Duyurular
Özgürlükçü Hukuk Pratiğinde Bilgi ve Felsefenin  Önemi, Özgürlükçü Hukuk Pratiğinde Bilgi ve Felsefenin  Önemi,Ercan kanar,özgürlükçü hukuk seminerleri,öhd,özgürlükçü için hukukçular
01.05.2021

Özgürlükçü Hukuk Pratiğinde Bilgi ve Felsefenin Önemi

BASKICI VE AYRIMCI HUKUKA KARŞI ÖZGÜRLÜKÇÜ HUKUK PRATİĞİNDE BİLGİ VE FELSEFENİN  ÖNEMİ

Burjuva hukukçuları mevcut hukuku egemenler lehine yorumlayarak uygularlar. Yani onların felsefesinde değiştirmek yoktur. Özgürlükçü hukukçular ise sadece yorumlamakla yetinmezler, esas olarak aşağıdan yukarıya doğru mevcut hukuku değiştirmek ve alternatifini üretmek için gayret ederler. Çok uzun geleceğe ait olsa da, hukukun sönümlenmesini ve bugün verilmesi gereken hukuk mücadelesinin bu sönümlenme hedefinin bir aşaması olduğu bilinciyle davranırlar. Nasıl ki pratiği olmayan en iyi teori dahi sönmeye mahkumsa, teorisiz ve felsefesiz pratik de ampirizmden öteye gitmeyen bir emek sarfından başka bir şey değildir. Bu nedenle ÖHD'nin bu öğreti ve bilgilenme çalışmaları belirleyici önemdedir.

Öncelikle, hukukun ne olduğunu doğru algılamamız gerekir. Hukuk, resmi ideolojide tanımlandığı gibi kişilerin devletle, kişilerle ve toplumsal gruplarla ilişkilerindeki hak, özgürlük ve yükümlülükler açısından düzenleyici normatif kurallar sistemi midir? Kuşkusuz bu tanım da tamamen yanlış değildir. Lakin hukukun esas içsel işlevini yansıtmayan bir tanımdır.

Hukuk, toplumsal ve sınıfsal çelişmelerin yönetildiği kurallar bütünüdür. Devlet olgusuyla tarihsel olarak ikizdir. Hukuk, sınıflaşma süreci ile oluşmuştur. Adalet ve örften farklı olarak hukuk kuralarının kökeninde devlet vardır. Tarih boyunca hukukun işlevi, egemen üretim ilişkilerini düzenlemek ve korumak olmuştur. Başka bir yönüyle de sınıfsal çelişmelerde denge unsurudur. Hukuk, alt yapının yansımasıdır; ama bu yansıma pasif değil aktif yansımadır. Ludwig Feurbach, klasik Alman felsefesinin sonunda (1888) hukuk ile iktisat bağlantısını kurarken, dünyanın hukuksal kavramlarla hukuk alanında bir kez daha kurulduğunu belirtir. Hukuk sadece bir yansıma değildir. Hukuk; bir gerçekliğin ifadesi, gerçekliğin bir başka alanda yeniden yaratılmasıdır. Gerçekliğin hukuk alanında ifadesi, ifade edilen gerçeklikle bağlarını belirli oranda koparmış yeni bir gerçekliktir. Özgürlükler mücadelesinin işte bu ifade edilmiş gerçeklikle bağlarının kopartılması noktasında aşacağı çok gedik vardır. Ne demek istiyoruz? Belirtilen özellikten dolayı, temel yapıya çok da uyumlu olmayan şu veya bu parçada sönümlenme  yönünde ışık veren özgürlükçü hukuk düzenlemeleri gündeme getirilebilir. Engels, Conrad Schmidt'e mektubunda (1890) hukuken ifade etme işlevindeki, görece özerkliği, dolayısıyla kendisini yaratan gerçekliğin yanı sıra, o temele bağımlı ve duyarlı olmayı sürdürse de, ayrı bir hukuksal gerçeklik yaratma hakkında şöyle diyor; "profesyonel hukukçuları yaratan iş bölümü gerekli hale geldiğinde, üretim ve ticarete  genel bağlılığı olan ve aynı zamanda bu alanlar üzerinde etkide bulunma yeteneğini sürdüren yeni bir alan (hukuk) açılır. Modern devlette hukuk sadece genel ekonomik duruma uyup, onun ifadesi olmakla kalamaz. Fakat kendisi içinde tutarlı bir ifade olmak ve kendi iç çelişkileri nedeniyle göze batar derecede tutarsız olmamak zorundadır. Bunu gerçekleştirmek için iktisadi koşulların yansıtılması gitgide bozulur. O kadar ki, mevzuu hukukun bir sınıfın egemenliğini; saf, kesin ve tüm ağırlığıyla ifade etmesi nadiren rastlanır. (Ki bizzat bu durum adalet kavramına aykırıdır.) Yani hukukun ifade etme işlevine mekanik bir yansıma olarak bakmamak gerekir. Belirli oranda bağımsızlaşmış hukuksal gerçekliğin varlığı kavranmalıdır. Hukuksal gerçeklik özerk biçimde devinmektedir. Belirli sınırlar içinde hukuk ilişkilerinin iktisadi temeli değiştirebileceği de ön görülmelidir. Örneğin, mülkiyetin tahakkümüne, özel mülkiyet imparatorluğuna karşı ekonomik adalet mücadelesinin nesnel potansiyelinin direnmesi, klasik toplum biçimlerinde de hukuk sistemine, mülkiyetin sınırlandırılmasını, denetimini, daraltılmasını sokabilir.

   Hukukun üretim biçiminden tam bir bağımsızlığı olmadığı gibi tam bir bağımlılığı da söz konusu değildir. Bundan dolayı yasa koyucunun serbest iradesi ile kuralların, hukuk öznelerinin serbest iradesi ile de hukuksal ilişkilerin kurulduğu kısmi bir doğrudur. Bu nedenle hukuk incelemelerinde kurucu iradeyi tek veya asıl veri kabul etmek yanlıştır. Tersi de, sadece üretim ilişkilerine bağlamak da yanlıştır. En tehlikeli kavrayış hukuku herhangi bir özgün varlığı olmayan bir gölge, robot yansımaları olarak görmektir. Marx ve Engels’e göre de hukuk salt bir yansıma değildir. Hukukun sınırlı da olsa kendine özgü bir tarihi vardır. Burada sınırlılıkla kastedilen bir eksiklik değil, hukukun kaynağı ve işleviyle sıkı ilişkisinden kaynaklanan bir sınırlılıktır. Hak, adalet, eşitlik ve özgürlük kavramlarına ve problemlerine de yukardaki genel çerçeve içinde yaklaşmak gerekir.

   Buraya kadar anlattıklarımız norm hukuku ve normatif devletler açısından geçerlidir. Lakin, şimdi içinde bulunduğumuz süreçte Türkiye’nin de içinde bulunduğu birçok ülkede artık norm hukuku rafa kaldırılmıştır. Pretoryan bir yapı ve patrimanyal bir rejim yaratılmıştır. Yani, şirket tipi bir devlet ve devletin başında babalık taslayan bir diktatör. Yani, kuvvetler ayrılığının olmadığı piramit tipi örgütlenmede, piramitin en tepesinde her üç kuvveti de bünyesinde toplayan bir diktatörlük. Bu tür yapılarda hukuk, var-yok hukukudur. Daha da doğrusu, fiil aramayan önleme hukukudur. Devlet de önleme devletidir. Yani muhaliflerin fiil olmasa da, düşman görüldüğü ve düşmanların mutlaka bertaraf edilmesi gerektiği üzerine inşa edilen kararnamelerden oluşan düşmanla  savaş hukuku anlayışıdır. Bu tür hukukta tarafsızlığın zerresi olmaz. Usul kuralları rafa kaldırılır. Hukuki eşitliğin yerini ırksal hiyerarşi alır. Hukukun zaten özünde var olan şiddet, mitsel şiddete dönüşür. Hukuk muğlaklaşır. Kişilerde endişe yaratan belirsizlik egemen hale gelir. Bu tür hukuk anlayışını en açık Nazi döneminde Nazi Halk Mahkemesi’nin Başkanı ifade etmiştir: "Bizim hukukumuzun iki temeli vardır. Biri Führer’in iradesidir. Diğeri de Kanunsuz suç ve ceza olmaz kuralının bizim hukukta geçersizliğidir.” Nitekim aynı Başkan, hukukçulara şunu da demiştir: “Önünüze bir dava geldiğinde Führer ne düşünürdü diye düşünerek karar vereceksiniz.” Carl Schmidt"in istisna hali kuramı yasaların yerini almıştır. Şimdi Türkiye’deki durum da budur.

   Özgürlükçü hukukçular olarak bir yandan bu düşmanla savaş hukukuna karşı mücadele ederken, bir yandan da hukukun sönümlenmesi yolunda normatif burjuva hukuka karşı da aşağıdan yukarıya alternatif hukukun üretiminde bulunmalıyız. Hukuk üreten devlet düzeninin tamamlayıcısı ve yardımcısı olan bir hukuk politikası değil, toplum tarafından üretilen hukuk mücadelesinin yaratıcısı olmalıyız. Halkın yargılama sürecine katılımı (Demokratik kurum temsilcilerinden oluşacak sabit olmayan değişken halk jürileri), iktidarın cezalandırma yetkisinin daraltılmasının giderek izole edilmesi, en az devlet en çok birey ve toplum hukuk mücadelemizin köşe başları olmalıdır. Toplumsal savunma ilkeleri, idare hukukunda özyönetim, kapatma cezalarına karşı çıkış, hapishanenin tarihsel fonksiyonunu tamamladığı, ceza hukukunun mağdursuz, politik ve düşünce suçlarından arınması gerektiği, herkesin özgürlüğü umut etme hakkının bulunduğu, dolaysıyla müebbet hapis cezalarının kaldırılması gerektiği, sadece ceza hukukunun değil, hukukun diğer dallarında da demokratikleştirilmesi gerektiği gibi konuları gündeme sokmalıyız. Doğrudan demokrasiyi her alanda aralamalıyız. Halkın yasama faaliyetine katılımını sadece seçimden seçime oy vermeye indirgeyen anlayışa karşı çıkarak, halkın doğrudan yasa yapma fonksiyonunu yerine getirecek belirli sayıda imzalarla yasa teklif etme hakkını gündeme sokmalıyız. Ayrıca halkın seçilmişleri dönem sonu beklenmeden de gerektiğinde azletme yetkisiyle de donanması gerektiğini gündeme sokabilmeliyiz. Medeni hukukta devletin insanların özel hayatına müdahale eden düzenlemelerin kaldırılması gerektiğini, toplumsal cinsiyet eşitliğinin her alanda gerçekleşmesi gerektiğini kararlılıkla pratiğimizle ortaya koymalıyız. Dillerin ve halkların hak eşitliği temelinde tartışmalı, halkların hak ve hukukunu milliyetçiliğe kaymadan savunan önermeler, kuramsal çözümlemeler üretebilmeliyiz. Ezilen halkların hakları ve azınlık hakları ve hukuku bu çalışmalarda özgün yerini korumalı ve geliştirmelidir.

  Bu çalışmalarda mukayeseli hukuk çalışmalarına da yer verilmesi gerekir. Toplumsal savunma ilkeleri kuramı, daha da ilerisinde Anarko-Komünal  Hukuk  Ekolü, gerek teorik olarak, gerek pratik olarak dünyadaki yansımaları açısından dikkatle takip edilmelidir. Belki de bu çalışmalara teorik olarak kalıcılık ve devamlılık getirecek 3 ayda bir, teorik bir hukuk dergisi de bir zenginlik yaratabilir. Özgür birey ve özgür toplum yolunda hukuk mücadelemizi her geçen gün daha da nitelikli bir düzeye getirmeliyiz.

Hep birlikte başarabiliriz!

Av. Ercan KANAR