, yeni CMK m. 277/2  de bu kanaati büsbütün pekiştirmektedir" şeklindeki açıklamalarla, delil  yasaklarının kapsamını belirtmişler, ( ÖZTÜRK, Bahri; Nazari ve Uygulamalı  Ceza Muhakemesi Hukuku, sh. 373 ) 

İçel-Yenisey de, 3842 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikle hukuka aykırı delil  kavramının getirildiğini, yasa koyucunun bu hükümle, Kıta Avrupası hukuk  sisteminin içine Anglo-Amerikan hukuk sistemine ait bazı öğeleri  yerleştirdiğini ifade etmişlerdir. ( İÇEL, Kayılıan/YENİSEY, Feridun;  Karşılaştırmalı ve Uygulamalı Ceza Kanunları, 4. Baskı, sh. 1133 ) 

Öte yandan, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza  Muhakemesi Kanunu'nun 148. maddesinde de ifade alma ve sorgudaki  yasak usuller örnekseme yoluyla ve sayılanlarla sınırlı olmayacak biçimde  gösterilmiş, ayrıca önceki yasal düzenlemeye benzer biçimde, "yasak  usullerle elde edilen ifadelerin rıza ile verilmiş olsa dahi delil olarak  değerlendirilemeyeceği" hükme bağlanmıştır. Keza 206. maddesinin 2.  fıkrasının ( a ) bendinde; ortaya konulmak istenen delilin kanuna aykırı olarak  elde edilmiş olması halinde reddolunacağı ifade edilmiş, 217. maddenin ikinci  fıkrasında ise, "yüklenen suçun, hukuka uygun olarak elde edilmiş her türlü  delille ispat edilebileceği" belirtilmiştir. Madde metninden de açıkça  anlaşılacağı üzere, hukuka uygun olarak elde edilmeyen deliller, yeni ceza  yargılama sistemimizde de ispat aracı olarak kabul edilmemiştir. Kaldı ki,  230. maddenin birinci fıkrası uyarınca, mahkumiyet hükmünün gerekçesinde, 

delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen  delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı  yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi de zorunludur. 

"Yasa dışılıktan" daha geniş bir içeriğe sahip olan "hukuka aykırılık  kavramı"nın çerçevesi ve kapsamı saptanırken, gerek pozitif hukuk  metinlerine gerekse kişilerin temel hak ve hürriyetlerine ilişkin evrensel hukuk  ilkelerine aykırılık bulunup bulunmadığı gözetilmeli ve aykırılığın varlığı  halinde hukuka aykırılığın mevcudiyeti kabul edilmelidir. Bu kavram, Anayasa  Mahkemesi'nin 22.06.2001 gün ve 2-2 sayılı kararında da benzer biçimde  tanımlanmıştır. 

Sözü edilen kararda: "Hukuka aykırılık en başta milli hukuk sistemimiz içinde  yürürlükteki tüm hukuk kurallarına aykırılık anlamına gelir. Bu çerçeve içinde,  Anayasa'ya, usulüne uygun olarak kabul edilmiş uluslararası sözleşmelere,  kanunlara, kanun hükmünde kararnamelere, tüzüklere, yönetmeliklere,  içtihadı birleştirme kararlarına ve teamül hukukuna aykırı uygulamaların tümü  hukuka aykırılık kavramı içinde yer alır. 

Bunun dışında, hukuk sistemimiz, hukukun genel ilkeleri adı verilen ve uygar  dünyanın tüm medeni ülkelerinde uygulanan kuralları da hukuk kuralı olarak  kabul etmektedir. Hukukun genel ilkelerinin neler olduğu konusunda bir  belirsizlik olsa da, hukukun genel ilkelerinin hukuki bağlayıcılığı bulunduğu  gerek uygulamada gerekse doktrinde tartışmasız olarak kabul edilmektedir.  Anayasa Mahkememiz de birçok kararında, hukukun genel ilkelerinin  varlığını kabul etmenin hukuk devletinin gereklerinden biri olduğunu ve bu  ilkelerin yasa koyucu tarafından dahi yok edilemeyeceğini hükme bağlamıştır  ( örneğin bkz. E 1985/31 K. 1986/1, KT 17.03.1986, Anayasa Mahkemesi  Kararlar Dergisi, S. 22. s. 115 ). Anayasa Mahkemesi'nin bu görüşleri  çerçevesinde hukukun genel ilkeleri, yasalardan, hatta Anayasa'nın  değiştirilebilir hükümlerinden de üstün bir konuma getirilmiştir" denilmektedir. 

Açıklanan pozitif hukuk normları ve uygulamayı yansıtan yargısal kararlar  karşısında belirtmek gerekir ki; "hukuka aykırı biçimde" elde edilen deliller,  Türk Ceza Yargılaması Hukuku sisteminde dikkate alınamaz. 

Bu itibarla; sanığın işyerinde hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen arama  işleminde elde edilen maddi kanıt ile buna ilişkin düzenlenen tutanağın, yerel  mahkemece hükme esas alınmasında isabet bulunmamaktadır. 

Esasen somut olayda; aramanın hukuka aykırı olduğu ve arama sonucunda  elde edilen kanıtın hükme esas alınamayacağı hususunda Yargıtay Özel  Dairesi ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasında da bir görüş farklılığı söz konusu  değildir. Çözümü gereken uyuşmazlık, hukuka aykırı aramada elde edilen  maddi kanıt dışındaki diğer kanıtların, bu bağlamda hakkındaki ihbar ile 

sanığın mevcut ikrarının somut olayda mahkumiyet için yeterli olup olmadığı  hususunda toplanmaktadır. 

Amacı isnada konu maddi gerçeği ortaya çıkarmak olan ceza  yargılamasında, somut olaya münhasır delillerden biri de "beyan" delilidir.  Beyan, tanığa, sanığa veya sanığın dışındaki taraflardan birine ait olabilir.  Sanığın isnat bakımından önemli görülen olayları beyanıyla kabul etmesi  şeklinde tanımlanabilecek olan ikrar; eylem hakkında en çok bilgisi bulunanın  beyanı olması, soruşturmayı esaslı surette kolaylaştırması, özgür iradeyle  verilip gerçeğe de uygun olduğunun saptanması halinde yargıcın vicdani  kanaatinin oluşumunda olumlu katkısının bulunması itibariyle önemli bir  sübut vasıtasıdır. 

1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nda öngörülen sistemde,  ikrarın delil oluşturması bakımından, hakim huzurunda olup olmaması  arasında fark öngörülmüş ve bunlardan sadece hakim huzurunda yapılanına  kanıt değeri tanınmıştır. ( CYUY'nin m. 247 ) 

01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi  Kanunu'nun 213. maddesinde ise; sanığın hakim veya mahkeme huzurunda  yaptığı açıklamalar ile Cumhuriyet savcıları tarafından alınan ifadelerin  duruşmada okunabilmesi kabul edilerek, savcı tarafından alınan ifadelere de  delil olma değeri tanınmıştır. Buna karşılık, şüphelinin kollukça alınan  ifadesine ilişkin tutanağın duruşmada okunabilmesi için, kollukta ifade  alındığı sırada müdafiin hazır bulunması koşulu aranmıştır. Görüldüğü gibi,  her iki yasal düzenlemede de, hakim önündeki ikrarın kanıt değeri kabul  edilmiştir. 

Ancak, vicdani kanıt sisteminin geçerli bulunduğu ceza yargılaması  hukukumuzda, özgür iradeye dayalı olan ikrarın da, dosyada varlığını  koruyan diğer tüm kanıtlar gibi yargıç tarafından serbestçe takdir edilip  değerlendirilmesi gerekecektir. 

Gerçekten de, bir kimsenin suçlu olmadığı halde kendisini suçlu sayması  veya bir başkasının suçunu kabullenmesi mümkündür. O halde, ikrarın hangi  aşamada gerçekleştiği ve özgür iradeye dayalı olup olmadığı, ikrarda  bulunanın beyanın ciddiyetini ve bundan doğacak sonuçları bilip bilmediği,  ikrarın başkaca deliller veya emarelerle desteklenip desteklenmediği, hayatın  olağan akışına uygun düşüp düşmediği, kuşkudan arınmışlığını ve belirliliğini  zayıflatacak biçimde ikrardan dönülüp dönülmediği gibi hususlar da  gözönünde bulundurulmak suretiyle, somut olaydaki ikrarın delil değeri  ortaya konulmalı ve ispat sorunu bu şekilde çözümlenmelidir. 

İncelenen dosyada;

Polis memuru H.Haluk tarafından 07.02.2004 günü saat 10.00'da  düzenlenen ihbar tutanağına göre; "İstanbul K... K... Y... 12 sayılı yerin giriş  katında sahte rakı imal eden bir şahsın bulunduğu"nun ismini vermeyen bir  şahıs tarafından ihbar edilmesi üzerine; bu yerin polis tarafından  gözetlendiği, içeriye giren şahsın bir saat kadar içeride kalıp, dışarı  çıkmaması üzerine, kapı zilinin polis tarafından çalındığı, sanık tarafından  kapı açıldığında içeriden kuvvetli bir şekilde alkol kokusunun gelmesi  nedeniyle, yapılan aramada, çok sayıda paket haline gelmiş boş rakı ve votka  şişeleri, rakı kapakları, içinde alkol bulunan yüksek bir yere monte edilmiş iki  adet varil, şişe kapaklarını sabitlemede kullanılan yaylı üç kollu elektrikli  makine, kapakları düzeltmede kullanılan elektrikli ve motorlu makineler,  varille bağlantılı şekilde musluklar ve bunlara bağlı hortumlarla birlikte  birbirlerine aktarmada kullanılan motorlu makine, 12 adet 30 litre kapasiteli  boş bidon, 1850 adet boş rakı şişesi tespit edilip zaptedilmiş, 07.02.2004  günü saat 18.15'de düzenlenen olay yakalama ve zaptetme tutanağı, polis  memurları ve yakalanan sanık Eyyüp tarafından imzalanmıştır. 

Sanık Eyyüp 08.02.2004 tarihinde kollukta alınan beyanında; nakliye işi  yaptığını, daha önceleri, bir defa kaçak sigara, iki defa ruhsatsız tabanca  bulundurmak, bir defa sahte rakı pazarlamak, üç defa sahte rakı imal etmek  ve piyasaya sürmekten yakalandığını, bulunduğu yerin şu anda cezaevinde  olan Cengiz isimli şahsa ait olduğunu, bu şahsın burada sahte rakı imal  ettiğini, kendisinin de talebi halinde birahaneler önünden toplamış olduğu boş  şişeleri buraya aracıyla taşımasını yaptığını, rakı imal edip satmadığını, olay  günü de daha önceden bu şahsa bırakmış olduğu bidonları almaya geldiğini,  bu esnada görevlilerce yakalandığını, Cengiz'in iki ay kadar önce  Kayışdağı'nda oturduğunu, Bayrampaşa'da bilmediği bir yere taşındığını, bu  şahsın Bayrampaşa cezaevinde yattığını duyduğunu söylemiş, 

Yapılan araştırmada Cengiz isimli bir kişinin sanığın belirttiği cezaevinde  tutuklu bulunmadığı, ayrıca cezaevine giriş-çıkış kaydının da olmadığı  anlaşılmıştır. 

Sanık C.Savcılığı'nda müdafisi hazır olduğu halde 08.02.2004 tarihli  savunmasında; su pazarladığını, Cengiz'in evine beş bidon su götürdüğünü,  kendisinin evde olmadığını bilmediğini, olay yerine beş bidon su bıraktığını,  o sırada polislerin geldiğini, rakı imalatı İle ilgisinin olmadığını savunmuş, 

Duruşmada İse; su pazarlamacılığı yaptığını, Cengiz'e su verdiğini, boş su  bidonlarını almaya geldiğinde tesadüfen polislerin geldiğini, olayla ilgisinin  olmadığını beyan etmiştir. 

Tanık Vedat duruşmada alınan beyanında; olay tarihinde bahse konu yerde  rakı imalatı yapıldığını ihbar etmişlerdi, zaman zaman buraya gelip  baktığımızda, binanın birinci kat olduğu, demir parmaklıkları bulunduğu, 

camlarının boyanması nedeniyle içerisinin görünmediği, ancak rakı  kokusunun geldiği tarafımızdan saptanmıştı, bu nedenle olay günü tekrar  baskın yaptık, içeriden sesler geliyordu, kapının zilini çaldık, içeriden sanık  çıktı, boş şişeleri biraraya istiflemiş, alkol, su karışımını büyük bir varile  biriktirmiş, depolamış, doluma hazır şekilde yakaladık, tek başına idi,  sorduğumuzda söylemedi, ancak kendisi aynı suçtan sabıkalı idi, işyeri adı  geçen kişi tarafından kiralanmış, rakı imal yeridir, su satmak için gelmesi söz  konusu olamaz, içeriden çıktı demiştir. 

Sanığın, kaçak sigara bulundurmaktan 1918 sayılı Yasa'ya muhalefet  iddiasıyla, sahte rakı pazarlamak, yasak tabanca taşımak, iki kez sahte rakı  imal edip piyasaya sürmek suretiyle dolandırıcılık yaptığı iddiasıyla emniyete  geliş kaydının olduğu, ayrıca sahte rakı satışa sunmaktan, İzmir Üçüncü Sulh  Ceza Mahkemesi'nce 06.06.2002 gün ve 827-734 sayılı ceza kararnamesi  ile 4128 sayılı Yasa'nın 18/A-k maddesi uyarınca 436.208.198 TL ağır para  cezasına mahkum edildiği, 1918 sayılı Yasa'ya aykırılık suçundan hakkında  açılmış bulunan kamu davasının ise 4616 sayılı Yasa hükümleri gereğince  Kadıköy İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nce ertelenmesine karar verildiği  saptanmıştır. 

Görüldüğü gibi, dosyadaki hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen kanıtların  değerlendirme dışı tutulması halinde, sanığın cezalandırılmasına olanak  bulunmamaktadır. Her ne kadar C.Başsavcılığı'nca, ihbar tutanağı ve sanığın  ikrarı ile suçun sabit olduğu ileri sürülmüş ise de, ihbar sonucu elde edilen  kanıtlara itibar edilemeyeceğinden, ihbarın da bu anlamda bir kanıt değeri  bulunmayacaktır. Diğer yönden, dosyada sanığa ait bir ikrar bulunmadığı  gibi, bir an için sanığın ikrarının olduğu kabul edilse dahi, maddi kanıtlarla  desteklenmeyen ve özgür irade ürünü olmayan bu ikrara da dayanılması  mümkün değildir. 

Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir. Çoğunluk görüsüne katılmayan Kurul Üyesi Orhan Koçak; 

" Usulüne uygun olmayan bir arama ite kaçak rakı imaline ait depo aranmış,  rakı imal aletleri, şişeler ve bol miktarda alkol bulunmuş, sanık usulüne uygun  olarak alınan karakol ifadesinde suçu ikrar etmiş, ancak daha sonraki  aşamalarda inkar yolunu seçmiştir. 

Çoğunluk ile muhalefet arasındaki uyuşmazlık, bu delillerle sanığın  mahkumiyetine karar verilip verilemeyeceğine ilişkindir. 

Arama kararının usulüne uygun olmadığı tarafımızdan da kabul edilmektedir. Ancak;

Anayasa'nın 90 /son fıkrası "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası  antlaşmalar kanun hükmündedir. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel  hak ve özgürlüklere ilişkin Milletlerarası Antlaşmalarda kanunların aynı  konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda  Milletlerarası Antlaşma hükümleri esas alınır." hükmünü içermesi karşısında  yasalarda hukuka aykırı delillerin nazara alınmayacağı öngörülmüş olsa da  İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kararında görüleceği üzere ölçülülük  kriteri nazara alınmalıdır. 

Ölçülülük ( denge ) kriterine göre hukuka aykırı delilin dikkate alınması  halinde sanığın kişisel hakkı mı, yoksa toplum mu daha çok zarar görecektir,  karşılaştırılması yapılmalı, hukuka aykırı delilin dikkate alınması halinde  sanığın topluma verdiği zarar daha fazla ise yargılamada kullanılmalı, aksi  takdirde değerlendirme dışında tutulmalıdır. Kaçak rakıdan dolayı kaç kişinin  öldüğü, gözünün kör olduğu hepimizin malumudur. " CEZASIZ KALAN  SUÇLARIN YENİ SUÇLULAR YARATACAĞI HUSUSU HUKUKUN TEMEL  İLKELERİNDENDİR." İnsan haklarının korunması amacıyla konulan yasa  hükümleri "HUKUK DEVLETİ İLKESİNİN DİĞER İKİ UNSURU OLAN  ADALETİ VE HUKUKİ GÜVENLİĞİ GERÇEKLEŞTİRMEYİ  ENGELLEMEMELİDİR." Düşünün kl usulsüz arama sonucu sanığın evinde  ceset bulunup bunu delil değerlendirmesinde dikkate almayarak sanığın  beraatine karar verildiğinde nasıl adalet sağlanacaktır? Bu tür uygulamalar  "TAŞLARIN BAĞLANIP KÖPEKLERİN SOKAĞA SALINMASINA " sebebiyet  verecek ve yeni suçlular yaratacaktır. Bu durumda toplumda düzen nasıl  sağlanacak? İzah edilen sakıncaların giderilmesinin çözümü için hukuka  aykırı delilin kullanılmasında İnsan Hakları Mahkemesi'nin benimsediği  ölçülülük kriterini benimsemek ve yasa koyucuları tarafından da hukuka  aykırı işlem yapanlar için ağır cezalar getirmek gerektiği düşüncesindeyim. 

Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 15.03.2005 tarih ve 2005/10-15-29 sayılı  oybirliğiyle alınan kararında açıkça "Kanunlarımızda yasak sorgu yöntemleri  kullanılarak elde edilen deliller dışında kalan diğer hukuka aykırı deliller için  genel bir değerlendirme yasağı getirilmiştir. Ancak bu hüküm, delilin elde  edilmesindeki her türlü hukuka aykırılığın, o delilin değerlendirme kapsamı  dışında tutulmasını gerektireceği biçimde yorumlanmamalıdır. Nitekim  doktrinde de, elde edilen delillerin basit hukuka aykırılıklar nedeniyle  değerlendirme dışında tutulmasının, haksız beraat kararlarının verilmesine  ve yargılamanın kilitlenmesine neden olabileceği ifade edilmiştir ( Bahri  Öztürk, Yenisey, Delil Yasakları, Ankara, 1995, s. 44-45 ). O halde, anılan  hükmün uygulanmasında yargıcın takdir yetkisini kullanabilmesi mümkündür.  Yargıç, yasaklanmış deliller dışında, takdir yetkisini kullanıp değerlendirme  yaparken, delil elde edilmesi faaliyeti sırasında ihlal edilen kurallar nedeniyle  sanığın haklarının ihlal edilip edilmediğine bakmalı, sanığın haklarının ihlal  edilmediği hallerde, hukuka aykırı şekilde elde edilen delilleri yargılamada  kullanabilmelidir. Sanığın haklarının ihlal edilmesi ise, suçun topluma verdiği 

zarar ile devlet görevlilerinin sanığa ait hakları ihlal etmelerinden doğan  kişisel ve toplumsal zarar karşılaştırılmalıdır. Sanığın topluma verdiği zarar  daha fazla ise hukuka aykırı olarak elde edilen deliller yargılamada  kullanılmalı, aksi takdirde değerlendirme dışı bırakılmalıdır" denmesine,  sanığın ikrarına havi ifadede de usule aykırı bir durum olmamasına, olayın  sıcaklığı ile alınmış, oluşa uygun bir ifade olmasına, ayrıca sanık hakkında  daha önce iki kez kaçak rakı imalinden dolayı İşlem yapılması, depoyu  sanığın gelip açması ve arama sonucu önemli ölçüde alet, şişe ve alkol  yakalanması, gibi delillere, yine Yargıtay CGK'nın 29.11.2006 gün ve 150  sayılı iki kişinin muhalefeti ile verilen kararında "usulsüz arama sonucu  evinde hint keneviri ele geçen ve hakkında ihbar üzerine başlatılan  soruşturma ve kovuşturma evrelerinde ihbarla uyumlu ve hayatın olağan  akışına da uygun düşen özgür ve samimi ikrar karşısında sanığın izinsiz hint  keneviri ekme suçu sübut etmiştir" denmesine rağmen çoğunluk tarafından  benzer olan olayımızda sanığın beraati gerektiği sonucuna varılmıştır"  görüşüme, 

Çoğunluk görüsüne katılmayan Kurul Üyesi M.Nihat Ömeroglu; 

"Sanığın sahte rakı imalathanesi kurduğu, burada imal ettiği rakıları  piyasadan topladığı rakı şişelerine doldurduğu, şişe ağızlarını da orjinallerine  yakın bir şekilde kapatıp piyasaya sürdüğünü ihbar edilmesi üzerine, suç  tarihinde polisin bildirilen adrese gitmesi üzerine sahte rakı imalathanesinin  tespit edildiği ve içeride variller içinde alkol, imal edilen sahte rakılar, imalatta  kullanılan elektrikli makinalar, rakı ve votka şişeleri, şişe kapakları, variller  bulunduğu, eşyaların zapt edildiği, sanığın bu imalathanede suçüstü  yakalandığını, 4733 sayılı Kanun'un 8 ve TCK 36. maddelerinden  cezalandırılmasının istendiği, Kadıköy Dördüncü Asliye Ceza Mahkemesince  takdiren teşdiden 4733 sayılı Kanun'un 8/1, TCK maddeleri uyarınca 3 yıl  hapis ve 458.000 TL adli para cezasına hükümlendirildiği, Yedinci Ceza  Dairesinin de kararın hukuka aykırı elde edilen delilerle mahkumiyet kararı  verilmesi ve eksik tahkikatla kararı bozmuş, Yargıtay C.Başsavcılığı  karardaki gerekçelerle itirazı üzerine dosya Ceza Genel Kurulu'nda  görüşülmüş ve çoğunluk görüşü doğrultunda sanığın beraatı gerektiği kabul  edilmiştir. 

I. 1. Günümüzde temel hak ve özgürlüklerin öne çıktığı ( özellikle özel hayatın  gizliliği, konut dokunulmazlığının ihlali vb. gibi ) bilinmektedir. O nedenle 5271  sayılı CMK'da bu doğrultuda önemli hükümler getirilmiş ve Avrupa devletleri  yasalarıyla uyumluluğa özen gösterilmiştir. 

Bu konuda Anayasa ve yasalarımızdaki temel metinlerde düzenlenen  hükümler yazıya alınacağı için bunların tekrarından kaçınılmıştır.

2. CMK delil serbestisi yöntemi benimsenmiştir. Saçma olmamak kaydıyla  her şey delil olabilir. Bunun değerlendirilmesi için mutlaka duruşmaya  getirilmeli ve taraflarca değerlendirilmelidir. Hakim kanuna, hukuka ve vicdani  kanaatine göre delilleri takdir eder. Hakime verilen delilleri takdir yetkisi  tartışmasızdır. Bunun sınırı delillerin hukuka, maddi gerçeğe, mantığa aykırı  olmaması gerekir. ( Bkz. Nurullah Kunter, Feridun Yenisey, Nuhoğlu, Ceza  Muhakemesi Hukuku, Beta, 16. Bası, sh. 1080 ve devam. Yine bkz. V.Ö.  Özbek, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin, 2006, sh. 689 ve devam ) 

Anayasa m. 20-21, 38 paralel olarak CMK 206/2-a "Delil, kanuna aykırı elde  edilmişse", 217/2 "yüklenen suç hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her  türlü delille ispat edilebilir.", 230/1-b "...Hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen  delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi", 289/1-i "Hükmün hukuka aykırı  yöntemlerle elde edilen delillere dayanması"ndan bahsetmektedir.  Görüldüğü gibi terminoloji birlikteliği yoktur. Bu durumun teoride de  görülmekte, bazı akademisyenler "ispat yasakları", "delil yasakları"; Kunter,  Yenisey, Nuhoğlu ve "hukuka aykırı delil" ve "delil elde etmenin sınırları"  terimleri tercih etmektedirler. ( Bkz. Ege Kunter, Yenisey, Nuhoğlu sh. 1081  ) 

II. 1. Hukuka aykırı delillerin, hükme esas alınmayacağında pozitif  hukukumuz gözönüne alındığında aksini savunmak durumunda değiliz. Buna  biz de katılıyoruz. Ancak bu hükümlere kategorik olarak ve dar yorumlanarak  benimsenmesine karşıyız. Bu hükümlerin de istisnalarının olabileceğini  somut olay gözönüne alınarak her zaman mümkün olduğunu savunuyor ve  iddia ediyoruz. 

AİHM kararlarında da, mahkeme kendini bağlamamak ve içtihat birliği  sağlamak adına, hükümleri öncelikle somut olayı esas olarak  değerlendirmekte ve yorumlamaktadır. AİHM Medet Kömürcü - Türkiye ( No 2 ) Başvuru no 40160/051 kararında, "...haddinden fazla şekilcilik olmaksızın,  belirli bir esneklikle uygulanması gerektiğini kabul etmiştir. Ayrıca iç hukuk  yollarını tüketme kuralı ne kesin ne de otomatik olarak uygulanabilir bir  kuraldır; bu kurala riayetin denetlenmesinde münferit davanın koşulları  dikkate alınması esastır. ..."görüşünü benimsedikten sonra, deliller  konusunda da şu kıstası getirmektedir. "Olayın tespit edilmesi için AİHM her  türlü makul şüphenin ötesinde delil kıstasına başvurur, ( bkz. İrlanda-İngiltere  18 Ocak 1978 paragraf A-serisi No: 25 ) böylesi bir delil itirazı kabil olmayan,  yeterince ciddi, belirgin ve tutarlı birtakım emare ya da karinelerden  doğabilir..." 

2. Bizim de benimsediğimiz görüşe göre Kunter, Yenisey, Nuhoğiu hukuka  aykırı yöntemlerle elde edilen deliller konusunda, "Hukuka aykırı yöntemle  elde edilen deliller, kovuşturma organları tarafından yapılan isleme ve bu  İşlemin kanunla düzenlenmesi ile korunmak istenen hukuki menfaate göre 

tasnif edilmelidir..." demektedirler. Hukuka uygunluk belirlenirken, şekil  hukuka aykırılıkla nazara alınmamalı, hukuka aykırılığın öze ilişkisi olup  olmadığı denetlenmelidir. 

Bundan sonra hukuka aykırı yöntemle elde edilmiş olduğu belirlenen bu delil  hüküm verirken kullanıp kullanmamak mahkemenin takdirine bırakılmalıdır.  Sonuçta verilen karar sanığın "adi! yargılama hakkını" ihlal etmeyecekse,  hukuka aykırı olan delilin dahi, hükümde kullanılması ilkesini benimsiyoruz.  Ancak kanunda "delilin kullanılmasını tümden yasaklayan bir norm varsa bu  delilleri hiçbir şekilde kullanılmaması gerektiğini kabul ediyoruz"  görüşündedirler ( bkz. age sh. 1085 ). Adil yargılama hakkı Anayasamızın  36. maddesinde açıkça belirtilmiştir. 

Yine aynı görüşe göre; "Hukuka aykırı bir yöntem kullanılarak veya " Yasanın  kabul etmemesine rağmen" elde edilen delillerin istisnasız bir şekilde  değerlendirme dışında bırakılması doğru değildir. Zira, delil elde edilirken  ihlal edilen kural bazen çok önemlidir, bazen ise basittir. Hukuka aykırı olarak  elde edilmiş olsa dahi, bu şüphe sebeplerinin mahkemeye sunulması gerekir.  Zira bizim sistemimizde" delillerin dosyadan çıkarılması" diye bir kurum  yoktur. 

Alman doktrini... hukuka aykırı delilleri, duruşmada değerlendirme sorununu  "sanık hakları teorisi" çerçevesinde çözümlenmektedir... Alman mahkemeleri  "delilleri elde edilmesi ile gerçekleşen hukuka aykırılığın sanığın haklarını ne  ölçüde ihlal ettiğine bakarlar. Sanığın hakları önemli derecede ihlal edilmişse,  hukuka aykırı delil kullanılamaz". Buna karşılık, yapılan ihlal ikinci derecede  kalmakta veya sanığın hakları açısından bir önem taşımamakta ise, hukuka  aykırı olmasına rağmen; delil hüküm verilirken kullanılır..." ( Bkz. Kunter,  Yenisey, Nuhoğiu, age. sh. 1088-1094 ) 

Son olarak hukuka aykırı elde edilen delillerle ilgili orantılılık ilkesine  değineceğiz. 

III. Savunduğumuz bu ilkeye göre Alman hukukundaki gelişme sonucunda,  "sanık hakları teorisi"," orantılılık ilkesi" He tamamlanmıştır. Şöyle ki; 

Her somut olayda mahkeme bir değerlendirme yapacaktır. Buna göre delil  elde etmeyi kısıtlayan hükmün korumak isteği hukuki menfaat He, fiilin  aydınlatılmasındaki toplum menfaatini karşılaştıracaktır. Bkz. Kunter,  Yenisey, Nuhoğlu, age. sh. 1095. 

"... Delillerin hukuka aykırılığı" ile "hüküm verilirken kullanılma" arasındaki  ilişkinin niteliği önemlidir. Her hukuka aykırı delil değerlendirme kapsamı  dışında kalamaz. Yasaklanmış deliller ( CMK 148 ) bunun istisnasıdır. Ancak,  148 dışında kalan hukuka aykırılıklar "otomatik geçerlilik" de düşünülemez; 

somut olaydaki şartlar gözönünde tutularak, mahkemece o delil ya kabul  edilir veya edilmez... 

...Hakim takdir hakkını kullanırken, "sanığın temel haklarının" yapılan işlem  İle ihlal edilip edilmediğine bakmalı ve Anayasal hak ihlal edilmiş olduğunu  saptadığında da sanığın işlediği suçun, topluma vermiş olduğu zarar iie, delil  toplanırken devlet güçlerinin sanığa ait Anayasal hakkı ihlal etmiş  olmalarından doğan toplumsal zarar karşılaştırılmıştır. 

Sanığın topluma verdiği zarar daha büyük ise ve 148. maddede olduğu gibi  açıkça yasaklanmış bir delil de söz konusu değil ise, hukuka aykırı nitelik  taşıyan delili, hakim hüküm verirken kullanabilir... 

Bu bakış açısı AİHM kararlarına da yansımıştır. Davanın bütünlüğü içinde  başta yapılan hata giderilmiş ve sonuçta "adil yargılama hakkı" sağlanmışsa,  hukuka aykırı delilleri hüküm verilirken kullanılması gerekir." "Kunter,  Yenisey, Nuhoğlu, age. sh. 1108-1109" 

IV. 1. Bu açıklamaların ışığında davamıza gelecek olursak, polis kaçak rakı  imal eden sanıkla ilgili ihbar almıştır. Polis, bu ihbarı art niyeti olmadan makul  şüphe sebebi görerek olay yerine gitmiştir. Burada ihbar edenin polisçe  güvenilir biri olması, şüphe sebeplerinin kuvvetli olması aranabilirse de  sonuçta ihbar doğru çıkmıştır. Aksi halde adli yönden sorumluğu gündeme  gelecekti. Sonuçta polis, görevi gereği suçu önleme, delilleri toplamakla  görevlidir. Sanığı izlemeye alır ve bekler. İstanbul gibi metropolde yasa  hükümlerini yerine getirmek için yeterli zaman her zaman mümkün değildir.  Sanık kaçabilir ve suç delillerini karartabilir. 

Suçüstü hallerini bu anlamda geniş yorumlamak mümkündür. Gizli işlenen  suçlarda kaçma şüphesi yoğundur. Suçüstü halleri bu gibi durumlarda geniş  yorumlanabilir. ( Bkz. Kunter, Yenisey, Nuhoğlu, age. sh. 780 ) 

Nitekim hakim kararı veya yetkili amirin emri olmadan yapılan aramada (  kanuna aykırı ) sanık ve suç delilleri ele geçmiştir. Yani şüpheli bir nevi  suçüstü yakalanmıştır. CGK 15.03.2005/15-29 sayılı kararında "...somut  olaydaki arama işleminin esasen hakkında arama kararı verilmesi için gerekli  koşullar oluşmuş ve yetkili mercii tarafından da arama emri verilmiş bulanan  sanığın haklarının ihlal ettiğinden bahsedilmez" derken değerlendirmeyi  somut olaya göre yapmaktadır. Olayımızda sanık bir nevi suçüstü halinde  yakalandığından arama kararının sonra alınmaması sanığın haklarını ihlal  anlamına gelmez. CGK 29.11.2005 gün 144/150 sayılı kararında da " özgür  iradeyle verilip gerçeğe de uygun olduğunun saptanması halinde yargıcın  vicdani kanaatinin oluşumunda olumlu katkısının bulunması itibarıyla önemli  bir subut vasıtasıdır." demektedir. ( O. Şirin, H. Aşaner, Ö. Güven, G. Yalvaç, 

M. Özdemir, K. Erel, Yargıtay CGK Kararları, Kasım 2008, sh. 820 ve devamı  He 833 ve devamı ) 

Burada gözden kaçan bir husus da aramadan daha önemli olan yakalamadır.  Bunun üzerinde hiç durulmamıştır. Diyelim ki yakalanan şahıs arandı,  üzerinde uyuşturucu, silah vb. gibi suç teşkil edebilecek nesneler bulundu.  Tesadüfen elde edilen bu deliller, arama ve yakalama hakim ve C.Savcısı  kararı olmadan ele geçtiği için hükümde delil olarak hakimce takdir  edilmeyecek mi? Çoğunluk bu görüşleri gözardı etmiş ve cevap vermemiştir.  Yeni CMK rıza ile arama ilkesi benimsenmemişse de, sanık bu aramaya  genel kurulda izah edildiği kadarı ile itiraz da etmemiştir. AİHM bazı  kararlarında buna vurgu yapmıştır. Fiziki olarak orada elde edilen tesadüfi  deliller başka suçla ilgili olmayıp, isnatla ilgilidir. İhbar delil olarak kabul  edilebilir ve olayımızda kanuna uygun bir delildir. 

2. Şüpheli konumunda iken polise verdiği ifadeye gelince; polis adli olaylarda  C.Savcısına niyabeten yani onun adına görev yapar. CMK'ya göre polisin  ifadeye başvurabileceği tartışmasızdır. Şüpheli suç tarihinde yürürlükte olan  CMUK'ya göre İfadesini yasaya uygun almıştır. Şüpheli sanık konumuna  geçtikten sonra hiçbir zaman polisteki beyanının cebir, tehdit veya hile ile  alındığını öne sürmemiştir. CMK 148/4'e göre delil olarak kullanılması  mahkemedeki tekrarına ve kabulüne bağlı olduğundan delil olarak  kullanılmazsa da, bu konuda somut olay gözönüne alınarak diğer delillerle  birlikte tali veya yan delil olarak hakimin takdir etmesi mümkündür. Zira  yukarıda açıklandığı üzere hakimin takdiri tartışmasızdır. 

Polisin müdafii olmadan aldığı ifadenin hiçbir değeri olmayacaksa, o halde  bu yetki ve görev polise neden verildi? Polisin aldığı beyan ve diğer delillere  göre CMK dar yorumlanırsa C.Savcısı davayı neden açmıştır ve neye göre  açacaktır? 

Bu nedenle polisin cebir, tehdit veya hile olmaksızın aldığı İfadenin davada  diğer delillerle birlikte her zaman değerlendirilebileceği hakimin takdirindedir.  Olayımızda da hakim bunu takdir etmiştir. 

Poliste mü da fi ¡siz alınan ifade ile ilgili Yen er Ün ver şu görüşleri öne  sürmektedir. "Kolluk tarafından tutulan ifade tutanağının m. 213 gereğince  okunamayacağını anlamsız bulduğunu ve maddenin müdafii bulunmaksızın  dahi kollukta alınan ifadenin okunabileceği şeklinde değiştirilmesi gerektiğini  savunmaktadır. Müdafii bulunmaksızın alınan ifadelerin içeriğinin, sanık  tarafından onaylanması halinde delil olarak hükme esas alınacağının  düzenlenmesiyle, kanunun kendi içinde çeliştiğini, m. 148/4 ile m. 213'ün  birbirleriyle ters düştüğünü Heri sürmekte..."dir. ( Üner, Yener, Delilleri ve  Değerlendirilmesi Utp.Y.3.5.32. Ağustos 2005, 29.03.2004, Ünver, Ceza  Muhakemesinde İspat... s. 186 ) ( Dr. Pervin Aksoy İpekçioğlu, "Gözaltında 

Alınan İfadenin Önemi ve Delil Değeri" başlıklı İncelemeden naklen. Sh. 73 )  Bize göre de bu ifadenin davanın seyri ve içeriğine göre hakim tarafından  takdir edilerek okunabileceği ve sanığa hatırlatabileceği yönündedir. Aradan  uzun zaman geçtiğinde sanık eski beyanlarını hatırlamayabilir. Bu  uygulamada sık görülen durumdur. Hakim, polis İfadesini okur, sanık hatırlar  dürüstlük kuralı gereği o ifadeyi kabul edebilir. 

3. Sanık olayımızda aranan yerin halen cezaevinde olan Cengiz'e ait  olduğunu öne sürmüştür. Oysa depoyu anahtarla kendisi açmıştır ve böyle  bir kişinin cezaevinde olmadığı anlaşılmıştır. 

Bu olayda şöyle bir durumla karşılaşabilirdi. Polis bir saat beklemedikten  sonra depoya girdiğinde sanık elinde suç aleti ve ortada Cengiz'e ait cesetle  karşılaşabilirdi! Bu durumda arama kanuna ( hukuka ) aykırı olduğundan  ceset ve suç aleti ortada mı kalacaktı? Örneğin, sanık çok sayıda bomba ile  veya herhangi birine tecavüz ederken de yakalanabilirdi. Çoğunluk  görüşünün hükümleri dar ve katı yorumu ülkeyi suç işleme cermetine  dönüştürür. Sonuç olarak, olayda kaçak rakıda kullanılan makina, kaçak rakı,  rakı şişesi, rakı şişesi kapaklar değerlendirilmeyecek mi? Hukuka aykırı  arama olduğu sabittir. Ancak yukarıda I. 2. 'deki delil serbestisi, somut olaya  göre de yorumlama ve değerlendirme, korunan hukuki yarar, adil yargılama  hakkı ihlal edilmeden, III.'te "sanık hakları teorisi" " orantılılık" ilkesi gözönüne  alınarak somut olay değerlendirilmeli, bu ölçütlere göre hakim hukuka (  kanuna aykırı delilleri ( yasak delilleri hariç ) hükümde takdir edip  kullanılabilmelidir. Nitekim mahkeme bu şekilde değerlendirme yaparak ceza  vermiştir. Günümüz güncel davasına gönderme yapan bir çoğunluk görüşü  konuşmacısının, davamızla onu karıştırması, somut olaya göre  değerlendirme cezaların sahteciliği ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. Her  yönüyle hukuk devleti olmamız bizim de özlemimizdir. Ancak bu, suçluları bir  şekilde kayırma ve toplumsal yararı gözardı etmemizi gerektirmez..."  gerekçeleriyle; 

Bir Kurul üyesi de, bu görüşlere iştirak etmek suretiyle, itirazın kabulü  yönünde karşı oy kullanmışlardır. 

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, 

1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE, 

2-Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet  Başsavcılığıma TEVDİİNE, 17.11.2009 tarihinde yapılan müzakerede  oyçokluğu ile karar verildi.